Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Emmarenin Riskleri

Haram tatlıdır, gıybette, yalanda, kinde, zinada vs bütün haramlarda, EMMÂREDE kalındığında pis bir lezzet vardır.

Haramdaki risklerden kurtulmanın çaresi, NEFSI EMMÂREDE ÖLMEK, LEVVAME ile Başlayan ruhani, rahmanî hayatta dirilmektir.

Bunula birlikte, İbadetler zikirler, tefekkürler nefsi emmâreyi sersemletip zararsız hale soksa da, emmare tamamen Ölmez, soğukta Donmuş hareket edemeyen Güz yılanı gibi uyuşur.

Uygun ortamı bulunca hortlayarak, saldırmak istidadındadır. Akbabalar, kokuşmuş laşeye iştahla saldırdığı gibi, nefsi emmare günahlara yönelir.

Onun için en büyük veliler, hatta nebiler bile nefisten Allah’a sığınırlar.

 

Abdulhamit Oruç

www.NurNet.org

 

Oruç ve Hikmetleri

Oruç ve Hikmetleri

Ramazân ayındaki oruç, İslâmiyetin beş rüknünden birincilerindendir. Hem de İslâmın alâmetleri olan şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

Biliyoruz ki ezan, selâm, başörtüsü, minâreler ve câmiler de İslâmiyeti âzam mertebede ihtâr ederler. Bunların yanında “sübhânallah, elhamdülillah, mâşâallah, barekâllah” gibi kelimeler, selâmın lâfızları, besmele gibi birçok kavram İslâm işâretlerine yani şeâire dâhildirler. Mezar taşları, medreseler, çeşmelerdeki kitâbeler de bu mâ’nâda birer İslâm nişanıdır. Bunlar bizlere Allah’ı, Kur’ân’ı, İslâmiyet hakîkatlerini hatırlatırlar ve anlatırlar.

Aynen bunlar gibi Ramazân’daki oruç da İslâmiyeti âzam mertebede ve alem (sembol, alâmet) hükmünde temsil ediyor. Nerede bir oruçlu insan görülse hemen İslâm ve Müslüman olduğu kolayca anlaşılıyor ve “Oruçluyum” diyen insan İslâmı ihtâr ediyor ve oruç, alâmeti ile şeâirliğini âzamî cihette yapıyor.

Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir nimet sofrası sûretinde yaratmıştır ve bütün nimetleri o sofrada “Umulmadık yerlerden” bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, Yüce Allah, yarattıklarını terbiye edip besleme ve onları gözeticilik vasfının mükemmelliği olan kemâl-i rubûbiyetini ve kullarını beslemesi, koruması ve merhamet etmesi cihetiyle rahmâniyetini ve her bir mahlûkta tecelli edip görünen merhamet ediciliği olan rahîmiyetini o vaziyette sofra-i nîmet olarak ifâde ediyor. Özellikle “Umulmadık yerlerden” âyeti sırrınca hem insanların, hem hayvanların, hem de bitkilerin bütün rızıkları “umulmadık yerlerden” veriliyor ve mahlûkat mükemmel olarak besleniyor ve onlara çok güzel bakılıyor ve de merhamet ediliyor.

İnsanlar ise, Allah’tan uzaklaşıp nefislerinin arzularına dalarak duyarsız ve umursamaz bir hâl alarak gaflet perdesi altında ve sebepler dairesinde, Allah’ın nimetlerinin ifâde ettiği ma’nâları tam göremiyor ve aldanıyor, ba’zen de nimetlerin sahibini unutuyor. Hâlbuki gafleti parçalamak ve gafletten hakka dönmek esâs vazîfesi iken insan aldanıyor ve unutuyor. Gafleti parçalayan tefekküre yapışamıyor ve gafletten kolay kurtulamıyor.

İşte Ramazân-ı şerifteki oruç, ehl-i îmânı, birden muntazam bir ordu hükmüne geçiriyor ve o ordunun komutanından gelen emirlerle hareket eder misüllü komutanını tanıyor ve O’na inkîyât ediyor. Kuvvet, kudret ve hükümranlığının başlangıcı olmayan Sultân-ı Ezelînin ziyâfetine dâvet edilmiş bir sûrette akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir kulluk tavrı göstermeleri, o içten ve karşılıksız şefkat edici ve büyük ve haşmetli ve geniş merhamet ediciliğe karşı bol ve geniş ve büyük ve intizamlı bir kullukla ancak mukabele edebiliyor. İşte oruçla kul bu ubûdiyete müşerref oluyor. Bu ulvî kulluğa, kerâmetli şerefe katılmayan insanlar insanlık ismine ve mâ’nâsına lâyık olabilirler mi? Elbette olamazlar. Öyleyse o şerefli ubûdiyete oruçla katılmak insâniyetimizin ve fıtratımızın gereğidir.

Oruç insanın nefsindeki rubûbiyeti ve firavunluğu çok şiddetli bir şekilde kırıyor ve nefsi bir nev’î teslîm-i silâha mecbur ediyor.

Çünkü nefsin çok şümûllü mâhiyeti vardır. Meselâ; insan nefsi Rabbini tanımak ve emir altına girmek istemiyor. Kendisinin hür ve serbest olduğunu telâkkî ediyor. Hatta kendine vehmî bir Rubûbiyet veriyor. Kendi keyfince, başıboş olmak istiyor. Mükâfatta en önde ve vazîfede en geride durmak istiyor. Hem nefis kendinin ne kadar çabuk, zayıf ve sönmeye ma’rûz olduğunu ve çok çeşitli musîbetlere müptelâ olduğunu, çabuk dağılan ve bozulan et ve kemikten ibâret olduğunu da düşünmüyor.

Böylece kendisini lâyemût görüyor. Bunun için de bütün lezzetlere saldırıyor ve sınır tanımak da istemiyor. Bütün hırs ve şiddet ile dünyaya atılıyor. Hubb-u dünya ile onu arzu ediyor. Ahireti düşünmek istemiyor. Sadece dünyadaki fani ve geçici hazır lezzetlere müptelâ oluyor. Böylece zehirli bal hükmünde olan lezzetli ve kendisine menfaatli olan her şeye atılıyor.

İşte bu mâhiyetteki nefsi, oruç ibâdeti ve oruçtaki hakîkî açlık teslim alıyor ve nefis böylece hem Rabbini hem de nimetlerin hakîkî sahibi olan Mün’im-i Hakîkî olan Allah’ı tanıyor ve O’nun aciz bir kulu olduğuna inkiyâd ediyor.

Böylece oruç ibâdeti hakîkî maksâdına ulaşıyor ve Allah’ın kullarından istediği ubûdiyet böylece tam mâ’nâsına ve gâyesine ulaşmış oluyor.

Yirmi Dokuzuncu Mektub’da Ramazân-ı Şerîf’teki orucun hikmetleri kısaca şöyledir:

• “Hem Cenâb-ı Hakkın rubûbiyetine” bakar. Oruç Allah’ın Rab isminin tecellisine ve terbiye cihetine bakıyor. Nefis Allah’ın rubûbiyetinden ve terbiyesinden tam hissesini oruçla alıyor.

• “Hem insanın hayat-ı içtimâiyesine” bakar. Ramazândaki oruç, insanların sosyal ve cemiyet hayatına, yardımlaşmaya, fakirlerin hâllerini idrâk etmeye ve böylece zenginlerin fakirlere yardım etmesine bakan yönleri cihetiyle sosyal yönü kuvvetli bir ibâdet olarak vazîfesini yapıyor.

• “Hem hayât-ı şahsiyesine” bakar. Ramazândaki oruç hem de insanın şahsî hayatına bakıyor ve insana sabır, şükür kapılarını ardına kadar açmasına vesîle oluyor. İnsan oruçla nimetlerin hakîkî fiyatını ve sahibini idrâk ediyor, ülfet ve gafletten sıyrılarak nimetlerin Mün’im-i Hakîkînin ihsânı olduğunu anlayan insan kulluk mertebelerinde arş-ı kemâlâta çıkmaya orucunu vesîle yapıyor.

• “Hem nefsin terbiyesine” bakar. Oruç en çok insanın nefsine darbe vuruyor. Çünkü nefis ancak açlık tahtında teslîm-i silâh ediyor. Açlık olmasa nefis Rabbini tanımak istemiyor. Açlıkla zaafiyetini ve acziyetini anlayarak kulluğunu ve Allah’a olan ihtiyacını tam hissetmeye başlıyor. Zaten acziyetini ve fakriyatını anlayan insan kulluğa adımını atmış oluyor. İşte oruç nefsi bu cihetten çok iyi terbiye ediyor ve firavunluk tarafını törpülüyor.

• “Hem ni’âm-ı İlâhîyenin şükrüne bakar.” Oruç, insanların normal zamanlarda tam idrâk edemediği nimetleri ve Mün’im-i Hakîkîyi idrâk ettirdiği için hakîkî nimet sahibine hakîkî fiyat olan şükre çok keskin bir vesile oluyor. Bu cihetten de Allah’ın nimetlerinin şükrüne bakıyor.

Ya Rabbi, oruç emrinden hakîkî olarak nasiplenmeyi, Seni tanımayı ve nimetlerindeki nimet derecelerini fehmetmeyi bizlere ihsân buyur. Âmîn.

 

Abdülbâkī ÇİMİÇ

Ramazan Kategorisi

www.NurNet.Org

Risale-i Nurda Ramazan Mevzu’u 1

Risale-i Nurda Ramazan Mevzu’u 1 

1. Ramazan

  1. “Meselâ Ramazan hilâlinin sübutunu ihbar eden iki adam, binler münkirlerin inkârlarını hiçe atarlar.” (S: 83)
  2. “Bir Ramazan gecesinde, şu kelâm-ı tevhidînin onbir cümlesinin herbirinde birer tevhid mertebesi ve birer müjde bulunduğunu ve o mertebelerden yalnız $ deki manayı, basit avamın fehmine gelecek bir muhavere-i temsiliye ve bir münazara-i faraziye tarzında ve lisan-ı hali, lisan-ı kal suretinde söylemiştim.” (S: 590)
  3. “Demek Ramazan bereketiyle yazdırılmış bir nevi ihbar-ı gaybîdir.” (S: 730)
  4. “Bir zaman bir ihtiyar adam Ramazan hilâlini görmek için semaya bakmış.” (M: 314)
  5. “Her Ramazan $ âyetini, nuranî parlak bir tarzda gösteriyor.” (M: 401)
  6. Ramazan, Kur’an ayı olduğunu isbat ediyor.” (M: 401)
  7. “Evet birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir.” (M: 402)
  8. “Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir meşher-i Rabbanî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.” (M: 402)
  9. “Madem Ramazan o bayramdır; elbette bir derece, süflî ve hayvanî meşagılden insanları çekmek için oruca emredilecek.” (M: 402)
  10. “Evet bir fende ve bir san’atta mütehassıs bir-iki zâtın o fen ve o san’ata ait hükümleri ve fikirleri, onda ihtisası olmayan bin adamın, -hattâ başka fenlerde âlim ve ehl-i ihtisas da olsalar- muhalif fikirlerini hükümden ıskat ettikleri gibi; bir mes’elede, meselâ ramazan hilâlini yevm-i şekte isbat etmek ve “Süt konservelerine benzeyen ceviz-i hindî bahçesi rûy-i zeminde var” diye dava etmekte iki isbat edici, bin inkâr edici ve nefyedicilere galebe edip davayı kazanıyorlar.” (Ş: 213)
  11. “[Isparta’daki umum Risale-i Nur talebeleri namına ramazan tebriki münasebetiyle yazılmış ve onüç fıkra ile ta’dil edilmiş bir mektubdur.]” (Ş: 274)
  12. “Madem bizler onların hatırları için kader-i İlahiyle buraya girdik ve bir kısmımız onların saadeti ve manevî rahatları için buradan çıkmak istemiyoruz ve istirahatımızı onlar için feda edip her sıkıntıya sabır ve tahammül ediyoruz; elbette o yeni kardeşlerimiz dahi Denizli mahpusları gibi, kardeşliğimiz hatırı için, şaban ve ramazan hürmetine birbirine küsmemek ve kardeş olup barışmak lâzım ve elzemdir.” (Ş: 501)
  13. Ramazan Risalesi, kırk dakikada telif edilmesi..” (Ms: 197)
  14. “Evet ramazan hilâlini gören iki şahidin, binlerle rüyet-i hilâli nefyedenlere müreccah olduğu gibi, iki müsbit ehl-i şuhud dahi, binlerce münkir nâfîlere tercih edilir.” (BMs: 460)
  15. “Otuzikinci Söz’ün Birinci Mevkıfını, Ramazan hediyesini ikmale muvaffak oldum.” (B: 31)
  16. “Atabey’e gelen Ramazan meyvesi olan ve Ramazan-ı Şerifin hikmetlerini bildiren Söz, bizi ikaz ve bilmediğimiz hikmetleri tasrih ediyor.” (B: 74)
  17. Ramazan Bayramından beri iki defadır hastalığım ki, el-ân nekahet devrindeyim; Risale-i Nur-u Şerifelerin istinsahına oldukça bir fasıla vermiş oldu.” (B: 184)
  18. “Mübarek Ramazan” (B: 220)
  19. “İmam Ömer Efendi geçen sene, “Ramazanın Hikmetleri” eserinin, Ramazan ayı geçtikten sonra gelişinden, benim gibi müteessir olmuştu.” (B: 221)
  20. “Hele şu mübarek Ramazan, birkaç müfsidin kalbimize saldığı hançerin acısını kalben, bütün gün için için ağlamakla geçiriyoruz.” (B: 225)
  21. “(Haşiye): Birinci Mevkıfı ise Ramazan hediyesidir.” (B: 249)
  22. “Râbian: Şu mübarek Şehr-i Ramazan, Leyle-i Kadr’i ihata ettiği için, kendisi de ömür içinde bir leyle-i kadirdir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar.” (B: 282)
  23. “Evet iki sene evvel, bütün Ramazanda üç ekmek, bir okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi; bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti.” (B: 301)
  24. “Mülteka Şerhi Damad’ın ve Merak-ul Felah ikisi demişler: İki Ramazan için bir keffaret kâfidir.” (B: 351)
  25. “hali, kuvveti müsaid ise, her Ramazan için ayrı bir keffaret var.” (B: 352)
  26. “Fakat ruhsat ciheti, tedahül sırrına binaen müteaddid Ramazan için bir keffaret farz, ayrı ayrı keffaret müstehab derecesinde kalır.” (B: 352)
  27. “Yazdığı vakitte Hüsrev vasıtasıyla çok mübarek Ramazan hediyesi aynı anda gelmesiyle beraber, aynı gecede ben senin hanen tarafına ve hanene geldiğimi rü’yada gördüğüm gibi, iki gece evvel, elhak ikinci bir Hüsrev ve ikinci bir Süleyman olan Süleyman Rüşdü, aynen sizi görmüş.” (B: 355)
  28. “Risale-i Nur’un iki Lütfü’leri ve Mustafa’ları ve Hâfız Ali’leri, Küçük Sabri olan Nureddin ile beraber has talebeler dairesinde, Ramazan feyzine, manevî kazançlara inşâallah hissedar kabul edildi.” (K: 36)
  29. “Yine aynen Ramazan Bayramında, Üstadın rızası olmadığı halde, Tahsin ve ben -yani Emin- bir kilo ince şeker getirmiştik.” (K: 59)
  30. “Müstemir âdetimi bitamam yerine getiremediğimden, yine Ramazan hastalığı gibi, ben kardeşlerimden, yine manevî muavenetlerini çok rica ediyorum.” (K: 137)
  31. “Elcevab: Şu musibetin en ehemmiyetli sebebi; küfran-ı nimet ve şükürsüzlük ve nimet-i İlahiyenin kıymetini takdir etmemeklikten gelen bir isyan olduğundan, Âdil-i Hakîm nimetinin hususan gıda kısmının, hususan hayat noktasında en büyük nimet olan ekmeğin hakikî lezzetini ve çok ehemmiyetli kıymetini ve nimetiyet noktasında fevkalâde derecesini göstermekle, hakikî şükre sevketmek hikmetiyle, Ramazan gibi riyazet-i diniyeye riayet etmeyen şükürsüz insanlara bu musibeti verip, aynı hikmet için adalet etmiş.” (K: 141)
  32. “Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmağa çalışmaktır.” (K: 141)
  33. “Bu mübarek Ramazan’da dahi geçen Ramazan gibi, bu âciz ve zaîf kardeşinize, manevî ve uhrevî sa’y ve çalışmanızdan zekat mikdarınca vermenizi ve onun hesabına bir mikdar çalışmanızı ve ziyade hüsn-ü zannınız ile ona tahmil ettiğiniz ağır yüke o cihette yardımınızı pek çok rica ederim.” (K: 154)
  34. “Buna karşı Risale-i Nur’un şakirdleri bir uzun Ramazan nazarıyla bakıp, keffaret-üz zünub ve bir riyazet-i şer’iyeye çevirebilirler.” (K: 194)
  35. “Hem Ramazan Risalesi’nin âhirinde nefs-i emmareyi her nevi azabdan ziyade, açlık ile temerrüdünü terkettiği gibi; şimdiki ehl-i nifakın mütemerridane sefahetinin cezası olarak umuma ve masumlara da gelen bu açlık ve derd-i maişet belasından ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur’un fakir şakirdlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var.” (K: 235)
  36. “Sâminen: Evvelce haber aldığınız hastalığıma dair bir noksan parça, dualarınıza ve geçen Ramazan gibi manen yardımlarınıza vesile olmak için o hastalık münasebetiyle yanımıza gelen bazı zâtlara söylediğim ve noksan kalmış bir fıkrayı yazıyorum.” (K: 260)
  37. “Ve bu bîçare ve az çalışabilen ve haddinden çok fazla hizmet ondan beklenen bu kardeşinize, o hüsn-ü zanları yanlış çıkarmamak için, geçen Ramazan gibi yardımınızı rica ediyorum.” (K: 264)
  38. “Bütün iki saat o taharri neticesinde, Ankara’dan gelen bir Ramazan tebrikiyle, bir Ramazaniye Risalesini elde ettiler.” (K: 267)
  39. “Meyve’nin Dördüncü Mes’elesindeki bir hakikatın izahını Eski Said’in âfâka bakmak damarıyla ve bana hizmet eden kâtibin Ramazan başlarında bayram alâmetini şarkta bir hâdisenin tesiriyle heyecanla demesi ve bu Ramazan-ı Şerif’teki kıymetdar vakitleri radyonun malayaniyatıyla zayi’ etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar edildi ki; o geniş ve karışık fırtınalı hakikatın kısaca zararlarını beyan eyle.” (E: 56)
  40. “Şimalin İsveç, Norveç, Finlandiya Kur’anı mekteblerinde en büyük halaskâr bir kitab olarak kabul ettikleri gibi, şimdi erkân-ı İslâmiyenin birincisi olan Ramazan sıyamını tutmak niyetiyle Câmi-ül Ezher’e “Şimalin pek uzun günlerinde bir çare-i tahfifi ve te’hiri yok mu?” (E: 241)
  41. “Râbian: Kardeşimiz Yakub Cemal’in Denizli şakirdleri namına Ramazan ve Leyle-i Kadir tebrikine karşı bin bârekâllah ve nefsine karşı mücadelesi veffakakellah ve İngiliz Devleti’nin payitahtında hatibleri kürsülerinde “Artık İngiltere’nin İslâmiyet’i kabul etmesi lâzımdır” diyerek bağırdıklarını ve beşeriyetin bütün hakikî ihtiyacatını câmi’ olan Furkan-ı Hakîm’in âyetlerini birer birer okuyup tefsir ve beyan ettiklerini en son gazetede arkadaşların okuduklarını işitiyoruz diye o kardeşimizin bu havadisine bin elhamdülillah deriz.” (E: 246)
  42. “Ve seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandıran Ramazan-ı Şerif’teki ibadet ve dualarınızın makbuliyetine âmîn diyerek rahmet-i İlahiyeden herbir gece-i Ramazan bir Leyle-i Kadir hükmünde sizlere sevab kazandırmasını niyaz ediyoruz.” (Em: 20)
  43. “Kendisini milletine hasreden seksen yaşındaki ihtiyar bir din âlimi öldürülmek isteniyor; hem de Ramazan Bayramı akşamı, iftar yemeğine zehir konulmak suretiyle.” (T: 635)
  44. “Emirdağ’da ramazan ayının bir gününde kıra çıktığı zaman, bir başçavuş ve üç silâhlı jandarma yanına gönderilerek, gelecek fıkrada beyan edildiği gibi, kendisine şapka giymesi teklif ediliyor; bu sebeble karakola celbediliyor.” (T: 664)
  45. “Ahmed Ramazan” (T: 729)
  46. “Bunun cevabını vermek üzere iken, Kerkük’ten Ahmed Ramazan kardeşimizden gönderilen “Sözler Mecmuası”nı aldım.” (T: 737)
  47. “Meselâ: Bütün bir şehrin ahalisi, ramazan ayına bakıyorlar.” (Ni: 100)

 

Devamı Gelecek inşeallah..

Ramazan özel Kategorimiz için..

www.NurNet.Org

Oruç Arınmaktır!

İnsansağlığınınbaşında,hücrehayatınınsağlıklıbirşekilde deyürümesigelir.Gerçekodur ki,yaşlılık veonunkaçınılmazsonucuolanölüm,hücrelerdekiçöküşün,tükenişin vesessizbirşekildekiölüşünifadesidir.Hücrenin ve onun bir bakıma toplum yapısı sayılan dokuların çöküşündeki ana unsur şüphesiz yorgunluktur.

Dokuların ve hücrelerin yorgunluğu, bugün başlı başına bir ilim dalı olarak ele alınmaktadır.

Bir hücre ne kadar ağır bir yükün altında ise, o kadar kolay yıpranır. Bu açıdan bakılınca bütün ilim adamları, karaciğer hücrelerini yaşlanmanın tek sorumlusu saymaktadır.

Karaciğer hücreleri, birbirinden farklı onaltı grup görevi yürütmek için 24 saat aralıksız çalışırlar. Keyfe bağlı ağır beslenmeler ve içki, bu dayanılmaz yükün altında ezilen karaciğer hücreleri için, gerçekten bir azap, bir zulümdür.

İnsan hayatının vefakâr hizmetkârları olan bu hücrelerin bîr tek ümidi var, oruç! Çünkü karaciğer hücresi bir mü`minin vücudunda mekân tutmuşsa, yorgunluğu arttıkça âdeta yalvaran bir sesle sorar:
– Ramazan ne zaman?

Evet sevgili okuyucularım, oruç, bu hücreler için özlenen bir bayramdır. Bu gerçeği anlamak için, orucun karaciğere getirdiği nimetlere bir göz atalım :
a- Karaciğerin çeşitli görevleri arasında safra yapmak ve besinler depo etmek, son derece önemli bir yer tutar. Çünkü bu görevler, süresiz devam eder. Hücrelerin bu yükü, onların çok değerli ve hayatî görevi olan globülin (kandaki protein) yapımı büyük ölçüde zorlaşır. Bu sebeple aşırı beslenenler, karaciğerin bu çok gerekli biyolojik hizmetinden mahrum kalırlar.
Efendimizin: “Sofradan doymadan kalkın” şeklindeki emri, böylesine hayatî bir mucize mesajıdır.
İşte oruç, besin hizmeti açısından karaciğere ortalama 8-10 saat istirahat sağlar.
Bu sayede oruç tutanın karaciğeri, daha rahat globülin ve benzeri biolojik maddeler üretir ki, bu nimeti başka bir yoldan elde etmenin imkânı yoktur.

b- Karaciğer için çok zor ve önemli bir görev, vücuttakî iyon alışverişlerinin elektronik dengesini kurmaktır.
Suyun iyon köklerinden başlayarak asit, metil ve azotlu iyon dengeleri, karaciğerin akıl almaz hünerleri sayesinde ayarlanır. Bu görev sırasında vena-porta dediğimiz özel kan sisteminden her an gelen yeni besin maddeleri, çok zor şartlar ortaya koyar. Halbuki Ramazanda, bu kan sisteminde 10 saat süre ile ciddi bir sabit denge meydana gelir. Böylece karaciğerin iyon görevleri, son derece rahatlar.

c- Oruç esnasında karaciğerin glikoz depolama görevinde de aşikâr bir rahatlama olur. Karaciğerin dokulardaki gerginliği kalkar. Karaciğerin hücre içi basıncı düşerek, emsalsiz bir biolojik zindelik doğurur.
Bütün bu gerçekler yanında çağımızın insanı, sırf kendini tatmin için karaciğer testleri yaptırıyor. Ve her gün değişen rejim testlerinin peşinde koşuyor.
Yarının insanı, inansın veya inanmasın, harika bir laboratuvar olan karaciğerini korumak için oruç tutacak.

Şimdi çok önemli bir başka dokuya ait hücrelerin birbirleriyle konuşmalarını dinleyelim:
Damarın iç yüzündeki hücreler, eğer dile gelseler, birbirleriyle şöyle konuşacaklar:
-Ramazan ne zaman gelecek? Kanda dolaşan besin artıkları üzerime öylesine yığıldı ki, artık öleceğim ve benim yerime yine bu ölü besin artıkları çökecek. Bunun sonucunda şimdiye kadar lastik gibi tuttuğum damar çeperi eğer oruç imdada da yetişmezse daracık, bir kireç boruya benzeyecek ve beslediğim organ ölüme mahkûm olacak.

Sevgili okuyucularım. Damar yüzeyinin hücreleri acaba neden Ramazanı bekliyor?
a- Oruç sırasında, özellikle iftara birkaç saat kala, kandaki besin maddeleri en az seviyeye ineceğinden, damarlarda hiç besin artığı kalmayacak, böylece damar yüzeylerinde besin artığı birikmeyecektir. Bunun sonucunda damar hücreleri hayat bulacak, damar sertleşmeyecek ve ihtiyarlık kesin olarak gecikecektir.

b- Kan hacminde iftara doğru görülen sıvı azalması, kan basıncını azaltacak ve damar hücreleri, üzerinden kalkan baskıdan dolayı âdeta bayram yapacaklardır. Bu arada hücre ve hücre arası su azalacağından, küçük tansiyon düşecek ve gerçek gençlik doğacaktır.

c- Kanda, bazı insanlarda bir türlü düşmeyen Lipid ve Kollesterol düşecek ve damarlar, yine akıl almaz bir mutluluğa kavuşacaktır.
Damar hücreleri, orucu nasıl beklemesin?
Çağımızın insanı, kan basıncını düşürmenin ve kandaki besin artıklarını her ay ölçtürmenin telâşı içindeler.
Bu yüzden tekrar ediyoruz.
Yarının insanı, inansın veya inanmasın, yaşlanmayı geciktirmek ve damarlarını sağlığa kavuşturmak için oruç tutacaktır.

Bir de oruç açısından kemik iliğini gözleyelim:
Özellikle yetersiz güneş ve sağlıksız hava şartları, şehirlerde yaşayan insanların kemik iliğini tembelleştirir. Bu yüzden bu insanlar hem kansız, hem dermansız hem de hastalıklara karşı dayanıksızdır. Kemik iliğini harekete geçirip, güçlü bir çalışmaya sevk eden en iyi üç faktör: Güneş, bol oksijenli hava ve hücre beslenmesindeki zorlanmadır.

Evet evet, yanlış anlamadınız. Son maddede “hücre beslenmesindeki zorlanma”, dedik. Bu husus, tıp ilminin en önemli tespitlerinden biridir. Eğer hücrelerde beslenme zorlanırsa, vücut kan yapımını arttırarak oksijen taşıma faaliyetini hızlandırır. İşte oruç, bu tesiri sağlayan akıl almaz bir uyarıcıdır. İftara doğru hücre beslenmesindeki zorlanmalar, kemik iliğine uyarı yapar, bu yüzden oruç tutan herkeste bariz bir güç artışı olur.

Evet sevgili okuyucularım, orucun insan sağlığına verdiği hikmetleri saymakla bitiremeyiz. Sadece ana başlıklar olarak birkaç önemli noktaya temas edeceğim.
1- Oruç sırasında bütün hormon sistemi,bir ay süre ile dengeli ve zinde bir çalışma düzenine geçer.
2- Sindirim sistemi ve özellikle onun korunma sistemi olan peyer plâkları, bu ay zarfında revizyona girer ve bütün aksaklıklar düzeltilir.
3- Orucun kan basıncı ve damarlar üzerindeki müsbet tesiri böbrek ve kalp üzerinde de otomatik bir sağlık teminatıdır.
4- Ve nihayet oruç, insanların manevî bünyelerine yaptığı harika tesir ile bütün vücut sisteminin mutlu bir ahenge kavuşmasını sağlar.

Allah`a karşı kulluk vazifelerini yapmış insanların duyduğu mutluluk, bütün dertleri alır, götürür. Ve müslüman, stressiz, taptaze bir biolojik mekanizma ile yeni bir yıla girer.
Hem gençleşmiş olarak, hem de Cennette kendisine verilecek olan ebedî gençliğin müjdesini ruhunda duyarak

Onk. Dr. Haluk NURBAKİ

Ramazan özel sayfamız

www.NurNet.Org

Alparslan Açıkgenç – Said Nursi – Diyanet Ansiklopedisi

TENKİD ve TAHLİL

ALPARSLAN AÇIKGENÇ –

DİYANET ANSİKLOPEDİSİ 35. Cilt – SAİD NURSİ

Evvela: AÇIKGENÇ’in yazdığı araştırması için tebrik ederim. 2008’de tahlil ettiğim bu araştırmayı kendisine ulaştırmak için birisine vermiştim.

 

Ulaşmadığına bugğnlerde kanaat getirdiğim için güncellemek istedim ve kamuoyuna arz ediyorum.

 

AÇIKGENÇ’ten de çalışmalarının devamını beklerim.

Muhammed Numan ÖZEL / YOZGAT – Haziran 2015

__________________________

1 –Tahsil hayatı onun zeki ve kabiliyetli bir öğrenci olduğunu gösterir. Konuları çok hızlı kavrayabildiği için hocaları kendisinin dersleri atlayarak takip etmesinden hoşlanmıyordu ve bu durum onun sık sık hoca değiştirmesine yol açıyordu. Sonunda Doğubayazıt’ta Şeyh Muhammed Celâlî’nin ders halkasına girerek 1892 yılında henüz on dört yaşında iken icâzet aldı. (35/566p.4)

 

C:burada sanki tahsil hayatı kesintisiz devam etmiştir gibi bir izlenim kazandırmaya çalışılmış. Bu izlenim kazandırma çalışması ise Külliyatını buralardan alıntılar yaparak yazdı gibi bir fikri akla kapı açtırmak içindir.

1/a:Kesintisiz eğitiminin sadece üç ay olduğu, diğerlerinin daha kısa sürdüğü kendi beyanından anlaşılmaktadır. (35/565p.4)

C:Bu cümleyi madde 1’in devamında kullanması ise bir tenakustur. Çünkü madde 1 de ki metinde kesintisiz bir tahsil havası, akabinde ki cümlede sadece 3 aydır demekle çelişmektedir.

2:1915’te bir milis gücü oluşturarak kaymakam rütbesiyle orduya katıldı. (35/566p.3)

C:Harb-i Umumîde GönüllüAlayKumandanı olarak iki sene çalıştım, çarpıştım. Mektubat ( 75 )”demektedir Said Nursi. Bu ise Albay rütbesine tekabül etmektedir Kamakam’a değil.

 

3: özellikle üniversite gençleriyle görüşüp onlara İslâm’ı anlatmaya çalıştı. Fakat yaşının çok ilerlemesi sebebiyle bu faaliyetler sağlığını etkiledi. Ağır hasta olduğu halde kendi isteğiyle Emirdağ’dan Urfa’ya nakledildi ve 23 Mart 1960 tarihinde vefat etti. Urfa’daki mezarına halkın yoğun ilgisi dolayısıyla endişelenen dönemin askerî yönetimi tarafından cesedi bilinmeyen bir yere nakledildi. (35/567p.1)

 

C:Said NURSİ ömrünün son dönemini Emirdağ’da değil, Isparta’da geçirmiştir. Hayatının bu dönemi ise gene rahat geçmemiştir. Göz hapsi ve takipler ve ziyaretine gelenlere eziyetler devam etmiştir.

4:Said Nursi’ye göre felsefe ve kelâmın önemli bir sorunu olan âlemin varlığı ve yaratılış amacı, insanın âlem içindeki konumu problemi ancak Kur’ân-ı Kerîm’in hidayeti ışığında tatmin edici bir izaha kavuşturulabilir. Kur’an’a dayanan bir düşünür şunu anlar ki insan geçmiş zamanın derinliklerinden gelen, varlık alanına uğrayıp geleceğin güzelliklerine doğru yürüyen bir mahlûktur. Bu büyük yolculuk sırasında kâinat durağı onun sadece maddî boyutunu teşkil etmektedir. Said Nursi’ye göre insanlığın nereden gelip nereye gittiği gibi teorik soruları felsefe seslendirmiş, Hz. Muhammed de kâinatı yaratan ve idare eden gücün Allah olduğunu bildirmiştir (Külliyât, s. 1159). (35/567p.2)

C:varlığın yaratılış ve dünya macerası kısmını ve torik sorulara cevap veren sadece Hz. Muhammed (asv) değil 124.000 enbiya cevaplamıştır bunu sadece Hz. Muhammed (asv)’a atfetmek teorik olarak yanlıştır. Buna dair yüz yirmi dört bin enbiyanın ona dair ihbarını keşf ile tasdik eden evliyadan ve asfiyadan hadd ü hesaba gelmez sadık muhbirler haber verdikleri halde..Asa-yı Musa (12)

 

5:Buna göre rabbimizi bize tanıtan üç büyük öğretici vardır: Tabiat, hâtemü’l-enbiyâ Hz. Muhammed ve Kur’ân-ı Kerîm (Külliyât, s. 91-96). (35/567p.Son)

 

C: Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif var. Birisi: Şu kitab-ı kâinattır ki..

Birisi: Şu kitab-ı kebirin âyet-i kübrası olan Hâtem-ül Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm’dır..

Birisi de Kur’an-ı Azîmüşşan’dır. Sözler ( 235 )

 

Burada sadeleştirme yaparken dünyada ki sisteme mataryalistler tarafından verilen tabiat ismi kullananılması Çok geniş bir kapsamı olan kainat’ı, içerisinde var olan kasır ve nakıs bir kuvvete indirgenmiştir. Bu bir hatadır.

 

6:  “Risâle-i Nûr” adını verdiği külliyatını Sözler, Mektûbât, Lem‘alar ve Şualar olmak üzere dört temel eserden teşkil etmiştir. Arapça yazdığı eserleri hariç diğerlerinin neredeyse tamamı iki cilt halinde Risale-i Nur Külliyatı adıyla yayımlanmıştır. (35/569p.Son)

 

C:Risale-i Nur Adını verdiği külliyatı tamamı 20 ciltten oluşmaktadır. Nesil yayınlarının nakıs bir çalışması olan 2 ciltlik çalışmayı nazara vermesi Risale-i Nur Külliyatının muazzamlığını küçültmekten öte bir şey değildir. Bu bir psikolojik küçümseme taktiğidir.

 

7:Etkileri ve Nurculuk Hareketi. Said Nursi, Türkiye’de büyük bir kitleyi etkilemiş olmasına rağmen onun İslâm ve Batı dünyasındaki tesiri başlangıçta oldukça az olmuştur. Bunun önemli sebeplerinden biri, Nursi’nin vefat ettiği 1960 yılından 1980’li yıllara kadar eserlerinin ve talebelerinin takibe uğramasıdır. Diğer bir sebebi de talebelerinin onun görüşlerini yayabilecek ve bunlar üzerine yeni görüşler geliştirebilecek birikime sahip olmamasıydı. (35/570p.2)

 

C:Bu metinde Risalelerin ve Nurculuk akımının gelişmesinin önündeki bir engel de Nurcuların bilgisizliği olarak ileri sürmektedir. Nurcuların birikimsiz olduğunu iddia etmek ise basiretsizlikten öte bir şey değildir. Lakin o takip ve Tevfik ise bir realite olmasına rağmen nurcular faaliyetlerinden geri durmamıştır.

 

8:Risâle-i Nûr hareketinin bir bilgi geleneği oluşturduğu söylenebilir. Ancak bunun İslâm medeniyeti içerisinde yeni bir düşünce geleneğine dönüşüp dönüşmeyeceği henüz belli değildir.

(35/571p.4)

C:Risale-i Nur eserleri 1908’den beri Osmanlı ve Anadolu Topraklarında kendisini göstermiş olan bir telifattır. Hal böyle iken böyle bir iddiada bulunmak ise nurun tarihini bilmemekten kaynaklanmaktadır. Veya kıskançlık eseri bir sözdür.

 

9:Fethullah Gülen, Risâle-i Nûr’dan etkilenmesi dolayısıyla Nurculuk hareketi içinde mütalaa edilmektedir. Gülen de Said Nursi gibi medrese eğitimi almış, daha sonra felsefe, sosyoloji, edebiyat, sanat ve tarih bilimlerinde kendini yetiştirmiştir. Hayat felsefesinde ve İslâm’a hizmet yönteminde önder ve hedef insan olarak Hz. Peygamber’i seçtiğini belirten Gülen’in bu yaklaşımından kendisini bağımsız bir hareket olarak takdim etmeyi ve böyle algılanmayı istediği anlaşılmaktadır. Fethullah Gülen, Said Nursi’yi kendi ifadesiyle “asrın beyin yapıcısı” olarak görmüş, fakat hiçbir zaman Nurculuk tabirini onaylamamıştır. Said Nursi’nin çizdiği hizmet anlayışı çerçevesinde hareket ederek Risâle-i Nûr metinlerinde belirlenen düsturları birer rehber olarak seçtiğini açıkça belirtmiştir (Gündem, s. 132, 173). Fethullah Gülen ilk defa İzmir’de lise ve üniversite öğrencilerinin barınabileceği bir yurt yapma girişiminde bulunarak bugün dünyaya yayılan okul ve eğitim hizmetlerini başlatmıştır. Her zaman yeni hizmet yöntemleri geliştirip insanlara yeni hedefler göstermeye çalışan Gülen’in bu arayışları Gülen hareketinin basın ve kitlesel iletişim hayatına yönelmesini sağlamış, bu hareket çerçevesinde günümüz Türk eğitim sistemi içinde çeşitli kurslar ve dershaneler açılmıştır. 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği dağılıp Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını elde edince eğitim kurumları bu ülkelere taşınmış.. (37/576p.Son)

 

C:burada mevzu bahis Bediüzzaman Said Nursi iken Fethullah Gülen’den reklamvari bu madde içinde bahsetmek Gülen’i Nurculuğun sanki Said Nursiden sonra ki üstadı gibi göstermek çabası gibi durmaktadır. Gülen nurcular arasında olmadığını, kendisinin nurcu olmadığını da belirtmiştir. Bura da bunun yazılması ise bir yere yaranmak veya nurculuğun sistemini Gülene bağlamaya çalışmak gibi bir gayret olmuştur.

 

10:Sonuç olarak bilimsellik günümüzde en önemli sorun olarak Risâle-i Nûr hareketinin önünde durmaktadır. (37/577p.2)

 

C:Din madde ile analiz edilecek bir oble veya nesne değildir. Bu sebeple tün islami hareketleri ve savundukları islam davasını “bilim ile din çelişir, çatışır.” Paranoyasının ekmeğine bal kaymak sürmektir.

 

11: bilimsellik günümüzde en önemli sorun olarak Risâle-i Nûr hareketinin önünde durmaktadır. Bunun farkında olarak bu dönemde bazı yeni oluşum ve faaliyetler ortaya çıkmıştır. Said Nursi’nin fikir ve eserlerinin bilimsel açıdan ele alınması için sarfedilen bu tür gayretler, ulusal ve uluslararası düzeyde yapılan toplantılar, akademik sempozyumlar ve makale, kitap türünde yayınlar bu ihtiyacı gidermeye çalışmaktadır. (37/577p.2)

 

C:Kur’an Tilmizleri olan Risale-i Nur Talebeleriislami hizmetler eden tüm camialar içerisinde ilim, fen ve teknolojiye en çok değer veren ve kültürel seviyesi en yüksek olan bir akademik hizmettir. Kitap makale.. gibi çalışmalar ise düşünen beyinlerin istifadelerinden hasıl olup istifadeye sunulan mataryallerdir.

 

12:diğer ihyâ hareketleriyle benzer özellikler taşıdığını ve aynı sorunlarla karşı karşıya kaldığını, bununla birlikte yeni açılımlarla hayatiyetini sürdürdüğünü söylemek mümkündür. (37/577p.2)

 

C:Bediüzzamanın öğretileri, temelde itikadi ve ameli meselelerde diğer öğretilerle benzerlik gösterir. Lakin Bediüzzaman öğretilerinde getirdiği izah tarzları ve vermiş olduğu akli ve mantıki delil, bürhan ve hüccetler ile diğer ihya hareketlerinden farklılık arz eder. Bediüzzaman sistemini LAHİKA eserlerinde öğretmiştir.

 

13:..yeni açılımlarla hayatiyetini sürdürdüğünü söylemek mümkündür. (37/577p.2)

 

C:Risale-i Nur,  klasik skolastik bir usul ile gitmediği için tarihten silinmekle yüzyüze kalmamıştır. Böyle bir iddiada bulunmak Risale-i Nur hareketini ve Bediüzzamanın öğretilerini tam manasını bilmemenin neticesidir.

 

 

              AÇIKGENÇ’in tezinin analizidir. Çalışmasını okumak isteyenler Diyanet islam ansiklopedisin 35. Cilt said nursi maddesine bakabilir.

 

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.Org