Etiket arşivi: İttihad-ı İslam

Mısır El-Ezher Üniversitesi’nde Bediüzzaman Sempozyumu

Mısır, El-Ezher Üniversitesi ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı işbirliği ile, 26-27 Şubat 2013 tarihlerinde “Bediüzzaman Said Nursi’nin Fikirleri Işığında İttihad-ı İslam” konulu uluslararası bir sempozyum düzenlenecektir. Kahire, El-EzherÜniversitesi Ana Konferans Salonu’nda 26 Şubat 2013, saat 10:00’da açılışı yapılacak sempozyumun bilimsel oturumları iki ayrı salonda iki gün boyunca devam edecek.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri birlik ve beraberliğin önemine devamlı olarak vurgu yapmış ve “Uhuvvet Risalesi” ile ihtilafların sebeplerini açıklayan “İhlas Risalesi” ile mü’minlerin aralarındaki birlik bağlarının en önemlileri olan “İhlas ve Uhuvvet” prensiplerine dikkatleri çekmiştir. Nursi ittihad, ittifak ve uhuvvet arasındaki bağlantıyı ve faydalarını “İttifakta kuvvet var, ittihatta hayat vardır. Uhuvvette saadet vardır.” cümleleriyle ifade etmektedir.

Bu gerçeklerden yola çıkıldığı zaman, ehl-i iman birlik ve beraberlik, uhuvvet ve muhabbet ortamı oluşturmak için ilme, eğitime ve maarife büyük önem vermesi gerekliliği karşımıza çıkmaktadır. “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet ve ittifak silahı ile cihad edeceğiz” ifadelerini kullanan Bediüzzaman’ın fikirlerinin daha derin incelenmesine gerek duyulmaktadır.

Başta Mısır olmak üzere, Ürdün, Cezayir, Fas, Lübnan, Yemen, Suriye, Sudan, Suudi Arabistan, Irak, Etiyopya ve Türkiye olmak üzere onbir ülkeden toplam 56 akademisyenin Arapça olarak tebliğ sunacağı uluslararası sempozyumda “Bediüzzaman Said Nursi’nin Fikirleri Işığındaİttihad-ı İslam konusu çeşitli alt başlıklar çevresinde mukayeseli olarak ele alınacaktır.

Halka açık olarak gerçekleştirilecek olan sempozyumun açılışında konuşma yapmak üzere, Ezher Şeyhi Prof. Dr. Ahmed Ettayyip, Şura Meclisi Başkanı Prof. Dr. Ahmed Fehmi, Mısır Vakıflar Bakanı Prof. Dr. Talat Afifi, Mısır Eski Müftüsü Prof. Dr. Ali Cuma, Ezher Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Üsame el-Abd, İslam Üniversiteleri Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Cafer Abdusselam, Mısır’ın tanınmış İslam düşünürü Prof. Dr. Muhammed İmara, Risale-i Nur Külliyatını Arapçaya tercüme eden İhsan Kasım Salihi ve Bediüzzaman’ın hayatta olan talebelerinden ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı Başkanı Mehmed Fırıncı ve diğer birçok tanınmış ismin katılması bekleniyor.

Sempozyum ile birlikte Risale-i Nur Külliyatı müellifi Bediüzzaman Said Nursi ile yakın talebelerinin hayatından önemli kesitleri mercek altına alan ve o günlerden kalma belge ve hatıraları günümüze taşıyan Risale-i Nur’un doğuş ve neşir yıllarının anlatıldığı “Bediüzzaman Sergisi” de Arapça ve İngilizce olarak iki gün boyunca 10:00-18:00 saatleri arasında sempozyum alanında ziyarete açık olacaktır.

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı

“İTTİFAK”ı Beceremeden “İTTİHAD” Olmaz Ki!

İttifak ve ittihad kavramları arasındaki fark yakın zamana kadar dikkatimi çekmemişti.

Risale Akademi’nin on beşincisini düzenlediği “Münazarat Akşamları” programlarına katılma fırsatım oldu bu hafta.

Önceki hafta aynı konuda sunum yapan arkadaşımız Av. Erdoğan Çelebi ile sunum öncesi kısa değerlendirmesini dinlemiştik. Sunum sonrası Risale Haber’de yayınlanan makalesinde biraz daha malumatımız arttı. İlk programda yeterince ele alınamadığı düşünülerek ikinci hafta aynı konunun işlenmesi kararlaştırılmış.

Dinleme ve istifade fırsatımız olan bu haftaki sunumları iki kişi üstlenmiş.

İbrahim Akgün ve mahalleden komşumuz ve arkadaşımız şevk ve heyecan timsali Erkan Okur sunum yaptılar.

İbrahim Akgün beyefendi yazar Yusuf Kaplan gibi nerden ortaya çıktı anlayamadık ama bir çıktı pir çıktı.

Özgün orijinal tespitleri var. Van Medrestüzzehra Sempozyumunda orijinal bir tebliğini sunumunda da dikkatleri üzerine çekmişti. Ayaküstü mini röportaj yapmıştım o zaman. Notlarımda paylaşmıştım.

İttifak ve ittihad kavramlarını İslâm tarihinden örneklerle açıkladı. İbrahim bey.

Bediüzzaman’ın bu kavramları ele alırken ayetlere daha yakın durduğunu görüyoruz” dedi. Selef ulemada bu yakınlığı göremiyoruz.

Zaten Üstad Bediüzaman, “ulema Kur’an’a perde olmamalı şeffaf cam olmalı” demiyor mu?

Risale-i Nur’da müteaddit yerlerinde bu tespitin ispatı, teyidi olan ifadeler çok.

Bu tespiti yapan kişi kırk yıldır risale okuduğunu gerine gerine söyleyen birisi değil. Henüz yeni tanıdığını ve anlama süreci içinde olan birisi. Buraya dikkat.

Kırk yıldır tanıdığını, okuduğunu, hareketin içinde olduğunu bir ayrıcalık olarak zimnen tefahur edenlerin bile göremediği bir nükteyi samimi yeni birisi yapabiliyor. Nurcunun da eskisi tecrübelisi makbuldür ancak. İmtiyaz olarak üstünlük aracı olarak görenlerin gözüne perde inebiliyor.

Şekil A, B, C’de örnekleri çok verilebilir.

Neyse… Sadede dönelim.

İttifak fiili, fiziki birliktelik. Farklı düşünce ve inançtakilerin belirli bir maksat ve hedef için bir araya gelme fikri ve fiili olduğunu öğrendik

İttihad ise mana ve ruh birliği. Kutsiyet ve ulviyet mayası taşıyor.

Erkan Okur kardeşimiz bu kavramların Risale-i Nur’dan tarama yaparak şerh ve izahlarını yaptı. İhlas Risalelerinde hem ittifakı hem ittihadın ne anlama geldiği paragrafları çıkarmış. Çok istifadeli oldu.

Defalarca okuduğumuz yerlerde ülfet perdesinden fark edemediğimiz noktaların farkına varma vesilesi oluyor bu tür derinlemesine müzakereler.

Sonuç olarak çıkardığım ders ve mesajı paylaşmak isterim.

İttifak meselesini halledemeden ittihad meselesi gündeme gelmez ve gelemez. Gelse de söylemde kalır eyleme geçemez.

Basit dünyevi bir şirket meselesinde bile ehl-i iman genellikle başarısızdır. Yahu dünyevi bir işte bile ittifakı becermeyince ittihad nasıl mümkün olur?

İttihad cehil ile olmaz ilmin şua-yı elektriği ile olur” diyor Üstad Bediüüzzaman.

Bizler ve bizim jenerasyon cehaletini kabul etmiyor ki. Ulemay-ı nadirattan görüyoruz kendimizi. Halbuki en büyük cehalet kendini âlim bilmek.

O halde resmiyette ilim keyfiyette cehil olduğunun farkına varıldığı zaman ittifak da ittihad ruhu da pratiğe yansır.

İttifak meselesi beceremeyen ittihaddan söz edemez. Hali âlemden görüldüğü gibi…

Erdoğan Çelebi beyin bir hafta önceki programdaki keyfiyetli katılımcılarla beraber olduk. Yeni tespit ve değerlendirmelerini de tekrar paylaştığı müzakere bölümü ayrıca istifadeli oldu.

Risale Akademi

Ankara Arena’da İttihad-ı İslâm Ya Da “Ümmetin Birliği”

Saat 09.00’dan 19.00’a Risale-i Nur Milletlerarası Sempozyumu” afişini birkaç gün önce metroda görmüştüm.

Sempozyumun Ankara’nın yeni ve en büyük kapalı spor salonu Arena’da yapılacağı yazıyordu. Hayrat Vakfı’nın organize ettiği bu beşinci sempozyumun konusu “İttihad-ı İslam”dı.

Pazar sabahı namazdan sonra kerahat vaktinin çıkmasına kadar Kur’an ve Risale-i Nur okudum. Sonra gece yetmeyen uykumu tamamlamak için telefonun alarmını 08.30’a kurarak tekrar yattım.

Rüyamda önemli bir yere gitmeye hazırlanıyorum. Geç kalma endişesiyle telaşlı telaşlı koştururken gevşek davranan arkadaşlara “Ya Resulallah çağırdıysa!” diyorum. Saatin alarmıyla uyanır uyanmaz “Ya Resulallah çağırdıysa!” sözü zihnimde yankılanıyor.

Sempozyum 09.00’da zor başlar, pazar sabahı kim o kocaman salonu dolduracak, 10.00 gibi gitsem de olur diye düşünmeme ve bu yüzden gevşek davranmama karşın bu rüyanın bir uyarı olduğunu anladım. Hemen alelacele abdest alıp çıktım.

Salona gittiğimde 10 bin kişiden fazla insanın, orta platform da dahil salonu hınca hınç doldurmuş olduğunu gördüm. Birçok kişiyle beraber tribünlerde bir süre ayakta kaldım. 2 yıl önce İstanbul’da yapılan sempozyumdan sonra en geniş katılımlı toplantıydı (20 bin kişilik).

Ben gittiğimde açılış konuşması yapılmış protokol konuşmaları da bitmek üzereydi. Sonra peşpeşe Sudan’dan Gençlik Kolları Başkanı, Malezya’dan İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Temsilcisi konuştular. Fas’tan, Kudüs’ten, Afganistan’dan ve daha birçok yerden gelen konuşmacılar çok güzel şeyler söylediler ve birlik mesajları verdiler.

Kudüs mücadelesinin sembol isimlerinden Raid Salah’ın “Kudüs sizi çağırmakta! Şimdi bu salonu dolduran gençler, evlerine döndüklerinde anne babalarıyla vedalaşsınlar: ‘Hoşçakal anne! Hoşçakal baba! Mescid-i Aksa’nın bahçesinde buluşmak üzere!’ desinler” sözleri salondaki birçok kimse gibi benim de gözlerimi yaşarttı.

Afganistan Müftüsü’nün: “Bu sempozyum Devlet-i Osmaniye’yi hatırlattı. Ey Hilafetin Torunları! Sizden tekrar ümmeti idare etmenizi bekliyoruz.” sözleri ise salonu coşturup uzun uzun alkışlandı.

Daha sonra üç ayrı oturum halinde paneller yapıldı ve birçok bilim adamı tarafından İttihad-ı İslam’ın çeşitli boyutlarıyla ilgili tebliğler sunuldu.

Tebliğ metinlerinin sahnenin iki ayrı büyük perdesinden 4 ayrı dilde yansıtılması ve Hayrat Vakfı’nın herkese dağıttığı öğle yemeği paketleri sempozyumun ayrı güzelliklerindendi.

Dikkatten kaçmayan bir güzellik de panellerde akademik komplekse düşülmemesi, kariyerleri olanların yanında kariyeri olmayan vakıf temsilcilerinin tebliğlerine de yer verilmesiydi.

Rebiu’l-Arab denilen “Arab Baharı” birçok ülkede şimdilik yarım kalsa da bu sempozyum bana gösterdi ve artık iyice kani oldum ki İslam aleminin kışı bitiyor ve “Rebiu’l-Ümmet” yani “Ümmetin Baharı” geliyor…

Suud-i Arabistan’dan gelen bir doçentin ifadesiyle “İslam dünyasında ve Türkiye’de her alanda yaşanan gelişmeler Risale-i Nur’a medyundur.

Risale-i Nur ağacının, sosyalleşmeye en kapalı kalmış bir dalı olan Hayrat Vakfı’nın bu sempozyum vesilesiyle bu kadar çok meyvesini görünce sevincim ve ümidim arttı. Dost TV’de programımda bu sempozyumu dinleyicilerime duyurmuş ve onları davet etmiştim ama “Ya Resulullah çağırdıysa!” ikazından sonra İslam birliğinin adımları olan böyle organizasyonlara daha çok destek olma sözü veriyorum. Hayrat Vakfı’nı ve katkısı olan herkesi tebrik ediyorum.

Seyfettin BULUT
Dost TV Programcısı-Yazar

Erdoğan: ‘Said Nursi’nin eserleri çağlarüstü’

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Bediüzzaman Said Nursi’nin fikirlerinin, eserlerinin ve mesajlarının çağlarüstü bir nitelik arz ettiğini söyledi.

Hayrat Vakfı tarafından düzenlenen “5. Milletlerarası Bediüzzaman ve Risale-i Nur Sempozyumu“na mesaj gönderen Erdoğan, İttihad-ı İslam’ın konuşulduğu sempozyumun Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinin, fikirlerinin, hayatının ve mücadelesinin anlaşılmasında çok değerli katkılar sunacağını vurguladı.

Said Nursi’nin ülkenin ve Müslümanların birliği için mücadele ettiğini hatırlatan Erdoğan, mesajında şunları dile getirdi:

KUR’AN IŞIĞINDA ESERLER VERMEYE KENDİNİ ADADI

Bediüzzaman Said Nursi’nin yüksek fikirleri bilhassa vefakar ve fedakar takipçileri sayesinde Türkiye sınırlarının ötesine taşmaya devam ediyor, zaman geçtikçe daha da parlayan bir meşaleye dönüyor. Bediüzzaman Said Nursi zoruklar ve meşakkatlerle dolu hayatını Kur’an ışığında eserler vermeye, o eşsiz eserlerle milletinin manevi değerlerine kendini adamıştır. Ne var ki Bediüzzaman hem yaşadığı dönemde hem de vefatından sonra kendisini layıkıyla kavrayamayan bazı çevrelerin yersiz suçlamalarına maruz kalmıştır.

İTTİHAD-I İSLAMIN BİRER ADIMI

Bediüzzaman hayatı boyunca ülkenin ve milletin birliği için gayret sarfetmiş, Türküyle, Kürdüyle, Acemiyle, Arabıyla tüm anasır-ı İslamın ittihad ve ittifak halinde olmasını savunmuştur. Bediüzzaman, Cumhuriyetin ilanını takip eden süreçte hem ülkedeki İslam kardeşliğini korumaya özen göstermiş hem de Türkiye’nin İslam ülkeleriyle yakınlaşmasına yönelik her türlü girişimi samimiyetle desteklemiştir. O, ikinci dünya savaşından sonra çeşitli İslam ülkelerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarına istikbaldeki İttihad-ı İslam’ın birer adımı olarak kabul etmiştir.

GERİYE DÖNÜP BAKINCA SAİD NURSİ’Yİ DAHA İYİ ANLIYORUZ

“Bizler şimdi geriye dönüp baktığımızda Bediüzzaman’ın fikirleri, eserleri ve mesajların nasıl çağlarüstü bir nitelik arz ettiğini daha iyi idrak ediyoruz. İnanıyoruz ki Milletlerarası Sempozyuma katılan değerli ilim adamlarımızın sunacakları tebliğler Said Nursi’nin mesajlarının daha sarih biçimde anlaşılacağına vesile olacaktır.

Ahmet Bilgi / Risalehaber

Mehdiyyet Meselesi ve İttihad-ı İslâm

Bu meselenin medar-ı bahs edilmesi, başta Peygamber (s.a.v) olmak üzere Sahâbe-i kirâm, evliyâ-i izâm ve ulemâ-i İslâm’ın müjdelediği, maddî-mânevî cihâdı icra edecek, âlem-i İslâm’ın birliğini temin edip Şerîat-ı Garrayı hakkıyla tatbîk edecek bir zât-ı nûrâniyi ve O’nun cemâatini tebşîr etmek, bununla Ümmet-i Muhammediyye (a.s.m)’ın istikbâle ümitle bakmalarını temin etmek içindir.

Mehdî’nin üç mühim vazîfesi:

Birinci vazîfesi: Îmânı kurtarmak

İkinci vazîfesi: Şerîatın tatbîk ve icrâsıdır.

Üçüncü vazîfesi: Hilâfet-i Muhammediyye (asm) ünvânı ile şeâir-i İslâmiyyeyi ihyâ etmek ve âlem-i İslâm’ın vahdetini (ittihad-ı İslâm) istinâd noktası yapıp Îsevî rûhânîleriyle ittifak etmek ve Kur’ân’ı bütün dünyaya hâkim kılmaktır.

Üstad Bedîüzzaman bu üç vazîfeyi şöyle ifade etmektedir:

Ümmetin beklediği, âhir zamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmihâ Risale-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar. Bu hakikatten anlaşılıyor ki, sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nur’u bir programı olarak neşir ve tatbik edecek.

O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektedir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.

O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir.”(1)

İttihad-ı İslâm olmazsa, içtimai hayattaki ikinci ve üçüncü vazifelerin gerçekleşmesi mümkün olmaz. Bir başka ifade ile, sosyal hayata yapılacak yükleme ile bilhassa avamın ve herkesin İslâmî düşünme, İslâmî amel/hayat ve İslâmî hislere (şuurları olmadan olsa bile) sahip olmalarının teminatıdır. Yani geçmişten tevarüs eden güzel hasletler, ahlâkî güzellikler, toplumsal değerler darbelenerek tahrip edildi, sosyal hayattan soyutlanarak İslâm toplumu dinî değerlerden ve özellikle şeâir denilen İslâmî sembol ve hayat tarzlarından uzaklaştırıldı. O bakımdan İslâm içtimaiyâtı, İslâmî hayat tarzı, Sünneti yaşamadaki , avamın âhireti kazanma hususundaki teminatıdır, güvencesidir.

İşte bu güne kadar bilinçli ve plânlı bir biçimde gerçekleştirilen ve direkt olarak Müslümanları amelî, fikrî ve edebî (sanat adı altında sosyal hayatın her kademesinde uygulanan plânlı, kokuşmuş batı kaynaklı aktiviteler, Yunan kaynaklı, ene merkezli hastalıklı düşünce ile yazılı ve görsel basının bünyede açtığı yaralar, aile ve fertlere yönelik yozlaştırma faaliyetleri, v.b) açıdan darbe vuran inkılâpların tahribatının giderilmesi bu devrelerde gerçekleşecektir.

Gizli zındıka komitesi bu ve benzeri mektupları fasit yorumlarla ele almış, Ümmeti ve Nur câmiasını yanıltmaya çalışmışlardır.

İkinci vazîfeyi; İslâm’ın yeniden yorumlanması, demokrasi ve laikliğin yanlışlarının düzeltilmesi, böylece süfyaniyyetin zulmüne set çekilmesiyle İslâmla demokrasinin barıştırılması, orta bir yolun bulunarak bu ikinci vazîfenin şahıslar tarafından tatbikinin olabileceğini ileri sürmektedirler.

Üçüncü vazîfe; Avrupa Birliğine girmekle Hıristiyanlarla birleşmektir. Bedîüzzaman’ın haber verdiği İsevî rûhânîlerle ittifakın ve Hz. İsa (a.s)’ın nüzûlünün mânâsı budur. Hazret-i Îsâ, beşerî cismiyle nüzûl etmeyecektir.

Türkiye, Mehdî’nin şahs-ı mânevîsini temsil ediyor; Amerika ve Avrupa ise Hazret-i Îsâ (a.s)’ın şahs-ı mânevîsini temsil ediyor. Mehdiyyet cereyânının ikinci vazîfesi olan Âlem-i İslâmda, özellikle Türkiye’de İslâmiyeti yeniden yorumlamak ve demokrasiyi ta’dîl etmek, yani Avrupadaki gibi bir demokrasiyi getirmek vazîfesini ve Mehdiyyet cereyanının üçüncü vazîfesi olan Avrupa Birliğine girip, Hıristiyanlarla, hasseten Amerika ile ittifak etmek vazîfesini, Mehdiyyet cereyânını temsil eden Türkiye yapıyor”

Bu gizli komitenin amacı; İslâm dininde reform yapmak, cihad rûhunu öldürmek, müslümanların ümitlerini kırmak, Kur’ân ve Sünnetin yerine beşerî bir sistemi yerleştirmek ve Müslümanlara bu sistemi dayatmaktır.

Bu sinsî ve bâtıl fikirlerini yerleştirmek için yaklaşık iki yüz seneden beri, İslâm âlemi içerisinde yaptıkları sistemli çalışmalarla bir takım mevkileri ve şahısları elde etmişlerdir.

Üstad Hazretleri eserlerinin değişik yerlerinde, Mehdîlik vazîfesinin ikinci ve üçüncü devrelerinde; Süfyâniyyet rejiminin İslâm Âleminde ilmî, amelî ve edebî felsefeyi yerleştirmesine karşılık; Hazret-i Mehdî’nin siyâsî, hukûkî ve ictimâî sahalarda inkılâb yapacağını, yani maarifte, devlet idaresi ve mahkemelerde ve basın-yayında Kur’ânî düsturları yerleştireceğini bildirmiştir.

Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir hâlife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.

Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır. Cenâb-ı Hak bir dakika zarfında beyne’s-semâ ve’l-arz Âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelâl, Mehdî ile de Âlem-i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır. “(2)

Tâ ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenab-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah’a şükrederiz.”(3)

Büyük Mehdînin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi…

Evet, yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler mânevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-i Kur’âniyenin mayasıyla ve imanın nuruyla ve İslâmiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhir zamanda, şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ihya ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdînin kemâl-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet mâkul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.”(4)

Üstad Bedîüzzaman; “İstikbâl, yalnız ve yalnız İslâmiyyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniyye ve îmâniyye olacak.” Sözleriyle bir asır öncesinden Kur’ân’ın hâkimiyetini müjdelemektedir. (5)

…Ve hamiyet-i İslâmiyye’nin şiddetli feverânı..”(6) sözleriyle İslâm Âlemi’nin, özellikle seyyidler cemaatinin duyarlılığını nazara vermektedir.

Maddeten dahi İslâmiyet istikbâle hükmedecek.”(7) sözleriyle mehdiyyet devresinde maddî güç ve kuvvetin de Müslümanların elinde olacağı müjdelenmektedir.

Dar ölçekte sadece küresel barışı değil, tüm dünya ve âlemlerde de barışın tesisi, İttihad-ı İslâm sayesinde gerçekleşecektir. “…Zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umûmîyi de temin edecek.” (8)

Hakîkat-ı İslâmiyye’nin güneşi ile, sulh-u umûmî dairesinde hakîkî medeniyeti görmeyi, Rahmet-i İlâhiyyeden bekliyebilirsiniz.”(9)

Zemin yüzünü ve âfâkı şirk ve küfürle mânen kirletenlerin hak ettikleri cezayı bulacaklarını ifade etmektedir:

Elbette beşer bu kadar zulmî küfriyatlarıyla zemin yüzünü mülevves ve perişan ettikleri halde, cezasını görmeden ve kâinattaki maksûd-u hakîkîye mazhar olmadan dünyayı bırakıp ademe kaçamıyacak.”(10)

Son olarak; devrin iktidarına yaptığı “…ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır.” Tebliğinin tüm iktidarlara, özellikle dindar siyâsîlere yönelik bir teblîğ ve tavsiyesi olduğunu, ayrıca hürriyetin başında bazı dindar mebuslara verdiği cevap (11) ile Zeylin Zeylindeki “Yaşasın Şerîât-ı Garra” başlığıyla mebuslara hitabını (27) vurgulamayı önemli bir vazîfe addediyorum.

İsmail Aksoy

Dipnotlar:

1. Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Risale-i Nur’dan parlak fıkralar ve bir kısım güzel mektuplar,11

2. Mektûbât, 29. Mektup, Yedinci kısım, Beşinci İşâret, İkinci suâl

3. Kastamonu Lâhikası, Birden İhtar Edilen Bir Mesele,76

4. Şuâlar, Beşinci Şuâ

5. Hutbe-i Şâmiye, s, 21

6. Hutbe-i Şâmiye, s, 28

7. Hutbe-i Şâmiye, s, 33

8. Hutbe-i Şâmiye, s,36

9. Hutbe-i Şâmiye, s, 38

10. Hutbe-i Şâmiye, s, 39

11. Hutbe-i Şâmiye, s,74-80

12. Hutbe-i Şâmiye, s, 81