Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

KADINLARA BAKMAK

KADINLARA BAKMAK

«Buhari 23. Mü’minûn Suresi’nin 19. âyetini zik­ret­miştir ki, meali şöyledir: Allah hem hain gözlerin (tecessüslerini) hem de (fâsid) gönüllerin gizle­diği te­ma­yülleri bilir…
İbni Ebî Hatem’in, Abdullah bin Abbas vasıta­sıyla ri­vayetine göre; âyetteki hain gözlerin tecessüs ve fasid gö­nül­lerin te­mayülü şöyle tasvir buyurulmuştur: Hain gözlü o kimsedir ki; o, bir cemaatla bir yerde otu­rurken yanın­dan güzel bir kadın geçerse, ya­hut girdiği bir evde gü­zel bir kadın görürse, yanındakilerden hır­sız­layarak kadına sinsi sinsi ba­kar. Yanındakiler ken­disine bakınca hemen gözünü ayı­rır. Fakat Allah bilir ki, o hain gözlü kimse, kadının da­ire-i mah­re­miyetine gir­meğe gücü yetse muhakkak girmek ve zina et­mek ister.
Bundan sonra Buhari’nin arka arkaya iki hadisi vardır ki, bunlardan birisi: Veda Haccında Resul-i Ekrem Medine’den hareket ettiğinde terkisine amcası Abbas’ın oğlu Fazl’ı almıştı. Yolda güzel bir kadın bir mes’ele sor­mak üzere yaklaştığında, Fazl ka­dına bak­mağa başladı. Kadın da son de­rece güzel olan Fazl’a bakıyordu. Bu manzarayı gö­rünce Hazret-i Peygamber Fazl’ın çene­sinden tutup öbür tarafa çevirdi.
Öbürüsü de: Resul-i Ekrem bir kere as­habı yol üze­rinde otur­maktan men et­mişti. Fakat bilahare bu­nun iktisadî hayat için lüzum ve zarureti arz olu­nunca; Resul-i Ekrem ge­lip geçen kadın­lara bakılmaması, kim­seye eza olunma­ması gibi şartlarla mü­saade buyurdu.» (Sahih-i Buhari Muhtasarı ci:12 sh:187)
Ebu Davud 12. Kitab-ün nikah 42. babı, kasdî ol­ma­yan ilk bakış müstesna, ka­dınlara bakmanın harami­yeti hakkında­dır.
Bir hadis-i kudsîde mealen şöyle buyuru­luyor:
«Namahreme bakmak, İblis’in okla­rından bir ok­tur ki, her kim benden kor­karak onu bırakırsa, (harama bak­mazsa) o haramın zevkine bedel ona bir iman veririm ki, o imanın celadet ve hala­vetini kal­binde duyar.» (İlahî Hadisler (H.Hüsnü Erdem, D.İ.Bşk. Yayınları) ve K.H. hadis:2864)
Bediüzzaman Hazretleri, nazar-ı ha­ram ve teset­tür-ü nisvan meseleleri üze­rinde ehemmiyetle durmuş­tur. Ehemmiyetine binaen tekrar alıyoruz. Bunlardan bir kaç cü­z’î örnekler:
«Kur’an merha­meten, kadın­ların hürme­tini muha­faza için, haya per­desini takmasını emreder. Ta heve­sat-ı rezile­nin ayağı altında o şefkat madenleri zil­let çekmesinler; âlet-i he­vesat, ehemmi­yetsiz bir meta’ hük­müne geçmesinler.
50-Medeniyet ise kadınları yuva­larından çıkarıp, perde­le­rini yırtıp, beşeri de baş­tan çıkar­mıştır. Halbuki aile hayatı, ka­dın-erkek mabey­ninde müte­kabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimi hürmet ve muhab­beti izale edip ailevî hayatı zehirle­miştir. Hususan suretpe­restlik, ah­lâkı fena halde sars­tığı ve sukut-u ruha se­bebi­yet verdiği şu­nunla anlaşı­lır: Nasılki merhûme ve rah­mete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şeh­vet ve he­vesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretle­rine ve­yahut sağ ka­dınların küçük cena­zeleri hükmünde olan suret­lerine heves­perverane bak­mak, derin­den de­rine his­siyat-ı ul­viye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.» (Sözler sh: 410)
«Bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi, dedi: “Bende unutkanlık has­talığı tezayüd ediyor, ne ya­payım?” Ben de dedim: Mümkün oldukça na­mah­reme nazar etme. Çünki rivayet var. İmam-ı Şafiî’nin (R.A.) de­diği gibi: Haram nazar, nisyan ve­rir.
Evet ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziya­deleştikçe, he­ve­sat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i is­timalat( ile is­rafa girer. Haftada bir kaç defa gusle mec­bur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hafızasına zaaf gelir.
Evet bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su’-i na­zardan su’-i istimalat, umumi bir unutkanlık hastalığını netice vermeğe başlı­yor. Herkes cüz’î, küllî o şekvadadır. İşte bu umumi hastalığın tezayü­diyle, ha­dis-i şerifin verdiği müdhiş bir habe­rin te’vili ucunda görü­nüyor. Ferman etmiş ki: “Âhirzaman­da, hâfızların göğ­sün­den Kur’an nez’edi­liyor, çıkı­yor, unu­tulu­yor.” Demek bu hastalık dehşet­lene­cek, hıfz-ı Kur’an’a bu su-i na­zarla bazı­larda sed çekilecek; o hadisin te’vi­lini gösterecek.» (Kastamonu Lâhikası sh: 133)
Bediüzzaman Hazretleri, nazar-ı haramdan ic­tinab etmekteki hassasi­yetini şöyle anlatır:
«Tarih-i hayatımı bilenlere malumdur. Ellibeş sene ev­vel, ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis’te merhum Vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürme­tiyle kaldım. Onun altı adet kız­ları vardı. Üçü küçük, üçü bü­yük. Ben, üç büyük­leri iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dik­kat etmiyordum ki, bileyim. Hatta bir âlim misa­firim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden farketti, ta­nıdı. Herkes bendeki hale hayret ederek bana sordu­lar: “Neden bakmıyor­sun?” Derdim: “İlmin izzetini muha­faza etmek beni baktırmıyor.”
Hem kırk sene evvel İstanbul’da, Kağıthane şen­li­ği­nin yevm-i mahsu­sunda, Köprü’den ta Kağıthane’ye kadar, Haliç’in iki tarafında, binler açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizil­dikleri sırada, ben ve merhum mebus Molla Seyyid Taha ve mebus Hacı İlyas ile beraber bir kayığa bindik. O ka­dınların yanların­dan geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas beni tec­rübeye karar ver­dikleri ve nöbetle beni taras­sud ettik­le­rini bir saat seyahat sonunda itiraf edip, dediler: “Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın!” Dedim: “Lüzumsuz, ge­çici, günahlı zevk­lerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum.”» (Tarihçe-i Hayat  sh: 519)
Açık-saçıklık âdet olmuş büyük şe­hirler ve çarşı-pazarlar, nazar-ı harama en çok tahrik edici yer­lerdir. İki hadis-i şerif mealinde şöyle buyuruluyor:
«Gücün yeterse sen çarşıya girenlerin ilki ve çar­şıdan çıkanların sonuncusu olma.(Yani: Mümkün ol­duğu kadar çar­şılarda az bulun) Çünkü, çarşı şeytanın harb yeri­dir. (Günahların çok olduğu yerdir.) Şeytan sanca­ğını çar­şıda diker. (Yani hâkimiyetini icra eder.)» (Sahih-i Müslim cilt: 7 sh:363 hadis: 2451)
«Beldelerin Allah’a en sevimli olan yer­leri, mes­cid­ler­dir (ilim ve ibadet yerleri­dir). Beldelerin, Allah’a en sevimsiz ve buğz ettiği yerler de çarşı-pazarları­dır.» (Ramüz-ül Ehadis sh: 16)
«İmam-ı Rabbani demiş ki “Bid’a olan yerlere gir­me­yiniz.” Maksadı, se­vabı olmaz demektir; yoksa, namaz bat­tal olur değil. Çünki selef-i salihînden bir kısmı, Yezid ve Velid gibi şahısların ar­kasında namaz kılmışlar. Eğer mescide gidip gel­mekte kebaire maruz kalırsa, halvethane­sinde bulunması lâzımdır.» (Kastamonu Lâhikası 247)
Diğer bir rivayette de: âhirzamanda (bid’atlar ve hevanın yaygınlaştığı za­manda) köy ehlinin ve sa­liha ihtiyarelerin hayatı tavsiye ediliyor. (Ramuz-ül Ehadîs: 61)
Selam ve Dua ile
Muhammed Numan ÖZEL
www.NurNet.Org

Risale-i Nurda Ramazan Mevzu’u – 4

  1. Ramazandaki
  2. “Şu satırları bana yazdırtan âsâr-ı Nur’un şeref-i vürudları ve feyizleri, inşâallah içinde gizlenmiş olan aşr-ı âhir-i Ramazandaki Leyle-i Kadr’in ihya edilmiş sevabını verir ve rıza-yı Samedanîye mazhariyetle, saadet-i ebediyeyi kazanmaya bir vesile olur.” (B: 297)
  3. Ramazandan
  4. “Hattâ o pirinç, onbeş gün Ramazandan sonra bitmiştir.” (M: 67)
  5. “Hattâ ezcümle, bu defa Ramazandan sonra, eski zamanda gayet büyük, kudsî bir imamın bize karşı gaybî kerametiyle iltifatından sonra kardeşlerimin takva ve ihlasları ve ziyaretçilerin hürmet ve hüsn-ü zanları içinde -ben bilmeyerek- nefsim müftehirane, güya müteşekkirane perdesi altında riyakârane bir enaniyet vaziyetini almak istedi.” (L: 175)
  6. “Gönül arzu ederdi, keşki bu âlî eser, bu Ramazandan evvel elimize geçmiş olaydı.” (B: 85)
  7. “Bu hal, Ramazandan sonra ona yazdırılacak olan İktisad Risalesi’nin bereketine ve mübarekiyetine ve kerametine bir işaret idi.” (St: 24)
  8. Ramazane
  9. “Elhamdülillahi biadedi âşirati dekaik-ı şehr-i Ramazane fî külli zaman” dedim.” (Em: 190)
  10. Ramazanı
  11. “Çünki gökteki hilâl-i Ramazanı görmeyen der ki: “Benim nazarımda ay yoktur; benim yanımda görünmüyor.” (L: 121)
  12. “Çünki: Gökteki Hilâl-i Ramazanı görmeyen der ki: “Benim nazarımda Ay yoktur; benim yanımda görünmüyor.” (BMs: 322)
  13. “Zira bazı ramazanı yer, rakı içer, namazı terkeder.” (Mü: 20)
  14. Ramazanımız
  15. “Dünyayı unutmak, ramazanımızı âsude geçirmek düşünürken, hatıra gelmeyen ve bütün bütün tahammülün fevkinde bu dehşetli hâdise hem benim, hem Risale-i Nur’un, hem sizin, hem ramazanımız, hem uhuvvetimiz için ayn-ı inayet olduğunu ben müşahede ettim.” (Ş: 293)
  16. Ramazanımızı
  17. “Dünyayı unutmak, ramazanımızı âsude geçirmek düşünürken, hatıra gelmeyen ve bütün bütün tahammülün fevkinde bu dehşetli hâdise hem benim, hem Risale-i Nur’un, hem sizin, hem ramazanımız, hem uhuvvetimiz için ayn-ı inayet olduğunu ben müşahede ettim.” (Ş: 293)
  18. Ramazanımızın
  19. “Bana ait bu faideler gibi hem uhuvvetimizin, hem Risale-i Nur’un, hem ramazanımızın, hem sizin bu yüzde öyle faideleri var ki, perde açılsa, “Ya Rabbena!” (Ş: 294)
  20. Ramazanın
  21. “Elcevab: Bu hâdise, hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazanın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için, o zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delaletiyle bu hâdise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.” (S: 175)
  22. “Şu eserim, bu mübarek Ramazanın feyzi (*) olduğundan, ümid ederim ki inşâallah din kardeşimin kalbine tesir eder de lisanı bana bir dua-i mağfiret bahşeder veya bir Fatiha okur.” (S: 694)
  23. “Yani: “Ramazanın iki hilâlinden doğmuş bir edeb yıldızıdır.” (S: 694)
  24. “Yedinci Nükte: Ramazanın sıyamı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeğe gelen nev’-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mal, bire bindir.” (M: 401)
  25. “$ âyetinin bir sırrını, sıyam-ı Ramazanın yetmiş hikmetlerinden dokuz hikmetinin beyanıyla o sırr-ı azîmi tefsir ediyor.” (M: 512)
  26. “Şu risalenin âhirinde; iki yaprakta yazıldıktan sonra görülmüş, ihtiyarsız kendi kendine gelen latif ve zarif bir tevafuktur ki, sıkıntılı esaretimin tam dokuzuncu senesinde te’lif edilen şu risalenin âhirinde, Yirmidokuzuncu Mektub’un bahsinde yirmidokuz nükte bulunması ve dokuz kısım olması ve bu risale fihristesinde dokuz defa “dokuz” lafzı ile o mektubdan bahsedilmesi ve Birinci Kısım dokuz nükte olması; ve Ramazanın, burada işaret edilen ve İkinci Kısım’da mezkûr hikmetleri dokuz bulunması; ve burada işaret edilen ve Dördüncü Kısım’da mezkûr “Kur’an” kelimesine dair âyetlerin altmışdokuz etmesi; ve Kur’an kelimesi de bu mebhasta yirmidokuz gelmesi ve lafzullah dahi dokuz olması; ve bu risale de yirmidokuz sahifede tamam olması cihetiyle, dokuz defa dokuzlar birbirine tevafuk ederek çok şirin düşmüştür.” (M: 515)
  27. “Meselâ: Bütün İstanbul ahalisi, Ramazanın başında ay’ı görmediğinden nefyetse, iki şahidin isbatıyla o cemm-i gafîrin nefiy ve ittifakı sukut eder.” (L: 121)
  28. “Beşincisi: Ben Ramazanın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette halim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsvedde ile iktifa edildi.” (Ş: 99)
  29. “Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sıddık Süleyman’ın halefi Emin, Sabri’nin $ âyetine dair parçayı aldığını ve Ramazanın feyzinden onun izahı gibi nurlar istediğini gördüm.” (Ş: 696)
  30. “Meselâ: Bütün İstanbul ahalisi, Ramazanın başında Ayı görmediğinden nefyetse, iki şahidin isbatıyla o cemm-i gafirin nefiy ve ittifakı sukut eder.” (BMs: 322)
  31. “Bu kerre Yirmidokuzuncu Mektub’un Dört ilâ Dokuzuncu Nüktelerini hâvi mübarek mektubunuzu Yirmisekizinci Mektub’un Yedinci Mes’elesinin sırr-ı azîm-i inayet beyanındaki hâtimesi namını verdiğiniz ve mu’ciznüma ramazanın hikmetlerini beyan eden Yirmidokuzuncu Mektub’un İkinci Kısmını ve münevver hâtem-i i’cazı kemal-i şükranla aldım.” (B: 83)
  32. “Yirmidokuzuncu Mektub’un İkinci Kısmı, Kur’an’ın has dürbünüyle bakılmak suretiyle, Ramazanın hikmetlerinden dokuzu mükemmelen ve emsalsiz tarzda beyan buyurulmuştur.” (B: 85)
  33. “Posta bir gün evvel geldiğine ve bir gün de postada kalışına veya birinci makama sayılırsa bu nurlu eser de, sanki Ramazanın her gününde bir Lem’a alarak yerini bulmakla, hem bu adedlerin boşuna konulmadığına, hem de “Evsatuhu mağfiretün” olan aşr-ı sâni-yi Ramazanda yazıldığı mahalle yetişeceğine sarahat derecesinde delalet ediyor.” (B: 216)
  34. “İmam Ömer Efendi geçen sene, “Ramazanın Hikmetleri” eserinin, Ramazan ayı geçtikten sonra gelişinden, benim gibi müteessir olmuştu.” (B: 221)
  35. “Bu Ramazanın birinci cuma hutbesinde, ben de hazır olduğum halde, yüzlerce cemaate, bu nurlu hikmetlerden birkaçını hemen aynen okudu.” (B: 221)
  36. “Alenen nakz-ı sıyamla Ramazanın hürmetini kıran bedbahtlara gelen o musibet, masumları da incitir.” (K: 194)
  37. “Meselâ: Ramazanın başındaki hilâli gören iki şahid, isbat cihetinde görmeyen ve nefyeden binler adamın inkârını hükümden iskat ettiği gibi; Karlayl ve Bismark’ın Kur’anı ve Risalet-i Muhammediyeyi isbat suretinde tasdikleri, yüzbin nefyeden münkir feylesofların inkârı değil bir şübhe, belki bir vesvese vermemek gerektir.” (Nç: 181)
  38. “Çünki hilâl-i ramazanın rü’yetini dava eden iki şahid, binler nâfî fikirlerin hükmünü ıskat eder.” (Ni: 41)

 

Sayfalar Envar Neşriyata Göredir.

Ramazan Ayı kategorisi

www.NurNet.Org

Risale-i Nurda Ramazan Mevzu’u – 3

  1. Ramazan’ı
  2. “Ali Ekber Şah’ı, Said Ramazan’ı, Abdurrahîm Zapsu görmüş; Pakistan’da çok hürmet etmişler.” (Em: 64)
  3. Ramazan’ın
  4. “Yedinci ve Üçüncü Lem’aların bura postahanesine vürudu, Ramazan’ın onbirine tesadüf ediyor.” (B: 216)
  5. “Hakikaten Salahaddin asker olduğunda mübarek Ramazan’da İzmit’in Tavşan Tepesi’nde havanın müsaadesizliğine rağmen yine cemaatle teravih namazı kıldırması ve Alay’ın Hadımköyü’ne kalkması Ramazan’ın 27, 28, 29 uncu günlerine tesadüf etmesi dolayısıyla oruç ve namazını vapurda, Kadir Gecesi’ni de Hadımköyü’nde istasyon rampasında, yağmurlu soğuk bir havada müşkilâtla bulduğu su ile abdest alıp, sandık kapağı üstünde kılması ve geceyi yük vagonları içinde acı bir vaziyette şükürlerle geçirmesi, sair neferattaki hiss-i diyaneti heyecana getiriyordu, bir ders hükmüne geçerdi.” (K: 62)
  6. “Hem sizin iki mu’cizeli Kur’anı bizlere bu mübarek aylarda göndermeniz, inşâallah o derece medar-ı bereket ve sevab ve hasenat ve fütuhat olacak ki; hakkımızda bu Ramazan’ın herbir günü bir Leyle-i Kadir hükmüne geçeceğini rahmet-i İlahiyeden ümid ederiz.” (K: 91)
  7. “Şimdiden biz tedbir ettik ki: İki Kur’an’ı, Risale-i Nur’un buradaki has talebeleri Ramazan-ı Şerif’te, herbiri her günde bir cüz’ünü sizin ile beraber okumak ile, Ramazan’ın her gününde bir hatme-i Kur’aniye olarak, manevî ve çok geniş bir mecliste, Isparta ve Kastamonu’yu ihata eden bir dairede halka tutan Risale-i Nur talebelerinin ve o dairenin merkezinde sizler bulunmak cihetiyle Risale-i Nur şakirdlerinin etrafınızda olarak; Nakşî’de hatme-i hacegân tarzında, fakat çok büyük bir mikyasta Risale-i Nur’un bütün şakirdleri manen hazır ve o dairede bulunuyor niyetiyle, tasavvuru ile okunmak,” (K: 91)
  8. “Demek Risale-i Nur’un sadık şakirdlerinden birisi, Leyle-i Kadr’in hakikatını ve Ramazan’ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sadık şakirdler sahib ve hissedar olmak, vüs’at-ı rahmet-i İlahiyeden çok kuvvetli ümidvârız.” (K: 94)
  9. “Mübarek Ramazan’ın Leyle-i Kadir sırrıyla, seksenüç sene bir ömr-ü manevî kazandırması sırr-ı hikmetiyle ve Risale-i Nur’un şakirdlerindeki sırr-ı ihlasla tesanüd ve iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla herbir sadık şakird, o fevkalâde manevî kazancı elde edeceğine gayet kuvvetli bir delili budur ki: Bu daire içinde kırkbin, belki yüzbin hâlis, hakikî mü’minlerin içinde hakikat-ı Leyle-i Kadr’i elde edecek bir-iki, on-yirmi değil, belki yüzlerin elde etmesi ihtimali kavîdir.” (K: 181)
  10. “Cenab-ı Hakk’a onların hurufatı adedince ve şehr-i Ramazan’ın dakikalarının âşireleri sayısınca hamd ü sena ediyoruz.” (K: 267)
  11. “Lâ ilahe illâllah” Âyet-ül Kübra’nın berekâtı ve feyziyle on dakikada aynı hakikat-ı tevhidi veren iki sahife kadar Ramazan’ın nuruyla kalbe ihtar edildi.” (E: 60)
  12. “Safranbolu’daki hâlis kardeşlerimizden Hıfzı’nın küçük medrese-i Nuriyesi olan hanesindeki küçük ve çok çalışkan masumları yedi yaşında Yılmaz ve onüç yaşında Hüsnü’nün ve onlar gibi Nur’a çalışan muhterem validelerinin mübarek kalemleriyle yazdıkları tebriklerini, umum Safranbolu ve Eflani medrese-i Nuriyesi namına bu Ramazan’ın bir Firdevsî teberrükü hesabına kabul ettik.” (E: 242)
  13. Ramazan’larını
  14. “Ve Feyzi’nin mektubunda isimleri bulunan zâtlara -bilhassa- birer birer selâm ve umumunun Ramazan’larını ve Leyle-i Kadir’lerini ruh u canımızla tebrik ediyoruz.” (E: 59)
  15. Ramazanda
  16. “[Yirmibeş sene evvel Ramazanda ikindiden sonra Şeyh-i Geylanî’nin (K.S.) Esma-i Hüsna manzumesini okudum.” (S: 221)
  17. “Meselâ: Leyle-i Kadri, umum ramazanda; saat-ı icabe-i duayı, Cum’a gününde; makbul velisini, insanlar” (S: 342)
  18. “Bu eser, birçok meşagil ve Dâr-ül Hikmet’teki vazife içinde yirmi gün Ramazanda, günde iki veya ikibuçuk saat çalışmak suretiyle manzum gibi yazılmıştır.” (S: 692)
  19. “Sâlisen: Ramazanda kalb ile beraber nefsi dahi hakikatlerle meşgul etmek için, böyle çocukça bir üslûb ihtiyar edildi.” (S: 693)
  20. Ramazanda münteşir bir leyle-i zû-kadir, esma-ül hüsnada muzmer iksir-i ism-i azam.” (S: 721)
  21. “Memleketimde imamlık ve vaizlik vesikam elimde olduğundan, o câmide dört senedir (Allah kabul etsin) imamlık ettiğim halde, şu mübarek geçen Ramazanda mescide gidemedim.” (M: 65)
  22. “İkincisi: Şu mübarek Ramazanda, yalnız iki haneden bana yemek geldi, ikisi de beni hasta etti.” (M: 66)
  23. “Mütebâkisi, bütün Ramazanda benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadık bir arkadaşım olan o hane sahibi Abdullah Çavuş’un ihbarı ve şehadetiyle; üç ekmek, bir kıyye (kilo demek) pirinç bana kâfi gelmiştir.” (M: 67)
  24. “Hem küçük, hem kışta, hem Ramazanda, bu mübarek hâli bir ikram-ı Rabbanî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şübhemiz kalmadı.” (M: 68)
  25. “gibi câmi’ dualarla dua etmek; hem hulûs ve huşu’ ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevaki-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum’ada, hususan saat-ı icabede; hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me’muldür.” (M: 279)
  26. “Hattâ bayramda ve ramazanda uğramadı.” (M: 339)
  27. “Hususan şaban ve ramazanda, akıldan ziyade kalb hissedardır, ruh hareket eder.” (M: 388)
  28. İnsanlarda veli, Cum’ada dakika-i icabe, Ramazanda Leyle-i Kadir, Esma-i Hüsnada İsm-i Azam, ömürde ecel meçhul kaldıkça; sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir.” (M: 476)
  29. “BİRİNCİSİ: Kardeşlerimizden Çaprazzade Abdullah Efendi gibi bazı adamlar, ehl-i keşiften rivayeten bu geçen Ramazanda Ehl-i Sünnet ve Cemaat için bir ferec, bir fütuhat olacağını haber verdikleri halde zuhur etmedi.” (L: 103)
  30. “Bilmecburiye, yanımdaki üç kardeşime yedirmek ve Şaban-ı Şerif ve Ramazanda o baldan iktisad ile otuz kırk gün üç adam yesin ve getiren de sevab kazansın ve kendileri de tatlısız kalmasın diyerek, “Alınız” dedim.” (L: 143)
  31. “Bütün Şaban ve Ramazanda hem ben yedim, hem lillahilhamd o kardeşlerimin her birisine iftar vaktinde birer kaşık (Haşiye) verip, mühim sevaba medar oldu.” (L: 143)
  32. “Eski Said’in en son te’lifi ve yirmi gün Ramazanda te’lif edilen, kendi kendine manzum gelen “Lemaat” risalesidir.” (L: 357)
  33. “Hem bunu gayet hasta ve perişan ve gıdasız, bir-iki gün Ramazanda, mecburiyetle gayet mücmel ve kısa ve bir cümlede pek çok hakikatleri ve müteaddid hüccetleri dercederek yazdım.” (Ş: 243)
  34. “Biri: Ramazanda çok şiddetli bir heyecan, bir ciddiyet, bir iltica, bir niyaz ile müdhiş hastalığa galebe ederek çalıştırdı.” (Ş: 293)
  35. “Ve en ziyade rikkatime dokunan ve kendi elemimden başka herbirinizin sıkıntısından başıma toplanan bütün elemlere ve teessüflere karşı ramazanda, bir saati yüz saat hükmüne getiren o şehr-i mübarekte bu musibet dahi, o yüz sevabı herbir saati on saat derecesinde ibadet yapmakla bine iblağ ettiğinden, Risale-i Nur’dan tam ders alan ve dünya fâni ve ticaretgâh olduğunu bilen ve herşeyi imanı ve âhireti için feda eden ve bu dershane-i Yusufiyedeki muvakkat sıkıntıların daimî lezzetler ve faideler vereceklerine inanan sizin gibi ihlaslı zâtlara acımak ve rikkatten ağlamak haletini, tebrik ve sebatınızı gayet istihsan ve takdir etmek haletine çevirdi.” (Ş: 294)
  36. “Bir vakit Isparta’da bir Ramazanda bir ekmek, bir kilo torba yoğurdu, bir kilo pirinç ile yaşayan bir adam, maişet için dünyaya tenezzül” (Ş: 443)
  37. “bere giyenler şapka giymeğe mecbur olmadıkları ve hiç bir maddî maslahat giymesinde bulunmadığı halde, benim gibi bir münzevi, bütün müçtehidlerin ve umum şeyhülislâmların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar ilâvesiyle yirmi sene cezasını çektiğim ve libasa ait, manasız bir âdetle tekrar beni cezalandırmağa çalışan ve çarşıda, ramazanda, gündüzde rakı içip namaz kılmayanları hürriyet-i şahsiye var diye, kendine kıyas edip ilişmediği halde, bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni kıyafetim için suçlandırmağa çalışan; elbette ölümün idam-ı ebedîsini ve kabrin daimî haps-i münferidini gördükten sonra mahkeme-i kübrada ondan bu hatası sorulacak.” (Ş: 451)
  38. “$ âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid hem letafetlendiren üç münasebet birden Ramazanda kalbime geldi.” (Ş: 695)
  39. “Çünki Kur’an’ın madem ki, ilk nüzulü şehr-i Ramazanda olmuştur.” (B: 85)
  40. “İşte o zât, o telkinattan sonra geçen Ramazanda bir gün, bana Hülâgu ve Cengiz vakıalarını okutmak için gösterdi.” (B: 198)
  41. “Ve bilhassa Ramazanda, bütün bütün içtinab eder.” (B: 200)
  42. “Bir gün postada kalmasına karşılık tutulursa, her bir Lem’a, bu mübarek ayın başından onuna kadar birer gün almışlar ve “Evvelühü rahmetün” olan aşr-ı ûla-yı Ramazanda mahall-i maksuda vâsıl olmuşlardır.” (B: 216)
  43. “Posta bir gün evvel geldiğine ve bir gün de postada kalışına veya birinci makama sayılırsa bu nurlu eser de, sanki Ramazanın her gününde bir Lem’a alarak yerini bulmakla, hem bu adedlerin boşuna konulmadığına, hem de “Evsatuhu mağfiretün” olan aşr-ı sâni-yi Ramazanda yazıldığı mahalle yetişeceğine sarahat derecesinde delalet ediyor.” (B: 216)
  44. “Evet iki sene evvel, bütün Ramazanda üç ekmek, bir okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi; bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti.” (B: 301)
  45. Ramazanda bir saatte, benimle müsevvid zât hasta iken sür’atle yazılmış.” (B: 322)
  46. “Ömürde ecel, ramazanda leyle-i kadir gibi, esmada ism-i azamın istitarı mühim hikmeti var.” (B: 331)
  47. “Eski Said’in en son te’lifi ve yirmi gün ramazanda te’lif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemaat Risalesi, Otuzikinci Lem’a olması ve Yeni Said’in en evvel hakikattan şuhud derecesinde kalbine zâhir olan ve Arabî ibaresinde Katre, Habbe, Şemme, Zerre, Hubab, Zühre, Şu’le ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuzüçüncü Lem’a olması ihtar edildi.” (E: 42)
  48. “Ben ve Hüsrev ve daha diğer arkadaşlarımız bütün biliyoruz ki: Üstadımızın hasta olmadığı halde bütün Ramazanda yediği gıdayı hesab ettik, bir tek fıranca ekmeği, yarım okka kese yoğurdu, yüz elli dirhem pirinç idi.” (St: 24)
  49. “Üstadımız iki sene evvel Ramazanda beş vecihle kanunsuz bir taarruza maruz kaldığı zaman dindar meb’uslara ve heyet-i vükelaya bir şekva suretinde hizmetkârına ve bir-iki talebesine bu gelen şekvayı söylemiş.” (Nç: 159)
  50. “Meselâ: İnsanlarda (veli), cum’ada (dakika-i icabe), ramazanda (leyle-i kadir), esma-ül hüsnada (ism-i azam), ömürde (ecel) meçhul kaldıkça, sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir.” (STİ: 13)

Sayfalar Envar Neşriyata Göredir.

Ramazan Ayı kategorisi

www.NurNet.Org

Emmarenin Riskleri

Haram tatlıdır, gıybette, yalanda, kinde, zinada vs bütün haramlarda, EMMÂREDE kalındığında pis bir lezzet vardır.

Haramdaki risklerden kurtulmanın çaresi, NEFSI EMMÂREDE ÖLMEK, LEVVAME ile Başlayan ruhani, rahmanî hayatta dirilmektir.

Bunula birlikte, İbadetler zikirler, tefekkürler nefsi emmâreyi sersemletip zararsız hale soksa da, emmare tamamen Ölmez, soğukta Donmuş hareket edemeyen Güz yılanı gibi uyuşur.

Uygun ortamı bulunca hortlayarak, saldırmak istidadındadır. Akbabalar, kokuşmuş laşeye iştahla saldırdığı gibi, nefsi emmare günahlara yönelir.

Onun için en büyük veliler, hatta nebiler bile nefisten Allah’a sığınırlar.

 

Abdulhamit Oruç

www.NurNet.org

 

Oruç ve Hikmetleri

Oruç ve Hikmetleri

Ramazân ayındaki oruç, İslâmiyetin beş rüknünden birincilerindendir. Hem de İslâmın alâmetleri olan şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

Biliyoruz ki ezan, selâm, başörtüsü, minâreler ve câmiler de İslâmiyeti âzam mertebede ihtâr ederler. Bunların yanında “sübhânallah, elhamdülillah, mâşâallah, barekâllah” gibi kelimeler, selâmın lâfızları, besmele gibi birçok kavram İslâm işâretlerine yani şeâire dâhildirler. Mezar taşları, medreseler, çeşmelerdeki kitâbeler de bu mâ’nâda birer İslâm nişanıdır. Bunlar bizlere Allah’ı, Kur’ân’ı, İslâmiyet hakîkatlerini hatırlatırlar ve anlatırlar.

Aynen bunlar gibi Ramazân’daki oruç da İslâmiyeti âzam mertebede ve alem (sembol, alâmet) hükmünde temsil ediyor. Nerede bir oruçlu insan görülse hemen İslâm ve Müslüman olduğu kolayca anlaşılıyor ve “Oruçluyum” diyen insan İslâmı ihtâr ediyor ve oruç, alâmeti ile şeâirliğini âzamî cihette yapıyor.

Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir nimet sofrası sûretinde yaratmıştır ve bütün nimetleri o sofrada “Umulmadık yerlerden” bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, Yüce Allah, yarattıklarını terbiye edip besleme ve onları gözeticilik vasfının mükemmelliği olan kemâl-i rubûbiyetini ve kullarını beslemesi, koruması ve merhamet etmesi cihetiyle rahmâniyetini ve her bir mahlûkta tecelli edip görünen merhamet ediciliği olan rahîmiyetini o vaziyette sofra-i nîmet olarak ifâde ediyor. Özellikle “Umulmadık yerlerden” âyeti sırrınca hem insanların, hem hayvanların, hem de bitkilerin bütün rızıkları “umulmadık yerlerden” veriliyor ve mahlûkat mükemmel olarak besleniyor ve onlara çok güzel bakılıyor ve de merhamet ediliyor.

İnsanlar ise, Allah’tan uzaklaşıp nefislerinin arzularına dalarak duyarsız ve umursamaz bir hâl alarak gaflet perdesi altında ve sebepler dairesinde, Allah’ın nimetlerinin ifâde ettiği ma’nâları tam göremiyor ve aldanıyor, ba’zen de nimetlerin sahibini unutuyor. Hâlbuki gafleti parçalamak ve gafletten hakka dönmek esâs vazîfesi iken insan aldanıyor ve unutuyor. Gafleti parçalayan tefekküre yapışamıyor ve gafletten kolay kurtulamıyor.

İşte Ramazân-ı şerifteki oruç, ehl-i îmânı, birden muntazam bir ordu hükmüne geçiriyor ve o ordunun komutanından gelen emirlerle hareket eder misüllü komutanını tanıyor ve O’na inkîyât ediyor. Kuvvet, kudret ve hükümranlığının başlangıcı olmayan Sultân-ı Ezelînin ziyâfetine dâvet edilmiş bir sûrette akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir kulluk tavrı göstermeleri, o içten ve karşılıksız şefkat edici ve büyük ve haşmetli ve geniş merhamet ediciliğe karşı bol ve geniş ve büyük ve intizamlı bir kullukla ancak mukabele edebiliyor. İşte oruçla kul bu ubûdiyete müşerref oluyor. Bu ulvî kulluğa, kerâmetli şerefe katılmayan insanlar insanlık ismine ve mâ’nâsına lâyık olabilirler mi? Elbette olamazlar. Öyleyse o şerefli ubûdiyete oruçla katılmak insâniyetimizin ve fıtratımızın gereğidir.

Oruç insanın nefsindeki rubûbiyeti ve firavunluğu çok şiddetli bir şekilde kırıyor ve nefsi bir nev’î teslîm-i silâha mecbur ediyor.

Çünkü nefsin çok şümûllü mâhiyeti vardır. Meselâ; insan nefsi Rabbini tanımak ve emir altına girmek istemiyor. Kendisinin hür ve serbest olduğunu telâkkî ediyor. Hatta kendine vehmî bir Rubûbiyet veriyor. Kendi keyfince, başıboş olmak istiyor. Mükâfatta en önde ve vazîfede en geride durmak istiyor. Hem nefis kendinin ne kadar çabuk, zayıf ve sönmeye ma’rûz olduğunu ve çok çeşitli musîbetlere müptelâ olduğunu, çabuk dağılan ve bozulan et ve kemikten ibâret olduğunu da düşünmüyor.

Böylece kendisini lâyemût görüyor. Bunun için de bütün lezzetlere saldırıyor ve sınır tanımak da istemiyor. Bütün hırs ve şiddet ile dünyaya atılıyor. Hubb-u dünya ile onu arzu ediyor. Ahireti düşünmek istemiyor. Sadece dünyadaki fani ve geçici hazır lezzetlere müptelâ oluyor. Böylece zehirli bal hükmünde olan lezzetli ve kendisine menfaatli olan her şeye atılıyor.

İşte bu mâhiyetteki nefsi, oruç ibâdeti ve oruçtaki hakîkî açlık teslim alıyor ve nefis böylece hem Rabbini hem de nimetlerin hakîkî sahibi olan Mün’im-i Hakîkî olan Allah’ı tanıyor ve O’nun aciz bir kulu olduğuna inkiyâd ediyor.

Böylece oruç ibâdeti hakîkî maksâdına ulaşıyor ve Allah’ın kullarından istediği ubûdiyet böylece tam mâ’nâsına ve gâyesine ulaşmış oluyor.

Yirmi Dokuzuncu Mektub’da Ramazân-ı Şerîf’teki orucun hikmetleri kısaca şöyledir:

• “Hem Cenâb-ı Hakkın rubûbiyetine” bakar. Oruç Allah’ın Rab isminin tecellisine ve terbiye cihetine bakıyor. Nefis Allah’ın rubûbiyetinden ve terbiyesinden tam hissesini oruçla alıyor.

• “Hem insanın hayat-ı içtimâiyesine” bakar. Ramazândaki oruç, insanların sosyal ve cemiyet hayatına, yardımlaşmaya, fakirlerin hâllerini idrâk etmeye ve böylece zenginlerin fakirlere yardım etmesine bakan yönleri cihetiyle sosyal yönü kuvvetli bir ibâdet olarak vazîfesini yapıyor.

• “Hem hayât-ı şahsiyesine” bakar. Ramazândaki oruç hem de insanın şahsî hayatına bakıyor ve insana sabır, şükür kapılarını ardına kadar açmasına vesîle oluyor. İnsan oruçla nimetlerin hakîkî fiyatını ve sahibini idrâk ediyor, ülfet ve gafletten sıyrılarak nimetlerin Mün’im-i Hakîkînin ihsânı olduğunu anlayan insan kulluk mertebelerinde arş-ı kemâlâta çıkmaya orucunu vesîle yapıyor.

• “Hem nefsin terbiyesine” bakar. Oruç en çok insanın nefsine darbe vuruyor. Çünkü nefis ancak açlık tahtında teslîm-i silâh ediyor. Açlık olmasa nefis Rabbini tanımak istemiyor. Açlıkla zaafiyetini ve acziyetini anlayarak kulluğunu ve Allah’a olan ihtiyacını tam hissetmeye başlıyor. Zaten acziyetini ve fakriyatını anlayan insan kulluğa adımını atmış oluyor. İşte oruç nefsi bu cihetten çok iyi terbiye ediyor ve firavunluk tarafını törpülüyor.

• “Hem ni’âm-ı İlâhîyenin şükrüne bakar.” Oruç, insanların normal zamanlarda tam idrâk edemediği nimetleri ve Mün’im-i Hakîkîyi idrâk ettirdiği için hakîkî nimet sahibine hakîkî fiyat olan şükre çok keskin bir vesile oluyor. Bu cihetten de Allah’ın nimetlerinin şükrüne bakıyor.

Ya Rabbi, oruç emrinden hakîkî olarak nasiplenmeyi, Seni tanımayı ve nimetlerindeki nimet derecelerini fehmetmeyi bizlere ihsân buyur. Âmîn.

 

Abdülbâkī ÇİMİÇ

Ramazan Kategorisi

www.NurNet.Org