Etiket arşivi: mehmet çetin

Tekrarlanan Hayat

Tekrarda bir zevk var ki lokmaları tekrarlarız. Önceki lokmayı tekrarından zevk alınamadığı için yutarız. Denizin dalgaları, yüzeyini temizlemesi içindir. Bu ise tekrarla mümkün olmakta. Her şey bir ileri ve bir geri hareketi ile tekrarlanarak yerleşir. Evet, her şeyde üç şey vardır ki üçüncüsü sırdır, o da senden sonra ortaya çıkar. İkisi ise aşikârdır ki, iki tarafın malumudur. Bunlar da insanlar arasında tekrarlanır durur. Cemiyet hayatında da üç şey vardır. Dağıtıcılar, toplayıcılar ve düzenleyicilerdir ki, hayatı boyu bu işlerini tekrarlar durur.

Her fert zatında tek olması hakikati yanı sıra nevi ile tekrarlanmaktadır. Zerre, titreşim ve tahavvülle değişip, halden hale girerken bir manada tekrarlanmaktadır. Bu tekrarda şekil değişiklikleri olurken öz ve asıl kendini muhafaza etmektedir.

Bu yazımızda eşyanın tekrar ederek devamı ile insandaki davranışların nev olarak tekrara dikkat çekmektir muradımız.

Dün babamın hareketlerini izlerken, bir kısmına tenkitlerim olurdu. Bugün ise tenkit ettiğim o davranışların bazılarını yaptığıma hayretle şahit olmaktayım. İnsan dün tasvip etmediğini bugün nasıl yapabiliyor? Şuurumuzu kullanarak tenkit ettiğimiz davranışları sonrasında hayretle yaptığımızı görmek, akla sorular getiriyor. Davranışımıza böylesine tesir eden ne idi? Kazanılan tecrübelerden istifade etmek, aklın gereğidir. Esasında bu da bir tekrar değil midir? Böylesine takdir gören davranışları tekrarlarken tenkit edilen davranışlar da elbette tekrarın bir parçası olsa gerek. Her şey kemale doğru gidiyor. Mazide tenkit gören davranışların tekrarı hem tarihten ders alınmadığını gösterdiği gibi biz dahi şu konuyu anlatırken dahi birkaç tekrarı yaptık bile. Kemale giden her şey gibi tenkit ettiğim hareketlerin de tekrarlanarak tenkit edilmez hale gelmesini dua etmem de bir kemalat değil midir? Dün olmayan bu ümidimin bugün dua olarak tezahürü beni ümitlendirdi doğrusu. Ümit hayatın alameti, hayat kemalatın zeminidir.

Öğrenmek ve eğitim tekrar ile olduğunu şu ifade ne de güzel anlatır: “Ettekrar-ı ahsen

Velev kâne yüz seksen” Tekrar iyidir, velev ki yüz seksen defa bile olsa. Kur’an’daki kıssa ve konuların değişik yerde tekrarı, Külliyat’taki mevzuların farklı risalelerde tekrarı hep aynı hakikatin ifadesidir.

Bir zaman, Kur’an’daki sık sık tekrarlanan ikazlar Üstadın dikkatini çekmiş. Hikmetini araştırırken insanların aklı, kalbi istikamette olduğu halde bazen hisleri ağır basarak, yoldan çıkma yapabiliyor, onun için ikaz edildiklerini ifade eder. Yine Risale-i Nur’da talebelerine yazdığı mektuplarında sık sık uhuvvetin, tesanütün sarsılmaması için defalarca yaptığı ikazlarının bıraktığı tesiri ve izi merak eder. Talebelerine sorar. Neticede insanın aklı, kalbi iman, Kur’an ve Üstadı ile beraber olduğu halde nefs-i emmare, şuursuz kör hissiyat; akıl ve kalbin sözlerini anlamayıp, dinlemediklerini söylüyor. Dolayısıyla tekrarın ekseriyetle faydasının olduğu ve hatta tekrarın olmasının tabii olduğu anlaşılıyor. Evet, fıtraten insan unutmaya, ihmale meyilli olduğu için sık sık kararınca ikaz ve tembih tekrarının yapılması, selameti için elzemdir.

Namazın günde beş ve ömür boyu tekrarında bu hikmetler akla geliyor.

Evet, âlem devranını tekrarla; tekrarda devranını yine tekrar ile yapıyor. Âlemin içerisindeki vücudumuz ve vücudumuzun içerisindeki zerrat ve hücrelerimiz tekrarlanan işlemlerle hayatını sürdürüyor. Biz de önceki hataları yapmamamız gerektiğini bildiğimiz halde yine de tekrarlayarak hayatımıza devam ediyoruz. Durmayanlar, hareket edenler, seyran ve seylan edenler aynı şeyi tekrar ediyorlar.

O halde buyurun na’büdü halkasına girip “Devrana girip, seyran edelim.” diyenleri mütalâaya.

Mehmet Çetin

www.MehmetCetin.de

Tohumların Hesabı

Dolmuştayım. Genç bir bayanı inerken şoför görmemiş olmalı ki arabayı hareket ettirdi. Bunun üzerine, “Bari inseydim de öyle hareket etseydiniz” şeklindeki sitemkâr ifadesi, kalan bir kaç yolcunun kısa ama dertli sohbetine sebep oldu.

Kibarlaştırarak aldığım sitemli cümle yolcularda dertleşmeyi sağlayan ortak nokta “Ah bu gençler” ızdıraplı cümlesi ile özetleniyordu. Herkesin kendine göre haklı gerekçeleri vardı.

Arkadan orta yaşlı, güneş gözlüklerini başının üstüne kaldırmış ve son ana kadar hepimizin rahat duyabileceği şekilde telefon görüşmesi yapan bayan başladı:

-Ah bu gençler, ne kadar da saygısız oldular(!)

Arka taraftan kırk yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir beyefendi devam etti:

-Çok haklısınız. 1994 den sonra bir haller oldu bunlara.

Bu yolcu bir şeyler bildiğinin şifresini vermişti. Konuşmaya istekli olduğu anlaşılıyordu. Lâkin fırsat bulamadı, zira lâfı bu sefer şoför kaptı:

-Elli yıldır bu yollarda şoförlüğüm var. Otuz yıl otobüs, yirmi yıl dolmuşta insanlara hizmetim oldu. Ama şimdiki nesil gibisini hiç görmedim.

Birkaç dakika öncesinden filan yerde inecek var mı diye dördüncü tekrarının ardından, bir yolcunun arkaya tekrarlanan anonsu aktarmasından sonra nihayet ince ve sessiz bir ses “var” diye cevap verdi. Bu son anda ortaya çıkıştan dolayı yan yola sapmak durumunda kalan şoför cevapsız bırakmadı, “ah be kardeşim zamanında cevap verseydin ya”.

Şoförün sabır torbası dolu idi. Yetmiş beş yaşında olduğunu bunca yılın neticesi olarak insanları çok iyi tanığını pekiştirdi.

Benden önceki son yolcunun inmesi, anlatılanları yalnız olarak dinleme ve muhatap olma sorumluluğunu da bana yükledi. Sabırla dinledim bu yetmiş beşlik çınarı. Sohbet, yolculuğun ve zamanın hızlı geçmesini sağlar. Son durağa yaklaşırken benden cevap istercesine baktı, bekletmedim:

– Bu tohumu eken biziz, dedim. Bunlar bizim evlâtlarımız. Bizdeki terbiyenin evlâtlarımızda olmadığının sebep ve sorumluğunu zamana, çevreye vermenin yanında kendimizi unutmamamız lazım. Bir yerde arızamız var ki nesillerimizde de böyle arızalar ortaya çıkıyor.

Vedalaşarak ayrıldık, o kendi iş dünyasına dalarken ben de iç dünyama. Benim iç dünyam bu sefer muhasebe ile meşguldü. Başkasının değil sadece ve yalnızca kendi hesabımdan sorumluyum, bunu bir kere daha teyit ettim. Sorumluluğum irademin yettiği yere kadardır. Başkasının hareketlerinden dolaylı sorumluluğum olmakla beraber esas sorumluluk alanımı bir kere daha idrak ettim.

Evlâtlar elimizin altında iken, verilmesi gereken terbiyenin verilmesi, atılması gereken tohumun tavında atılması gerektiğini idrak ettim. Kalbime doğan bu düşünceler geminin uzaklaşması ile biraz önce yakınımda olan denizin benden uzaklaştığını, ama uzaklaştıkça da büyüdüğünü gördüm, içim acıdı. Uzattığım elimin kısa kaldığını, ıslak gözlerimle müşahede ettim.

Evet, evlat deyice gözleri yaşarmayan baba arıyorum. Bulsam, onunla dertleşeceğim. Bu dertleşmemizin evlâda yönelik bir faydasının olup olmadığını soruyorsanız, geçin onu. Tohum sekiz yaşına kadar atılmalıdır. diyen ilim adamlarına havale edeyim sorunuzu. Bizimkisi dertleşmektir ki şimdikiler ona galiba deşarj diyorlar. Hiç yoktan bu iş iyidir, dedikodu ve gıybete varmadan faydalıdır.

Bu saatten sonra yapacağımız bir şeyimiz olmalı bu vakitten önce yaptığımıza da derman olmalı, diye düşündüm. Dua evvel ahir yapmamız ve yapacağımız vazifedir. Sözlü duayı her zaman yaparken, fiili dua ise, yeri ve zamanı geldiğinde olmalı.

Unutmayın, ‘Babanın evlâdına duası, peygamberin ümmetine duası gibidir.” O halde duaya devam etmeliyiz.

Mehmet Çetin

www.mehmetcetin.de

Üstadım Said Nursi’yi Takip Etmek..

Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca”[1] iki âlemin yaratıldığını Risale-i Nur Külliyatı’yla anladım.

Başıboşluk ve gayesizlikler içerisinde bocalarken “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.” [2], ikazıyla kendime geldim, gururu bırakıp, ölümlü olduğumu hatırlayarak Rabbimin emirleri istikametinde kabre hazırlanıyorum.

Hazırlıklarımın özünü derin tefekkürlerin doldurması gerektiğini âyet ve hadislerin engin tefsiri olan Risale-i Nur’unda okuyorum. Rabbimin eserlerine, nazar ederek onlardaki gaibâne muamelelerinde rububiyetinin güzelliklerini temaşa halindeyim.

Eşyada tecelli ile tezahür eden kutsî güzel isim ve sıfatlarını levh-i mahv ve ispat karelerinin dizilişini hayretle seyrederken Allahuekber nidalarıma, hazinelerinin depoladığı duygularımla Sübhanallah tesbihime, kudretinin kalemi, kaderî ölçülerle irade buyurduğu nimetlere Elhamdülillah demeye devam ediyorum.

Yaptığım marifetimin yetersizliğini “Ey Rabbimiz! Sen her türlü noksan sıfatlardan münezzehsin; Seni gereği gibi tanıyamadık.” [3], itirafımı yapayım derken, yaratılan bütün sanat eserlerini gözlem altında bulunduran şuur sahipleri ile diğer mevcudatın da tefekkürlü kulluklarıyla duama manen iştirak ettiklerini gördüm.

Kulluğumu sabırla devam ettirirken “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz”[4] duamın şümûlüne, vücudumdaki zerrat ile beraber Rabbimi tevhit edenleri ve yaratılan her şeyi dâhil ediyorum. Onların namına kendi hesabıma,“Sana hamd ederek, Seni her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz.”[5], dedim.

Üstadım Said Nursi’yi takip ederken şuurla okuduğum eserlerinde “Kur’an-ı Hakîm’in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i salih esaslarını”[6] hayatımın ilk esasına oturtup istikbalime baktım. Müspet hareket gereğihakkın şahs-ı manevisi olarak dik duruşumu; yerine göre tevazu ve izzetle tekmil ettiğim davranışlarımı takva olarak algıladım. Meşvereti tatbik ederek tabi olmayı birlik ve beraberliğimin istikbalî pusulası gördüm. Sürekli ama ihtiyaç hissedercesineRisale-i Nur’u okumayı ve okumaya teşvik etmeyi, okuduğumu yaşamayı kardeşlerimin de dualarının yardımıyla amel-i salih işleten Rabbime şükrettim.

İman hizmetini, hayatımın muharrik gücü bilerek devam ederken azami sadakat, azami tesanüt, azami fedakârlık, azami ihlâs ölçüleri, rehberim olmuştur.

Rahmetli Üstadım Said Nursi’nin vefatıyla gözlerimiz hâlâ nemli, yaşlarımız dinmedi ve dinmeyecek. O sevgili Üstadımızın aziz hatırasını [7] anarken; “Evet ümitvâr olunuz! Şu istikbal inkılâbı içerisinde en yüksek gür sadâ İslâmın sadâsı olacaktır.”[8], müjdesini hep hatırlayacağım.

İşte benim için Üstadım Said Nursi’yi takip etmek budur.

Mehmet Çetin

www.mehmetcetin.de

Kaynaklar;

[1] Sözler / 197

[2] Lem’alar/473

[3] Sözler / 205

[4] Fatiha 1/5

[5] Sözler / 205

[6] Kastamonu Lahikası / 205

[7] Hizmet Rehberi (Eski baskı 217)

[8] Sünuhat / 153

Dördüncü Mesele’den Dersler..

Bediüzzaman Hazretlerinin yakın hizmetinde bulunan Zübeyir Gündüzalp’e bir takım şikâyetler, olumsuzluklar anlatılır. Gündüzalp ise bunları bir münasip vakitte Üstadına nakleder. Üstad konuşmasına müdahale ederek, “Sen kimsin, seni kim gönderdi, bu menfilikleri bana anlatarak nazarımı dağıtmak için mi gönderdiler seni…” sorularını sorarak bilgi ve nazar kirliliğinin önüne geçer. Sonrasında da Zübeyir’i çağırarak gönlünü alıp iman hizmetindeki meşguliyette dikkatin lüzumsuz ve olumsuz konulara dağılmamasını söyler.[1]

İman hizmeti ile meşguliyetten alaka ve nazarımızı dağıtan siyasi meselelerle meşguliyettir. Hâlbuki siyasî daireleri merak ile takip eden kalp dairesindeki vazifesinde zarar eder. Harici meselelerde ehline lazım olan konuları merakla takip eden diğer insanlar bunlara takılarak özelinde çok lazım olan konuları geri bıraktırıp meraklandırır. Onların; ruhlarını serseri, akıllarını geveze kalplerini de İslâmi ve imani hakikatlerden duydukları şevk ve zevklerini alamaz hâle getirip, havalara sokar. O manalardan soğutup dinden uzaklaşmaya zemin hazırlar. Evet, her insan memleketinin meseleleri ile alakadar olmalıdır. Fakat bu alakadarlık, geçici cereyanlara kapılıp, imanî hakikatleri siyasî menfaatlere tâbi ve âlet etmek çok yanlıştır.

İşte bu noktada bir Nur Talebesine düşen vazifeler şunlar olmalıdır: Evvelâ kendi kalp ve ruh dairesindeki hizmetini esas edinmeli ve sürekli zinde tutulmalıdır. Buradan alacağı enerji ile evinin, işinin ve diğer hizmetlerinin tanzimine çalışmalı.

İman hizmetindeki ilgi ve dikkatimizi dağıtmamak için ifrat ve tefritten uzak istikametli ve itidalli bir şekilde yolumuza devam etmeliyiz. Unutulmamalı ki geniş dairede ara sıra vazife var iken, en önemli ve öncelikli daire olan kalp dairesinde daha önemli ve daimî vazifeler vardır.

İman hizmetinde bulunanların sosyal medya ile meşguliyetinde çok dikkatli olmaları gerekir. Sosyal medyada haram helal hassasiyetine dikkat edilmediğinde istikametin muhafazası zor olup binler gıybet, dedikodu ve hakaretlere maruz kalma ihtimali vardır. Bir olan günahı bin olur. Bireysel olarak yapılan konuşmaların gıybet ve dedikodudan muhafazası hem zordur ve hem de tarafgirlikle farkında olmadan teslime kadar gitmektedir. Dış dairedeki tartışmaları merakla takip eden iç dairedeki vazifeyi ihmalin yanında çoğu zaman ayarı tutturamayarak farkında olmadan taraftar olup, günah ve sorumluluğuna mânen ortak olur. Diğer taraftan vazifeli olduğumuz iman hizmeti meşguliyetinden uzaklaşmamıza sebeptir.

İman ilminin öğrenilmesi ve yayılması mevcut bütün vazifelerin en üstündeki merkezi işimizdir. Bütün işlerimizin ayar merkezidir. Dolayısıyla şahsî, ailevî ve cemiyete yönelik işlerimizi sürdürürken, şevkimizi kardeşlerimizle birlikte tazeleyip, iman hizmetine devam etmeliyiz. Meşveretle hareket ederken müsbeti yayar, menfiye mani oluruz. Bilgi ve ilgi kirliliğine meydan vermeyiz. Bu şekilde kardeşliğimizi bozan, fikrimizi bulandıran konuların kalbimize girmesine yol vermeyiz.

Mehmet Çetin

www.MehmetCetin.de

[1] Bu sözlü hatıranın kaynağı kıymetli ağabeyim Ali Vapur’dur.

Farkında Olmadan Kullandığımız Kelimeler-2

Farz olan ibadetlerin ifasında riya olmazken, başkasının riyakârlık olarak anlamasına sebep olmamaya dikkat edilmelidir. “Sebep olan işleyen gibidir.” düsturuna göre zanna sebep olmak sui zan yapmak gibi kabul edilir. Farz ibadetlerimizin yapılması bir nev’i ilân ve tebliğ olmakla beraber, o makamın gereği ihlâsla, sadakatle ama vakarla yapılması da işaret edilen bir husustur. Nafile ibadetlerimizin gizli veya hususi yapılması tavsiye edilir. Bu konuya bir de kılınacak namaz için “kılalım da aradan çıkaralım veya bu boşlukta namazı araya sıkıştıralım vs.” ifadesi hiç de doğru olmayan ifademizdir. Namaz, aradan çıkarılacak değil, ilk başa konulacak vazifelerimizdendir.

Hayatın uzun olduğu zannı bizi en çok yanıltan duygulardandır. Bu zanna dayanarak müthiş planlar yaparız. Gerçekleştirilmesine malzeme olacak hazırlıklarla geçerken günümüz, başımıza isabet eden bir musibet taşı isabet edebilir.

Altı tarafı ayna ile kaplanarak geniş görünen şimdiki zamanın hayat odasının geniş ve büyük olmadığını anlarız, o musibetle. El verir ki yeniden aynı hataya düşmeyelim ve yaşanandan ders alarak bu hatamızı da düzeltebilelim.

İnsanoğlunun çaresiz kaldığında aczini ifade eden hâli çok rikkatime dokunur. Sebeplere teşebbüs ettikten, yapılacakları yerine getirdikten, elindeki imkânları bütünüyle kullandıktan sonra “yapacak bir şey yok” der.

Gerçekten yapacak bir şeyi yok mu insanoğlunun? Yapacağımız en önemli şey dururken neden yapacak bir şey kalmasın ki? Acizliğinin dibini ifade eden cümleyi söylerken en güçlü noktada olduğunu unutup, yapacak bir şeyinin olmadığını nasıl ifade edebilir, gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Duânın ne kadar güçlü bir istinad noktası olduğunu idrak eden bir insan, ellerini açtığı zaman yapacak ne kadar daha çok şey olduğunu anlayacaktır.

Küçücük bir damla gibi aczin dibinde olduğunu idrak ederek gide gide denize kavuşup, âdeta okyanus kadar azameti arkasına alan insanoğlunun hâlâ yapacak bir şey yok demeye hakkı var mı? Bilse idi fakirlikte zenginlik, aczde kuvvet var, o zaman yapacak bir şey yok der miydi?

Yaratılışımızdaki en büyük sır, acziyet ve fakrımızdır. Âdeta iki güçlü dayanak gibidir. Bu öyle bir dayanak ki yavrunun âcizliği aslanı hizmetkâr kılar.

Evet, hayatın iniş ve çıkışları vardır. Bu yolda, akımlara kapılıp gitmeden, hatalarımızı düzeltme, istikamete girme, vasatta devam edebilme bizi beklemekte. Hepsine değilse bile, hiç olmazsa her gün bir hatanın düzeltilmesi niyeti ve gayreti kararlılığı içinde olmalıyız. Her gün en az bir hatamızı düzeltelim ki, bu günümüz dünden farklı olsun.

Pişman olduğumuz “dün”lerimiz “bugün”e bu dersleri vermeli. Gelin kendimize yardım edelim, lütfen.

Sen, herkesten fazla kendine yakınsın, farkında mısın?

Mehmet Çetin

www.mehmetcetin.de

25 Aralık 2011 Çiftehavuzlar Çiğli İzmir