Etiket arşivi: Panel

İstanbul’da Said Nursi Günleri Başlıyor

istanbulda-said-nursi-gunleri-basliyorİstanbul’da “Adım Adım Said Nursi Günleri Paneli” düzenlenecek. Risale Akademi, AKAV ve Fatih Belediyesi işbirliği ile düzenlenecek olan panel 17 Mart 2013 Pazar günü 13.30-17.00 saatleri arasında Fatih Ali Emiri Kültür Merkezinde yapılacak.
Panel konuşmacıları şöyle:
Doç. Dr. Adem Ölmez (1907-1910 dönemi)
Yrd. Doç. Dr. Abdunnasır Yiner (İstanbul döneminde muhatap olduğu portreler)
Dr. Ramazan Balcı (1918-1922 dönemi)
Abdülkadir Menek (1950 sonrası)
Risale Akademi

Bursa’da Mehmet Fırıncı Paneli Yapıldı

Dünyayı Aydınlatan Anadolu Ağabeyleri panellerinin 6.sı olan Mehmet Fırıncı” paneli Bursa’da gerçekleştirildi. Panelde, Fırıncı ağabeyin hayatı ve hizmetleri anlatıldı.

Risale Akademi, Bediüzzaman’ı Anma ve Anlama Platformu ile Büyükşehir Belediyesi tarafından Merinos AKKM’de “Dünyayı Aydınlatan Anadolu Ağabeyleri -Mehmet Fırıncı” paneli düzenlendi.

Bursalıların büyük bir ilgi gösterdiği panelde hanımların katılımı dikkati çekti. Programa Mehmet Fırıncı ağabeyde katıldı.

Kur’an tilaveti ve slayt gösteriminin ardından söz alan Bursa Bediüzzaman Platformu Başkanı Doç. Dr. Fikri Pala, “Bediüzzaman’ın etrafında ihlas ve samimiyetle hizmet edenlerden birisi de Mehmet Fırıncı ağabeyimizdir. Bediüzzaman’ın kahraman talebelerinden Mehmet Fırıncı’nın vasfı, diğer nur ağabeylerimiz gibidir. Ağabeylerimiz Üstadlarına ‘’anam babam sana feda olsun ya Üstad’’ demiştir. Izdıraplar onları yıldırmamış. Hayatlarını bu milletin saadetine hizmet için geçirdiler” dedi.

Risale Akademi Kurucu Üyesi Dr. İsmail Benek ise, Anadolu ağabeylerini anmanın kendileri için bir vicdan borcu olduğunu ifade ederek, “Ağabeylerimizin bu konuda bir talebi olmadı. Bu şahsiyetleri unutamayız. Onlara teşekkür borçluyuz. Üstadı hayattayken tanıyan ve ona hizmet eden ağabeylere ‘Son Şahitler’ deniliyor. Bu panellerin devamını diliyorum. Bu son şahitlerin daha da fazla anılmasını istiyoruz. Önümüzdeki haftalar diğer ağabeylerimizle ilgili panellere devam edilecektir.’’ dedi.

Panel’e katılan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, önemli şahsiyetlerin anlatılmasının gerçekten önemli olduğunu dile getirdi. Altepe, “Bizim üzerimizde büyük bir yük var. İnsanlar bu dünyaya bir şeyler bırakmak için geliyor. Onun için bu dünya rahat etme yeri değil, çalışma yeridir. Atalarımız idealleri uğruna savaştı. Bu güzel dinin ve ahlakın yaşaması için mücadele ettiler. Bizler de aynı neslin devamı olarak aynı çalışmalarımızı sürdürüyoruz” şeklinde konuştu.

Açılış konuşmalarının ardından ‘Mehmet Fırıncı hayatı, fikirleri ve görüşleri’ konulu panele geçildi. Akademik Araştırmalar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Aksoy başkanlığında düzenlenen panelde söz alan Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Fırıncı ağabeyin hayatının herkese örnek olması gerektiğini belirtti.

Programı düzenleyenlere teşekkür eden Tarhan, panel sayesinde birçok unutulmuş değerlerin tekrar hatırlanmasının sağladığını kaydetti. Bediüzzaman’ın fikirlerinden örnek veren Tarhan, “Bediüzzaman, her zaman din bilimleri ile fen bilimlerinin bir arada okutulmasının üzerinde durdu. Bu hareket ikisi bir araya gelmediği zaman ırkçılık şeklinde ortaya çıkabiliyor. Türkiye’de bu unsurların olması ile radikalleşme önlendi. İslam’ın barış ve aydınlık yönü ortaya çıktı” dedi.

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özdemir ise, Bediüzzüman Said Nursi’nin hayatı ve geçtiğimiz hafta vefat eden Mustafa Sungur ağabeyi anlattı. Özdemir, Bediüzzaman’ın fikrinin dünyaya yayıldığını ifade ederek, “Mehmet Fırıncı ağabeyimiz 70 yaşında bile diyar diyar gezdi. Herkes onu ‘Fırıncı Abi’ diye anlatır. Eğer İngilizce’ye ‘abi’ kelimesi girerse bu ağabeylerimiz sayesinde girecek. Bugün İslam’ın ve Kuran’ın mesajının yayılmasında Fırıncı ağabeylerin gayretleri, ihlasları ve samimiyetlerine borçluyuz” diye konuştu.

Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ümit Doğay Arınç, Mehmet Fırıncı ağabey ile yaşadığı hatıraları davetlilere anlattı. Arınç, “Fırıncı ağabeyimiz güler yüzlü, alçak gönüllü, dikkati olan bir insandır. Üstad, ‘unutmak ehemmiyet vermemektir’ der. Bu yüzden Fırıncı ağabeyimiz buna dikkat eder. Mehmet Fırıncı Ağabey, güzel İstanbul Türkçesi konuşan birisi. Fırıncı ağabeyimiz hoş sohbet bir insan” dedi.

Araştırmacı-Yazar İhsan Atasoy konuşmasında Nur talebelerinin mesleğini sahabe mesleği olarak nitelendirdi. Sahabelerin Peygamberimiz (asm) ile diyaloglarını ve hizmet anlayışları ile Bediüzzaman Said Nursi ile talebelerinin diyaloglarını ve hizmetlerini karşılaştıran  İhsan Atasoy, ‘’ Sahabe efendilerimiz nasıl Peygamber efendimiz (asm) dan aldıkları dersle dünyaya İman ve Kur’an dersi vermeye başladıysalar, Üstadımızdan ders alan Nur Talebesi ağabeylerimizde aynı şekilde İman ve Kur’an hizmeti için her şeylerini feda etmişlerdir.’’ dedi.

Panelistlerin konuşmalarından sonra katılımcılara ve panelistlere plaket verildi.

NurDergi

Hulusi Yahyagil, 1 Aralık 2012’de Elazığ’da Yad Edilecek!

Bediüzzaman Sad Nursi’nin öğrencilerinden olan ve uzun yıllar Elazığ’ın manevi anlamda kalkınması yönünde çalışmalar yürüten Hacı Hulusi Efendi, kendi adına düzenlenecek bir panelle yâd edilecek.

Elazığ Belediyesi, Akademik Araştırmalar Vakfı ve Risale Akademisi tarafından ortaklaşa düzenlenecek olan panelle, manevi kalkınmanın Anadolu kahramanları olan ve ‘Anadolu Ağabeyleri’ adı verilen şahsiyetler, değişik yönleriyle ele alınacak ve Risale-i Nur’un Anadolu’ya mal edilmesinin simgesi olacak.

Risale Akademisi Bölge Koordinatörü Yrd. Doç. Dr. İsmail Yıldız, Anadolu Ağabeyleri’nin, Risale-i Nur öncülüğünde İslam davasının öncüleri olduğunu ifade etti. Yıldız, Hacı Hulusi Efendi’nin, inançlara baskı uygulanan o zor durumlarda, baskının son sınırda olduğu zamanların isimsiz kahramanı olduğunu belirterek, “Onların cesaret ve gayretlerine isim vermek ve gereken ilgiyi göstermek, yeni kuşağın yani bizlerin görevi olmalıdır. Onlar kendi yörelerinde anılmalı ve bize miras bıraktıkları o engin kültür paylaşılmalıdır. Onlar hiç şüphesiz kendi çıkarlarından vazgeçmiş serdengeçtilerdir; mübarek Anadolu’nun alperenleridir.”

Anadolu ağabeylerinin, Risale-i Nur’un saff-ı evvel halkası olduklarını belirten Yrd. Doç. Yıldız, ‘Üstad’dan beslenmiş, dersinde ve terbiyesinde bizzat bulunmuş, insibağ etmiş ve hizmetin tarz, telakki, metod ve yaşayışını icra etmiş ilk halkalardır ve bu halkaya halka olmuş diğer mümtaz ağabeyleri de sırasıyla anmak gerekir.” diye konuştu.

Yıldız, Risale Akademi’nin, ‘Anadolu Ağabeyleri Panelleri’ ile her ağabeyi doğduğu, çocukluk hatıralarının geçtiği toprağında anmak istediğini ifade etti. Yıldız, şöyle dedi: ‘Hemşehrileri tarafından az bilinen özellikleri ile memleketlerinde birer program ile takdim etmek istiyor. Başka bir ifadeyle, Risale Akademi, nur talebelerinin takdir ve hürmetleri ile birlikte topluma dönük, topluma mal olması gereken hizmet şahsiyetleri yönüyle bilinmesini arzuluyor. Bu çabalar bugüne kadar gösterildi. Hacı Hulusi Efendi Ağabeylerimiz hakkında yazılanlar, yapılan araştırmalar ve kitaplar bu vefanın çok esaslı birer örneği. Yapılan mevlitler, anma programları ve devam eden faaliyetler hepsi birer model ve örnek mesabesinde.’

Elazığ Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu ise Hacı Hulusi Efendi’yi bir panelle anmak ve onu yeni nesillere tanıtmak amacını güttüklerini ifade etti. Selmanoğlu, şunları söyledi: “İlimizin ve ülkemizin manevi cephesinde bin bir zorluklarla mücadele eden ve her biri bir meşale olan değerlerimizi ve mümtaz şahsiyetlerimizi anmak, onlara karşı bir vefa borcumuz olduğu gibi gelecek kuşaklara iyiyi, doğruyu ve güzeli, en güzel örnekleriyle ve abide şahsiyetlerin hayat hikâyeleriyle yeni kuşaklara sunulmuş olacak. Düzenleyeceğimiz panelle Hacı Hulusi Efendi’nin hizmetleri, bizzat hizmet arkadaşlarının ve akademisyenlerimizin anlatımıyla bizlere sunulacak.”

Anadolu Ağabeyleri kapsamında; Elazığ Belediyesi, Risale Akademisi ve Akademik Araştırmalar Vakfı tarafından ortaklaşa düzenlenecek panel, 1 Aralık 2012 Cumartesi günü Elazığ Belediyesi Kültür ve Kongre Merkezi’nde, saat 18.30’da gerçekleştirilecek.

Bilgi için: www.risaleakademi.com

Cihan

Program;

“Demokrat Anayasa” Arayışları ve Bedizzaman’ın Katkısı

Risale-i Nur Enstitüsü’nün düzenlediği “Demokrat Anayasa Arayışları” konulu panel yapıldı. Oturum başkanlığını Risale-i Nur Enstitüsü sekreteri Ahmet Dursun’un yaptığı programda konuşmacı olarak Turgut Özal Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sacit Adalı, Turgul Özal Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Battal, Yeniasya gazetesi genel yayın yönetmeni Kâzım Güleçyüz ve İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bekir Berat Özipek katıldı.

YATAĞIMIZI, DÖŞEĞİMİZİ ALIP MECLİS’İN ETRAFINDA YATMALIYIZ

Milletin ilk defa kendisine mahsus, bizzat kendisin yapacağı bir anayasayı istediğini belirten Sacit Adalı; “Yeni bir anayasanın, kullanışlı bir anayasanın yapma zamanı geldi. Dün erkendi, yarın geç olabilir. Bu vakti iyi değerlendirelim, bu ihtiyaca cevap verecek anayasayı hep beraber el birliği ile yapalım. Bunun da yolu gerçekten tabandan kaynaklanan bir ihtiyaç olup olmadığına bakmak gerekir. İşte bu ihtiyacı duyan milletin ta kendisidir. Ben Türkiye’de gezdiğim çok ilde milletimizde hakikaten büyük bir heyecan var. Millet ilk defa kendisine mahsus, bizzat kendisin yapacağı bir anayasayı istiyor. Sadece bu salonu dolduran sizler değil, Üniversite’ler STK’lar da, hatta lise ve ortaokul öğrencilerinin de kendi aralarında toplanarak yapılacak yeni anayasayı tartıştıklarını biliyorum. Hanımların ayrı pozisyonları ve toplantıları var. Her kesimde böyle arzu yeşerdiğine göre demek analaşıyor ki, bizim alıştığımız, lutfedilen bir anayasayı artık bir kenara bırakıyoruz ve herkesin katılımının olduğu bir anayasa istiyoruz. Demokrasi, milletin legal yolda yaptığı baskılarla kendisini yenileyen bir sistemdir. Baskılar olmazsa demokratik legal yollarla millet sesini her zaman duyurması gerekir. Herkes, her grup onlarca, yüzlerce anayasa taslağı hazırlasın, hocalarımızın hazırladığı ana metin ortaya konsun ve bunu medya vasıtasıyla her tarafa yayalım. Hatta daha ileriye giderek, yatağımızı, döşeğimizi alarak meclisin etrafında yatmayı ben teklif edebilirim.” şeklinde konuştu.

ANAYASAYI YENİLEMEK İSTEYEN BİR KİTLE VAR

Başbakan’ın yeni anayasa için umudunun azaldığını söylediğini belirten Kâzım Güleçyüz; “Yeni anayasadan vazgeçme sinyallerinin sıklaştığı, arttığı bir ortamı görüyoruz. Başbakan en son yeni anayasa yapma umudum azalıyor demişti. Kızılcahamam kampında basına kapalı yaptığı konuşmasında ise umudum kalmadı ifadesini kullanmış. Halbuki 12 Eylül 2010’da yapılan referandum esnasında yetmez ama evet şeklinde oy kullanan fakat evet dedikten sonra sırada anayasayı tamamen yenileme projesini gerçekleştirmeyi düşünen ve bu taleple bugünlere gelen bir kitle var. Partilerin bu kitleye verdikleri sözler, verdikleri tarihler ve yıl sonuna kadar bitirme vaatleri var. Ama maalesef bir mesafe alınabilmiş değil. Onun için toplumun bu konuda siyasetçilere “sözünüzü tutun” şeklinde baskılarını arttırması gerekir. “ ifadelerini kullandı.

SON İKİ ANAYASA, ANAYASA OLMAYI HAKETMEYEN METİNLERDİ

Dört partinin mutabakatı ile anayasa yapım süreci ne ölçüde başarıya ulaşılacağını tartışılması gerektiğini söyleyen Bekir Berat Özipek ise; “Bir toplumun nasıl yönetileceği iki şekilde belirlenebilir. Ya bir kişi eline sopa alarak, zorlayarak insanları yönetir. Ya da insanlarla oturup, konuşarak belirler. Yani bizi yönetecek kurallar nasıl olmalı, ne tür bir hukuki siyasi çerçeve belirleyelim ve onu egemen kılalım diye siz kararlaştırırın denildi. Ama maalesef Türkiye’de bu ikinci yol hiç uygulanmadı. Özellikle son iki anayasa, darbe süreçlerinde yapılarak önümüze atılmış, aslında anayasa teknikçiliği bakımından da, hukuki bakımından da anayasa olmayı hak etmeyen metinlerdi. Dolayısıyla biz bir ilki yaşıyoruz. Bizi yönetecek yasalar nasıl olmalı, bu yasaların dayanacağı ana çerçeve nasıl olmalı konuşabiliyoruz. Kuralları yeniden daha adil bir şekilde tesis edelim dediğinizde iyi durumda olanlar itiraz edecektir. İşte bu yüzden aşağıdan yukarıya ciddi bir basınçla onları ikna etmek gerekiyor. Dört partinin mutabakatı ile anayasa yapım süreci ne ölçüde başarıya ulaşılır, tartışılır. Ama öğrendiğimiz kadarıyla yirmiden fazla mutabakat sağlanmış belki bundan birkaç metin çıkar. Asıl itilaf noktaları olan hususlar da çok fazla değil. Adil bir metnin nasıl olacağını konuşacaksak eğer bu ortamda, bu salonda bile itilaf çıkması kaçınılmaz olacaktır.” şeklinde konuştu.

BEDİÜZZAMAN’IN DEDİKLERİNİ ANLAMAK TARİHİ ANLAMAK DEĞİL GELECEĞİ ANLAMAKTIR

Bediüzzaman Said Nursi’nin düşünce, aksiyon, içtihad adamı olduğunu belirten Ahmet Battal ise; “Biz Risale-i Nur okuyan ve anlamaya çalışan insanlar olarak yeni anayasa konusunda bir şeyler yazıp söyledikçe bazen birileri bulup yakamıza yapışıyor. Diyorlar ki: Her lafa karıştırıyorsunuz Said Nursi’yi, bu işlerle ne alakası, ne gereği var durup dururken. Bunu diyen Risale-i Nur’u bildiğini zanneden ya da iddia edenler. Bediüzzaman Said Nursi bir İslam alimi değil, bir din alimi hiç değil. Bediüzzaman Said Nursi, bir devlet felsefesi kurmuş, bir düşünce, bir aksiyon, bir içtihad adamıdır. Üstelik yaptığı şeyler ilmihal konusunda değil, devlet felsefesi ve toplum projesi hakkında içtihad yapmıştır. Eserleri bunu söylüyor. Dolayısıyla biz eğer yeni anayasa nasıl olmalı diye teknik bir bakış açısı ile bakarsak anlamsız bulabiliriz. Ama yeni devlet nasıl olmalıdır diye bakarsak, bu yeni devletin nasıl olması gerektiği konusunda en ciddi, dört başı mamur, felsefi anlayışa sahip birinci adam hiç tereddütsüz Bediüzzaman Said Nursi’dir. Onun dediklerini anlamak tarihi anlamak değil, geleceği anlamak demektir” ifadelerini kullandı.

Kaynak: Ömer Çelebi / Risalehaber

İslam Alemi Risale-i Nur’a Büyük Alaka Duyuyor

Mısır

Risâle-i Nur’un fütûhâtı, dünyânın muhtelif yerlerinde farklı isti’datların inkişâfı ve sâhip çıkması şeklinde devâm ediyor. Geçtiğimiz Ramazân-ı Şerifte, Arap âleminin en büyük yazarlarından olan Ahmed Behçet’in, El Ehrâm gazetesindeki köşesinde, tam otuz beş gün fâsılasız Bediüzzaman Hazretlerinin dâvâ metodu ve Risâle-i Nur’dan bahsetmesi bunun sâdece bir delili. Ahmed Behçet; geniş kültürü ve te’sirli yazılarıyla Arap âleminde temâyüz etmiş bir zât. Yazdığı yazılar her zaman halk nezdinde ma’kes buluyor ve yeni yazıları merakla bekleniyor. Meselâ, başka yazarların yazdığı kitaplar üçbin adet basılıp zar zor satıldığı zamanlar, “Çocuklar İçin Peygamberler Tarihi” gibi Ahmed Behçet’in bazı kitapları bir milyon adet satabiliyor. Günlük yazılarını yazdığı El Ehrâm gazetesi ise, bir milyon ikiyüz bin tirajla bütün âlemi İslâma dağıtılıyor. İşte böyle mühim bir mevkie sâhip bir zatın, El Ehrâm gibi büyük bir gazetede, otuz beş gün fâsılasız İmân ve Kur’an hakikatları olan Risâle-i Nur’ları nazara vermesi, inşâalah ileride gelecek ehemmiyetli inkişafların habercisi gibi görünüyor.

Mısır’a yaptığımız seyâhat esnâsında Risâle-i Nur’un Arapça mütercimi İhsan Kasım Ağabey’le beraber Ahmed Behçet’i evinde ziyâret ettik. Yanında, ehli irfân zatlar da bulunuyordu. Bize, “kendimi Bediüzzaman’ın karşısında, bizzat ondan ders alıyormuş gibi hissedinceye kadar Risâle-i Nur’u okuyorum ve onun anlatmak istediği dünyaya girmeye çalışıyorum, anladığıma dâir kanâatı etemme vardıktan sonra yazılarımı yazmaya başlıyorum” şeklinde bahs etti.

Mart ayının üçünde, İhsan Kàsım Ağabeyle Mısır’a seyâhat etmiştik. Sebebi ise; Mısır El Ezher Üniversitesinden gelen bir dâvetti. Dâvette, Usûlü’d-Din Fakültesinin 6-8 Mart tarihleri arasında “Kur’an ve Sünnet Mîzânında Bediüzzaman ve Risâle-i Nur” adlı workshop tarzında bir konferans yapacağı bildiriliyordu. Biz de bu dâvete icâbet ettik. Konferans; Ezher’in konferans salonunda yapıldı ve öğretim üyeleri ile talebeler dinleyici olarak katıldılar. Altı öğretim üyesi, üç gün müddetle tebliğlerini takdim ettiler. Bunlardan Usûlü’d-Din Fakültesinin dekanı Prof. Dr. Abdülmu’ti Beyyûmi, Risâle-i Nur’u Kelâm ilmi ve İslam Düşünce tarihi açısından değerlendirdi. Prof. Dr. Sâmi Hicâzî, Risâle-i Nur’un îmâni boyutunu işledi. Prof. Dr. Muhammed Müseyyer, Risâle-i Nur’da nübüvvet konusunu ele aldı. Prof. Dr. Abdülğafur Câfer, Risâle-i Nur’da İ’câz-ı Kur’an konusunu anlattı. Prof. Dr. Necah El Guneymî, Risâle-i Nur’daki tasavvuf konusunu işledi.

Tebliğlerin hepsi birbirinden üstündü. Hassaten Necâh’ın tebliği bir harikaydı diyebiliriz. Kendisi, çeşitli batılı üniversitelerde okumuş ve öğretim üyeliğinde bulunmuş. Şimdi ise Ezher Üniversitesinde ders veriyor. Bediüzzaman’ı “dâima âlem-i sahvede olan büyük bir mutasavvıf” diye anlattı ve Risâle-i Nur’un birçok yerinden de buna deliller getirdi. Tebliğinin bir yerinde, Bediüzzaman’ın İbn-i Arabî’ye bakış açısını ele alırken, “Bediüzzaman’ın, O’nun mesleğine bir edeb ve ilim adamına yakışır bir vakar içinde yaklaştığını” ısrarla belirtti. Öğrencilerden gelen “Mevlânâ’nın Mesnevî’siyle Bediüzzamân’ın Mesnevî’si arasında ne gibi bir fark vardır?” şeklindeki suâle; şöyle cevâb verdi: “Ehl-i Tasavvufta istiğrak hâli olabiliyor. Bu sebebten eserlerinde de, Kitab ve Sünnet’in mîzânlarına muvâfık düşmeyen ifâdeler bulunuyor. Fakat Bediüzzaman’ın eserlerinde bu hal yok. Eserlerini dâima âlem-i sahvede yazdığından, Kitab ve Sünnet’in mîzânlarından hiç ayrılmamıştır.” diye cevâb verdi.

«Gerçi; Hz. Üstâd Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye’nin başındaki Mukaddime’de kendi seyr-i sülukunden bahs ederken: “…Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazalî (R.A.), Mevlâna Celaleddin (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrakın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, Kur’an’ın dersiyle, irşadıyla hakikata bir yol bulmuş, girmiş. Hattâ    hakikatına mazhar olduğunu, Yeni Said’in Risâle-i Nur’uyla göstermiş.” demektedir.»

Panelde konuşmacılar, tebliğlerini sunduktan sonra dinleyicilere suâl sorma ve konuyla ilgili müzâkere yapma imkânı tanındı. Meselâ, bunlar arasında dikkatleri çeken suâllerden birisinde şöyle deniliyordu: “Değerli öğretim üyelerimiz, her biri kendi uzmanlık sâhalarında Bediüzzaman’ı bir müceddid olarak tanıttılar. Büyük bir müfessir, büyük bir mutasavvıf, büyük bir kelâm âlimi vs. Bediüzzaman bunlardan hangisidir?” bu suâli oturum başkanı olan fakülte dekanı Prof. Dr. Abdülmu’ti Beyyûmi cevâbladı: “Bediüzzaman; bu saydıklarınızın hepsidir.”(*) dedi ve bunun îzâhını yaptı. Ezher âlimlerinin verdiği bilgiye göre bu panel, kitap haline getirilip Ezher yayınları arasında basılacak.

Panel esnâsında ilginç bir şey yaşandı. Mısır Kitab Yazarları derneği’nin üyesi olduğunu belirten bir hanım, Bediüzzaman’la alâkalı yazdığı şiiri okumak için oturum başkanından izin istedi. Kendisine müsâade edilince kürsüye çıktı ve şiirini okumağa başladı. Ancak yarısına geldiğinde boğazı düğümlendi ve gözlerinden yaşlar dökülmeğe başladı. Başını mahcub bir şekilde aşağıya eğdi. Biraz durdu ve kendisini toparladıktan sonra şiirin gerisini zorla tamamlayabildi. Şiiri o kadar mânâ yüklü idi ki; her kelimesinde Risâle-i Nur’dan gelen îmânın sıcak havası gönlümüze ifil ifil esiyordu. Çok duygulandık. Diğer dinleyiciler de aynı şeyi hissetmiş olmalılar ki, insanları alkışlamak âdetleri olmadığı halde, hislerini uzun bir alkışla dile getirdiler. Aslında bu alkışlar Kur’an hakikatlarınaydı. Üstâdımızın; Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde, âlem-i İslâmın asırlardan beri mühim bir ilim merkezi olan Ezher-i Şerif’ten ehemmiyetle bahs etmesi; belki de Ezher âlimlerinin, ileride Risâle-i Nur’a sâhib çıkacaklarına bir işaretti. İşte Ezher ulemâsının yaptığı bu panel, onların Kur’an hakikatları olan Nurlar’ı kabul ettiklerini ve alkışladıklarını gösteriyor.

Biz de, panelden fırsat buldukça Mısır’daki eski ve yeni dostlardan bazılarını ziyâret ettik. Ahmed Behcet bunlar arasındaydı. Her birisi îmân ve Kur’an hakikatları olan Risâle-i Nur’dan senâ ile bahsediyorlardı. Bu gidişimizde, Mısır’ın muhtelif üniversitelerinde, Risâle-i Nur üzerine on civarında mastır ve doktora çalışması yapıldığını öğrendik. Darısı bizim ilim adamlarının başına…

Seyâhatimizde, Mısır’da vasıfsız insanlardan, tâ gazeteci, yazar ve ilim adamlarına kadar bir çok insanla görüştük. Risâle-i Nur denilince gözleri parlıyordu. Prof. Dr. Necâh’ın da dediği gibi, İslâm âleminin çok muhtâc olduğu Nur’un yumuşak üslûbuna hepsi hayrandı ve okudukları halde hissedemedikleri Kur’ân’ın îmân boyutunu onunla keşfediyorlardı.

Fâs

Fâs, seyahatimizin ikinci durağı.. Oraya da hemen Mısır’dan sonra hareket ettik. Sungur Ağabey, İhsan Kasım Ağabey, Manisa’dan Şahin Hoca, Cevdet Baybara ve Mısır’dan Abdülkerim Baybara kardeşlerimiz bu seyahatimize şeref verdiler. Gidiş gayemiz yine bir sempozyumdu. Sempozyum, Rabat V. Muhammed Üniver-sitesi Edebiyat Fakültesi tarafından düzenlendi ve yirmi ilim adamı katıldı. Konusu; “Ondördüncü Hicrî Asırda İslâmi Fikirlerin Tecdîdinde İmâm Bediüzzaman En’Nursî’nin Cehdi, Gayreti ve Rolü” Tarih, 17-18 Mart. Yer ise Fakültenin konferans salonu.

Fâs halkı; Osmanlı’yı çok seviyor. Zira, orada kiminle karşılaştıysak, Türkiye’den geldiğimizi öğrendiklerinde sıradan tanışmalar sıcak bir muhabbete dönüşüveriyor. Türkiye’yi pek çok sevdiklerini dilleriyle ve halleriyle açık-seçik bir şekilde belirtiyorlardı.

Fâs, batısından Atlas Okyanusu, kuzeyinden de Akdeniz’le çevrildiğinden ikisinin karışımı farklı bir bitki örtüsüne sahib. Dünyanın en iyi portakal ve mandalinaları burada yetişiyor, diyebiliriz. Adeta İlahi Rahmet ile coşan toprak, yeşilin zengin tonları arasından çıkan rengarenk çiçek ve meyveleriyle tebessüm ediyordu.

Fas’ın kültürü de biraz iklimine benziyor. Kuzeyden Cebel-i Tarık boğazıyla Avrupa’ya komşu, doğusundan da İslam Ülkelerine.. Adeta iki kültür sentezinin yaşandığı bir yer.. Siz Halkla, ister Arapça konuşun ister Fransızca, her iki dili hem anlıyor, hem de konuşuyorlar.. Binalarında ise, Mağrib’in ulaştığı o nazik nakış san’atının zirvesiyle, günümüz batısının ulaştığı mühendislik dehasının sentezini görebiliyorsunuz. Kazablanka’da Atlas Okyanusunun sahiline yapılan II. Hasan Camii buna güzel bir misal.

İşte böyle iki iklim ve kültürün harmanlandığı bir memlekette yetişen ilim adamları, bize iki gün müddetince harika bir ilim ziyafeti çektiler. Hatta tebliğin birini dinlerken, aklımız tatmin olduğu gibi duygularımız da zevk alıyordu. Bir ara öyle bir an yaşadık ki; aradaki dil farkı tamamen kalktı. Gerçeği görmemize engel olan perdeler bir bir açıldı. Risâle-i Nur’dan ustaca seçilmiş paragraflar sayesinde bütün duygularımızla kâinatın harika manzaralarının içinde dolaştık. Bazı gözler buğulandı ve yaşlar döküldü. Bu yirmi dakikalık bir zamandı ama, sanki günler geçmiş gibi geldi. Konferans salonundan dışarı çıktığımızda Risâle-i Nur’un Arapça mütercimi İhsan Kasım; “Bunları ben mi tercüme ettim! Bu kelimeler benim mi?” diyerek hakikatların takdim tarzına olan hayranlığını gizleyemedi. Hemen hemen sunulan her tebliğde batının medeniyet dehası, Risâle-i Nur sayesinde Kur’an’ın cihanşümul boyutlarında eriyordu. Buna sentez mi denir, yoksa İslami tecdid mi? İsmini ne koyarsak koyalım, böyle bir şeyi bir nebze de olsa orada hissettik. Bu göz yaşlarını akıtmamıza sebeb olan Prof. Dr. Faruk Hammade’nin konusu “İmâm En Nursî’nin Fikrine Göre Tabîat, Kevn Ve Kâinâtın Bir Eser Olarak Delâlet Ettiği Mânâ Ve Hedef” idi. Bir yerinde şöyle diyordu: “Batı; Dinin temeline ve iman esaslarına materyalist fikirle saldırdı ve saldırırken de Tabiat silahını kullandı. Nursi de, onlara tabiatla cevab verdi. Yani; üniversiteli materyalist bir genç veya hoca, Fizik ve Kimya ile iman esaslarını çürütmeğe kalktığında Risâle-i Nur’u okuyan gençler onların fikirlerini yine Fizik ve Kimya ile çürütüyor; o fen ilimleri, o gençlerin elinde Risâle-i Nur sayesinde birer ma’rifet-i ilahi şekline giriyordu. Bence; gençlerin Risâle-i Nur etrafında bu kadar kesretle toplanmalarının en mühim sebebi budur.”

Prof. Dr. Muhammed Er Rûgî de şunlara yer verdi: “Allah Kur’an’da     diyor. Bediüzzaman da her yazısında öyle olmaya çalıştı. Kur’an’ı esas aldı ve onun uslubu bütün eserlerinde nebean etti. Meselâ:

  1. İfadelerinde mânâ zenginliği ve derinlik var.
  2. Her cümlesi birer kaidedir.
  3. Tertip ve tanzimi de Kur’an’dan yansımış.
  4. Temsil ve hikmetinde de Kur’an’ın üslubu var.
  5. Daima taze fikir ve fikirlerinde geniş ufuklar mevcut.
  6. Sözünde israf yok. Her kelimesi matlub gayeye hizmet ediyor.
  7. Gayet dakik bir mizanla en te’sirli kelimeler seçilmiş.
  8. Teşbih ve temsiller sayesinde en derin ve dağınık mes’eleler, derli toplu bir şekilde herkesin anlayabileceği bir hale getirilmiş.”

Er-Rugi bütün bu maddeleri Risâle-i Nur’dan getirdiği misallerle izah etti.

Prof. Dr. Et-Tuhami Er Raci de “Said Nursi’ye göre nazm-ı Kur’ani” isimli tebliğinde İslam tarihinin Abdulkahir-i Cürcani gibi belağat alim ve müfessirlerinin Kur’an’ın nazmıyla ilgili fikirlerini tek tek sıraladı ve Bediüzzaman’ın İ’caz-ı Kur’an hakkındaki tecdidini anlattı. Bunu da İşarat-ül İ’caz’dan bazı bölümleri şemalar halinde tepegözle duvara yansıtarak izah etti.

Prof. Dr. Hasan El-Emrani ise “Risâle-i Nur’un edebi cihetini anlatmak için sekiz ciltlik bir eser yazmak lazım. Bediüzzaman; edebiyat ve belağatın bütün meselelerini kullanmış.” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Aşrati Süleyman’da Risâle-i Nur’da zaman mefhumunu anlattı ve Bediüzzaman’a göre zamanın büyük bir müfessir olduğunu belirtti. Risâle-i Nur’un Arapça mütercimi İhsan Kasım ise, “bu güne kadar bir çok ilim adamı, uzmanı oldukları bilim dallarında Bediüzzaman’ın tecdid yaptığını ispat ettiler. Ayrı ayrı ilimlerde onun bir müceddid olduğunu izah ettiler. Fakat bence Bediüzzaman, asıl tecdidi insanın bizzat kendinde yapıyor. Risâle-i Nur’u okuyanlar önceki hallerinden tamamen farklı birer insan haline geliyorlar” şeklinde konuştu.

Evet konuşmalar iki gün müddetince bu minval üzerine devam etti. Sempozyumun sonuna geldiğimizde oturumun son konuş-masını Türkiye’den gelen misafirler namına Sungur Ağabey’den istediler ve Üstâdımızı anlatmalarını taleb ettiler. Üstâdımızın kendisine “Risâle-i Nur’un İslâmın çeşitli merkezlerdeki ulemanın ellerine ulaşacağını ve onu anlamaya çalışacaklarını” anlattığını söyledi. Ve Van vâlisi Merhum Tâhir Paşa, konağında Hz. Üstâd için bir oda tahsis edip, Hz. Üstâd’ın orada ezberinde olan 90 kitabı (Arabî metinler) her gece üç saat okuyarak üç ayda bir devr ettiğini ve ‘Cenâb-ı Hakk’a şükür kardeşlerim! O mahfuzâtım, o tekrarlarım KUR’AN’IN HAKAİKINA ÇIKMAĞA BANA BASAMAK OLDULAR. Sonra ben, Kur’ân’a çıktım, baktım; her bir âyet-i Kur’an kâinâtı ihâta ediyor gördüm. Artık Kur’an bana kâfi geldi, başka şeye ihtiyâcım kalmadı.’ dediğini nakl etti.

Sempozyumun tanzim hey’eti başkanı Prof. Dr. Ahmed Ebu Zeyd de teşekkür konuşması yerine Risâle-i Nur’dan Onikinci Nota’yı açarak Prof Dr. Faruk’a uzattı ve ondan okumasını istedi. “benim bedelime Üstâd konuşsun” dedi. Evet onun o gür ve heyecanlı sesiyle okunan münacattan sonra sempozyum sona erdi. Şahin Hocamız da bu anları kaçırmamak için büyük bir titizlikle video kamerasına çekti. Söylediğine göre 17 kaset doldurmuş.

Sempozyum salonu çok rahat bir yerdi. Sahnesi, perdesi, basamak basamak yükselen dinleyici koltukları, aydınlatma ve soğutma sistemi gayet mükemmeldi. Zamanlamaları gayet dakikti. Tebliğlerin sonunda müzakere ve kritik imkanı tanınıyor; tebliğ sunulduktan sonra da bir görevli tarafından tebliğin metni alınıp hemen fotokopi ile nüshaları çoğaltılıyordu. Zihinler yorulduğunda sempozyuma ara veriliyor, Üniversite tarafından salonun dışında açık büfe şeklinde kuru pasta ve çay ikramları yapılıyordu. Kısacası, sempozyumdan verimin en üst seviyede alınması için her şey düşünülmüştü. Belirtildiğine göre bu sempozyum da basılıp yayınlanacakmış.

Mısır’daki hizmet ve neşriyât-ı Nuriye ile alakadar Abdulkerim Kardeş de epey miktar Arapça tercümelerden getirmişti. Bu Risâle-i Nur Külliyatı’nın Arapçalarını, Fas’a dağıtan bir yayınevi ile konferans salonunun önüne kitap sergisi açmışlardı. İki gün için-de bütün Külliyatların alındığını ve kitap sıkıntısı çektiklerini gördük. Evet not defterimiz hayri kabarık. İlim câmiasıyla görüşmelerimiz vardı. Fas’ın başşehri Rabat’tan Cebel-i Târık Boğazı’na, oradan Fas’ın ilk İslami yerleşim bölgesi olan Fes’e ve oradan da Kazablanka’ya olan seyahatlerimizden bahsedecekik. Sizi fazla usandırmamak için, “birkaç damla, denizin varlığını gösterir” dedik.

Kardeşleriniz