Kategori arşivi: Aile Sağlık

Hz. Ömer’den, kardeş katiliyle barışma örneği…

Hz. Ömer Efendimiz’in, üvey annesi Esma’dan doğan Zeyd adında bir kardeşi vardı. Üvey kardeşi olmasına rağmen Zeyd’i çok seviyordu. Çünkü Zeyd hem İslam’a kendisinden önce girmiş, hem kendisinden önce hicret etmiş hem de tüm gazalarda Peygamberimiz’in yanında hazır bulunmuştu.

Bedir’de ise bir başka fedakârlık göstermişti. Savaş öncesinde kendisine verdiği zırhı giymeyerek, ‘Ben senden yaşlıyım önce ben şehit olarak gitmeliyim, zırhı sen giymelisin.’ diyerek zırhsız cepheye yürümüş, böylece zırh ortada kaldığından ikisi de savaşa zırhsız olarak gitmişlerdi!..

Ancak Zeyd’e çok arzu ettiği şehidlik, Hazreti Ebu Bekir’in (ra) zamanında Yemame’de sahte peygamberlere karşı girşilen savaşta nasip olmuştu. Gösterdiği büyük fedakârlık sonunda zafer kazanılmış, nihayet çok arzu ettiği şehitlik rütbesine de Yemame’de erişmişti.

Üvey kardeşi Zeyd’in ölüm haberini duyunca çok üzülmüş, takdirlerini de şöyle dile getirmişti:

– Rabb’imiz Zeyd’e rahmet eylesin, iki güzel konuda beni geçmiştir. Biri benden önce İslam’a girmiş olması, diğeri de yine çok arzu ettiği şehitlik makamına benden önce kavuşmuş bulunmasıdır.

Üvey kardeşi olmasına rağmen Zeyd’in ölümüne çok üzülen Hz. Ömer (ra), bir gün Medine’de Mütemmim’le karşılaşır. Mütemmim de, aynı şekilde Yemame Savaşı’nda öldürülen kardeşi Malik için söylediği içli şiirlerle gözyaşı dökmektedir.

– Eğer ben de senin gibi güzel şiir söyleyebilseydim kardeşim Zeyd için içli şiirler söyler, kendimi birazcık olsun rahatlatırdım, der. Mütemmim’in buna cevabı çok etkili olur:

– Ey Ömer der, şayet benim kardeşim de senin kardeşin Zeyd gibi Müslümanlar safında müşriklere karşı savaşırken ölseydi ben üzüntülü şiirler söylemez, aksine sevinçli mersiyeler dizerdim. Ne yazık ki benim kardeşim müşriklerle birlikte Müslümanlara karşı savaşırken öldürüldü. Üzüntümün şiddeti, müşriklerin safında iken gitmesindendir. Bu değerlendirmeyi etkilenerek dinleyen Hz. Ömer:

– Ey Mütemmim der, beni şimdiye kadar böylesine gerçekçi sözle kimse teselli etmedi, Zeyd’in üzüntüsünü azaltmış oldun bu hatırlatmanla…

Böylece Zeyd’in acısını azaltmaya çalışan Hazreti Ömer, bir süre sonra kendisi halife seçilir, Medine’de çarşıyı kontrol ederken Zeyd’in savaştaki katiliyle barışta yüz yüze geliverir.

Bu sırada can yakıcı sorusunu sorar:

– Yemame’de Zeyd’i sen mi öldürdün? Zeyd’in katili önce biraz şaşırır gibi olursa da toparlanarak beklenmedik cevaplar verir.

– Ya Ömer, önce beni bir dinle, sonra yapacağını yap, senin adaletine karşı güvenim tamdır, diyerek açıklamasını şöyle yapar:

– O savaşta ben müşrikler arasında imandan mahrum biriydim, Zeyd de müminler arasında imanla şereflenmiş biriydi. Zeyd o sırada beni küfür üzere iken öldürse de şu anda kavuştuğum imandan beni mahrum bıraksaydı, Zeyd ne kazanırdı beni imansız olarak cehenneme göndermekle? Lütfen bunu bir düşünün!.. Ama Rabb’imin takdirine bak ki, Zeyd’in eliyle beni cehenneme göndermedi, yaşatıp bana Müslüman olma şerefi nasip etti. Benim elimle de Zeyd’e şehitlik takdir edip ona da cennetin en yüksek makamını münasip gördü… Sen bu iki İlahi takdirin hangi yanından üzüntü duyuyorsun? Benim Zeyd’in eliyle küfür üzere ölmeyip bana iman nasip etmesinden mi, yoksa Zeyd’in benim elimle şehit olup da cennetteki şehitlik makamına yükselmesinden mi? Bu iki İlahi takdirin hangisinde üzülecek sonuç var?

Bu yaklaşımı dikkatle dinleyen Hazreti Ömer’in bir vasfı da ‘vakkaf’lıktı. Yani doğruyu bulunca anında fren yapıp durmak. Yine öyle oldu. Aynı vasfını burada da gösterdi. Söylenenleri tam değerlendirerek dedi ki:

– Şükrederim Rabb’ime ki, savaşta kardeşime şehitlik takdir etmiş, karşı safta yer almış katiline de iman nasip eyleyip bize din kardeşi yapmış!..

Bundan sonra Müslümanlar Zeyd’in katiline intikam duygusuyla bakılmaması için halk içinde kol kola birlikte yürümüşler, artık savaşın bitip barışın başladığını, toplumun geçmişi unutarak geleceğe barış içinde bakmasını, kan davasına yer olmadığını fiilen ifade etmiş, topluma mesajı böyle vermişler!

Ne dersiniz, bu tarihî kol kola yürüyüşten günümüze de mesajlar çıkar mı?

Ahmed Şahin / Zaman

Erkekler ve Kadınlar Arasındaki Temel Farklar

Kişilik yapılarındaki farklılıklar kadın-erkek arasında oldukça belirgindir. Bu durum doğaldır ve genetik algoritmanın bir gereğidir. “İki cinsinde karşı tarafın kendisinden farklı olması gerektiğini bilmesi, ilişkinin sağlıklı olması için ilk adımdır.” Aksi takdirde bizim hissettiğimizi onun da hissetmesini veya bizim istediğimizi istemesini arzularız. Bu ise ne mümkündür ne de doğru ve gereklidir. Çünkü insanlar tek tip yaratılmamışlardır. Biz sevdiğimiz kişiye nasıl davranıyorsak karşı tarafında bize öyle davranmasını beklemek, olgunlaşmamış bir kişilik belirtisidir.

Bir Danimarka atasözü; “Sağır bir kocayla, kör bir kadın ne mutlu bir çifttir” der. Evlilikte mutluluk ve huzur için, erkeklerin bazı şeyleri duymaması, kadınların da bazı şeyleri görmemesi gereklidir. Bir Üniversitede 420 çift üzerinde yapılan araştırma da tartışma sırasında birbirlerini eleştiren, iğneleyici ifadeler kullanan ve aşağılayan çiftlerin psikolojik yaralarının, ortalama %40 oranında daha geç iyileştiği ortaya konmuştur.

İngiliz Kraliyet Akademisi’nce yapılan bir araştırma da, bunu destekler mahiyettedir. Birbirini rencide edici konuşmalar yapan eşlerin, bağışıklık sistemlerinin zafiyete uğradığı ve bu tip eşlerin daha sık nezle oldukları gözlenmiştir.

Erkekler genellikle “rapor verme”, kadınlar ise “dostluk kurma” şeklinde bir konuşma tercih ediyorlar. Her iki konuşma şeklinde amaçlar çok farklıdır. Kadınlar ilişki kurmak ve geliştirmek istemekteyken, erkekler genellikle olayları ortaya çıkarmak veya problem çözmeye odaklanmaktadır. Bu yüzden kadınların konuşması erkeklere nazaran daha içten ve uzun olur. Çünkü amacı dostluk kurmaktır ve dostluklar çar çabuk kurulmaz.

Aile içinde konuşma kalitemizi yükseltmeden önce, bu stil farklılıklarını bilmeli ve ona göre davranmalıyız. Eşimizle daha uzun süre konuşmak, sözünü kesmeden konuşmasını bitirmesine izin vermek ve yargılamadan, sorduğumuz destekleyici sorularla onun daha fazla konuşmasını sağlamak, konuşma kalitesine ulaşmada çok büyük bir destekçimiz olacaktır. Ayrılan çiftlerin çoğu ayrılık sebeplerinin konuşma kalitesini yakalayamama olduğunu söylüyor.

Eşlerin uyumu özellikle konuşma sürecinde başlar. Konuşma eşler arası iletişimin rot balans ayarıdır. Bir ilişkinin yürüyüp yürümeyeceği konuşma kalitesinden belli olur.

Kadınların erkeklerde en çok yakındıkları konu: Onların kendilerini dinlemedikleri şeklinde dile getirilir. Evlilik öncesinde çiftlerin birbirini dinleme kapasitesi yüz üzerinden bindir. Ama evlendikten sonra, birbirini dinlemez hale gelmeleri için birkaç ay geçmesi yeterli olur. Bunun sebebi, eşlerin birbirine değer vermemesi, birbirini önemsememesi ve birbirinin fikrine güvenmemesidir. Evlilikten sonra büyük bir mücadele başlar. Bu “sen sus ben konuşayım.” Ve her konuşanı susturup lafı ağzına tıkama mücadelesidir.

İş yerinde binlerce dert dinleyip, evin birkaç derdini kulak arkası yapmak pek de adaletli bir davranış değildir. Ama para karşılığı hastalarını dinleyen psikolog arkadaşların birçoğunun, eşlerini dinlemediklerini biliyorum. Bu yüzden eşlerden birinin bir gün muayenehaneye randevulu bir hasta gibi gelip vizite ücretini ödeyerek iki saat eşinin onu dinlemesini istediğinde çok şaşırmamıştım.

Erkekler ya dinlemezler ya da bir süre dinledikten sonra kadının niye rahatsız olduğunu saptayarak, kendinden emin bir şekilde “Bay Tamirci” şapkasını giyerek soruna bir çözüm bulma yoluna giderler. Oysa kadın çözüm değil, yalnızca dinlenilmek ya da empati ister.  Ne yazık ki erkekler yalnızca “hı, hı” deyip, dinlemeyi bilmiyor ya da beceremiyorlar. İnanmazsanız bir sorunu erkek arkadaşınıza anlatın, hemen size güzel bir çözüm bulacaklardır. Erkek eve geliyor, karısı iş yaşantısı ile ilgili bir konuya ilişkin endişelerini dile getiriyor. Erkek hemen bir çözüm yolu öneriyor. Kadın hayal kırıklığına uğruyor; çünkü ana mesaj duyulmadı. Erkek hayal kırıklığına uğruyor, çünkü harika önerisi ciddiye alınmadı. Erkeklerin eşlerini mutlu etmelerinin yolu onları dinleme konusunda ustalaşmalarından geçer. Evet dinleme bir sanattır. Bir kadını dinleme sanatı sorunlarını çözümlemeyi ya da onlara nasihat etmeyi içermez. Kendini bu konuda geliştiren erkek eşini dinlerken ona çözüm getirmez, ona anlayış ve yakınlık gösterir. Eşi kendisine sinirlendiği zaman erkek, kadının onun ne kadar iyi biri olduğunu geçici bir süre unuttuğunu bilmelidir. Kadının bunu hatırlamak için dinlenilmeye ihtiyacı vardır. İşte o zaman kadın erkeğe hak ettiği anlayış ve takdiri gösterecektir.

Erkeklerin kadınlarda en çok yakındıkları konu: Kadınların kendilerini değiştirmeye çalışıyor olmalarıdır. Kadın sevince partnerine yardım etme yönünde bir sorumluluk hisseder. Cinsiyetine özgü içgüdüsel bir davranışla çeşitli öneriler aracılığıyla erkeği “beslediğini” zannederken “kontrol edildiği” duygusuna kapılır. Aynı kelimeyi kullandıklarında bile aynı anlamda kullanmazlar. İfade de kadınlar bazı metaforlar kullanıp genellemeler yaptığında erkekler küsüyor, eleştirildiğini düşünüyor ve kabuklarına çekiliyorlar. Ne var ki kadınlar söylediklerinin yeterince duyulduğunu düşünmediklerinden söylemlerini tekrarlayarak erkeklerin içine çekildikleri kabuğa girmek istiyorlar. Bu da zaman zaman erkeklerin içine girdikleri kabuktan atılmalarına sebep oluyor. Erkekler eleştiri ya da eleştiri gibi algıladıkları sözlere aşırı hassaslar. Çünkü her eleştiri erkekler tarafından “yetersizsin” şeklinde algılanıyor. Yetersizlikse erkeklerin en hassas oldukları konulardan biri. Bir kadın mutsuz olduğu zaman, erkek başarısız olduğunu düşünür ve zamanla eşini tatmin etme isteğini kaybeder.

Bazı kadın ve erkek farklılıkları diğerlerinden daha da belirgin. Erkekler tuvalete çoğu kez yalnız gider. Siz hiç bir erkeğin tuvalete giderken erkek arkadaşına “Ben tuvalete gidiyorum, sen de benimle gelir misin?” dediğini duydunuz mu? Erkekler tuvalete yalnız giderler. Tuvalet ihtiyacını gidermek için. Oysa kadınlar için tuvaletler bir terapi odası ya da sosyalleşme ortamı olabilir. Hatta bazen bir birini tanımayan iki kadın tuvalette yaşam boyu sürecek bir arkadaşlığın zeminini oluşturarak tuvaletten çıkabilirler.

John Gray, erkekleri Marslılar, kadınları Venüslüler olarak tanımlar. “Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten” adlı kitabında her iki cinsiyetin ayrı gezegenlerden geldiklerini ve bu nedenle aynı dili konuşmadıklarını ve birbirlerini anlamakta zorluk çektiklerinden söz eder. Marslılar (Erkekler); güce, rekabete ve başarıya önem verirken, Venüslüler (Kadınlar), sevgiye, iletişime ve ilişkiye önem verirler. Marslılar iletişimi bilgi verme amacına yönelik kullanırken, Venüslüler etkileşim ve empati amacıyla iletişim kurarlar. Erkekler insanlar yerine olayları (iş hayatı, spor, yemek, bilgisayar, araba gibi) konuşurlarken, kadınlar bilgi almak ve ilişki kurabilmek gibi amaçlarla insanlarla konuşmayı tercih ederler. Belki bu yüzden adları dedikoducuya çıkmaktadır. Farkı duygusal gereksinmelerinin olduğunu fark etmeyen kadın ve erkek ilişkiye ancak kendi bildiklerini katabildiklerinden bazen ilişkilerinde tatmin olamazlar. Böylelikle her iki cinsiyet de gereksinim duyduğu destek ve anlayışı eninde sonunda kendi hemcinslerinde bulabilmektedirler.

Kadın; erkek istemeden öneride bulunursa bu, erkekte güçsüzlük ve beceriksizlik duygusu uyandırır. Bir erkekte ne yapacağını bilmediği duygusunu uyandıran bir kadın, erkeği anlamıyor demektir. “Bir kadın erkeğe kendisini iyi ve yeterli hissettirir, “Kontrol bende” duygusunu yaşatırsa o erkeğe çok şey yaptırabilir.

Kadının psikolojik ihtiyacı ise, eşinin onun sorunlarına çözüm bulması değil onu dinlemesidir. Erkeklerin yaptıkları en büyük hata sorunu konuşurken hemen çözmek zorundaymış gibi davranmalarıdır. Oysa kadın için düşüncelerinin paylaşılması ve yakınlaşmak, çözümden daha önemlidir. Kadının duygularını anlamaya çalışan erkeğin, onu anlamasa da dinlemesi yerlidir. Böyle davranmayı başarabilen erkek, karısının kendisini nasıl takdir ettiğini hayretle görecektir.

Üzüntü anında kadının ve erkeğin beyinleri farklı çalışır: Kadın üzüldüğünde sorunlardan bahsederek kendini rahatlatır. Erkek çok konuştuğunu söylediğinde ise kadın ihmal edildiğini düşünür. Erkek ise üzüntü anında sessizleşir, kabuğuna çekilir, konuşmak yerine düşünmeyi tercih eder. Bir çözüm bulduğunda sessizliğini bozar. Kabuğuna çekilme; televizyon seyretme, gazete okuma şeklinde olabilir. Bu arada kadın kendisinin dinlenmediğini sanır.

Erkeğin ve kadının motive olma şekilleri bile farklıdır: Erkeğin psikolojik ihtiyacı, kendisine ihtiyaç duyulmasıdır. Kendisine ihtiyaç duyulduğunu hissettiğinde enerjisi artar, güçlenir ve harekete geçer. Kadın ise sevilip değerli olma duygusu taşıdığında güçlenir. Varlığına ihtiyaç duyulduğunu hissedememek, erkek için ağır ağır ölmek demektir. Sevilmemek de aynı şekilde kadını yıpratır.

Bütün gün okuma yazma analiz etme ve düşünme gibi, ağırlıklı sol beyin etkinliklerini kullanarak çalışmış olan bir erkek evine gelir. Evde ki eşi de bütün gününü çalışmakla geçirmiştir, ama ütü, temizlik, yemek pişirmek gibi sağ beyin etkinlikleriyle uğraşmıştır.

İşinden dönen eşte her iş adamı gibi eve gelince bir koltuğa gömülüp beyninin sol yanını dinlendirmek ister; gününü ev işleriyle geçirmiş olan eşi ise beyninin sağ yarısını dinlendirirken konuşarak görüş alışverişinde bulunarak beyninin sol yanını çalıştırmak ister. İsteklerin uyumsuzluğu çoğu kez bir ağız dalaşına kadar gider. Dışarıda çalışıp eve dönen eş öteki eşi dırdır ederek rahatını kaçırmakla suçlarken evdeki eş de onu anlayışsızlıkla ve konuşulmaz biri olmakla suçlar.

Erkek gün boyu çalıştığı için strese girebilir ama eve geldiğinde eşi mutluysa erkekte kendini tatmin olmuş hisseder. Çalışmalarının, yorgunluğunun sonunda eşi tarafından takdir edildiği için stresi azalır. Çünkü kadının mutluluğu erkeğin stresle dolu gününü temizleyen bir sağanak gibidir.

Oysa gün boyu çalışmış yorulmuş ve strese girmiş bir kadın evine, gayet mutlu olan eşinin yanına döndüğü zaman bu durun onun gününü değerli kılmaz. Kadının çok çalışmasını erkeğin takdir etmesi tabiî ki güzeldir ama bu durum kadının huzursuzluğunu gidermeye yetmez. Çünkü kadınlar erkeklerin onları takdir etmeye başlamadan önce onlar tarafından iletişim kurulmasını ve onlar tarafından desteklenilmelerini isterler.

Erkekler takdir edilmeye can atarlar çünkü bu onların erkek yanlarını destekler. Kadınlar iletişim kurmaya can atarlar çünkü bu onların kadınlık yanlarını destekler. Erkeklerin takdir edilmeye, kadınlarınsa iletişim kurmaya can attıklarını anlamak, kadın erkek arasındaki uyumsuzlukların PIN kodunu çözmede ilk temel kuraldır.

Erkekler kadınların duygularını etkili bir biçimde nasıl destekleyeceklerini pek bilmezler. Bir kadın duygularından söz etmeye başlayınca, erkek kadının sorunlarının çözümünde ondan yardım istediğini sanır ve ona içgüdüsel olarak ya yardım teklifinde bulunur ya da öğüt verir. Aksi durumda erkek bu sorunun çözümüne katkıda bulunmadığı için huzursuz olur. Oysa bu durumda olan kadının, sorunun çözümünden çok o sorunun yol açtığı duygular hakkında konuşmaya ihtiyacı vardır. Aslında bir erkek karşısındaki kadını sadece dinleyerek onun canını sıkan problemi ona unutturabilir ve kendisinin ne harika bir erkek olduğu düşüncesini ona sağlatabilir.

Erkeklerin rahatlama mekanizmaları ile kadınlarınki arasında da fark vardır: Erkekler stres anında eyleme geçerek, kadınlar konuşarak rahatlarlar. Erkeklerin stres anında aşağı-yukarı gezinmesinin (volta atmasının) nedeni budur. Ayrıca erkek ve kadınların stresle başa çıkmalarında ki temel mekanizma şudur; Erkekler sorunları çözerek, kadınlarsa ilişkileri paylaşarak stresle başa çıkmaya çalışırlar.

Konuşma becerileri yönünden tamamen farklıdırlar: Stresli dönemlerde kadın, partnerinin kendisi ile konuşmasını bir ödül gibi algılarken, partneri ile konuşmayı zaman kaybı olarak görebiliyor. Diğer taraftan kadınların konuşurken aynı anda başka işleri rahatlıkla yapabilmeleri yalnızca sağ beyin yarım küresinin gelişmesiyle ilgili değil aynı zamanda konuşmayı kontrol eden özgül merkezlerin varlığıyla da ilgilidir. Konuşma sırasında bu merkezler devreye girerken diğer bölgeler farklı işlevlerini aynı anda yürütebilmektedir. Belki bu nedenle kadınlar konuşmanın yanı sıra başka bir işi de birlikte yapabiliyorlar. Oysa erkeklerin konuşma ile ilgili merkezleri daha küçük hem de kadınlarda ki kadar özgül değildir.

Sevilmeme korkuları bile farklıdır: Erkekler hatalarını kabul etmek istemiyorlar çünkü eşlerinin hatalarına rağmen kendilerini sevebileceklerine inanmıyorlar. Oysa erkekler yanlışlarını kabul ettiğinde, kadınlar onları daha çok sevebiliyor. Bazı erkekler eşlerinin ihtiyaçlarını yeterince karşılayamadıkları için onların kendilerini terk etmelerinden korkuyorlar. “Ne yapsam onu mutlu edemiyorum” şeklinde söylenen sözler bu korkunun ürünü. Ne var ki kadınlar erkekleri çoğu kez vermedikleri şeyler için değil göremedikleri ve gösteremedikleri şeyler için terk ediyorlar.

Sadakatsizliğe tepkileri çok farklıdır: Kadınlar acılarına rağmen ilişkiyi sürdürmeye çalışırken, erkekler sırtlarını dönüp gitme eğiliminde olurlar. Kadınlar sadakatsizlikle karşı karşıya kaldıklarında depresyon yaşarken, erkekler öfke yaşarlar. Sadakatsizlik yapan kadın, Hayatımın en önemli ilişkisini kaybettim” diye düşünürken, sadakatsizliğe uğrayan erkek, “O adamı da senide öldüreceğim” şeklinde tepki verir. “Kadınlar sadakatsizliğe uğradığında kendilerini bir eş olarak yetersiz bulurken, erkekler kendilerini cinsel olarak yetersiz bulurlar.” Başka bir deyişle kadın “Eşimi yeterince mutlu edemedim herhalde” diye düşünürken, erkekler “O adam eşimi cinsel olarak benden daha çok tatmin ediyor olmalı” şeklinde düşünebilmektedir.

Alışveriş bağlamında da farklıdırlar: Kadınlar için alışveriş tıpkı iletişim gibi bazen belirli bir amaca yönelik olmaksızın saatlerce sürebilir. Oysa erkekler için alışverişin hedefi ya da hedefleri vardır. Çünkü erkekler enerjik olabilmek için amaç bulmak zorundadırlar. Bir hedefi olmalı ve bu hedefe belirli bir zaman aralığında ulaşılabilmelidir. “Erkeklerin alışverişleri hedefleri iken, kadınlar alışverişin hedefleri olurlar.” Kadınlarda odaklı bir alışveriş yalnızca acil durumlarda yapılır. Dar zamanlarda bile kadınlar vitrinlere bakarak hafta sonu yapacağı alışverişle ilgili hayaller kurabilir. Ayrıca kadınlar alışverişe birlikte çıkabilirler. Bir yandan alışveriş yaparken bir yandan da çok farklı konularda sohbet edip eğlenebilirler. Dolayısıyla bir şey satın almasalar bile evlerine hoş anılar geçirmiş olarak dönebilirler. Erkek için bu mümkün değildir. Zaman sınırı olmadan alışverişe çıkmak ve eli boş dönmek onu sınıfta bırakır.

Özetle “alışveriş erkek için stres, kadın için stresle mücadele yöntemi gibidir.

Hediye alma ve verme bağlamında bile farklıdırlar: Erkeklere hediye vermek kolaydır. Ne alırsan al memnun olacaklardır. Hangi parfümü kullandığını biliyorsan kadınlara da hediye almak zor değildir. Ancak eğer hediye olarak bir giyim eşyası seçmişsen dikkatli olman gerekir. Yanlış ebat önemli sorunlar oluşturabilir. Hatta ister küçük ister büyük olsun yaşayacağın sorun kaçınılmazdır. Her iki ebatta da “Bana bir şey mi ima etmeye çalışıyorsun” diyebilir.

Sosyal ve aile içi rolleri tamamen farklıdır: Kadınlar halen, besleyen-bakım veren rolündedirler. Erkek ise temelde güç ve başarı kazanmaya yönelik olarak işlev görürken, güç ve başarıyı elde ettikleri ile orantılı algılamaktadırlar. Belki de bu nedenle kadın, “Bana zaman ayırmıyorsun” diye yakındığında erkek, “Bu kadar çalışmak bana zevk mi veriyor zannediyorsun? Daha iyi yaşayabilmenizi sağlamak için, senin ve çocuklarımızın geleceği için çalışıyorum?” diyerek yanıt vermektedir. Oysa kadının istediği daha çok şeyin sahibi olmak değil, yalnızca daha çok zamanı birlikte geçirmektir.

Terapilere uygunluk yönünden de farklıdırlar: Farklılıkların eş terapileri ve aile danışmanlığı yönünden de önemi büyüktür. Erkek, iletişimin nesnel biçimini kullanıp vurguyu, sorun çözme üzerine yaparken; kadın, iletişimin öznel biçimini kullanıp vurguyu, duygular aracılığı ile sağlanan empati üzerine yapar. Bu nedenle psikoterapötik yaklaşımlar kadınların iletişim biçimleri ile daha uyumlu olmaktadır. Belki de bu nedenle erkekler danışma almaya gitmemeyi tercih ederler. Erkek sorun çözme üzerine vurgu yaptığından sorunu en iyi kendisinin çözeceğini düşünmektedir. Sorunun nasıl çözüleceğini bildiğine göre gittiği terapist ona nasıl yardım edecektir? “Bildiğinden emin olan birine yeni bir şey öğretmek güç olacaktır.

Aslında tüm bu sayılan sebeplerin iletişime veya iletişim eksikliğine dayandığını görüyoruz. Örnek mi?

Eve geldiğinizde burnunuza yanık yemek kokusu geldiğinde ne yapıyorsunuz? İlk tepkiniz bir soruyla olmalı. Ama her sorunuz bir tepki olmak zorunda değil. Bir olayla karşılaştığınızda, iletişimin ilk adımını güzel bir soru sorarak atabilirsiniz. Ama iletişim, sorduğunuz soru, tepki sorusu değilse başlar.

“Yine yaktın yemeği değil mi?”

“Kim bilir hangi diziye daldın?”

“Sen benim bu parayı hangi zorluklarla kazandığımı biliyor musun?”

Aslında bu olaydan dolayı eşinizde üzgündür. Tabi evinizde sizi batırmak için özel bir görevle sizinle evlenmiş bir casus yoksa. Hiç kimse bin bir özenle yaptığı yemeği sonunda yakmaz. Bir kere size kıysa kendi emeğine kıymaz.

Bunu deneyin bir seferliğine.

Bir Pazar günü alışveriş listesi yapın, Pazar’a gidin, yemek malzemesi alın. Bin bir zahmetle eve getirin, yıkayın, kesin, doğrayın. Tencereye sırayla koyun, pişirin. Ama tam yemek pişerken, ocaktan almayın. Yemeğin dibinin tutmasını bekleyin. Nasıl bir duygu?

O kadar zahmetle yaptığı, özene bezene hazırladığı bir yemeği, üstelik üstüne onca laf ve azar işitecekse, kim yakar? Yanmıştır kazayla, unutmuştur, fark etmemiştir.

Ama bilin ki, eşinizin üzüntüsü sizinkinin en az iki katıdır. Çünkü sizden iki kat daha fazla emeği, zahmeti, zamanı vardır o yemeğin içinde.

İşte bu yaklaşım tarzımız ve yanlış iletişim teknikleri kullanmamız bazen bir ailenin parçalanmasına kadar gidebilmektedir. Onun içindir ki erkek ve kadının önce kendi özelliklerini sonra eşinin özelliklerini bilmesi mutlu bir evliliği sürdürebilmeleri için şarttır. En azından öğrenmek için çaba sarf etmek zorundadır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Ahiret İnancının Çocuk ve Gençlerin Hayatındaki Yeri ve Önemi

Ahirete, yani öldükten sonra dirilmeye inanmanın, çocuğun hayatında olumlu tesirleri vardır. Risale-i Nurlar’da çocuklarda ahiret imanının, hem ahiretin saadetine, hem dünya saadetine dair temin ettiği faydalar ve neticelerinden bahsedilmiştir. Şimdi konumuzla alakalı olarak dünya saadetine ait kısmından bahsedelim.

Nev’i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret îmanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler. Yoksa elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünki, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zaîf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir te’sir yapar ki; hayatı ve aklı o bîçareye âlet-i azab ve işkence edeceği zamanda, âhiret îmanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde bir sevinç ve genişlik hissederek der: ‘Bu kardeşim veya arkadaşım öldü. Cennet’in bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyf eder, gezer. Ve vâlidem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti; yine beni Cennet’te kucağını alıp, sevecek. Ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim.’ diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir” .

Yukarıda ifade edildiği gibi insan, birçok hissiyat ve duygularla donatılmış bir varlıktır. Çevresinde olan her hadise ona tesir eder. Bu, çocuklarda daha da ileridir. Çünkü onların ruhları daha dayanıksız, kalpleri daha zayıf, duyguları daha naziktir. Hemen hergün eksik olmayan ölümleri gördükçe ister istemez düşünecek, ruhu ve hayatı azap içinde kalacaktır. Unutmak için kendisini çeşitli oyunlar ve eğlencelerle avutmaya çalışacak, fakat endişelerden de bir türlü kurtulamayacaktır. Ne zaman ki, ahirete iman dersini alır. Ölümün yokluk ve ebedi ayrılık olmadığını bilir. Cennetin varlığından ve orada ölen sevdikleri ile buluşup ebedi beraber kalacaklarından haberdar olursa, sevinecek ve rahatlık hissedecektir. İmanın verdiği bu ümitle hayatı ve aklı azaptan kurtulacaktır. Hayatından zevk ve lezzet alarak yaşayacaktır. Üstelik ölümü ortadan kaldırıp, kabri kapatmak ve ayrılıkları durdurmak mümkün olmadığına göre, Allah’a ve ahirete imanın dışında hakiki bir teselli kaynağı da yoktur.

Öyle ise, çocuklara yapılacak iyiliklerden birisi, onların bu konudaki inanma ihtiyaçlarını gidermektir. Bu da ancak onlara kuvvetli iman dersleri vermekle mümkündür. Çünkü araştırmalar göstermiştir ki, çocuklar iki yaşından itibaren inanmaya çok muhtaçtırlar. Bundan dolayı, dinle ilgili öğretilenlerin ve duyduklarının ve gördüklerini çabuk etkisinde kalır ve onlara itiraz etmeden inanırlar. Bu çocuğun “Kolay İnanırlılık” özelliğine sahip olduğunu gösterir. Böylece o inandıklarıyla kendi kişisel dünyasını kurmaya ve onu geliştirmeye çalışır. Onun için bu dönemde yetişkinler çocuğa imanla ilgili doğru bilgi vermeğe özen göstermelidirler. Çünkü inancın onun hayatında hem önemli bir değeri vardır, hem de inanç onu etkilemektedir.

Dr. İdris Görmez / NurNet.Org

Erkek Üzgün Olduğu Zaman

Erkekler genelde üzgün olduklarında içlerine kapanırlar ve yalnız kalarak olay hakkında düşünmek isterler. Kadınlar ise üzgün olduklarında konuşarak duygularını açığa vururlar. Oysa erkekler ancak bir sorunu çözebileceklerine inanırlarsa, konuşmayı tercih ederler. Günümüz karı-koca tartışmalarına getirilen öneriler arasında, üzüntülü ve kızgın olarak yatağa girmemeleri konusunda tavsiyeler verilir. Bu kural gece tartışma öncesinde uygulanabilirse etkilidir. Ancak tartışma olmuş ve eşler birbirlerine kırılmışlarsa durum o zaman farklı bir hal alır. Kadının bu durumda erkeğin yatağa öfkeli girmemesi için konuşmayı sürdürmesi yanlış olacaktır. Bir erkek öfkeliyken, bence eşi ona anlayış göstermeli ve yatıp uyumasına izin vermeli veya bunu bizzat kendisi önermelidir. Erkeğin canını sıkan konu hakkında konuşmadan önce biraz sakinleşmesi her iki taraf için de iyi olacaktır.

Ancak bir kadının canı sıkıldığın zaman erkek sabır göstererek onu dinleyebiliyorsa, erkeğin konuşmayı desteklemesi, sorular sorması ve kadını rahatlatması uygun olacaktır. Öfkeli bir haldeyken yatağa girmemek, erkeklerin kadınları anlamaları için ortaya atılmış bir çözüm yoludur. Oysa kadının bu uygulamayı eşi için yapmasına gerek yoktur, çünkü kocası canı sıkıldığı zaman genellikle tek başına duygularıyla başa çıkmaya çalışacaktır ve genellikle de erkekler bunda kısmi de olsa başarılı olurlar.

Bir erkek üzüntülüyse ve konuşmak isterse, kadın onu konuşarak sakinleştirebileceğini düşünür. Oysa bu ancak kadının erkeğin her sözünü onaylaması ile gerçekleşebilir. Unutmamak gerekir ki, erkekler üzüntülü olup da konuşmak istediklerinde haklı çıkmak isterler.

Kadınların çoğu erkeğin duygularını paylaşmasını ertelemek istemezler, çünkü eğer erkek dinleyebilecekse, söyleyecekleri sözlerin ertelenmesi işlerine gelmez. Bir kadın başka bir kadının konuşmasını ertelemeye kalkışırsa, kabalık etmiş olur. Bir erkek kadını dinleyebilecekken onun konuşmasını ertelerse, bu da kabalık olur. Ama kadın erkek kızgınken onunla aynı düşünceleri paylaşmayacaksa veya en azından onu takdir etmeyecekse, erkeğe karşı kabalık sayılsa bile kadının konuşmayı ertelemesi yerinde olacaktır.

Kadının ertelemeyi nasıl yönlendireceği önemlidir. Suçlayıcı bir tavır takınmamalıdır. Aksi takdirde bu davranışı “kaş yapayım derken göz çıkarmaya” benzer. Çünkü erkek bu duruma daha çok kızar. Kadının yapması gereken şey, kısaca onun duygularını onaylayıp tartışmayı ertelemektir. Daha sonra da hiçbir şey söylemeden, sanki yaptığı şey çok normalmiş ve her şey yolundaymış gibi oradan uzaklaşmaktır. Bu erkeğin sakinleşmesini sağlayacak yeni bir ilişki becerisidir.

Kadınlar onların aksine, erkeklerin sakinleşmesi için zamana ihtiyaçları olduğunu ve olayları düşünmeleri gerektiğini bilmelidirler. Bir erkek üzüntülü ve öfkeliyken ona sorular sormak öfkesini daha da arttırır.

Erkekle konuşmanın en uygun zamanı, bir sorun hakkında düşünmeye fırsat bulduktan ve olumsuz duygularını dışa vurduktan sonradır. Eğer erkek bir süre tek başına kaldıktan sonra hala öfkeli ve sinirliyse, kadınlar tartışmak için baskı yapmamalıdır. Ertesi gün erkeğe konuşmak istediği bir konu olup olmadığını sorabilirler. Eğer erkek, “Bir şey yok,” derse ve sevecen bir tavır takınmamışsa, erkeğin kabul edildiğini hissetmesi için yaptıklarının takdir edildiğini anlaması için daha fazla zamana ihtiyacı var demektir.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Toplumda meydana gelen gerilimleri düşürme mesajları

Bugünkü toplumda maruz kalınan mağduriyetlerle oluşan gerilimlerin benzerleri saadet asrında da yaşanmış, mağduriyetleri önleyerek gerilimleri düşürme örnekleri de verilmiştir. Günümüze de mesaj veren bu örneklerden birini bugünlerde bir daha hatırlamakta fayda olacağı düşüncesiyle arz ediyorum.

Medineli Abdullah ile Muhayyıs çalışmak için gittikleri Hayber’de iş bulmuşlardı. Abdullah Hayber’in Şık mahallesindeki bir evde kalıyor, Muhayyıs ise biraz uzaktaki mahalledeki işinde çalışıyordu. Muhayyıs, bir ara arkadaşını ziyarete gittiğinde onu yerinde bulamayınca aramaya başladı. Soruşturmayı derinleştirdiği sırada bir çocuk “Mahallemizdeki kuyuda bir ceset var, belki sen onu arıyorsun” dedi.

Muhayyıs heyecanla gelip kuyuya baktığında Abdullah’ın başı üzerine düşerek, yahut da düşürülerek boynu kırılmış halde cesedini gördü. Fevkalade üzüldü bu olaya. Çevresindeki Yahudilere,

– Abdullah’ı siz öldürdünüz, diyetini ödemelisiniz, kanı yerde kalmamalı kardeşimin, dedi.

Yahudiler hep birlikte, “Biz ne öldürdük ne de öldüreni gördük, bize suç yükleme boşuna.” diye karşılık verdiler. Muhayyıs cenazeyi usulüne uygun şekilde çıkarıp defnettikten sonra doğruca Medine’nin yolunu tutup Efendimiz’e olayı aynen anlattı.

Efendimiz Hayberlilerin Abdullah’ın yoksul ailesine diyetini ödemelerini istedi. Çevre halkı, “Biz öldürmedik de öldüreni görmedik de…” diye karşılık vermekte ısrar ettiler.

Bu durumda iddia sahibi Müslümanlara, Abdullah’ı Yahudilerin öldürdüklerini ispat etmek düşüyordu. Ya olayı gören şahitlerle ispat edecekler ya da Yahudilerin öldürmüş olacağına kendileri yemin edeceklerdi. Müslümanlar olayı gören şahit bulamadıkları gibi yemin yapmaya da cesaret edemediler. Çünkü olayı gözüyle gören biri çıkmamıştı ortaya. Ancak Abdullah’ın onların mahallesindeki kuyularında tepesi üzerine atılmış halde ölüsü bulunduğu da bir gerçekti.

Sonuç böyle ortada kalınca Müslümanlar ile Hayber Yahudileri arasında ciddi bir gerginlik başladı. Medine halkı Hayberlilere Abdullah’ın katilleri olarak bakıyor, diyetini ödemeleri gerektiğini, böylece Abdullah’ın geride kimsesiz kalan yoksul ailesinin de bir ölçüde yarasının sarılmış olacağını söylüyorlardı. Hayber halkı ise kendilerini suçlu bulmuyor, diyet ödemeye razı olmuyorlardı.

Ölüm olayının ortada kalışı, iki toplum arasında ciddi bir gerginliğin başlamasına sebep oldu.

Peygamberimiz (sas) bir yönetici olarak toplumun bir kesiminin ötekine karşı gergin şekilde bakmasını uygun bulmuyor, bu mağduriyetin giderilip gerilimin düşürülmesi gerektiğini düşünüyordu. Nitekim kararını şöyle verdi:

– Abdullah’ın diyetini ben ödüyorum. Hazinenin kırda otlayan develerinden yüz deve getirin, mağdurun ailesine diyet olarak ödeyin. Kanı yerde kaldı denerek toplumun düşmanlık duyguları içinde cepheleşmesini önleyin! Maruz kalınan mağduriyeti gidermeli, gerilimi de düşürmeliyiz toplumun birlik beraberliği için..

Nihayet hazine develerinden seçilip getirilen yüz deve, mağdurun ailesine teslim edilmiş, onlar da böylece diyetlerinin ödendiğini düşünerek olayın etkisinden bir ölçüde kurtulmuş, toplumdaki mağdur aile gerginliği de böylece sona ermiş…

İlahiyatçı yazar Mehmet Dikmen’in “Peygamberimizin İnsan Kazanma Metodu” kitabında bu olay yorumlanırken şöyle deniyor:

-Peygamberimiz, ölenin ortada kalan diyetini bir yönetici olarak hazineden kendisi ödeyerek toplumda ortaya çıkan gerginliği giderme örneği vermiş, barış ve huzuru sağlamak için ilk adımı da yine kendisi atmış, ümmetine de mesajını böyle vermiştir. Yeter ki ümmeti de bu mesajı alabilsin, toplumda oluşan faili meçhul mağduriyetleri ödeyip gerginliği gidermede ihmale düşmesin..

Yarın: Hz. Ömer’den kardeş katiliyle barışma örneği..

Ahmed Şahin / Zaman