Kategori arşivi: Aile Sağlık

Toplumsal Salgın: Mutsuzluk

Mutsuzlukta dibe vurmak üzere olduğumuzu tahmin ediyorduk ama son yapılan ülkelere göre mutluluk haritası araştırması bunu bir kez daha teyit etti. “Gallup Araştırma Şirketi” binlerce insanla görüşmüş ve ülkelerin ‘Mutluluk Haritası’nı çıkarmış. 155 ülkede gerçekleştirilen bu çalışmaya göre ülkemiz 103. sırada yer alıyor. Anlayacağınız toplumsal bir buhranın eşiğindeyiz.

Mutsuzuz çünkü bizdeki iletişim adeta illet-işim’e dönüşmüş durumda. Genelde toplumsal iletişimden ama özelde de aile içi iletişimden bahsettiğimi bilmem hatırlatmama gerek var mı?

Küresel ısınmanın, çevresel kirlenmemin hemen her boyutunun konuşulup-tartışıldığı ve çözüm üretmek için büyük meblağların ve zamanın harcandığı günümüzde, çevresel kirlenmeden daha vahim bir kirlenme olan duygu ve düşünce kirlenmesinin önüne geçmek için fazla bir gayretimiz yok.

İnsanla yaşadığı çevre/evren arasında garip bir ilişki var. Bundan dolayı kimi âlimler insan’a “mikro evren” kâinata da “makro insan” demişler. “Makro insan” olan kâinatın bilinmeyen yıldızları, galaksileri, kara delikleri var. “Mikro evren” olan insanda ise içinde keşfedilmeyi bekleyen dünyalar var.

Çağımız insanı kozmoloji adına evrenin en ücra köşelerini keşfe çıkarken, içindeki evrenden habersiz yaşamakta. Nice galaksiler, yıldızlar, Habal teleskopları bu uğurda keşfedilirken insanın kendi iç âlemindeki latifeleri hala keşfedilmeyi bekliyor.

Bunun sebebini siz olsanız ne ile izah edersiniz?

İnsanın içindeki dünyaları keşfe çıkması uzaydaki dünyaları keşfe çıkmasından çok daha zor olması bu meseleyi izah etmek için yeterli bir neden olabilir mi?

İnsanın kendini tanıma sürecinde sıkıntılarla karşılaşması haliyle karşısındaki insanları tanıma sürecine de yansıyor. İşte tam burada durup düşünmek lazım, neden bir hayatı birlikte paylaşmaya talip olan insanlar, yaşadıkları bu hayatı tahrif ediyorlar? Ve birbirlerine bu hayatı zindan ediyorlar?

Aile kurumu paylaşarak üreten bir ocak, bir yuva olması gerekirken, neden tüketerek insan öğüten bir yapı haline dönüşüyor?

Tüm bu soruların cevabını insanın kendini ve karşısındakini tanıma süreci içerisinde aramak gerekir.

Yapılan tüm çalışmalar insanın kendini tanıma sürecinde insan-evren ilişkisinin, insan-insan ilişkisinden daha iyi olduğunu göstermektedir. İnsanın, bir diğer insanı tanıma yöntemi kurduğu iletişimin kalitesi ile belirlenebilir.

Eşler arasında yaşanan ve boşanmayla neticelenen hemen tüm evliliklerin temelinde de işte bu iletişimsizlik yatmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜYİK), verilerine göre Türkiye’de son 15 yılda boşanma oranı %245 artış göstermiştir. Ayrıca evlenme oranları da neredeyse bu oranda azalmıştır. Tüm boşanma sebepleri içinde geçimsizliğin (iletişimsizliğin) oranı %95’ten fazladır. İletişimsizlik hem aşkı, hem evliliği, hem de bütün ilişkileri bitirmektedir.

Eşler arası problemlerin meydana gelmesinde en önemli faktörlerden birisi, eşlerin birbirlerini yanlış tanıması ve yanlış anlamasıdır. Sorunların büyütüldüğü ve kronik hale geldiği ailelerde temel yanlış; eşlerin her biri problemin karşıda olduğuna inanmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda olan eşler, her zaman en doğruyu kendisinin yaptığını, gereken fedakârlığı gösterdiğini, ancak hep haksızlığa uğradığını düşünmektedir. Hâl böyle olunca da sorunların çözülmesi zorlaşmakta ve iş boşanmaya kadar girmektedir.

Aslında bu durumun zannedildiğinin aksine böyle olmadığını Nasreddin Hoca’nın bir fıkrasıyla izah etmeye çalışalım. Bir gün aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişi Hoca’nın yanına gelir. Birinci adam, olayı kendi açısından güzelce anlatır.

Bunu dinleyen Hoca:

“Haklısın” der.

Sözü alan diğer adam da, kendine göre nasıl haklı olduğunu bir güzel açıklar. Hoca aynı şekilde:

“Haklısın” der.

“Olaya şahit olan Hoca’nın hanımı dayanamaz ve itiraz eder:

“Hocam nasıl olur, ikisine de haklısın” dedin.

Hoca biraz sıkılır ve eşini tasdik etmekten başka çare bulamaz:

“Hanım sen de haklısın.”

Aslında eşler arasındaki olaylar, tıpkı bu fıkrayı andırır. Neredeyse tüm ikili ilişkilerde “yüzde yüz haklı” olan taraf yoktur. Herkes aralarında geçen olayları kendi açısından değerlendirir ve bir bakıma herkes haklıdır.

“Olur, mu canım öyle şey?” dediğinizi duyar gibiyim.

Evet, sizde haklısınız!

İşte insan ilişkileri aynen böyledir. Olaya hangi açıdan baktığınız, olayı çözmeye mi yoksa bitirmeye mi, niyetli olduğunuzu gösterir.

Bugün hala elimizde mutlu evliliği belirleyen kesin ölçütler yok. Bilim bize, “şunlar şunlar olursa evliliğin mutlu olur” şeklinde kesinlik içeren bir açıklama getiremiyor. Daha da önemlisi, “insanları mutlu etmenin yolu bilimden geçmiyor. Bilimi bilmek ise bilge olmayı sağlamıyor.” Bununla birlikte bilimden istifade edebiliriz. İletişim konusunda kendimizi geliştirebiliriz. Fırtınalı bir havada dalgaları kontrol edemeyiz ama o dalgaların üzerinde sörf yapmayı öğrenebiliriz. Önceliğimizi karşımızdaki insanları (özellikle eşimizi) değiştirmeye değil kendi iletişimimizi geliştirmeye verebiliriz. Bu sayede oluşabilecek badirelerden geçmek daha kolay olacaktır. Çünkü her evde zaman zaman biz hekimlerin tabiri ile nabız yükselir, tansiyon düşer. Yani şok belirtileri görülür. Müdahaleniz doğru olmazsa ilişkiniz ölümcül bir safhaya kadar ilerleyebilir veya kronikleşebilir. Çözülmemiş çatışmalar kronik hastalık gibidir. Tedavi edilmeyen hastalık çoğu kez kötüye gider, belirtilerini görmezseniz evliliğinizi bitirebilir. Burada yapılması en uygun müdahale problemlerin sebepleri üzerine yoğunlaşmak yerine, problemlerin çözümleri üzerine yoğunlaşmak olmalıdır. Zaman zaman zorlandığınız yerde evliliğin en önemli yakıtını kullanmaktan çekinmeyin. Evet, evliliğin en önemli yakıtı günümüzde hala, “anlayış”tır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Çocukları oruç tutmaya nasıl alıştırabiliriz?

Çocuklarının Ramazan ayında oruç tutmasını isteyen anne-babalar öncelikle Ramazan’ın gelişini sevinçle karşılamalı ve bunu çocuklar tüm davranışlarımızda görmelidir.

Bu kutlu ayı sevinçle karşıladığımızı hoşnutluğumuzu, sevincimizi yansıtmalıyız. Çocuklar ailelerinde ve çevrelerindeki oruç tutanlara heveslenebilirler, anne-baba çocukların heveslerini kırmadan ama sağlıklarını bozmadan orucu anlatabilir ve gerekirse oruç tutmalarına izin verebilirler. Bu zevkten, bu mutluluktan çocukları mahrum etmemek lazımdır. Tutulan oruçlardan, kılınan namazlardan dolayı çocuklar tebrik edilebilir, ödüllendirilebilir. Burada amaç, çocuklara farz olmadığı hâlde oruç tutturmak değil, oruç ibadetini kavratabilmek, sevdirmek ve alıştırmaktır. Ramazan’ın rahmet ve huzur iklimini, çocuklar acı bir ilaç gibi değil, bir zevk olarak algılamalıdır.

Çocuklarımıza Ramazan ayında pek çok yönden diğer zamanlardan daha iyimser ve şefkatli bir ortam sunmak için çabalamalıyız. Bu güzel rahmet ayında çocuklarımıza karşı asla sinirli, telaşlı, hoşgörüsüz davranmamalıyız. Aksi durumda ibadetlerin insan üzerinde uyandırdığı yüce, güzel duygu ve düşünceleri onlara kabul ettirmekte hiç şansımız kalmayabilir.

Okulöncesi çocuklar oruç tutmak isterlerse nasıl davranalım?

Okulöncesi yaşlardaki çocuklara oruç tutturmak uygun değildir. Ancak çocuklar, sahura kaldırılabilir, 2-3 saatlik veya yarım günlük denemeler yaptırılarak tam gün tutmuş gibi sevindirilebilir. 7-10 yaşlarındaki çocukların sağlık durumları müsaitse hiç olmazsa birkaç gün oruç tutturulabilir. Örneğin, çocuğun tuttuğu yarım günlük orucu, küçük hediyeler karşılığında “satın alabiliriz”.

10-13 yaşlarda ise oruç ibadeti daha ciddiye alınmalıdır. Çünkü bu yaşlar ergenliğin başlangıcıdır ve artık ibadet sorumluluğu da başlamaktadır. Çocuklar ‘Niçin oruç tutmalıyım?‘ diye sorduğunda ‘Allah böyle emrettiği için‘ şeklinde bir cevap vermek yerine, onlara oruç ibadeti hakkında detaylı bilgi vermek gerekir. Orucun kazandırdığı irade, sabır, kendine hakim olma, öz denetim, paylaşma, sahip olunanların değerini anlama, şükretme gibi önemli özellikleri açıklanmalıdır. Elbette bunu sadece lafla değil, önce kendimiz yaşayarak anlatmalıyız.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı, çocuklarımıza ibadet alışkanlıkları ve ahlaki değerleri kazandırma noktasında anne-babalar için güzel bir fırsat olabilir. Çocuklar, görerek ve taklit ederek öğrenir. Ramazan ayı içerisinde yaptıklarımız ve yapmadıklarımız, çocuklarımızın kişiliği üzerinde oldukça etkilidir. Bu nedenle güzellikleri sadece anlatmayıp bizzat yaşatmalıyız.

Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın / Zaman Gazetesi

Helal Gazoz Nasıl Yapılır ?

Bazılarına, “Şunu yapma” demek yerine, ‘yapmaktan vazgeçmek istemediği’ ne iyi bir mecra vermek daha tesirli olabilir. Gazoz içmek alışkanlığı olan ve bu alışkanlıklarına bilhassa sıcak geçen Ramazan’larda daha fazla meyledenler için, küreselleşmiş ve iletişim teknolojileri çok gelişmiş dünyamızda bir asırdan fazla zamandır bu mevzudaki reklamlarla yapılan beyin yıkamalarının tesiri birden bertaraf edilemiyor ve bu meyillerinin önü kesilemiyorsa, ona zararsız bir mecra vermek yoluna gidilebilir.

Şöyle ki: Aslında herkes kendi gazozunu kolaylıkla yapabilir veya çocuklarına veya torunlarına yaptırabilir..

İki su bardağının her birisine yarıya kadar su konur. Birine bir çay kaşığı (silme) karbonat, 2 çay kaşığı şeker konur; diğerine de biraz limon sıkılıp birkaç damla gülsuyu damlatılır. İki bardaktan biri diğerine ilave edilirse, mahiyeti bakımından helalliğinde şüphe olmayan, köpüklü bir gazoz olur. Bunda da, şişe ve kutu gazozdaki gibi, köpüren karbondioksittir; bunun suda erimiş hali hazmı kolaylaştırır. Soğuk su kullanılmışsa, soğuk gazoz olur. Hem de bunu çocuklara yaptırmanın eğitici ve eğlendirici ayrıca başka faydaları da olabilir. İsterseniz hemen bu akşam iftarda bunu yapmayı deneyin.

(Sade maden suyunu limon sıkarak içmek de gazoz ihtiyacını (!) pekala giderebilir. Hem de terleyerek kaybettiğimiz mineralleri almamızı sağlar.)

Not: Aşağıdaki 9. Yorum, Kimya Profesörü yazarımız Mustafa Nutku’ ya aittir.

www.NurNet.Org

Meşrubatta Alkol Tehlikesi !

Müslümanların, helal, haram ve şüpheli şeylere karşı hassasiyetinin bilhassa Ramazan’da daha da fazla olması icab ederken maalesef, bu mevzuda bazılarının kafa karıştırıcı “fetva”larına sarılıp bilmeden aldanan veya bilse de nefsine hoş geleni tercih ederek hassasiyet körelmesi yaşayan tüm dünyadaki ve ülkemizdeki Müslümanların sayısı hiç de az değildir.

Numan İbnu Beşir diyor ki: Rasulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle söylediğini işittim.

“Helal bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında bir çok kimse tarafından bilinmeyen helala benzeyen veya harama benzeyen şeyler vardır. Şüpheli şeylerden kaçınanlar dinini ve ırzını korumuş olurlar. Şüpheli işleri işleyenlerin misali şuna benzer. Bir korunun etrafında koyun sürüsünü otlatanların koyunları her zaman o korunun içine girip ondan otlayabilirler. Her hükümdarın bir korusu vardır. Allahın yer yüzündeki korusu da haram kıldığı şeylerdir. Şunu bilin ki insan vücudunda bir (bir çiğnem) et  parçası bulunmaktadır. O salah bulursa bütün vücut salah bulur. O fesada giderse bütün vücut fasit olur. O da kalptir.” (Sahihi Buhari ve Sahihi Müslim).
Bu hadis, birçok Müslüman tarafından bilindiği halde, manâsına uygun hareket edilmediği görülür. Halbuki, Hadis Profesörü Yaşar Kandemir’ e göre, bu hadis İslâm’ ın özünü tam manâsıyla aksettiren beş hadisin başında gelir.
Bilhassa Suudî Arabistan’ da gazozların çok içilmesi, ülkemizde Adıyaman, Urfa ve Diyarbakır illerimizin ve o illerden başka şehirlerimize göç etmiş vatandaşlarımızın taziyelerine bile, kolilerle gazoz götürülmesinin âdet haline getirilip moda olması, Ramazan’da gazoz satışlarının daha da çok artması ibret vericidir !
Bu sebeble, gazozların imalinde tat ve koku verici esansları suda çözünür hale getirmek için dışarıdan kasdî olarak sekir verici ve damlası bile haram olan etil alkolün ilave edildiğinden bahseden, sekiz yıl önce Yeni Şafak gazetesi Düşünce Günlüğü sayfasında yayınlanan “Gazozlar” ile ilgili “Cola Rekabeti” başlıklı yazımı tekrar yayınlıyorum:

‘Cola’ rekabeti 

İnsanların büyük çoğunluğu ‘Hedonism’in kölesidir. Kendilerine lezzet veren şeye yönelirler ama ötesini düşünmek istemezler. Aksine, lezzet peşindeki bu hallerini savunmaya, kendilerini bu mevzuda haklı görmeye ve göstermeye çalışırlar.
İsmindeki iki kelimeden biri ‘Cola’ olan gazozlar var. Ülkemizdeki gazozlar ‘Gazlı alkolsüz içecek’ (gazoz) adlı, Türk Standartları Enstitüsü’nün Ekim 1992’de yürürlüğe giren TS4080 No.’lu standardına göre üretilir. Bu standart 20 sayfa olup isteyen her vatandaş, bedeli mukabilinde Türk Standartları Enstitüsü Merkezi’nden veya bürolarından temin edebilir. Bu standardın 2. sayfasında ‘Gazoz Sınıfları ve Spesifik Maddeleri’, 3. sayfasında da ‘Gazozun Genel Özellikleri’ tablo halinde verilmiştir. İkinci tablo ‘Kimyasal Özellikler’in 3. satırında, gazoz cinslerinin litrede 5 gr. kadar etil alkol (bütün alkollü içeceklerde sarhoşluk verici) bulunabileceğinin belirtilmesi dikkati çekiyor. Daha açık ve anlaşılır olarak söylemek icap ederse, binde 5 gr. etil alkol ihtiva edebilen herhangi bir gazoz çeşidinin (sade, meyveli, kola, tonik, aromalı) 330 ml’lik bir kutusunda 10 ml. şaraptaki kadar etil alkol vardır (şarapta %15 etil alkol bulunduğu göz önüne alınırsa). Bu durumda, kendisine küçük bir kadehte sunulan 10 ml. şarabı, ihtiva ettiği 1.5 gr. etil alkol sebebiyle içmeyi reddeden birinin aynı miktar etil alkolü 330 ml’sinde ihtiva eden kutu gazozları hiç tereddütsüz içmeleri tezat olmuyor mu?
İnsanların büyük çoğunluğu ‘Hedonism’in kölesidir. Kendilerine lezzet veren şeye yönelirler ama o lezzetin ötesini düşünmek istemezler. Aksine, lezzet peşindeki bu hallerini savunmaya, kendilerini bu mevzuda haklı görmeğe ve göstermeye çalışırlar.
Bu vesile ile, akla gelebilecek birkaç soru üzerinde durmak istiyorum:
1 – Gazozlarda binde 5g. etil alkol bulunabiliyorsa, bunların standardına niçin ‘Gazlı Alkolsüz İçeçek (Gazoz)’ standardı ismi verilmiştir? Bu standardın ismindeki alkolsüz kelimesi ile içinde bulunabilen binde 5g. alkol birbirini nakzetmiyor mu? Belki bir oturuşta içilebilecek miktarda olmayan etil alkolü, standardı hazırlayanlar ‘kabil-i ihmal’ gördükleri için, bu standardın isminde ‘alkolsüz’ kelimesini kullanmış olabilirler. Fakat bu standardı hazırlayanların nazarında ‘kabil-i ihmal’ görülen bu etil alkol nispetinin, ‘başka standart’lara göre de ‘kabil-i’ ihmal olmayacağını gözden uzak tutmak icap eder. Diğer bir sebep de ‘alkol’ kelimesini itici bulan bir halka bu meşrubatı benimsetmek için ticari bir taktik olarak ‘alkolsüz’ kelimesinin bilhassa standart ismine dahil edilmesi olabilir.
2 – Gazozlarda az da olsa, niçin etil alkol bulunur? “Sade gazozlar” da dahil, bütün gazozlarda tat veya koku verici esanslar kullanılır. Bu esanslar, yağ cinsinden maddeler olup suda çözünmezler. Bunları suda çözünür hale getirmek için hem su ile hem de yağlarla tam karışabilen (çözünebilen) ara çözücülere ihtiyaç olur. Bu hususta en bol, en ucuz ve en yaygın olarak kullanılan ara çözücü de etil alkoldür. Etil alkol bunun için gazozların terkibine girer. Kimya bilimi açısından bunun biraz daha açıklaması şöyledir: Kimyada, ‘benzer olanlar, birbiri içinde çözünür’ kaidesi vardır. En mühim ve en çok kullanılan çözücü de su olduğundan suyun dışındaki bütün çözücülerde hidrofil (suyu seven, su ile tam karışan) ve hidrofob (suyu sevmeyen su ile tam olarak karışmayan) olarak ikiye ayrılır. Moleküllerinde hidrofil bulunduran maddeler su ile hidrofil assosiasyon yaparak berrak bir çözelti verebilir. Yağ cinsi maddeler, bu sebeple benzin, eter, toluen gibi çözücülerde çözünür. Etil alkol ise molekülünde hem hidrofil hem de hidrofob grub bulundurduğundan hidrofil grubu ile hidrofil assosiasyon, hidrofob grubu ile de hidrofob assosiasyon yaparak ara çözücü vazifesi görür.
Karmaşık gibi görünen bu mevzuu, aslında herkes çok basit bir deneme yaparak kolayca anlayabilir. Bir iki damla yağ cinsi madde (zeytinyağı, çiçek yağı veya diğer sıvı yağ ve esanslar) bir şişe suya ilave edilse, ne kadar şiddetle ve uzun müddet çalkalansa berrak bir çözelti vermez. Bu bir iki damla yağ -bulunursa, biraz etil alkolde- kolayca çözülebilir. Etil alkol bulunamazsa, tuvalet ispirtosu veya kolonya da %75-80 etil alkol ihtiva ettiğinden, bunların az bir miktarları da yağ cinsinden bir iki damla maddeyi kolayca çözerek berrak bir çözelti verir. Bu berrak çözelti şimdi bir şişe suya ilave edilirse, suyun berraklığı bozulmaz. İşte gazozlarda tat ve koku verici yağ cinsi maddelerin berrak bir çözelti verecek şekilde suda çözünür hale getirilmesi için ara çözücü kullanma işlemi budur.
3 – Etil alkolden başka, sekerat (sarhoşluk) verici olmayan sağlığa başka zararı da olmayan ara çözücüler yok mudur? Vardır. Fakat bunlar etil alkole nispeten biraz daha pahalıdır ve imalatçının bunları seçip kullanmakta bir gayesi ve hassasiyeti yoksa, etil alkolden başkasını kullanmaz.
4 – Tat ve koku verici yağ cinsi maddeleri suda çözünür hale getirmek için kullanılan etil alkol, gazoz içinde kimyevi bir değişime uğramaz mı? Etil alkol, hidrofil ve hidrofob assosiasyon yaparak yağ cinsi maddelerin suda çözülmesini sağlar. Kimyada bunun adı ‘solvatasyon’ olup fiziki bir olaydır. Fiziki olaya giren maddelerin asli mahiyeti genelde değişmez. Bir değişim olsa, bu fevkalade az oranda olabilir. Etil alkol tat ve koku verici yağları kimyevi değişime uğrayarak (solvoliz ile) çözmüş olsa idi, kendi ile birlikte çözdüğü maddelerin asli mahiyetinde de bir değişim olacaktı. Böyle bir değişim olsa idi, o yağların tat ve koku verme hassaları da kalmayacaktı.
Bu fiziksel özellikleri çözeltiye katmak için yapılan imalat işleminde istenen tat ve koku özelliklerinin işlem sonucu kaybolmayıp devamı, kimyevi olarak, ne bu tat ve koku verici yağlarda ne de onları suda çözünür hale getiren etil alkolde karşılıklı etkileşim (interaction) ile asli mahiyetlerinde bir değişikliğin olmadığının delilidir.
5 – Son yıllarda ‘cola’ rekabeti’nin artmasının sebebi nedir? Her birinin piyasaya çıkışının özel bir sebebi olabilir. Bir genelleştirme yapılması doğru olmaz. Bir süper devletin kapitalizmine tepki duymak ve bu tepkiyi duyanlardan müşteri portföyü olarak istifade etmek, Filistin davasında taraflardan birine destek veren kola üretici bir firmaya karşı, buna tepki duyarak ve tepki duyanlara satın almaları için imalat yaparak kola markaları piyasaya çıkarmak, kola piyasasını kapitalizmle ve emperyalizmle savaşın mühim savaş alanlarından biri görmek ve biri haline getirmeye çalışmak, etnik sebepler v.s.
Ancak bizim için ‘cola’ rekabeti yapanların bunu niçin yaptıklarından çok, nefsimizin neyi, niçin yaptığı asıl önemli olanıdır. Yiyecek ve içeceklerden helalini araştırıp almak, hem kendimize hem bakmakla yükümlü olduklarımıza karşı temel bir vazifemizdir. Eğer helalini araştırıp seçmek zor geliyorsa, pratik bir kolaylık olarak helalini araştıran, seçen, yapan ve satan markaları seçmek elimizdedir. “Allah (c.c.) bizleri hakkı hak bilip ona tâbi olan, bâtılı bâtıl bilip ondan sakınanlardan eylesin” duasıyla akla kapı açıp, ihtiyarı (cüz’i iradeyi) elden almamak lazım geldiği inancındayım.
(Yeni Şafak gazetesi, 28.7.2003 Pazartesi, “Düşünce günlüğü” sayfası)
Prof. Dr. Mustafa Nutku
www.NurNet.Org 

Çocuklar çiçeklerinizdir; soldurmayın, öldürmeyin!

Çocuklarınız, Allah’ın, size sunduğu çiçeklerdir. Seven, sevdiğine çiçek uzatır; seni seviyorum, diye. Allah da çocuklarınızı bir çiçek buketi olarak sizlere sunmuş, “sizleri seviyorum” diye. Öyleyse onları, onların Yaratıcıları hesabına sevin; öpün, koklayın.

Zengin dostlarıma bir gün dedim: Bahçenizdeki çimenlerinizi ve çiçeklerinizi kurutmasınlar diye bahçivanlara sıkı sıkı tenbihde bulunur, talimatlar yağdırırsınız. Bakmayıp kuruttuklarında da cezalandırır, işine son verirsiniz; değil mi?

Ey insanlar ve ey Müslümanlar! Siz de, aile bahçelerine Allah’ın tayin ettiği bahçivanlarsınız. Allah, aile bahçenizin gülünü ve çiçeklerini (eşinizi ve çocuklarınızı) kurutmayasınız diye sıkı sıkı tenbihte bulunuyor ve şöyle buyuruyor: “Kendinizi ve aile efradınızı ateşten, (cehennemden) koruyun.”(1) Onları imansız ve İslamiyetsiz bırakarak kendinize, ailenize, devletinize ve milletinize düşman etmeyin; dünyada anarşist ve terörist yapmayın, ahirettede cehenneme atmayın. Allah onları size tertemiz emanet etti. Günahlarla kirletmeyin. Capcanlı verdi, kurutmayın, soldurmayın, öldürmeyin. Dünyada başınıza bela, ahirette de kendinize davacı etmeyin.

Bunun faturası, altından kalkamayacağımız kadar çok ağır olacak. Yanlış eğitimler sonucu, yanlış inanan, yanlış yaşayan nesiller cehennemde gözlerini açınca, acı acı çığlık atacaklar, cehenneme düşmelerine sebep olanlara beddua edecekler. Onların bu çığlık ve bedduasını, isterseniz gelin Kur’an’ın Sahibi’nden dinleyelim. Buyuruyor ki Yüce Allah: “Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, “Keşke Allah’a ve Rasûl’e itaat etseydik” diyecekler. Ve şöyle davacı olacaklar: Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de onlar bizi yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanete uğrat!”(2)

Allah’tan çicek almak, çocuk sahibi olmak güzel bir şey ama, işte böyle korkunç akibeti ve faturası da var bu işin. Onun için çocuğu olmayanlar “neden benim çocuğum yok, neden bana çiçek verilmedi” diye ağlamasınlar. Verilen nimetlere kanaat etsinlar. Allah’ın takdirine razı olsunlar. “Her şey kader ile takdir edilmiştir, kısmetine razı ol ki rahat edesin!” kuralını kulaklarına küpe etsinler.

Nimeti çok olanın şükrü ve sorumluluğu da çok olacaktır, olmalıdır. Çocuğu olanlar ve olmayanlar, Cenab-ı Hakk’ın şu açıklamasına teslim olsunlar: “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuğu, dilediğine de erkek çocuğu verir. Yahut hem kız hem erkek çocuk verir. Dilediğini de kısır yapar. O herşeyi bilendir, herşeye gücü yetendir.” (3)

SAHİBÜZZAMAN ANNE-BABALARI, ETKİLİ VE YETKİLİLERİ UYARIYOR!

Bazı anne-babalar, şiddetle çocuk isterler. Ama çocuklarına İslam terbiyesini kazandırmak için aynı şiddette titizlik göstermezler. Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle:

Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmez, dünya hapsinden kurtarmaya çalışır; Cehennem hapsine düşmemesi için dikkat etmez. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi bulması gerekirken dâvâcı eder: “Niçin benim imanımı kuvvetlendirmedin de bu azapla baş başa kalmama sebep oldun?” diye şikâyetçi bulur. Dünyada da, İslam terbiyesini tam almadığı için, ana-babasının harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.

Eğer anne-baba, hakikî şefkatlerini sû-i istimal etmeseler, (gençtir, gençliğini yaşasın, demeseler, günaha bulaştıkları ve namaz kılmadıkları için üzülseler, kılmaları için ellerinden gelen gayreti sarfetseler ve onları namaz kılan bir evlat yapsalar), biçare çocuğunu ebedî hapis olan Cehennemden ve ebedî idam olan inkâr ve sapıklık içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsalar, o çocuğun yaptığı Salih amellerin ve kazandığı sevapların bir misli, anne-babasının amel defterine geçer, onların vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirir, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ana-babasına mübarek bir evlât olur. (4)

Üstad Bediüzzaman bu izahıyla, çocuğun paşa mektebine ve diğer mekteplere gitmesine karşı olduğunu söylemiyor. Onun demek istediği şu: Çocuklarınızı nereye gönderirseniz gönderin, gönderdiğiniz her yerde hafızlık mektebinin ruhunu verin. Onları dinden, imandan ve Kur’an’dan yoksun bırakmayın. Dünya istikbalini kazandırmayı düşündüğünüz gibi, ahiret istikbalini kazanmalarını da ihmal etmeyin.

NE GÜZEL BUYURMUŞ EFENDİLER EFENDİSİ

Ne güzel buyurmuş Efendiler Efendisi (s.a.v): “Hiçbir (anne)-baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.” (5)

Kişinin öldükten sonra geride bıraktığı şeylerin en hayırlısı:

1-Kendisine duâ eden sâlih bir evlât,

2-Sevabı kendisine ulaşan sadaka-i câriye, (Allah’ın rızasını kazandıran hayır kurumları)

3-Kendisinden sonra halkın amel ettiği bir ilimdir.” (6)

Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına kavuşturur, koruyup kollarsa kıyâmet günü o kimseyle yan yana olacağız.” (7)

Her kim kız çocuklarını yetiştirme yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar, onu cehennem ateşinden koruyan bir siper olur.” (8)

Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz… Erkek, âilesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur.” (9)

Aman dikkat!!! Gençliğimizi, servetimizi, sihhatimizi, şöhretimizi, şehvetimizi ve evladımızı başımızın belası yapmayalım. Bu nimetleri Allah’ın razı olduğu yerlerde kullanalım, helal daire ile yetinelim. İslamiyet gibi bir cennetin ve nimetin içinde olduğumuzun farkına varalım. O nimetin ve cennetin sahibine hamd edelim. Hamd edelim ki Ebedî Saadetin ve Cennetin Sahibi, nimetini artırsın, sohbetine ve cennetine bizi layık eylesin.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Tahrim, 66 / 6

2-Ahzab, 33 / 66-68

3-Şûrâ, 42 / 49-50

4-Bkz. Nursî, Said, Lem’alar, (24. Lem’a, 1. Nükte), 209

5-Tirmizî, Birr, 33

6-Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36

7-Müslim, Birr 149; Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr 13

8-Buhârî, Zekât 10, Edeb 18; Müslim, Birr 147; Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr 13

9-Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20