Etiket arşivi: Resulullah

Kabir Karanlığını Aydınlatan Bir Nur: Teheccüd Namazı

Abdullah bin Ömer (r.a.) gençlik yıllarında geceyi mescitte geçirir ve orada uyurdu. Bir gece rüyasında iki melek onu yakalayarak Cehenneme götürdüler. Cehennem kuyu duvarı gibi taşla örülmüş olarak görünüyordu. İki boynuz gibi iki yanı vardı. Burada kendilerini yakından tanıdığı kimseleri de görmüştü. O anda:

— Cehennemden Allah’a sığınırım, demeye başladı. O sırada yanına başka bir melek gelerek ona:
— Korkma, sen buraya atılmayacaksın. Senin için tasa ve endişe yoktur, dedi.

Abdullah bu rüyasını Resulüllahın (s.a.v.) hanımı olan ablası Hz. Hafsa’ya (r.a.) anlattı. Hafsa Validemiz de Resulüllaha (s.a.v.) aktarınca Efendimiz şöyle buyurdu:

— Abdullah ne iyi adamdır. Keşke gecenin bir kısmında kalkıp da ibadet etmeyi âdet edinseydi.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) burada kast ettiği ibadet teheccüd namazıydı. Abdullah b. Ömer bunu öğrenince gecenin pek azında uyuyup kalan zamanını ibadetle geçirmeye başlamıştı.

Ömrünün büyük bir kısmı mescitte, namazda ve secdede geçen İki Cihan Serveri (s.a.v.), geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Zaten ümmetine sünnet olan teheccüd namazı, Rabbimiz tarafından ona özel bir farz olarak emredilmişti:
Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nafile olan teheccüd namazı kılmak üzere uyan, böylece Rabbin seni övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına ulaştırır.” (İsra Suresi: 79)

Peygamberimiz (s.a.v.) bu emri öylesine bir aşk ve şevkle yerine getiriyordu ki, onun namaza olan sevgisi, değerli hanımı Hz. Aişe Validemizi bile hayrete düşürüyordu. Onun anlattığına göre, Efendimiz (s.a.v.) bir gece namazında ayakta ve rükûda sakalı ıslanıncaya kadar ağlamıştı. Secdede de ağlamayı sürdürmüş, gözyaşıyla yer ıslanmıştı. Bu hâli gören Aişe Validemiz:

— Ya Resulallah, Allah sizin geçmiş ve gelecek günahlarınızı bağışladığı halde niçin ibadet konusunda kendini bu kadar zorluyorsun, diye sorunca şu cevabı almıştı:
Ben Allah’ın bu mağfiretine karşı şükreden bir kul olmayayım mı?

Teheccüd nimetlere karşı büyük bir şükür, kabir ve Cehennem azabına karşı bir zırhtır. Gece namazı, Allah’ın sevgisini kazandırır, insanı faziletli kılar, manevî zevklerin kaynağıdır, acı ve felâketlerden korur, bedenin şifasıdır, ruhî ve kalbî terakkiye vesiledir. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık”tır.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ibadet hayatını kendilerine rehber edinen sahabeler gece namazına da büyük önem verirlerdi. O kadar ki gece namazını, yolculuk, hastalık, savaş gibi ağır ve sıkıntılı durumlarda bile terk etmezlerdi. Bunu gösteren şöyle muhteşem bir hadise yaşanmıştı:

Zâtü’r-Rikâ” Savaşı’nda, ordu istirahata çekilince Peygamberimiz (s.a.v.),  Ammar bin Yasir (r.a) ile Abbâd bin Bişr’i (r.a.) nöbetle görevlendirdi.

İkisi aralarında anlaşarak ilk bölümde Abbâd’ın nöbet tutmasına karar verdiler. Bunun üzerine Ammar, kendi nöbeti gelinceye kadar arkadaşının yanında uyumaya başladı. Nöbete duran Abbâd da, çevrenin sakin olduğunu görünce vaktini değerlendirmek için gece namazına durdu.

Abbâd bin Bişr, gecenin sessizliğinin verdiği huzurla namaza kendini vermiş, bütün benliğiyle Allah’a ibadet etmenin hazzını yaşıyordu.

Bu sırada bir müşrik, çok uzak mesafedeki karaltıyı görünce, yayına bir ok yerleştirdi ve bıraktı. Ok eliyle koymuş gibi, Hz. Abbad’ın vücuduna saplandı. Bu sırada Abbad, on bir sayfalık Kehf Sûresi’nin ortalarına gelmişti. Eliyle oku çıkardı ve namaz kılmaya devam etti.

Biraz bekleyen müşrik, önceki okun yerini bulmadığını sanarak Abbâd’a ikinci okunu da fırlattı. İkinci ok da eliyle koymuş gibi namazda olan Abbâd bin Bişr’e saplanmıştı.

Bu oka da aldırmadan çıkardı ve namazına devam etti. Sanki atılan oklar onun vücuduna saplanmamış gibi huşû içinde namaz kılıyordu.

Büyük bir öfkeye kapılan müşrik, bu okun da isabet etmediğini düşünerek üçüncü bir ok fırlattı. Üçüncü okun da eliyle koymuş gibi isabet ettiği Abbâd bu oku da çıkardı. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. Müşrik, onların iki kişi olduklarını görünce kaçtı.

Ammar, saplanan üç oku ve arkadaşından akan kanları görünce şaşkına dönmüştü:

— Sübhânallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın, diye sordu. Hz. Abbâd, yaptığından gayet memnun ve huzur dolu bir sesle şu ibretli cevabı verdi:
— Öyle bir sûre okuyordum ki kesmek istemedim. Eğer Resulullah’ın verdiği görevin aksamasından korkmasaydım, ölünceye kadar namaz kılmaya devam ederdim, dedi.

Hz. Abbâd’ın tavrı öyle bir namaz aşkıydı ki, saplanan oklara bir diken kadar bile değer vermemişti. İşte onlar namazdan böylesine zevk alır, haz duyarlardı.

Gece İbadeti Bir Yıl Farz Kılınmıştı

Cenab-ı Hak, Müzzemmil Suresiyle Peygamber Efendimize (s.a.v.) ve bütün müminlere gece ibadetini bir yıl boyunca farz kılmıştı. Çünkü gece, sükûneti ve bir meşguliyetin olmayışı sebebiyle ruhî eğitim ve yükseliş için daha uygundu. Müminler müşriklerin tepkilerine ve işkencelerine, ancak gece ibadetindeki namaz ve dualarla karşı koyabiliyorlardı. Yine Bedir Savaşının gecesinde sabaha kadar namaz kılıp dua eden Peygamberimiz (s.a.v.), bu benzersiz namazın mahiyeti sorulunca şu cevabı vermişti:

—    Bu namaz, ümit korku ve yalvarma namazıdır.

Demek ki, başta İslâm davetçileri olmak üzere, zor imtihanlardan geçenler, olağanüstü sıkıntısı olanlar her şeyden önce geceleri teheccüd kılarak Allah’ın sonsuz hazinesinden istemeli, yardım ve desteğini talep etmelidir.

Teheccüd âdeta sevenin ezelî ve ebedî Sevgilisiyle buluştuğu, Onu tesbih ve tazim ettiği, derdini döktüğü, yardım istediği özel dakikalardır. Teheccüd namazı, maddî ve manevî sayısız dertlerle mahzun, birçok arzusu ve emeli bulunan, nihayetsiz ihtiyacı olan insana sunulan eşsiz bir hazinedir. Rabbimizin hazinesinden istifade etmenin tek şartı, bir zahmet kalkıp abdest alıp o yüce dergâha yönelmektir.

Ne Zaman Kalkmalı?

Teheccüd namazı, geceleyin bir müddet uyuduktan sonra kalkıp kılınır. Çünkü gece rahmet, mağfiret, feyiz ve bereketin coştuğu bir zaman dilimidir. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

“Gecenin (üçte ikisi geçip de) son üçte biri kaldığında Rabbimiz dünya semasına inerek (rahmetiyle tecelli ederek) buyurur ki: Hani bana kim dua eder ki, duasını kabul edeyim! Benden kim istekte bulunur ki, dileğini vereyim! Benden kim mağfiret diler ki, onu bağışlayayım!” (Buharî, Teheccüd: 14)

İşte teheccüde kalkmak, Rabbimizin bu sorularına karşı, “Ya Rabbi, ben dua ediyorum. Ben istekte bulunuyorum. Ben mağfiret istiyorum” diyebilmektir. Bu hadisten anlıyoruz ki, teheccüd namazı kılarak kim ne isterse Rabbimiz onu verecektir. Dünya ve ahiret saadeti için tüm isteklerimizi sıralayabilir ve inşallah onlara kavuşabiliriz. Bütün bu hazineler için yapacağımız tek şey, “istemek”tir.

Teheccüdün vakti biraz uyuyup uyandıktan sonra başlayıp imsak vaktine kadar devam eder. En faziletlisi, gecenin son üçte biridir. Söz gelişi, sabah namazının vaktinin girdiği imsaktan bir müddet önce kalkıp teheccüdü kılmak, sonra bir müddet daha uyuyup güneş doğmadan sabah namazını kılmaya kalkmak mümkündür.

Sahabeler ve Allah dostlarının gece ibadeti uygulamaları çok farklıdır. Gecenin tümünü, yarısını veya son üçte birini ibadetle geçiren olmuştur. Bunlar içinde her gece yüz rekâttan bin rekâta kadar namaz kılanlar vardır.

Gecenin feyizli anlarından birkaç dakika bile olsa yararlanmak büyük bir nimettir. Bunun için herhangi bir vakitte uyanıp iki rekât namaz kılmak bile güzeldir.

Kaç Rekât Kılmalı?

Peygamberimizin (s.a.v.) teheccüd namazını ne kadar kıldığı konusunda farklı rivayetler bulunsa da, en kuvvetlisi sekiz rekât kıldığı şeklindedir. Efendimiz (s.a.v.) gecenin sonuna doğru, imsaktan önce, sekizi teheccüd, üçü de vitir olmak üzere 11 rekât namaz kılardı.

Herkes yaşı, işi, zamanı ve şartlarına göre bir miktar belirlemeli, her gün ona titizlikle uymalıdır.Allah’a en sevimli olan amel, az da olsa devamlı olandır hadis-i şerifini esas alırsak, zor şartlarda bile bunu uygulamak gerekir. Meselâ, yolculukta, misafirlikte, aşırı sıcak ve soğukta, dar zamanda, uykusuzluk, yorgunluk, hastalık gibi hallerde bile teheccüdü terk etmemek büyük bir fazilet ve muhteşem bir kârdır.

Bu tür olumsuzluklar teheccüdü terk etmeye değil, belki bazen rekâtını azaltmaya, sure ve dualarını kısaltmaya sebep olabilir. Bu şekilde teheccüd kılan bir kimse, “Ya Rabbi, her şeye rağmen Senin huzuruna bu gece de çıktım. Belki hakkıyla kılamadım. Ama Seni ve Seninle birlikte olmayı, huzuruna gelmeyi unutmadım, ihmal etmedim” demiş olmaktadır. Cenab-ı Hak Kendisini unutmayan bu kimseye öyle yardımlar eder ki, belki yıllarını harcasa onları elde edemez. Bu yüzden teheccüd kılan kimsenin, yüzü nurlu, hal ve tavrı sempatik, işleri hayırlı ve başarılı olur. Çünkü kendisine yapılan hayırlı bir amele, en güzel karşılık verenlerin en hayırlısı ve cömerdi Cenab-ı Allah’tır.

Neler Okumalı?

Teheccüd namazı kılarken en kısasından en uzununa kadar bütün sureler okunabilir. Herkes kendi durumuna göre bir seçim yapmalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bazen çok uzun okuyuşlarda bulunurdu.

Onun arkasında bir gece namazı kılan Hz. Huzeyfe (r.a.) anlatıyor:

Bir gece Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz kıldım. Bakara suresini okumaya başladı. Ben yüz âyeti bitirince rükûya varacak dedim, sonra devam etti. Ben Bakara sûresini bir rekâtte bitirecek dedim, devam etti. Ben sureyi bitirince rükû edecek derken, Nisa suresine başladı, onu okudu. Sonra Al-i İmran suresine başladı, onu okudu… Sonra rükûya gitti. Rükûda ayaktaki kadar kaldı. Secdede rükûdaki kadar durdu.

Tabiî ki bu ona mahsus muhteşem bir namazdır. Belki de Rabbimiz Miraç’ta olduğu gibi zaman içinde zaman yaratarak onu bast-ı zamana mazhar etmişti. Sahabeden ve onlardan sonra gelen salih kimselerden çok uzun kıraatleri olanlar çıkmıştır. Bunlar yerine göre, bir rekâtta bir, beş, on, yirmi… sayfa okumuşlardır.

Burada da ölçü şu olmalıdır: Her zaman uygulayabileceğimiz, zamanımıza ve imkânımıza uygun bir okuyuş seçmeliyiz. Ama her zaman yapamasak bile çok müsait olduğumuz zamanlarda uzun sureler okuyabiliriz. Meselâ, her rekâtta kısa bir sure veya birkaç ayet okunabileceği gibi, müsait olunduğunda her rekâtta bir sayfa ya da Yasin, Fetih, Rahman, Tebâreke, Amme gibi sureler okunabilir.

Teheccüde Nasıl Başlamalı?

Bugün beş vakit namaz gibi kesin farz olan bir ibadet bile büyük bir ihmale uğramaktadır. Bu yüzden nafile namazlardan önce farz namazları tavizsiz bir şekilde uygulamak gerekir. Ancak beş vakit namazını kılanlardan müsait olanların da teheccüde sarılmaları çok önemlidir.

Ne var ki, bir web sitesinde yapılan ankete göre, ülkemizde teheccüd kılanların oranı sadece yüzde 4’tür. (www.namazladirilis.com) Demek ki, ferdî, ailevî, millî ve dinî hayatımızda muhtaç olduğumuz İlâhî destek ve yardıma karşı gerektiği gibi istekli ve gayretli olamıyoruz.

Eğer henüz teheccüd namazı kılmıyorsanız, nasıl başlamak gerekir?

Hiç şüphesiz namaz kılanların yüzde 70’inin sabah namazına bile kalkamadığı bir ülkede teheccüde kalkmak kolay değildir. Çünkü her şey, geç yatmaya ve geç kalkmaya göre ayarlanmıştır. Ne yazık ki, geç vakitlere kadar süren boş sohbetler ve misafirlikler, TV dizileri ve tartışma programlarına bol bol zaman ayırtan nefis, teheccüd için 15 dakikayı çok görür.

Her şeye rağmen şartlara teslim olmamak, şartları teslim almak gerekir. Eğer teheccüdün sonsuz feyiz ve bereketinden faydalanmak isterseniz şu hususlara dikkat edin:

1.    Teheccüde başladığınız zaman mümkün mertebe erken yatmaya gayret edin. Normalden bir sat önce yatmanız size kalkmada kolaylık kazandıracaktır.

2.    Eğer öğleden biraz önce başlayıp ikindi öncesine kadar devam eden vakitte kaylûle denen uykuyu alışkanlık haline getirebilirseniz gece uyanmanız daha kolaydır. Çünkü yarım saatlik öğle uykusu iki saatlik gece uykusuna bedeldir.

3.    İlk günlerde iki veya dört rekâtla başlayın. Alıştıkça arttırabilirsiniz.

4.   Eğer aile fertleri veya arkadaş grubundan birkaç kişiyle birlikte başlarsanız, teşvik, dua ve uyarma imkânı olacağından daha iyi olur. Mesela, bu hususta sözleşen dört kişilik bir arkadaş grubundan her gün bir kişi uyarma görevini üstlenebilir. Her ne kadar saat veya telefon alârmıyla kendi başınıza uyanabilirseniz de, arkadaşınızın sizi uyarması daha etkileyici olur.

5.   Teheccüde başlamak için özellikle imsakın geç olduğu kış ayları ve Ramazan ayı önemlidir. Zaten sahura kalkacağınız için birkaç dakikanızı teheccüde ayırır, arkasından yemeğinizi yersiniz. Bayramdan sonra da devam etmeniz mümkündür.

6.    Uykusuzluk, yorgunluk, hastalık, yolculuk, zaman darlığı gibi durumlarda, eğer teheccüdün tehlikeye gireceğini tahmin etmişseniz, yatmadan önce veya imsaktan biraz önce kılıp arkasından sabah namazını kılabilirsiniz. Böylece âdet hâline getirdiğiniz bir ibadeti terk etmeyip sürdürmüş olursunuz. Eğer terk ederseniz nefsin eline büyük bir fırsat vermiş olursunuz ki, nefis her fırsatta, “” diyerek her gün bir bahane bulur.

7.    Teheccüde kalkmak, sabah namazını asla engellememeli. Ne kadar faziletli olsa da hiçbir sünnet, farzın yerini tutamaz.

8.    Her ne kadar namaz eşsiz dualarla süslenmiş muhteşem bir ibadet olsa da, teheccüdün arkasından mutlaka dua edin. Çünkü namazın peşinden yapılan dualar kabul edilir.

Cemil Tokpınar / Moral Haber

Ramazandan Bir Gün Önce, Peygamberimizin Bir Hutbesi

Resûlullah, (s.a.v) bize bir Şaban ayının son günü bir hutbe irad buyurdu ve şöyle dedi:

Ey Müslümanlar!

Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Bu, içinde ‘bin aydan daha hayırlı’ olan Kadir Gecesi’nin bulunduğu bir aydır.

Bu ay, Allahu Teâlâ’nın, gündüzlerinde orucu farz; gecelerinde teravih namazını nafile olarak meşru kıldığı (mübarek) bir aydır.

Bu ayda kim bir hayır işlerse başka zamanlarda bir farzı yerine getiren kimse gibi sevap kazanır. Bir farzı eda eden de, başka aylarda yetmiş farzı yerine getiren gibi sevap kazanır.

Bu ay, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir.

Bu ay, ihsan, yardım ve eşitlik ayıdır.

Bu ay, mü’minin rızkının arttığı bir aydır.

Kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebeb olur. İftar ettirdiği Müslümanın aldığı sevaptan bir şey eksilmeksizin onun kazandığı kadar da sevap kazanır.”

– Bizim hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek imkâna sahip değildir…” dediler.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v);

Allahu Teâlâ bu sevabı bir oruçluya bir hurma veya bir yudum su ya da bir içim süt ile iftar ettirene de verir” buyurduktan sonra hutbesine şöyle devam etti:

Bu ay evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan bir aydır. Kim (bu ayda) emri altındakilerin yükünü hafifletirse, Allah onu bağışlar ve cehennemden azâd eder.

Bu ayda dört şeyi çok yapınız. Bunların ikisi ile Rabbinizi hoşnud edersiniz; ikisinden de zaten uzak kalamazsınız.

Rabbinizi hoşnut edecek iki işiniz; lâ ilâhe illallah diyerek Allah’ın birliğine şehadet etmeniz ve bağışlanma dilemenizdir.

Uzak kalamayacağınız öteki iki şeye gelince, onlar da Allah’tan cenneti isteyip cehennemden uzak kalmayı dilemenizdir.

Kim bir oruçluyu doyuracak olursa, Allah onu benim havuzumdan sulayacak, o da cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.

(İbn Huzeyme, Sahih III, 191-192, Thk. M.M. A’zamî, Beyrut 1975)

Gül Yağıyor (Şiir)

Gül yağıyor gül yağıyor
Medine’nin üzerine
Semalardan nur akıyor
Resulüllah’ın Şehrine

Semalardan akan bu nur
Resulüllah’ın nurudur
Resul Muhammed Mustafa
Mü’minlerin gururudur

Gül kokuyor gül kokuyor
Medine’nin dağı taşı
Hiçbir şey durduramıyor
Gözlerimden akan yaşı

Resulüllah’ın Ravzası
Olmuş bir cennet bahçesi
Baktıkça gönüller açar
Ravzanın yeşil kubbesi

Medine hurması tatlı
Lezzetine doyulmuyor
Doyulmuyor doyulmuyor
Can Ahmed’e doyulmuyor

Tanyeri der ki: özledim
Resul’un o kokusunu
Yıllar geçse unutamam
Medine’nin coşkusunu

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

Resulullah’a Salât ve Selâmın Manası ve Hakikati

اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ

cümlesi, namaz tesbihatında okunurken inkişaf eden latif bir nükteyi uzaktan uzağa gördüm. Tamamını tutamadım, fakat işaret nev’inden bir iki cümlesini söyleyeceğim.

Gördüm ki: Gece âlemi, dünyanın yeni açılmış bir menzili gibidir. Yatsı namazında o âleme girdim. Hayalin fevkalâde inbisatından ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alâkadarlığından, koca dünyayı o gecede bir menzil gibi gördüm. Zîhayatlar ve insanlar o derece küçüldüler, görünmeyecek derecede küçüldüler. Yalnız o menzili şenlendiren ve ünsiyetlendiren ve nurlandıran tek şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) hayalen müşahede ettim. Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman, menzildeki zâtlara selâm ettiği gibi, “BİNLER SELÂM (*) SANA YA RESULALLAH!” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ü cinnin adedince SELÂM ediyorum, yani sana tecdid-i biat, memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evamirine teslim ve taarruzumuzdan selâmet bulacağını SELÂM ile ifade edip; benim dünyamın eczaları, zîşuur mahlukları olan umum cinn ve insi konuşturup, herbirerlerinin namına bir SELÂMI, mezkûr manalarla takdim ettim. Hem o getirdiği nur ve hediye ile, benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi, herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye, o hediyesine şâkirane bir mukabele nev’inden “BİNLER SALAVAT SANA İNSİN!” dedim. Yani senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz, belki Hâlık’ımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semavat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz, manasını hayalen hissettim.

O Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) UBUDİYETİ cihetiyle -halktan Hakk’a teveccühü hasebiyle- rahmet manasındaki SALÂTI ister. RİSALETİ cihetiyle -Hak’tan halka elçiliği haysiyetiyle- SELÂM ister. Nasılki cinn ve ins adedince SELÂMA lâyık ve cinn ve ins adedince umumî tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de, semavat ehli adedince, hazine-i rahmetten herbirinin namına bir SALÂT’A lâyıktır. Çünkü getirdiği NUR ile herbir şeyin kemali görünür ve herbir mevcudun kıymeti tezahür eder ve herbir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve herbir masnu’daki makasıd-ı İlahiye tecelli eder. Onun için herbir şey, lisan-ı hal ile olduğu gibi, lisan-ı kali de olsaydı, “ESALÂTÜ VESSELÂMÜ ALEYKE YÂ RESULALLAH” diyecekleri kat’î olduğundan biz umum onların namına “Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Resulallahi biaded-il cinni ve-l insi ve biadedi-l meleki vennücum” manen deriz.

فَيَكْفِيكَ اَنَّ اللّهَ صَلَّى بِنَفْسِهِ وَ اَمْلاَكَهُ صَلَّتْ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَتْ


(*) Zât-ı Ahmediyeye (A.S.M.) gelen rahmet, umum ümmetin ebedî zamandaki ihtiyacatına bakıyor. Onun için gayr-ı mütenahî SALÂT yerindedir. Acaba, dünya gibi koca, büyük ve gafletle karanlıklı, vahşetli ve hâlî bir haneye birisi girse; ne kadar tedehhüş, tevahhuş, telaş eder; ve birden o haneyi tenvir ederek enis, munis, habib, mahbub bir Yaver-i Ekrem sadırda görünüp, o hanenin Mâlik-i Rahîm-i Kerim’ini o hanenin her eşyasıyla tarif edip tanıttırsa ne kadar sevinç, ünsiyet, sürur, ışık, ferah verdiğini kıyas ediniz. Zât-ı Risaletteki salavatın kıymetini ve lezzetini takdir ediniz!}

Said Nursî

Resulullah’ın Sureti Ve Hilkati

İslam büyüklerinin mübarek sözleri ışığında, Allah (c.c.)’nün sevgili kulu, iki cihan serveri, ins ve cin’in Peygamberi, Hatemül Enbiya, yüce Peygamberimiz, ulu önderimiz ve tek liderimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin sureti ve hilkatini (yaratılışını) özetlemeye çalışalım:

*Resulullah (s.a.v.) insanların en güzel yüzlüsü ve rengi en parlak olanıydı.

*Resulullah (s.a.v.) konuşurken mübarek ağzından sanki nur çıkıyordu.

*Resulullah (s.a.v.) ay gibi parlardı.

*Resulullah (s.a.v.) uzaktan, insanların en tatlısı ve en güzeli, yakından da en açığı ve en güzeliydi.

*Resulullah (s.a.v.)’in bütün vücudu düzgündü. Ne şişman ne de zayıftı.

*Resulullah (s.a.v.)’in mübarek başı büyükçe idi.

*Resulullah (s.a.v.) geniş alınlıydı.

*Resulullah (s.a.v.)’in mübarek yüzü, ayın on dördü gibi parlardı. Yanakları da düzdü.

*Resulullah (s.a.v.)’in mübarek burnu düz, dişleri seyrekti. Gülümsediği zaman dişleri inci gibi parlardı.

*Resulullah (s.a.v.)’in mübarek yanakları yumuşaktı ve sarkık değildi.

*Resulullah (s.a.v.)’in yüzü yuvarlakçaydı.

*Resulullah (s.a.v.)’in güzelliği aşikârdı.

*Resulullah (s.a.v.) güzel ve genişçe ağızlıydı.

*Resulullah zad eder, bıyığının fazlasını keserdi.

*Resulullah (s.a.v.)’in mübarek boğazı ve boynu kısa olmadığı gibi fazla uzun da değildi.

*Resulullah (s.a.v.)’in omuzları genişti, omuz kemikleri ve kemik başları büyüktü.

*Resulullah (s.a.v.)’in iki omuzu arasında “Nübüvvet Mührü” vardı.

*Resulullah (s.a.v.)’in omuzlarına dökülen saçları vardı.

*Resulullah (s.a.v.)’in mübarek saçı, orta bir saçtı. Ne kıvırcık ne de düz idi.

*Resulullah (s.a.v.)’in mübarek saçları, kendiliğinden ikiye ayrılır, yanlarına dökülürse, onları birleştirmezdi. Birleştikleri zaman ise onları ayırmazdı, oldukları gibi bırakırdı. Saçını uzattığında, kulaklarının memesini geçerdi.

*Resulullah (s.a.v.)’in mübarek kaşları uzun, uçları ince ve araları çok yakındı. Kirpikleri ise uzundu. Göz bebeklerinin siyahı çok siyahtı.

*Resulullah (s.a.v.)’e bakıldığı zaman gözlerine sürme çekilmediği halde sürmeliymiş gibi görünürdü.

*Resulullah (s.a.v.)’in mübarek elleri, kardan daha soğuk, miskten daha hoş kokulu idi.

*Resulullah (s.a.v.)’in avucunun yumuşaklığı ne atlasta ne de ipekte bulunurdu.

*Resulullah (s.a.v.)’in avuçlarının içi geniş idi.

*Resulullah (s.a.v.)in mübarek ayaklarının altı düz değil, çukurdu. Ayakları hafif etliydi. Ayaklarının üzerine su döküldüğü zaman etrafa yayılırdı.

*Resulullah (s.a.v.) insanların en güzel renklisiydi.

*Resulullah (s.a.v.) beyazdı. Sanki gümüştendi.

*Resulullah (s.a.v.)’in mübarek vücudu misk ve amberden daha güzel kokardı.

*Resulullah (s.a.v.)’in vücudu yumuşacıktı. Atlas ve ipek O’nun vücudundan daha yumuşak değildi.

*Resulullah (s.a.v.) terlediği zaman, terleri yüzünden inci tanesi gibi dökülür ve teri misk gibi kokardı.

*Resulullah (s.a.v.)’in yürümesi: Sanki bir kayadan çıkar veya bir çukurdan iner gibi adımlarını çekinerek atar, yürürken sallanmaz ve adımlarını fazla açmazdı. “İnsanlar içinde Adem Aleyhisselam’a en çok benzeyen benim. Gerek ahlak ve gerekse yaratılış bakımından da bana en çok benzeyen İbrahim Aleyhisselam’dır” Buyurmuştur.

*Resulullah (s.a.v.) normalden daha uzun, çok uzun olandan kısaydı, yani uzuna yakın orta boyluydu.

*Hazreti Aişe (r.a.), O’nun (s.a.v.) boyundaki mucizeyi şöyle anlatır: Yanına uzun boylu biri gelse, kendisi ondan daha uzun görünürdü, iki uzun boylu kimseyle birlikte yürüdüğünde ise onlardan daha uzun görünürdü. Onlardan ayrılınca, kendisi normal boyuna döner, o iki kişi de uzun boylu hallerine dönerdi.

Cenab-ı Allah (c.c.) gönüllerimizi, Resulullah (s.a.v.)’in sevgisinden, bizleri Peygamberimiz (s.a.v.)’in şefaatinden, O’nun coşkusundan, O’nun gösterdiği o güzel, her birimiz için hayat kaynağı olan, sünnetinden ve ilkelerinden ayırmasın!

Cennette de o mübarek cemalini her an temaşa eden, salih, mü’min kullarından eylesin!

Âmin.

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org