Kategori arşivi: Aile Sağlık

Allah İnancının Çocuğun Hayatındaki Yeri Ve Önemi

Araştırmalara göre, on-oniki yaş döneminde çocukların, Allah’a inanma isteği, vazgeçilmez bir arzu olarak görülmektedir. Çünkü onlarca, her şeyden önce kendi varlıklarını sağlayan Allah var olmalıdır. Çocuklara göre O, günlük hayatın ve geleceğe dönük bütün istek ve dileklerin gerçek karşılayıcısıdır. Bununla birlikte, onlar bütün ihtiyaçlarını karşılayan Allah’a karşı, bir teşekkür ifadesi olan ibadet etme  ve Allah’ın istek ve arzularını yerine getirme duygusuna da doğuştan sahiptirler.

Girgensohn, çocukta Allah’a inanma isteğinin doğuştan var olduğunu ve bunu davranışlarıyla ortaya koyduğunu belirtir. Ona göre, inanma duygusu, çocuğu, bir yaratıcıyı bulma ve araştırmaya yöneltmektedir. Çünkü  çocuk, inanmakla kendini güçlenmiş ve Allah’a yaklaşmış hisseder. Onda bu duygu uyandıkça Allah’ın kendine yakınlığı da o ölçüde artacaktır. Böylece çocuk, hayatı iyi, güzel ve yaşamaya değer bulacak ve o nispette yaşama gücü artacaktır . (1)

İşte, çocukların Allah inancına olan ihtiyacı, Risale-i Nurlar’da şu şekilde izah edilmektedir:

Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da za’f ve acz ve iktidarsızlık noktasında; merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidadları mes’udane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müdhiş ehval ve ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü îmanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî felsefî düsturların taliminde midir? Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usûl, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaatı verebilirdi. Mâdemki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mâdemki insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksadlar tevellüd edecek. Mâdem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı; kalblerinde îman-ı billah ve îman-ı bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur”.(2)

Yukarda ifade edildiği gibi çocuklar büyüklere göre daha zayıf, daha aciz ve daha güçsüzdürler. Ruhlarının ve kabiliyetlerinin daha iyi gelişebilmesi için isteklerini yerine getirebilecek merhamet ve kudret sahibi bir yaratıcının olduğunu bilmeye çok ihtiyaçları vardır. Dünyada karşılaşacakları çok korkulu haller, kendi güçleri ile altından kalkamayacakları zorluklara karşı kendilerine yardımcı olacak, şefkatli, merhametli, kudretli bir zatın varlığına inanmakla, ona teslim olup tevekkül etmekle, ancak hayata severek bakabilirler.

Çünkü o masum yavrular kısa bir zaman sonra hayatın zorlukları içine atılacaklar, insan oldukları için küçük kalplerinde uzun arzuları olacak. Küçük kafalarında istikballeri için büyük idealleri, düşünceleri bulunacak. Hayatın sıkıntıları içinde aciz kaldıkları yerde bir dayanak noktasına şiddetle ihtiyaçları olacaktır. O da ancak Allah’a imanla olabilir.

Yine bu dünya hayatına sığmayan bitmez tükenmez ebedî ihtiyaçları ve arzuları olacaktır. Ebede uzanan bu arzularını karşılamak için yardıma ve teselliye ihtiyaçları vardır. Bu da Allah’a imandan sonra ahirete imandır.

Özetle, Allah’a ve ahirete iman olmazsa, çocuklar için hayat işkenceli bir azaba dönüşür. Günümüzde Allah’a ve ahirete imanı en güzel bir şekilde anlatan eserler Risale-i Nurlardır.

Dr. İdris Görmez / NurNet.Org

Dipnotlar:

1. Yavuz, K.Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişimi. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Ankara, 1983, s.42.

2. Nursi, B. S. Mektubat. Sözler Yayınevi, İstanbul, 1994, s.406.

Ya Erkeklerin Hali?

Modern (!) erkeklerin durumu modern kadınların durumlarından pek de farklı değil. Eskiden erkek gün boyu dışarıda çalışır ve akşam evinde kendisini bekleyen eşine geri döndüğü zaman eşi ona çabalarını ve fedakârlıklarını ne kadar takdir ettiğini gösterirdi. Kadın kocasının sıkıntılarına ortak olmaya çalışır, ona bakmaktan mutluluk duyardı ve buna karşılık da erkeğinden çok az şey isterdi.

Tarih boyunca erkekler çalışma hayatının rekabetçi ve yıpratıcı dünyasına katlandılar çünkü günün sonunda çabalarının eşleri tarafından takdir edileceğini biliyorlardı. Kadının tatmini, erkeğin en büyük ödülüydü.

Oysa günümüzde kadınlar da gereğinden fazla çalıştıkları için çoğu zaman haklı olarak tatminsizlik duygusuna kapılıyorlar. Uzun günün sonunda kadın da, eşi de sevgiyi ve takdir edilmeyi bekliyor. Kadın kendi kendine, “Ben de onun kadar çok çalışıyorum, ona anlayış göstermek neden benim sorumluluğum olsun” diyor. Yorgunluk erkeğin beklediği duygusal desteği kadının vermesini engelliyor. Bu paradoksal sıkıntının önemli nedenlerinden biri de; erkeğin eve bakış açısıdır. “Erkeklere göre; ev geleneksel olarak bir tatil yeri iken kadınlar için ev, bir faaliyet alanıdır.Bu bakış açısından dolayı erkek eve geldiği zaman “Evine geldin, gevşe ve gün boyu çalışmanın ödülünü dinlenerek al” diye düşünür.

Günümüzün çağdaş erkeği evine döndüğü zaman genellikle huzur yerine, huzursuzlukla karşılaşmasının bir diğer sebebi de: Eşinin mutsuzluğu onun başarısızlığını simgeliyor. Neden mi? Çünkü bir erkek bir kadını sevince birinci hedefi sevdiği kadını mutlu etmektir. İşte bu nedenden dolayı kadının mutsuz olması erkeğin başarısız olduğunun gösteriyor da ondan.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Evli bir erkeğin evrimi (biraz gülümseyelim)

6. hafta: Hayatım, ben geldim.

6. ay: Selam!

6. yıl: Annen ne yemek yapmış?

6. hafta: Zor bir çocukluk geçirmişsin.

6. ay: Senin anan da cins ha!

6. yıl: Ulan tam da anana çekmişsin!

6. hafta: Bu elbise sana çok yakışmış.

6. ay: Bir elbise daha mı aldın?

6. yıl: Kaç para verdin buna?

 

Çocukların İnanma İsteğinin Safhaları

Çocuk psikolojisiyle ilgilenen araştırmacılar; çocukların inanma isteğinin yaratılıştan var olduğunu açıklamışlardır. Hollenbach’a göre,  çocukta görünmeyen bitmez tükenmez merak duygusu vardır. Ayrıca onda kendine yardım edecek ve kendini koruyacak sonsuz bir kuvvet arayışı da mevcuttur. Çocuk bu merakla henüz isim takamadığı, fakat zamanla “Kutsal ve Mutlak” dendiğini öğreneceği ilahi kuvveti durmadan arar. Hollenbach çocuğun sonsuzluğa karşı duyduğu bu özleminden dolayı, onun yaratılışından dini duyguya sahip olduğunu söyler. Ancak o, bu özlemin teşvik edilmesi ve uyandırılması gerektiğini belirtir. Çünkü çocuk, dini duygularda genişleme ve derinleşme yeteneğine sahiptir.

Hollenbach’a göre küçük çocuk için Allah, melek, peygamber, Cennet, Cehennem, ölmek, dirilmek vb. konular henüz sırlarla örtülüdür. Yani dinin mahiyeti ve prensipleriyle ilgili esaslar çocuğun zihninde henüz yerleşmiş değildir. Fakat o bunlar üzerindeki sır perdesinin kesin olarak kalkmasını ister[1].

Başka bir araştırmacı Kroh da “Çocuk Allah’ı tek başına bulamaz. Fakat o, O’nun varlığına inanmak için hazırdır” der[2].

Remplein ise, çocukların, 2-6 yaş arasında Allah’a inanma hususunda özel ve canlı bir hazırlık içinde bulunduklarını söyler[3].

Bu hususta Künkel şöyle der:

Çocuk, inanmaya doğuştan hazırdır. Onun, doğal olan bu inanma ihtiyacının önünün açılması gerekir. Esasen çocuk düşünmeden şüphelenmeden ve itiraz etmeden inanmaya hazır olduğundan, söylenenlere içtenlikle inanır” [4].

Künkel, çocuğa inanma imkânının verilmesi ve dini konularda fırsat tanınmasına dikkat çekmiştir.

Bu hususta Risale-i Nurlar’da çocuklarda tohum halinde bulunan dini duyguların beslenmesinin ve kuvvetli bir şekilde geliştirilmesinin önemine dikkat çekilmiş; aksi takdirde telafisinin çok zor olacağına işaret edilmiş ve şu açıklamalarda bulunulmuştur:

Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardır. Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir[5].

Bu ve benzeri ifadelerden anlaşılıyor ki, çocukların ruhu İslamiyet ve imanın esaslarını almaya hazırdır. Daha küçük yaşlarında kuvvetli bir şekilde iman hakikatlerinin ruhlarına yerleştirilmesi şarttır. Aksi halde taze iken eğilmeyen bir dalın eğilmesi ne kadar zorsa, çocuklukta verilmeyen dini duyguların büyüdüğü zaman verilmesi ve bunun çocuk tarafından kabul edilmesi çok zorlaşır.

Sonuç olarak, bütün bu ve benzeri araştırmalar açıkça gösteriyor ki, çocuk yaratılıştan dindardır. Fakat bu dindarlığın doğru bir şekilde şekillendirilmesine ihtiyaç vardır. Bu da, yetişkinler tarafından ona bu imkanın sağlanması ile olur. Onun için Peygamberimiz (s.a.v.) “Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar sonradan anneleri ve babaları onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirirler” buyurmuştur[6].

Dr. İdris Görmez
www.NurNet.org

[1] Hollenbach, S. J. M.Chrictliche Tieefenerziehung. Verlag J. Knetcht, Frankfurt a.M.1960.

[2] Kroh, O. Entwicklungspsychologie des Grundschulkindes. Verlag J. Beltz, Weinheim, 1964.

[3] Remplein, H. Die seelische  Entwicklung des Menschen im Kindes- und Jugendalter, 14. Aufl. 1966.

[4] Künkel, F. Ringen und Reife, F. Bahn Verlag, Konstanz, O Jahr. Langeveld, M.J. Kind and Religion. G. Westermann, Braunschweig, 1959.

[5] Nursi, B. S. Emirdağ Lahikası I. Envar Neşriyat, İstanbul, 1993, s.41.

[6] Buhari, Kader 3.

Erkeğin hayatında üç önemli kadın!

Erkeğin hayatında üç önemli kadın vardır: Karısı, kayınvalidesi ve annesi. Erkeğin bu üç kadını idare etmeyi bilmesi gerekir.

İlk önemli kadın: Karısıdır. Erkek karısı ile ilişkilerini çok iyi düzenlemeli ne karısını ezmeli ne de karısına kendini ezdirmeli. Medya baskısı ile kibar olayım derken ezik olmamalı, romantik olayım derken kılıbık olmamalı, karımla sorunsuz bir hayat yaşayayım diye yöneticilik görevini karısına bırakmamalı. Yoksa esas sorunlar o zaman başlar. Erkek şefkat ve adaletle ailesini idare etmeye çalışmalı.

Erkeğin idare etmesi gereken ikinci kadın: Kayınvalidesidir. Erkeklerin hayatına kayınvalideler son yıllarda dahil oldu. Eskiden anneler, kızlarını evlendirdikleri zaman onun hayatına müdahil olmazlardı. Kızlarda gider, kendi evini ve kocasının ailesini benimserlerdi. Artık öyle değil. Kızlar annelerinden bir türlü kopamıyorlar. Bu yüzden ne kendi evini ne de eşinin ailesini benimseyemiyorlar.

Genç kızlar gelin olana kadar genellikle anne ile çatışma halindedirler. Pek çok anne “Bir gelin olsaydın da kurtulsaydım” diye yaka sirkeler; fakat ne hikmetse kız evlendiği gün, anne-kız yağ bal börek olurlar, aralarında büyük bir aşk başlar. “Evlenince bir daha bu eve adım atmayacağım.” diyen kızların bile, “anne” diye gözü düşmeye başlar.

Yeni evli kadın, mümkün olsa her gün annesini görmek ister, göremediyse elinde telefon, akşam yapacağı yemeğe kadar annesine sorar. Kızın işi olur; anne gelir yapar, misafiri gelir; pastasını böreğini annesi yapar, çocuğu olur; annesi bakar. Bu arada mümkün olduğu kadar kadının kayınvalidesine yakın olmamaya çalışılır. Yakın olmamak için de bir şekilde kusur bulunur. Bu arada damat sürekli kayınvalide evine davet edilir, yedirilir içirilir, ikramlara boğulur.

Kadın, annesi ile bu kadar hemhal olunca annenin de kızını, ailesi ile ilgili konularda etkilememesi mümkün değildir. Burada kızını olumlu etkileyen, nasihat eden annelerin hakkını yemeyelim öyleleri de var; ama genellikle kız anneleri; kızlarından taraftırlar ve kızlarının üzülmesine dayanamadıkları için kızlarını yanlış yönlendirebiliyorlar.

Ayrıca varsa kızın; kız kardeşleri, ablaları da anne gibi çok gelip gidip, yanlış yol göstermelerle olumsuz etkileyebiliyorlar. Anne kızının hayatında bu kadar yer alınca haliyle dolaylı ya da dolaysız yoldan damadının evini yönetmeye başlıyor. “Onu alın bunu almayın, şunu yapın bunu yapmayın” derken çoğu zaman evin reisi olan erkeğin sözü çiğneniyor. Burada da erkeğin kendini ezdirmeden durumu iyi idare etmesi lâzım.

Erkeğin idare etmesi gereken üçüncü kadın: Annesidir. Özellikle kocası ile sorunu olan, muhabbetli bir evlilik hayatı yaşayamamış anneler, bütün sevgilerini ve ümitlerini oğullarına yüklerler. Bu yüzden erkek annesi, oğlunun bir “el kızını” çok sevmesini ve ona değer vermesini istemez. “Sevsin; fakat beni sevdiği kadar değil. Onun sözüne karşı benim sözüm geldiğinde benim sözüm tutulsun. Hatta oğlumun evinde kararları ben alayım.

Kadınların “en çok sevilen ben olayım” arzularını kontrol etmeleri gerek. Eş olduklarında da anne olduklarında da ölçüsü kaçabiliyor: “Oğlum elbette beni çok sevecek, benim sözümü tutacak, o el kızı da kim oluyormuş. Ben oğlumu ne fedakarlıklarla büyüttüm, yemedim yedirdim, içmedim içirdim.

Dikkat edin erkek evlendikten sonra, annesi, oğluna ve gelinine sık sık oğlunu nasıl zorluklarla büyüttüğünü anlatır: “Hamileliği zor geçmiştir, zor doğurmuştur, bebekken çok ağlamıştır, çocukken çok yaramazdır, cebinde kalan son parasını oğluna defter parası yapmıştır.” Bunlar sık sık hatırlatılır. Oğlana şu mesaj verilir: “Bak bu kadar iyiliğimiz var, sakın karını görüp vefasızlık etme.” Geline de şu mesaj verilir: “O bizim oğlumuz, çok hakkımız var üstünde, sana bırakmayız.” Belki bu yüzdendir, erkekler annelerinden çok etkilenirler. Annesini hiç dinlemiyor gibi görünen erkekler üzerinde bile anneleri oldukça etkilidir.

Anne, oğlunun evi ve ailesi ile ilgili alacağı bütün kararlardan haberdar olmak ister, haberi olmadıysa sitem eder, surat asar. Oğlunu ve gelinini yönetmeye çalışır. Onun onaylamadığı bir kararı oğlunun istemiş olacağına inanmaz, el kızının oğlunu kandırıp öyle yaptırdığına inanır.

Bazı erkek anneleri, oğlu karısını çok sevmesin diye ufak ufak (bazıları büyük de konuşur) gelinin arkasından konuşurlar. Mesela “Karın iyi hoş da pek temiz değil.” O güne kadar evin temizliğine pek dikkat etmemiş olan erkek (algıda seçicilik) her şeye dikkat etmeye başlar. Dikkat edince kusur bulmak zor değildir, bulur ve annesinin haklı olduğuna inanır. “Karın çok geziyor.” “Karın çok para harcıyor.” gibi pek çok konuda erkeği etkileyebilir.

Bunların yanında alınacak satılacak ne varsa, anne oğlunun evinde kendi sözü geçsin ister. Eğer erkeğin ablaları ya da kız kardeşleri varsa onlar da anne gibi etkili olabiliyorlar. İstisnalar hariç, işleri ortak değilse, erkeğin babası, oğlunun evinin düzenine en az karışan kişi oluyor.

Annesinin sözüne bakarak karısını üzmüş; ona haksızlık etmiş çok erkek vardır. Ya da karısının sözüne bakarak annesine haksızlık eden. Oysa kavvamlığın en önemli şartı adaletli olmaktır. Bu yüzden erkeğin iyi bir gözlemci olması, haksızlık etmeden üç kadını iyi idare etmesi lâzım. Bunun için de erkeğin kadınlarla ilgili bazı bilgilere ihtiyacı var.

Bu bilgileri de yazacaktım; fakat yazı epeyce uzun oldu. Haftaya inşallah, erkeğin bu üç kadını küstürmeden en az hasarla idare etmesi üzerine yazacağım. Bunun yolunu bulmuş erkekler de vardır mutlaka. Karısını, kayınvalidesini ve kendi annesini üçünü birden hoş bir şekilde idare edenlerden ve edemeyenlerden; yorum ya da detaylı anlatmak isteyenlerden mail bekliyorum. Annesi ya da kayınvalide yüzünden evliliği etkilenmiş hanımların da yazmalarını bekliyorum.

Bu arada www.cocukaile.net de evlilik okulumuz devam ediyor. Dersler ücretsiz, katılmak isteyenlerin sitedeki dersleri takip etmesi yeterli.

Sema Maraşlı / Haber 7

Her sabah bizden 8 şey istendiğini biliyor muyuz?

Bana öyle geliyor ki, günler, aylar, hatta seneler sanki farkına varmadan geçiyor, olaylar kafamızı, kalbimizi o kadar istila ve işgal ediyor ki, asıl düşünmemiz gereken görevlerimizi düşünemiyor, hayatın gayesine ait konularımızı hatırlayamaz hale bile geliyoruz.

Bu durumda ister istemez İmam-ı Şafii Hazretleri’nin her sabah hayatının gayesini düşünme örneği geliyor aklımıza. Ancak o zaman hatırlıyoruz her sabah bizden de sekiz şeyin istendiğini..

Ne dersiniz, Hazret-i İmam’ın her sabah yaptığı gibi hayatının muhasebesini bugün biz de bir defa olsun hatırlayalım mı? Bakalım bizden de isteniyor mu İmam’dan istenen sekiz şey bir düşünelim mi?

Evet, diyorsanız buyurun, birlikte okuyalım İmam-ı Şafii Hazretleri’nin her sabah düşündüğü kendinden istenen sekiz şeyi..

Hayatını hep hesabını yaparak yaşayan büyük müçtehidimiz, Mısır’da bir sabah namazından sonra evine doğru tefekkür içinde yürürken yaklaşan biri:

-Efendi Hazretleri der, derin bir düşünce içinde görüyorum sizi. Zihninizi meşgul eden önemli bir meseleniz mi var yoksa? Hazret-i İmam:

– Evet der, her sabah benden istenenleri düşünüyorum da onun için dalgın şekilde yürüyorum.

Adam merak eder: Her sabah sizden istenenler mi var?

Hazret-i İmam, ‘Her sabah benden şu 8 şeyin istendiğini düşünüyorum’ diyerek saymaya başlar istenen 8 şeyi. Der ki:

1-Rabb’im, benden farzlarını istiyor.

2- Resulüllah Efendimiz, benden sünnetlerini istiyor.

3-Aile ve çocuklarım benden helal nafakalarını istiyor.

4-İmanım ve aklım benden Rabb’imin emirlerine uymamı istiyor.

5-Nefsim ve şeytanım da benden kendilerine tabi olmamı istiyor.

6- Yaptığım işleri yazan melekler ise hep sevap yazdırmamı istiyor.

7- Her doğan güneş bir gün daha yaşlandığımı hatırlamamı istiyor..

8-Her sabah Azrail de kendisine bir gün daha yaklaştığımı düşünmemi istiyor.

Hazret-i İmam:

– İşte der, her sabah bu istekleri düşünerek yürüyorum bu yollardan. Dalgın görünüşümün sebebi bunları düşünmemdir.

Soru sahibi adam bu defa şaşırır da der ki:

-Ya imam bunlar sadece sana mı soruluyor, yoksa bana da, tüm insanlara da soruluyor mu her sabah? Hazret-i İmam, tebessüm ederek cevap verir:

– Ben kendime her sabah bu soruların sorulduğunu düşünüyorum, belki başkalarına da soruluyordur bu sorular. İstersen kafanı lüzumsuz konulardan temizle de sen de düşün bu soruları! Bakalım sana da soruluyor mu her sabah bunlar?

Düşünceye dalan adam çok geçmeden başını sallayarak cevap verir:

-Evet ya İmam der, bu sorular sadece sana değil bana da, hatta her sabah günlük hayatına başlayan herkese sorulan sorulardır. Bu önemli soruların her sabah bana da sorulduğunu düşündürdüğünüz için teşekkür ederim. Meğer biz ne kadar derin gaflet içinde yaşıyormuşuz günlerimizi de haberimiz bile yokmuş?.

-Ne dersiniz, kafası gönlü gereksiz olaylarla istila ve işgal edilmiş bizlerden de her sabah böyle sekiz şey istendiğini hiç düşünüyor muyuz? Mesela her sabah bizden de:

– Rabb’imiz farzlarını, Resulüllah Efendimiz sünnetlerini, aile ve çocuklarımız da helal nafakalarını istiyorlar mı?

-Akıl ve imanımız kendilerine uymamızı, nefis ve şeytanımız da asıl kendilerine tabi olmamızı telkin ediyorlar mı? Amellerimizi yazan melekler ise hep sevap yazdırmamızı bekliyorlar mı? Güneşin her doğuşu, bir gün daha yaşlandığımızı, Hazret-i Azrail’e bir gün daha yakınlaştığımızı düşünmemizi istiyorlar mı?.

Ne dersiniz, sabah ve akşam bunları düşünmek bizim de meselemiz olmalı, aklımıza gelmeli değil mi?

Yoksa malum tekerlemeyi tekrar eden gafiller kafilesine biz de katılarak:

-Ayağını sıcak tut başını serin; hayatını yaşa, düşünme derin diyerek boş ver mi demeliyiz?

Böyle demiyorsak gelin, kafamızı, kalbimizi günlük olayların istila ve işgalinden birazcık kurtaralım da Hazret-i İmam’dan istenen sekiz şeyin her sabah bizden de istendiğini düşünelim. Hiç olmazsa bu yılbaşında hayatımızın hesabını yaparak yaşamaya karar vermiş olalım.

Ne dersiniz, düşünmeye değer mi?

Ahmed Şahin / Zaman