istanbul tarafından yazılmış tüm yazılar

Çanakkale Zaferinin Sonuçları

  • Kurdukları planlarla 2 gün içerisinde İstanbul’u işgal etmeyi amaçlayan İtilaf  Devletleri Kuvvetleri amaçlarına ulaşamamışlardır.
  • Kendilerine yenilmez armada diyen dünyanın en büyük deniz gücü hayatının en büyük yenilgisini almıştır.
  • Yaklaşık 200 yıldır dünyayı haraca kesen sömürgeci güçlerin de artık yenilebileceği tüm dünya tarafından görülmüştür.
  • Bu savaş, uzun yıllardır sömürgeci devletlerin tahakkümleri altında yaşayan halklara özgürlük ve kurtuluş ümidi vermiştir.
  • Özellikle Hintli ve Senegalli müslümanlar, Osmanlının bu büyük zaferi ile bayram yapmışlar, ileride kendi kurtuluşları için bu zaferden güç almışlardır.
  • Osmanlı Devleti, Balkan savaşı yenilgisi ile ciddi şekilde sarsılan imajını bu zafer ile düzeltmiştir.
  • Çanakkale Savaşı sonrasında yapılacak mücadeleler için Osmanlı askerleri büyük bir moral sahibi olmuşlardır. Bu zaferden sonra ordumuz bağımsızlık mücadelesini, Kurtuluş Savaşı sonuna kadar şerefle sürdürecektir.
  • Çanakkale Savaşında kendini yeni yeni göstermeye başlayan, adeta gelecek zorlu mücadeleler için hazırlanan ve ileride milletimizin  kurtuluş harekatını örgütleyecek olan genç Osmanlı Kumandanları bu çarpışmalar esnasında sivrilmişlerdir.
  • Düşman kuvvetlerinin üstün teknik altyapısı ve askeri gücüne rağmen hemen hiçbir ilerleme kaydedememesi ile Mehmetçiğin vatanı ve dini adına nelere katlanabileceği dünya tarafından görülmüş oldu.
  • Osmanlı’ya karşı boğazları ele geçirmek isteyen İngiltere ve Fransa’nın, bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun %50’sini kaybetmiş bulunmaları, haliyle diğer cephelere kuvvet ayırabilme açısından savaşın genel seyrini etkilemiştir.
  • Bu cephe için Osmanlı Ordusunun cepheye ayırdığı 300.000’den fazla askerden verdiği zayiat, 211.000’e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanmayacak bir fazlalık göstermektedir. Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluk, yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca da hissedilmiştir.
  • İtilaf Kuvvetlerinden yardım bekleyen Çarlık Rusyası kaybedilen Çanakkale Savaşı sonrasında yardım alamaması nedeniyle Bolşevik isyanlarıyla başbaşa kalmış ve bir süre sonra çıkan ihtilal ile de Çarlık Rusyası devrilmiştir.
  • Osmanlı Devleti’nin kazandığı bu zafer ile Bulgaristan, İttifak devletlerinin yanında savaşa girerken, Yunanistan, Romanya vb. Balkan Devletleri bir süre daha tarafsızlıklarını korumuşlardır.
  • Çok kısa bir süre içerisinde bitecek olan I. Dünya Savaşı 2.5 yıl daha sürmüştür.
  • Savaşın sonlarına doğru Osmanlı Devleti’ne isyan edecek olan azınlıklar bu haince tavırlarını bir yıl geciktirmişlerdir.
  • İngilizlerin Çanakkale Savaşında kullandıkları Avustralya ve Yeni Zelanda kuvvetleri, bu harekat esnasında niçin buraya geldiklerine dair sorularla, sömürge durumlarını yeniden gözden geçirme ve bağımsızlık hareketlerine katılma fırsatı bulmuşlardır. Bu devletlerde ayrı bir devlet olma bilinci burada oluşmuştur.
  • Yahudilerin Çanakkale’ye Osmanlı aleyhine gönderdikleri birlikler sayesinde İngilizlere yaranmaya çalışmaları meyvelerini vermiş, 1917’de yayınlanan Balfour Bildirisi sonrasında bu bölgede bağımsız İsrail devletinin temelleri atılmıştır.
  • “Toprakları üzerinde güneş batmayan ülke” olarak adlandırılan İngiltere’nin temellerine indirilen ilk büyük darbe Çanakkale Savaşı olmuştur.
  • Çarlık Rusyasının yıkılması sonrasında kurulan Sovyet Rusya’nın yayılma politikası ile başta Çin olmak üzere birçok devlet bu yeni gücün etkisine girmişlerdir.
  • İngiltere siyasetinin en etkili adamlarından biri olan Churchill, yaklaşık 15 yıl siyasi hayattan uzaklaştırılmıştır.
  • Mehmetçik ve onunla aynı ruh kuvvetine sahip olanların açık cephe savaşlarında yenmenin mümkün olmadığı anlaşılmış, bundan sonra yapılacak herhangi bir mücadelede, gizli ve sinsi planlar uygulanmaya başlamıştır.

Talha Uğurluel

İslamiyet’teki Mezheplerin Farklı Oluşunun Hikmeti Nedir?

Çeşitli kesimler tarafından gündeme getirilen konulardan biri de “mezhep” meselesidir. Mezhep meselesi bir taraftan İslam’da bir ayrılık unsuru gibi gösterilmeye çalışılırken, diğer taraftan bir takım demagojilerle saf zihinler bulandırılmak istenmektedir. Meselenin üzerine biraz eğildiğimiz zaman mezheplerin bir ihtiyaçtan doğduğu, hiç bir zaman ihtilaf unsuru olmadığı anlaşılacaktır.

İtikat ve amel diye iki kısımdan meydana gelen İslam dininde, mezhepler, ameli (pratikte yaşanan) kısımları konu edinir. Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhep imamlarınca farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir. (Mektubat, 449 )

Mesela Hz. Peygamber (asm.) efendimiz namaz kılarken mübarek alınlarına taş batar ve alınları kanar. Hz. Ayşe (r.a.) validemiz taşı Peygamber (asm.) efendimizin alnından alarak yere atarlar. Peygamber (asm.) efendimiz yeniden abdest alarak namazlarını kılarlar. Hanefi mezhebi imamı, İmam Azam Ebu Hanife ile Şafii mezhebi imamı İmam Şafii, abdesti bozan meseleleri ele alırken bu meseleyi değerlendirirler.

İmam-ı Azam hazretleri, “Peygamber (asm.) efendimizin alnına batan taş kan çıkardığı için efendimiz abdest almıştır.” hükmüne varırken; İmam Şafii abdestin bozulmasını Hz. Ayşe (ra.) validemizin Peygamber (asm.) efendimizin alnına dokunmasına bağlamıştır.

Böylece Hanefi mezhebinde az bir kan abdesti bozan sebeplerden biri olurken, Şafii mezhebinde kadının temasıyla abdestin bozulması kaide olarak benimsenmiştir. Görüldüğü gibi her iki hüküm de doğrudur ve haklı bir gerekçeye dayanmaktadır.

Mezheplerin doğuşu

Peygamber (asm.) efendimize kadar itikadi noktalarda aynı olan şeriatlar teferruat kısımlarında değişerek gelmiş, hatta bir asırda ayrı ayrı kavimlere ayrı şeriatlar gönderilmiştir. Ancak Peygamber (asm.) efendimizle birlikte daha başka şeriatlara ihtiyaç kalmamış ve onun dini bütün asırlara kafi gelmiştir. Fakat teferruat meselelerde bir takım mezheplere ihtiyaç kalmıştır.

Hak mezheplerin imamları bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun bütün ihtiyaçlarına cevap vermişlerdir. Peygamber (asm.) efendimiz bir mucize olarak bu imamların geleceklerini ve büyük bir vazife yapacaklarını daha bunlar gelmeden haber vermiş ve bu mümtaz şahsiyetler de yapmış oldukları hizmetlerle Resulullah (asm.) efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir…

İslam mezhepleri -bir iki cüz’i mesele hariç- hiç bir zaman iç harp ve karışıklıklara yol açmamış ve bu mezheplerin imamları da birbirine daima saygılı olmuşlar, birbirlerini ret ve inkar etmemişlerdir. Ayrıca bir mezhep tesis etmek niyetiyle ortaya iddialı bir şekilde çıkmamışlar, daha sonra bir araya toplanarak bir mezhep haline getirilen içtihatlarını zaman ve ihtiyaç anında ortaya koymuşlardır.

Mesela: İmam-ı Azam (H. 80-150) bir hadise ile ilgili olarak fetva verdikleri zaman, “Bu Numan bin Sabit’in (İmam-ı Azam) reyidir. Çıkarabildiğimiz reylerin en güzeli budur. Kim bundan daha güzelini ileri sürerse, doğruya daha yakın olan odur.” derdi.

İmam Malik (Maliki mezhebi kurucusu. H.93-179), “Ben bir beşerim. Bazen hata, bazen de isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihadımı inceleyiniz. Kitap veya sünnete uygun bulursanız, kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.” demiştir. (Hayreddin Karaman, Fıkıh Usulü, 33)

Hanbeli mezhebi kurucusu İmam-ı Hanbeli (H. 164-241) ve İmam-ı Şafii hazretleri (H. 150 – 204) de hiç bir zaman iddialı konuşmamışlar ve meslektaşlarını rencide edici sözler söylememişlerdir. Daha sonra bu büyük insanların rey ve içtihatları talebeleri ve alimler tarafından bir araya getirilerek Müslümanların gönül huzuru içerisinde ibadet yapmaları temin edilmiştir.

Hak birden fazla olur mu?

Bir zamanlar gazete sütunlarından Müslümanlara meydan okurcasına sorulan ve halen köşe bucak tekrarlanan bir soru vardır: “Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazan birbirine zıt hükümleri hak olabilir?”

Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi özetle şu cevabı verir: “Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan çıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin… İşte burada hak taaddüt etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. “Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur.” denilebilir mi?

İşte bunun gibi İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur.

Birbirinden farklı gibi görünen mezheplerdeki teferruat meselelerinin hangisini ele alsak, imamların dayandıkları noktaların hak ve hakikat olduğunu görebiliriz. Bu hususta İmam Şarani Mizan” isimli bir eser yazmış, mezhep imamları arasında bir mukayese yaparak hangi hükmü nasıl anladıklarını ortaya koymuştur.

Bir misal:

Mezhep imamları İslami meselelerde değil, uygulanış tarzında kendilerine göre haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela abdest alırken başa meshetmekte bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir.

Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, “Başınıza meshediniz.” emri “bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapça’da çeşitli kelimelerin başına gelen ‘b’ harfi, bazen “güzelleştirmek”, bazan “bazı” manasını vermek, bazan da “bitiştirmek” manasını vermek için gelir. Abdest ayetinin “ruusiküm” kelimesinin başına gelen ‘b’ harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uygulama ortaya çıkmıştır.

Bunun içindir ki İmam-ı Malik : “Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki ‘b’ harfi kelimeyi güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur” der.

İmam-ı Ebu Hanife ise: “Bu ‘b’ bazı manasına gelen ‘b’dir. Başın bir kısmı meshedilse kafi gelir” der.

İmam-ı Şafii ise: “Bu ‘b’ bitişmek manasına gelen ‘b’ dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur” der.

Hal böyle olunca mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı olanların iddialarını havada bırakır…

Prof.Dr.Alaaddin Başar

Sorularla İslamiyet

Uzakdoğu’dan Hizmet Haberleri (video)

Peygamber Efendimiz İslamın henüz daha yeni intişar ettiği vakitlerde “güneşin doğup battığı her yerde ismim anılacaktır” diye müjde buyurmuştur. Bu üsluba tabi olan Üstad Bediüzzaman’ın konuşmalarında da benzer ifadeler  görüyoruz:  “Şu istikbal-i inkılabatı içinde en gür sâdâ İslam’ın sâdâsı olacaktır“, demesi ve ayrıca Barla’da Bayram Yüksel ağabeye, “Bir gün gelecek bu Nurları bütün dünya okuyacak.” diye müjde vermesi ferasetinin ve aynı metodu benimsemesinin  büyük bir göstergesidir.

Dünyanın her yerinde, bazen haritada dahi yerini bulamadığımız yerlerde kardeşlerimizin oralarda iman dersleri yapmaları, muhakkak ki bizlere çok büyük bir şevk ve gayret oluyor.

Mehmet Şaylan Ağabey bir uzakdoğu ziyaretinde bilmüşahede tanık olduğu hizmetleri, dersleri, kardeşlerin Risale-i Nur’a karşı olan ilgilerini, gayet samimi, sıcak, hasbihal suretinde anlatıyor bu videoda. Biz de bu sefer, hizmet haberlerine bir mektup aracılığı ile değil, oradaki atmosferi hisseden birinin o yoğun duygularını dinleyerek şahit oluyoruz.

Bu sohbet 2006 yılında Edirne’de yapıldı ama ihtiyaca binaen burada yayınlıyoruz.

Malezya’da bir okuma programının bereketi

Malezyadan binler selam ve dua ile

Değerli ağabeylerim,

Malezya’da üniversitelerin ara tatilinde yaptığımız okuma programı inşallah Cenab-ı Hakkın rızasına nail olmuştur.

Okunan Nur Risaleleri hem dünyada hem ahirette saadete mazhar semerelere inkılâp edeceği emeli ve arzusundayız. Çok farklı ülkelerden katılan kardeşlerin katılımı nurların istikbalde farklı mecralarda intişarına bir kanaat-i yakine vermek ile beraber; kader-i bir remzi ilahidir diye ümit  ediyoruz.

Ayrı gruplar şeklinde yaptığımız okuma programının ilk bölümüne dershanede kalan birkaç kardeş ve Arap ülkelerinden gelip üniversitede lisans ve mastır yapan kardeşlerin katılımıyla gerçekleşti.

Moritanya, Çad, Eritre, Irak, Etiyopya, Arnavutluk, Türkî ülkeler ve Türkiye. Bütün ülkelerden birer kişi sanki temsilen gönderilmişler gibi….

Ayrıca Program yerine ev sahipliği yapan Malay Hüseyin Ağabey ve Yeni Zelanda asıllı Ressam Birdy Amcada ayrı bir renk kattı okuma programına.

Bu okuma programında çok okumaktan ziyade bilakis Arap kardeşler ile olan ihlâs, uhuvvet ve diğer küçük kitapların mütalaaları feyze ve istifadeye medar olduğu kanaatine vardık. Zira bu kardeşler okuma programı anlayışını bittecrübe bilmediklerinden biz de dönerli okutarak ve mütalaa ederek nurlardan istifade ve istifaza yolunu aradık. Neticede Arap kardeşlerin nasıl istifade ettiklerini sorduğumuzda Risale-i Nura olan birçok övgüyle beraber Bediüzzaman’ın birçok ilmi birleştiren tarzı beyanları olduğunu itiraf ettiler. Ve yine diyorlardı ki nasıl yıllarca Osmanlılar İslamiyetin bayraktarlığını yaptı ve halifeliği yıllarca devam ettirdi; şimdi bunu yine devam ettirecek Türkiye milletidir diye kanaatimiz geliyor dediler. Bunlara bu fikri veren elbette Risale-i Nurun parlak hakikatleri ve bu hakikatlere ayinadarlık eden dershanedeki kardeşlerimizin hüsnü misal olmasıdır. Hakikaten dershanedeki kardeşlerimiz bu noktada ciddi gayret içerisinde bulundular Allah razı olsun. Bu bizim nazarımızda şunu da ifade ediyor ki bu zamanın farz bir vazifesi olan ittihad-i İslamı Risale-i Nur bu şekilde yerine getirmiş oluyor.

Bu Arap ve Afrikalı kardeşlerimiz program sonunda birer ikişer risale aldılar ve bitirdikten sonra yenilerini istinsah edeceklerini söylediler ve inşallah başka programlara katılacaklarını vaat ettiler.

Hafta sonu esnaf ve diğer ağabeylerin katılımı, şahsı manevinin ahengine daha güzel bir mana katmış oluyordu.

Program boyunca Avustralyalı Ressam Birdy amca hep bizimle olmaya çalışıyordu, yemeklerde yanımıza gelir bizde ona imani mevzulardan bahisler eder o da dikkatlice dinlemeye çalışır “sizleri dinlemek ve beraber olmak çok hoşuma gidiyor bunu ruhen hissediyorum” derdi. Namazlarda yanımıza gelir kendisi kılmasa da seyreder “manevi âlemde sizinle beraber olmaya çalışıyorum” derdi. Hatta bir defasında abdesti merak etmiş bir kardeşimizde ona öğretmeye çalışmıştı. Her ne ise çok mübahaseler oldu. En nihayet o İslamiyeti sizinle daha iyi tanıdım ve bu dostluğunuzu ve samimi arkadaşlığımızı gittiği yerlerde anlatacağını ve sizleri daima hatırlayacağını söylüyordu.

Program yerine ev sahipliği yapan Yazar Malay Hüseyin Ağabeyde bizimle beraber olmaktan memnun olmuş ve her zaman bizleri misafir edebileceğini memnuniyetle ifade ediyordu. Kendisine verdiğimiz İhtiyarlar Risalesini okumuş ve bunlardan 10 tanede başkalarına da okutmak üzere sipariş vermişti. O da bize sürekli ikramlarda bulunur ve bizle mütalaalara çay ve yemeklerimize katılmaya çalışırdı. Ve nihayet program sonunda ayrılırken Avustralyalı Birdy Amca çok duygulandığını ve Malay Hüseyin Ağabeyin de gözyaşlarını tutamadığını bilmüşahade tanık olduk.

Dualarınıza çok muhtaç Malezya Nur Talebeleri

Terbiyede Anne Önceliği

İslâmî anlayışta, çocuk terbiyesinde annenin önceliği vardır. Bu düstûru, çocuğun sevgi ve şefkate olan şiddetli ihtiyâcının bir sonucu ve gereği olarak da ifâde edebiliriz. Çünkü, Allah kadınları, erkeklerde bulunmayan üstün bir şefkat ve merhametle mücehhez ve dolu olarak yaratmıştır. Bu sebeple, çocuğun istiğnâ yaşı denen –yeme, içme, giyinme ve hattâ istincâ işlerinde- başkasına muhtaç olmayacağı yaşa kadarki terbiyesi anneye âittir. Boşanma, ölüm gibi durumlarda istiğnâ yaşına gelmeyen çocuklar, -evlenmediği müddetçe- anneye verilir. Evlenme veya terbiye velâyetine ehliyetsizliği gibi durumlarda çocuk, belli esaslar çerçevesinde öncelik anne tarafında olan kadınlara verilir. İslâm hukuku bu noktada, öncelikle de anne olmak üzere bir kadın tarafından bakılmayı, “çocuğun haklarından biri” olarak tesbît etmiş ve annenin çalışması gibi bir mazeretle çocuğun bu haktan mahrûm edilmeyeceğini hükme bağlamıştır. (1)

Günümüzde Batıda gelişen ve benimsenen kadının çalışma hakkı ile, çocuğun anne tarafından bakılma hakkı, çocuk terbiyesinde ciddî bir problem olmuştur. Normalde annenin yerini hiçbir kadın veya en konforlu imkânlarla teçhîz edilmiş çocuk bakım müesseselerinin de tutmayacağı kabul edilmiştir. Öyle ki ilk iki yıl içinde, çalışma sebebiyle çocuğunu emzirmeyen kadınların da –suçluluk duygusuna düşerek- psikolojik rahatsızlıklara düştükleri tespît edilmiş, rapora bağlanmıştır. (2) (3)

Bugünkü uygulamada, çalışan anneler, küçük çocuklarına hizmet ve nezaret etmek üzere, mürebbîlik formasyonu hiç olmayan, ucuz ücretle ya çok genç, ya da çok yaşlı kadınları istihdâm etmektedir. Bu sûretle yaşanan sıkıntı az değildir. Çocukları, ilk yaşlarında eğitimsiz insanların nezâretine terk etme mâcerâsının, ileriki yaşlarda, çocukların suçluluk durumlarına te’sîr edecek bir kısım terbiyevî kirlenmelere mârûz kalabileceklerini göstermek için bir vak’a ile anlatacağım:

Bu vak’ayı bir vesîle ile anlattığım dâhiliyeci doktorlardan Prof. Dr. Mehmet Gündoğdu Bey, terbiye târihine geçecek kadar enteresan bir vak’ayı, o sıralarda üniversiteden ayrılmış bulunan bayan bir profesörün –ismini de vererek- başından geçen bir hâdiseyi anlattı. Bu profesör hanım, evdeki küçük çocuğuna nezâret etmek üzere yaşlıca bir kadınla anlaşır. Bir gün, ânî bir işi çıkar ve beklenmeyen bir saatte evine uğramak zorunda kalır. Çocuk uykuda olabilir, uyandırmayayım diye zile basmadan kapıyı anahtarıyla usulca açarak içeri girer. Bir de ne görsün: mürebbiye hanım koltuğa kurulmuş, ayak parmağını bebeğin ağzına vermiş, uyuyor, bebekte şapır şapır emiyor. M. Gündoğdu bey, doktor hanımın, çocuğu olan kadının çalışmasının bir cinâyet ve hıyânet olduğu kanâatini her yerde pervâsızca söylediğini ilâve etmişti.

Kaynaklar:
1-Ebu Zehra, Muhammed, el-Ahvâlu’ş-Şahsiyye, Mısır, 1957, s. 439. Geniş bilgi için bkz. Çocuk Hakları Beyannamesi Işığında İslâm’da Çocuk Hakları adlı kitabımız, s. 78-79
2-Bu sadedde Fransa’da Meclis’e verilen bir rapordan ilgili pasaj için bkz. Çocuk Hakları Beyannamesi Işığında İslâm’da Çocuk Hakları, s. 80-81
3-el-Haddâdî, Ebubekir İbnu Ali (v. 800 h.), el-Cevheretü’n-Neyyire, 2, 116

Prof.Dr. İbrahim Canan, Sorularla İslamiyet