Etiket arşivi: amel

Hedefimiz ve Amelimizin Kıblesi

Hedefimiz ve Amelimizin Kıblesi

Kur’anî, imanî, İslamî her türlü manalar ve hallerle meşgul olanlar ve bu kulvarda yer edinmek isteyenler şu hakikate kulak vermeli ve her işinin başına bunu koymalıdır ki böyle olursa her nefes ve nüfus hedefine ulaşsın.

İşte o serlevha öğüt;

“Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı.”[1]

Hedefimiz ve amelimizin kıblesi ihlas olursa hayata tatbiki çok kolay olur yoksa amel de iman da insana bar olur, yük olur. İnsan isteksiz suhre gibi hareket eder.

Okunan şeyler mana-yı ismiden, harfiye geçmezse yandı gülüm keten helvamız. Hayata tatbik etmeliyiz her şeyimizi. Tekrar tekrar, dikkatle, tefekkürle okumalarımıza devam etmeliyiz. En evvel nefsimizi ikna etmeliyiz okuduğumuz hakikatlere ki Risale-i Nur’un üslubuna ne kadar aşina olursak o nisbetle istifade edeceğimiz de aşikârdır.

Her bir kitabı tekrar tekrar değil yeniden yeniye okuma heyecanıyla kapağını açmalıyız. Bu heyecanla nefsimiz ve üstadı olan şeytan mağlubiyetinden ve hırsından çatırdayacaktır.

Namazlarını cemaatle ve vaktinde kılamayan, arkasından tesbihatları yapamayan, şahsi okuması ve dersleri ihmal edenler; hem nefsi, hem ailesi, çoluk çocuğu, hem akrabaları ve dostları, hem de ehl-i iman için ne haldedir bir murakabe yapması elzemdir.

Ahirzamanın ahirindeyiz. Ahiri de iyice bulanacak, karışacak ve hiçbir şeyin tam manasıyla safi olamayacağı gariplikler demindeyiz. Faydalının da faydasızın da en ileri derecede tecelli edeceği bir hayat içerisindeyiz yani. Herkes imanî, Kur’anî, İslamî tedbirlere göre hayatına nizam vermekle mükellefitir.

Bu ahir demin ahirinde hak ve hakikatle meşguliyette eğreti, suhre söz konusu olmamalıdır. Zaten ahirleri soluyoruz. Bulduğumuz her anı fırsata çevirmek için uyanık davranmalıyız. Damlaları toplayıp havuz yapmayı bilmeliyiz yani.

Hasıl-ı kelam, ahirzamanın küfrüne, dalâletine, sefahetine, ifsadına, bozgunculuğuna, ihtilaf ve iftiraklarına karşı çok dikkatli olmalıyız.

Çare ise; ihlâsla, uhuvvetle, sadakatle, tesanüdle, ümit ve aşkla iman, Kur’an hizmetlerine odaklanmaktır.

Bu gücü, kuvveti ve bilgiyi elde edebilmek uğrunda daima gereken bir hareket ve faaliyet için Kur’an tefsirlerini, Risale-i Nur’u ihlasla, itminanla, istikrarla, daimi olarak, hiçbir şeye alet ve vesile yapmayarak okumak, okumak, okumak lazım ve elzemdir.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar (160)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Kur’ân’ın ilk emri de oku’dur

Kur’ân’ın ilk emri de oku’dur

Risale-i Nur, Kur’an’ın çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir[1]

“Risale-i Nur, Kur’an’ın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatleri semavîdir, Kur’anîdir. O halde Kur’an okundukça, o da okunacaktır. Risale-i Nur, mücevherat-ı Kur’aniye hakikatlerinin sergisidir, pazarıdır. Bu ulvî pazarda herkes istediği gibi ticaret yapar. Uhrevî, manevî zenginliklere mazhariyeti temin eder.”[2]

“Risale-i Nur, Kur’an’ın[dır] ve Kur’an’dan çıkan bürhanî bir tefsir[idir.]”[3]

Risale-i Nur Külliyatı, bu asrın insanlarına adeta bir ihsan-ı ilahidir. Gerek şimdiki üslub farkı gerekse meseleleri ele alma tarzıyla insanların ruhuna cazip geliyor.

Önceki zamanlarda telif edilen eserler o dönemlerdeki kuşkulara ve tereddütlere cevap vermiştir. Zaman ilerlemesiyle var olan eserler kâfi gelmemeye başlamıştır. Bu yeni dönemde Risale-i Nur Külliyatı da insan, amel, Allah ve kâinat meseleleri üzerine gitmiş ve perspektifi genişletmiştir. Çünkü yeni şartlar yeni usulleri beraberinde getirir.

İslam dünyasında önceleri ya dışarıdan gelen veya dışarıya yakın kimselerden gelen bazı tereddütler artık kurdun gövde içine girmesiyle Müslümanlarda tereddütler başladı. Ehl-i bida ve ilhadın fikirlerinin karışmasıyla da kargaşa meydana gelmiştir.

Tablo bu şekli almışken mülhid ve mürtedlerin ortalığı imansızlık ateşine verdiği ve ehl-i bidanın[4] tereddütleri, vesveseleriyle insanları aldattığı yadsınamaz bir gerçektir.

Hak ve hakikatla meşgul olmak insanın kendini inşa teşebbüsüdür. Manevi birer terapi de diyebiliriz buna. Hak ve hakikat insanın halet-i ruhiyesine müdahale ederek adeta bir tamirci rolü üstlenir. Çünkü Risale-i Nur meşguliyeti “yaratan Rabbinin adıyla oku” hitabına “Lebbeyk!” demektir. Çünkü Risaleler alelade bir okuma işi değildir. Yaradanın esmasını, sanatını, fiilini okumak, anlamak ve tefekkür etmektir. Risalelerin önemi buradan gelmektedir.

Risale-i Nur Külliyatı tefekkür ve iman hakikatlerini ihtiva eden muhteşem bir külliyattır. Okurken insan dikkat ve tefekkürle okursa duygusal, zihnî ve ruhî sağlığını da beslediği hissetmektedir.

Risale-i Nur Külliyatı burada tefekkürün, dikkatin gücünü kullanarak insan aurasını arttırmaktadır. Maneviyatı yükselterek insan manevi korumasını/aurasını attıracağını tesbit ettiği için ne abesle ne de haramla meşgul olmasını istemez.

Bediüzzaman Said Nursî, sıcaklarla birlikte çöken rehavet ve tembelliğe karşı insanı ikaz eder “bu yaz mevsimi, gaflet zamanı”[5] diyerek, insanı azami dikkate davet eder. Bu gaflet mevsiminde okuma ve tefekküre teşvik eder.

RİSALE-İ NUR VE MADDELER HALİNDE GELİŞİM BASAMAKLARI

1. Manevî gelişim: Said Nursî, okumayı ve tefekkürü, manevî gelişim için bir süreç olarak görür. Bu sebeple dikkat, tefekkür ile okumaya daima sevkeder. Risale-i Nur Külliyatında, yaratılış hikmetleri, peygamberimizin tüm insanlığa bir rehber olması adeta yaşayan bir Kur’ân olarak bize yaptığı rehberliği ve kâinat kitabını doğru tahlil için metodlar üzerinde durur ve “muallim-i ukul, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah”[6] makamının gereğini hakkıyla ifa etmiştir.

Doğru okumalar, imanın kuvvetlendirilmesiyle sınırlı kalmaz insanın hayat dinamiklerinin dinç kalmasıyla adeta insanı motive eder. Yanlış okumalar insana çok fazla katkı sağlamayıp ülfete sevkeder.

2. Zihnî iyileşme: Risale-i Nur’un doğru okumayla aklın ve kalbin beraber inkişaf etmesi mümkündür. Ne sadece aklın ne de sadece kalbin inkişafı Risale-i Nur’un hedefi değildir. İstikamet ancak ve ancak beraber inkişaf etmesiyle mümkündür.

Risale-i Nur, kalb ve akılın beraber inkişafıyla ruh sağlığını da desteklemektedir. Zihni iyileşme de tefekkürle mümkündür. Şunu da ifade etmek istiyorum ki, fikir ve tefekkür birbiriyle aynı gibi görünürken farklıdır. Fikir insanı geveze yapar; tefekkürse Allah’a yaklaştırır.

Düzenli yapılan okumalar, anlama kabiliyetini geliştirerek zihinsel gelişim sürecini destekler. Anksiyete bozukluğu gibi kaygı bozukluklarının azalması ve önüne geçilmesine katkı sağlar. Böylece ruh sağlığı dinç insanların toplumda bulunmasıyla toplumun daha da yaşanır bir seviyede olmasına katkı sağlar. Şuurlu, akl-ı selim sahibi, mutlu aile hayatına sahip, işinde gücünde, doğru okumalar yapabilen insanların sayısal olarak çoğunlukta olması önemlidir sosyal ilişkilerde iyileşme ve toplumsal barışın sağlanması adına.

3. Şahsî okuma programları: İnsanların kendilerini değerlendirmeleri açısından ve manevî olarak ne âlemde olduğunu yoklaması önemlidir. Bunun içindir ki hergün hatta her fırsatta okumalar yapmalıyız. Bunu Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında da görüyoruz. Risale-i Nur’un okunması, insanın adeta hem kendini hem de kâinatı keşfetme yolculuğuna verilen isimdir.

4. Grup okuma programları: Risale-i Nur Külliyatı’nın gruplar halinde okumak grup psikolojisi sebebiyle daha fazla okumaya teşvik etmektedir. Grup okumalarında aynı eser üzerinde karşılıklı ve beraber okuyarak müzakere edilebilir.

Bu müzakereler, katılımcıların birbirlerinin okunan metne yaklaşımlarından faydalanmalarını sağlar ve farklı bakış açılarıyla hem grubun hem de şahsın eserlere yönelmesini arttırarak motiveyi arttırır.

Belirli mevzular üzerinde (ihlas, ibadet, kader, uhuvvet vb.) Risale-i Nur’dan alakalı yerler seçilerek yapılan okuma programları daha fazla istifade etmeye vesile olduğu görülmektedir. Özellikle tüm katılımcıların hazırlanarak gelmesi daha da istifadeli olmaktadır.

RİSALE-İ NUR VE BEDİÜZZAMAN’I KİMLER ELEŞTİRMEYE ÇALIŞIR, SATAŞIR

Kısacası Risale-i Nur Külliyatı ve müellifi Bediüzzaman Said Nursi’ye üstünkörü bakmak, önemsiz görmek ve sıradan görmeye/göstermeye çalışmanın altında gurur, kibir, enaniyet, kıskançlık gibi hislerin ve kökü dışarıda gövde, dal budakları bu topraklarda olan komitelerin borazanlığını yapmaktan başka bir şey değildir.

Bu vatan bize piyangodan çıkmadı veya ortada ehemmiyetsiz olduğu için duruyordu da biz gelip imaret edip vatan yapmadık. Nice bedeller ödendi, canlar şehit oldu yanarak, donarak, parçalanarak. İşte Bediüzzaman hem talebeleriyle Kafkas cephesinde Albay rütbesiyle beraber savaşa katıldı Rus ve Ermenilere karşı savaştı, esir düştü.

Rusya’dan gelip Osmanlı İmparatorluğuna mücadelesinde silah yerine kalem eline alarak devam etti. Fikirleri, tefekkürleri, eserleri bugün vatan sathını da açıp altmıştan fazla dile tercüme edilerek İslamiyet’in fikrî cephesinde mücadeleye devam etmektedir.

Bediüzzaman ve eserlerine laf atmaya çalışanlar, eserleri tenkid etmeye yeltenenler önce nerede durduklarına kimin dolduruşuna geldiklerine bakmalı. Tabi bu söylediğimi anlayacak bir kapasitede olmadıkları için anlayamayacak ve görse de “hıh” deyip geçecektir. İster yazar, ister vaiz, ister bilmem ne etiketi olursa olsun.

ŞAHSİ OKUMA YAPARKEN ŞURASI DİKKATİMİ ÇEKTİ PAYLAŞMAK İSTEDİR.

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.

(Fakat ikinci gün beraet kararı, o dehşetli konuşmayı geriye bıraktı.)

Tecrid-i mutlakta ve haps-i münferidde Mevkuf
Said Nursî[7]

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Şualar (515)
[2] İşarat-ül İ’caz (228)
[3] Şualar (81)
[4] ehl-i bid‘at, “aklı esas alıp nasları te’vil etmek suretiyle Hz. Peygamber’den sonra sünnete aykırı bazı inanç ve davranışları benimseyenler” şeklinde tarif edilebilir. https://islamansiklopedisi.org.tr/ehl-i-bidat#:~:text=Buna%20g%C3%B6re%20ehl%2Di%20bid,B%C4%B0D’AT).
[5] Tarihçe-i Hayat (314)
[6] Sözler (237)
[7] Şualar (288 – 289)

Kaynak:RisaleHaber

www.NurNet.org

Amellerimizde Neyi Esas Almalıyız?

Amellerimizde Neyi Esas Almalıyız?
Bediüzzaman Hazretleri, İhlâs Risalesi’nin birinci düsturunda “Amelinizde rıza-i İlahi olmalı” der. İşlenen bütün amellerin özü, esası, ruhu, mâyesi, hedefi rıza-i İlahi olmalıdır ki ameller makbul olsun demektedir.
Kaliteyi ifade eden keyfiyet ve sayısal çoğunluğu ifade eden kemiyet/kesret daima mevzubahis olmaktadır. Bazen de züğürt tesellisi olarak sayısal olarak azınlığı keyfiyet olarak kabul etmek de başka bir garabettir.
Keyfiyetli insanlar çok olur veya mihmandarlığı olursa kesret de keyfiyetten nasibi alır. Unutulmamalıdır ki, keyfiyetin ruhu, esası da ihlastır.
Tebliğlerde hedefimiz hizmetimizi yaymak, çoğaltmak olmamalı, Rıza-yı ilahi yani ihlas olmalıdır. Bunu Rasulü’s-Sakaleyn (asv)’dan ders alıyoruz. Nitekim “Ey Muhammed! Artık sana düşen sadece açık bir şekilde tebliğden ibarettir.[1] buyurulmaktadır. Her tebliğ ve temsille mükellef olanın insanın da kulaklarında çınlaması gereken bir serlevhadır bu ayet-i celile. Temsil ettiğimiz İslam davasını net, açık, dürüst ve doğru bir şekilde anlatmaktır. Yoksa aman bizim hizmetimize gelsin sayımız artsın gibi ikinci bir niyet olursa burada ihlas eksik olduğu için tam tesir etmeyecektir.
Bediüzzaman Hazretleri bu ayetten iktibasen aldığı dersi şu şekilde ifade etmektedir.
“Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevab kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir.”[2]
Biz Kur’an Şakirtleri olan Nur Talebeleri [3] siyasi bir cemiyet olmadığımız için biz vizyon ve misyonumuzu şu şekilde sayabiliriz.
“Proğramımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün i’dam-ı ebedîsinden iman-ı tahkikî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.” [4]
“Gözümüz önünde ve bizi bekleyen ölümün i’dam-ı ebedîsinden ve karşımızda kapısını açan ve bizi cebr-i kat’î ile çağıran kabrin daimî karanlık haps-i münferidinden kurtulmağa çalışıyoruz.” [5]
“Vatanı ve milleti anarşistlikten ve dinsizlik ve ahlâksızlıktan ve vatandaşlarını ölümün i’dam-ı ebedîsinden kurtarma[k]..”[6]
“Evet, eğer eski hayatım gibi, izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için hiçbir hakareti kabul etmemek olsaydı ve vazife-i hakikiyesi, sırf âhiret ve ölümün i’dam-ı ebedîsinden müslümanları kurtarmak vazifesi…”[7]
Risale-i Nur Talebeleri bir cemiyet şeklinde hareket etmemiş daima iman, amel, insan ve kainat perspektifinde hareket etmeyi esas almıştır. Bu metodu izlerken de sofistik tarzda el etek çekmek manasında değil sosyal/içtimai hayatın her safhasında temsilcisi olduğu İslam davasının ruhuna uygun temsil rolünü tercih etmiştir. ne yaparsa yaptığı işi doğru, dürüst, etik olarak yaparlar. Arada istisnalar çıkabilir ki bunlar mevzubahis değildir.
Risale-i Nur bize öğretiyor ve isbat ediyor ki: Bu dünya, bir misafirhanedir. Ebedî hayatı isteyenler, misafirhanedeki vazifelerine dikkat gösterdikleri nisbette memnun edilirler. Demek ki şimdi en esaslı vazifemiz; bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i dinin, karanlıktan usanmış, gıdasız kalmış kalblerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarak Nur’un dellâllığını yapmaktır.”[8]
Risale-i Nur’dan ders alanlarda bu hasletler var ve olması gerekmektedir.
“Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüzer günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüzer amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.”[9]
Ey ehl-i iman! Bu müdhiş [ahretinizi berbad etmek isteyen] düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesidir. Ve silâhınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.”[10]
Ne mutlu temsil ettiği davanın ruhuna uygun hareket etmek gayretinde olana..
Selam ve dua ile..
Muhammed Numan ÖZEL
[1] Nahl s. 82. ayet meali
[2] Lem’alar (152)
[3] Hizmet Rehberi ve genişletilmiş halleri olan Hizmet Düsturları, Esasat-ı Nuriye eserlerini okumanızı tavsiye ederim.
[4] Emirdağ Lahikası-1 ( 28 )/Tarihçe-i Hayat (474)
[5] Şualar (340)
[6] Şualar (376)
[7] Tarihçe-i Hayat (531)
[8] Tarihçe-i Hayat (623)
[9] Tarihçe-i Hayat (303)
[10] Lem’alar (72)

NİYETİN ve AMACIN NEDİR?

NİYETİN ve AMACIN NEDİR?

Herkese ancak niyetinin karşılığı vardır. O halde niyetimiz nedir gözden geçirmeliyiz.

Hz. Peygamber (asv): “Ameller, niyetlere göredir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti, Allah’a ve Rasûlüne hicret etmekse eline geçecek sevap da Allah ve Rasûlüne hicret sevabıdır. Kimde elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlendirilir.”[1]

Bu hadis-i şerifin bakmış olduğu muhtelif mevzuların olduğu muhakkaktır. Okuyan da kendi âleminin rengine göre de mana verecektir. Çünkü insan “ayinesinin müşahedatına tabi”[2] ve bildiklerinin kölesidir.

Tenkit niyetiyle Risalelere bakmak, göz gezdirmek, okumak, üzerine çalışmalar yapanlar için Zübeyir Ağabey:

“Tenkit için okuyan, istifade edemez.

Başkası için okuyan, istifade edemez.

Kendi nefsi için okuyan, istifade eder.”[3]

Risale-i Nurlar’ı okurken de bu geçerlidir. Ne niyetle okursak ona göre cevap alacağız demektir.  İstifâde ve ibâdet niyetiyle Risalelerle yönelenlerin ıslâh-ı hâl ettiklerini, ifsat niyetiyle okuyanların da mânen ve madden daha da bozulduğunu görüyoruz.

İlmî bir bakış açısıyla okuyarak kimselerin mâlumatı arttığı; ama bu mâlumatı kendisine katkı sağlamadığı bir gerçektir. Çünkü istifade niyetiyle değil mâlumatını, bilgisini arttırmak için okumakta ve kendini bu sayede daha da parlatmak peşindedir.

Dairemiz içine bir şekilde girmiş bu tiplere baktığımızda safiyâne ve sofiyane hizmete girmiş insanları da aldatıp etrafına toplamaktadırlar. Bir nevi ilmi kullanarak insanları enesine hizmetkâr edip makam ve mansıp peşinde koşarak ikbâllerinin peşinde koşmaktadırlar.

“Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini i’dam eder.[4] Sırrına yanaşır “ihlâsı kırar, o ibâdeti kısmen iptal eder.”[5]

Risale-i Nur Külliyatı iman ve İslam’ın cihanşümul olan hakikatlerini kâinata haykırmaktadır. Ve bu nurlu ses kâinatın en kuytu köşelerinde bile çınlamaktadır. Bu yankılanma, Risalelerin zatından değil temsil etmiş olduğu iman ve İslam’ın tesiridir. Tabi zaman ahirzaman olunca tesiri de buna göre olacaktır.

Bizler de risaleleri hangi niyetle okuduğumuzu gözden geçirerek olması gereken yerde olmaya çalışmalı ve yanlış konumdaysak doğru konuma dönmek için elimizden geleni yapmalıyız. Elbetteki bu kadar kıymettar hazineye ağız suyunu akıtan çok olacaktır.

Okumalarda Hakkın rızası mı, makam mansıp mı, bir menfaat-i maddiye elde etmek mi veya başka doğru olmayan bir niyet ve okuma peşindemiyiz buna bakmalıyız. “Niyet, nazar, mana-yı ismi ve mana-yı harfi”[6] burada da karşımıza çıkıyor, her zaman olduğu gibi.

İnsan bu şekilde kendini doğru konumda tanımlarsa ubudiyet, zühd ve takvada da bir istisna teşkil eden tarihî bir İslâm fedaisi ve Kur’an-ı Hakîm’in muhlis bir hâdimi payesine yükselmiş..”[7] olacaktır.

Bu da

Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız.”[8]

Rıza-yı İlahî kâfidir. Eğer o yâr ise, her şey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İnsanların takdiri, istihsânı, eğer böyle işte, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli iptal eder.

Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlası kırar.

Eğer müşevvik ise safvetini izale eder.

Eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak, istemeyerek Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesiri namına kabul etmek güzeldir ki,

 وَ اجْعَلْ لِى لِسَانَ صِدْقٍ فِى اْلآخِرِينَ buna işarettir.”[9]

 “İnsan, eğer kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fena, hem fâni, hem ademe düşer. Hem manen kendini i’dam eder. Eğer lisân-ı Kur’andan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubudiyetin mi’racıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir. Bâki bir insan olur.”[10]

İnsan her bir adımında, amelinde, fiilinde, müyulunda şu iki niyet olmalıdır.

“Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı.”[11]

“Amelinizde rıza-i İlahî olacak, maddî menfaat fikri olmayacak.”[12]

 

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL


[1] Buhârî, Muslim, Ebû Dâvûd, et-Tirmizî, İbn Mâce, en-Nesâî, İbn Mâce

[2] Tarihçe-i Hayat (84)

[3] Bir Dava Adamından Notlar (41)

[4] Sözler (364)

[5] Tarihçe-i Hayat (315)

[6] Mesnevi-i Nuriye (51)

[7] Sözler (758)

[8] Tarihçe-i Hayat (58)

[9] Barla Lahikası (78)

[10] Sözler (364)

[11] Lem’alar (160)

[12] Emirdağ Lahikası-1 (15)

Para İle İmtihan…

“Ne sây ile, ne mal iledir beyim,
büyüklük kemâl iledir.”
 
Mevlanâ’ya Selçuklu sultanlarından biri, kabul etmesini arzu ederek birkaç kese altın göndermişti. 
Mevlanâ’nın talebelerinden biri altınları alıp Mevlanâ’ya arz edince, Mevlanâ talebesine döndü ve
 
“-Beni gerçekten seviyorsanız, bu altınları dışarıdaki çamurun içine atınız!” 
dedi.Talebesi, Mevlanâ’nın bu isteğini emir telakki edip, hiçbir sual dahi sormadan yerine getirdi.
Bu olaya şahit olan bazı kimseler, çamura atılan altınları toplamak için, hiç vakit kaybetmeden çamurun içine dalmışlardı. 
Fakat, kısa süre sonra üstleri, başları, yüzleri çamurdan görünmez hale geldi. 
Mevlanâ talebelerine onların bu hallerini göstererek ; 
“-Bu altınlar, şu gördüğünüz dünya ehlinin üstünü, başını batırdığı gibi, âhiret ehli olanların da kalbini kirletir. Çeşitli günahlara sevk edip ibadetlerden alıkoyar. Bunun için dikkat edilmesi gereken husus; hırs ve tama yapmadan kanaaat üzere bulunmaktır. Dünyada, âhiret için çalışılmalı, kazanılmalıdır. Çünkü İslâm, insanlara faydalı olmayı emreder. Dünyadaki saadetlerden biri de helal kazanmak ve bu kazancını hayır ve hasenat yaparak âhirete göndermektir. Asıl sermaye ise, ilim, amel, ihlâs ve güzel amele sahip olmaktır” 
buyurdu.   
 
 
SANMA EY HACE Kİ SENDEN ZER-Ü SİM İSTERLER
 
Sanma ey hace ki senden zer ü sim isterler
“Yevme la yenfau” da kalb-i selim isterler.
 
Berzah-ı havf ü recadan geçe gör nakam ol
Dem-i âhirde ne ummid ü ne bim isterler.
 
Unutup bildiğini arif isen nadan ol
Bezm-i vahdette ne ilm-ü ne âlim isterler.
 
Âlem-i bi meh ü hurşid ü felekde her giz
Ne mühendis ne müneccim ne hakim isterler
 
Harem-i ma’niye biganeye yol vermezler
Âşina yi ezeli yar-i kadim isterler
 
Sakin-i dergeh-i teslim-i riza ol daim
Bermurad itmeğe hizmette mukim isterler.
 
Dergeh-i fakra varıp dirliğini arz etme
Anda her giz ne sipahi ne zaim isterler.
 
Aşık ol serbet-i vasl ister isen kim aşık
Çaresiz derd arayıp renc-i elim isterler .
 
Ni’met-i zahire dilbeste olan gürsineler
Muzd nan pareye cennat-i naim isterler.
 
Kible-i ma’niyi fehm eylemeyen kec revler
Sehv ile secde edip ecr-i azim isterler.
 
Ezber et kissa-i esrar-i dili ey Ruhi
Hazır ol bezm-i İlahi’de nedim isterler
——————————————————————————————————————
(BU ŞİİRİN YENİ TÜRKÇE’DEKİ ŞEKLİ)
 
Efendi, sanma ki senden altın ve gümüş isteyecekler
Hayır ,”Yevme la yenfau” da ancak kalb-i selim isterler
(Bu beyitte Şuârâ Sûresinin 88-89 âyetlerini telmih mevcut olup; o âyetlerde “Yevme la yenfau malun vela benun / Illa men eta’llahe bi kalbin selim” buyrulmaktadır. Meali şöyledir: “O gün (kıyamette) mal da fayda vermez evlatlar da / Ancak sağlam bir kalb ile Allah’ın huzuruna gelenler müstesna.”  
Şair bu beyitte âhirete temiz kalb ile gitmek gerektiğini vurgulamaktadır). 
 
Korku ve ümit merhalesinden geçip nakam olmaya bak
Yoksa son nefeste ne korku ne de umid işe yaramaz.
Eğer arif isen bildiklerini (vesveselerini) unutup bilmezlik makaminda kal.
 Çünki vahdet bezminde ne ilim ne de âlim isterler
(Gerçek) ay ile güneşlerin kaybolup gittiği şu dünyada ve gökkubbenin altında
Ne muhendis ne muneccim ne de filozof olmak kar etmiyor
(Bu beyti, “şu güneş imiş şu ay imiş gibi ayrımların yapılmadığı gerçek âlemde mühendis de olsan, müneccim yahut filozof da, faydası yok” şeklinde manâlandırmak da mümkündür).
 
Bigane olanları manâların harem dairesine girmeye bırakmazlar
Oraya girebilmek için ta ezelden âşinalar ve kadim dostluklar (Allah’i bilmek ve O’nun dostu olarak yaşamak) istenir.
 
Daima Hakk’ın rızasına teslimiyet dergâhında ikamet et
Çünki bir kişiyi muradına erdirmek için hizmette devamlılık isterler.
 
Fakr dergahına varıp maaşının yüksekliğinden dem vurma
Çünki orada asla ne üst düzey paşalar ne de prensler (yuksek bürokratlar) isterler.
 
Günü geldiğinde vuslat şerbetinden içmek istersen gerçek aşık ol
Ancak bil ki aşıklar gerçek aşka ulaşabilmek için çaresiz dertler arayıp elim sıkıntılar isterler.
 
Gösteriş nimetine gönül bağlayan gerçek fakirler bir parça ekmek parasına karşılık Naim cennetlerini istiyorlar (Garip doğrusu. Dilenciye çeyrek ekmek parası sadaka vermekle cennet kazanılacak sanıyorlar)
 
Gerçek manalar kıblesini idrak edemeyen aykırı gidişatlılar
Kazara bir secde ederler de hemen ardından (ömürleri taatle geçmiş gibi) en büyük ecirleri isterler.
(Demek bayram namazına gitmekle yıllık ibadetini tamamladığını sanıp sofuluk taslayanlar XVI. asırda da varmış )
 
Ey Ruhi, gönül sırlarına ait kıssayı ezberleyip kendini hazırlıklı tut ki
Yarın Allah’ın huzuruna varıldığında, tatlı dilli sohbet adamı (kulluğunda eksiği olmayan dost) isterler.
Prof. Dr. Mustafa Nutku