Kategori arşivi: Hanımlar

Hanımlar Nasıl Mutlu Olacak?

Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı Lâzımdır tâ dayansın.

Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları! Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı.

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir tesiri. {(**): Nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir bîçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyane bir nazarla bakmak, ruhun hissiyat-ı ulviyesini söndürür.}

Memnu’ heykel, suretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahları. ( Sözler, 727 )

Hanımların rahat edip hürmetle anıldıkları ortam, evleri ve aile hayatlarıdır. Fıtraten hassas ve nazik olarak yaratılmış hanımlar ailedeki manevî, hissî paylaşımları yönlendiren, geliştiren, ferdler arasındaki akışı sağlayan birer nazenin şefkat aynalarıdır. Bu aynalar aile hayatları dışında “ekmek kavgası”nın kıyasıya yaşandığı ortamlara girdiklerinde yapılarındaki ince hisler ve duyarlılık bozulur. Kendi ruh dünyasında çatışmalar yaşadığı gibi aile ferdlerini birbirine bağlama, problemleri çözme, çocukların terbiyesi, manevî alışverişlere zemin oluşturma gibi ailenin temelini oluşturan görevleri atıl kalır. Bunun neticesinde anne, baba, çocuklar arasında kopukluklar olur. Aynı sofrayı paylaşsalar bile fikir ve his olarak birbirlerine aks edecek sıcak bir ortam yakalanamaz. Birbirini anlama, destek olma, alakalanma gibi pek çok ruhî ve insanî ihtiyaç karşılanmamış olur.

Neden? Çünkü evin annesi sabahtan akşama kadar dışarıda bir sürü insanla uğraşmış, sinirleri yıpranmış, kendisi dolmuş ve deşarj olacak bir ortam ararken bir de ev işlerinin üstüne ailenin diğer ferdlerinin problemlerine yönelmesini beklemek insafsızlık olur.

Peki ne olacak? Evin annesi geçim derdini üstüne aldıysa, fizikî olarak anne olsa da mana olarak “babalaşmıştır”; yani artık evin 2 babası vardır.

Peki anne nerde? Anne yok; anne misyonunu yüklenecek kimse yok çünkü.

Peki annesiz aile devam eder mi? Sırf maddeyi paylaşmaya aile hayatı diyorsak, annenin muazzam terbiye misyonu olmadan da aile o kadar devam eder; yani etmez. Çocuklar ve eş ilgiye, şefkate, uyarılmaya, dertleşmeye, paylaşmaya, konuşmaya muhtaç bir şekilde maddî hayatlarına devam ederler; ama mana hayatlarında doldurulması müşkül kocaman gedikler açılmıştır. Güven, aidiyet hisleri tam tatmin olamamıştır. İhtiyacı olduğunda yanında olan bir annesi, eşi yoktur çünkü. Anne de yoğunluktan -kendi dahil- ailede kime ne olup bittiğini fark edemiyordur. Dış alemde mesul olduğu vazifesi ve onunla ilgili bir sürü sıkıntılar üstüne ailedeki karmaşık insanî sorunlar hanımı da zaman içinde çok yıpratır. Saçını süpürge etse de: “çocuğuma laf geçiremiyorum, onu anlamıyorum, o da beni anlamıyor” gibi yakınmaları duyarız. Halbuki çocuğunu veya eşini dinleyecek vakit, kendinde istek dahi bulamamıştır. Bu yüzden:

“Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede.” Demiştir.

Üstad Hz.(RA)’ın dediği gibi:

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” (24.Lema)

Hanımların ailedeki en esaslı görevi çocuklarına manevî ders vermesi, sağlam bir ahlak üzere yetiştirmesi, hayata istikametli bir bakış açısı kazanmalarına gayret etmesidir. Bu çok zaman ve emek, ilgi isteyen manevî terbiyeyi ailede şefkatli bir otorite olan anneden başkasının vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla toplumun geleceğini oluşturan çocukların en ehemmiyetli muallimi olan annelerin vazifesi çok büyüktür. Hanımı dışarı çıkarıp çalıştırmak suretiyle evdeki dengelerin bozulmasına sebep olmak akıllıca bir iş değildir. Ailesinden kopuk, ahlakı kötü, manevî değerlere duyarsız bir evladın açtığı zararı annenin kazandığı binler maaşla dahi kapatmak mümkün değildir. Çünkü kaybedilen bir “insan”dır. Ergenlik yaşına gelmiş, karakteri oturmuş bir çocuk için “uzman desteği” de alsak ne kadar onun ruh dünyasında düzeltmeler yapabiliriz?

“Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı.”

Hanımın takvası yani manevi temizliği zînetidir; hanımı güzel gösteren suretten ziyade sîret yani ahlakıdır. Ahlakının güzelliği haşmet verdiği gibi, günahtan muhafaza olunmuşluğu da hanımın cemalidir. Fıtratındaki şefkat kendindeki kemalat olmakla beraber, evladı ile geçirdiği vakitler eğlencesidir.

Halbuki hanımlar evlerinden dış hayata çıktığında, dahil olduğu ortamda hevesleri uyandıracak, nazarları kendiyle meşgul edecektir. Böylece pek çok olumsuzluğun ortaya çıkmasına sebep olur. Aile hayatında bunca vazifeyi atıl bırakıp, dış alemde de verimi düşürecek durumların ortaya çıkmasına sebep olacak bir karar, hiçbir ehli aklın karı değildir ve olamaz. Bu yüzden rızık için -hakikaten mecbur kalmadıkça- dışarı çıkma vazifesini İslam hanımlara yüklememiştir.

Nabi

www.NurNet.org

Hanımların Mutluluğu Nerededir?

Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur!.. Rusya’da o bîçare taifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. (24.Lema, 2.Nükte)

Hepimiz hanım olarak günlük ev işlerine yardım edecek kurs veya çalışmalara katılmayı severiz; ta ki o konudaki istidatlarımızı keşfedip çalıştıralım, daha kamil ve pratik işler yapabilelim.

Peki mahiyetimizdeki manevî istidat ve cihazların keşfi ve çalıştırılması hangi kursa devam etmekle olacak?

İnsan mahiyetinde hayra ve doğruya müteveccih olarak yaratılmış kalp, ruh, sır gibi cihazlar varsa da daim şeytandan ders alan, muzır ve şerir bir nefs-i emmare de taşımaktayız. Bu nefsin şerrinden kurtulup kalp ve ruhumuzun inkişafı için manevî bir terbiyeye ihtiyacımız var. Bunun da şartı önce İslam dairesine sonra da belli bir terbiye sistemine kendimizi dahil etmektir. Bu terbiye sistemi hak tarikatler olabildiği gibi, doğrudan doğruya Risale-i Nurdaki ihlas-uhuvvet-hatvelerle çizilen yol da olabilir. Asıl kendimize sormamız gereken “benim manevî bir terbiyeye ihtiyacım var mı?” sorusudur.

Risalelerden alıntıda belirtildiği gibi hanım olarak dünyada saadetli bir hayat yaşamamız ve fıtratımızdaki ulvî seciyelerin inkişafı İslam dairesi içine girme şartına bağlıdır. İslam dediğimiz zaman dinimizin amelî boyutu, emir ve yasakları kast edilir. Öncelikle emir ve yasaklara ittiba dairesine, sonra da ancak bu daire içinde alabileceğimiz “terbiye-i maneviye” altına girmeliyiz. Terbiye ise fiiliyatımızın ve iç alemimizin birbiriyle uyumlu ve hakikate muvafık olması anlamına gelir. Öncelikle davranış boyutunda kendimizi fark ediyoruz ve elden geldiği kadar “emredildiği için” emir ve yasaklara uygun yaşıyoruz. Bu hal bizde yerleştikçe fark ediyoruz ki bir de iç alemimiz var, o davranış iç alemimizin bir yansımasıdır aslında. Dolayısıyla iç alemimizin de Kur’an’a muvafık bir hal alıp almadığını kontrol etmeye başlıyoruz. Bu terbiye ve belli bir çizgide yaşama, yani yapılıp yapılmayacak davranışların belli ve birbiriyle tutarlı olması bize “şahsiyet” kazandırıyor. Hem iç alemimizde bir netlik hem de diğer insanlarla olan irtibatımızda seviyeli bir tutum gösteriyoruz.

Oysa böyle bir terbiyeden mahrum olan ve hanımlığı sadece maddi görüntüsü itibarıyla değerlendiren Rusya gibi toplumlarda hanımlara kıymetlerinin çok altında muamele edildiği binler tecrübe ile sabit bir gerçektir.

Elhasıl: Nasılki kadınlar kahramanlıkta, ihlasta şefkat itibariyle erkeklere benzemedikleri gibi, erkekler de o kahramanlıkta onlara yetişemiyorlar; öyle de o masum hanımlar dahi, sefahette hiçbir vecihle erkeklere yetişemezler. Onun için fıtratlarıyla ve zaîf hilkatleriyle nâmahremlerden şiddetli korkarlar ve çarşaf altında saklanmağa kendilerini mecbur bilirler. Çünki erkek, sekiz dakika zevk ve lezzet için sefahete girse, ancak sekiz lira kadar birşey zarar eder. Fakat kadın sekiz dakika sefahetteki zevkin cezası olarak dünyada dahi sekiz ay ağır bir yükü karnında taşır ve sekiz sene de o hâmisiz çocuğun terbiyesinin meşakkatine girdiği için sefahette erkeklere yetişemez, yüz derece fazla cezasını çeker. Az olmayan bu nevi vukuat da gösteriyor ki; mübarek taife-i nisaiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe’ olduğu gibi, fısk u sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes’ud bir aile hayatını geçirmeğe mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar!.. Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmîn. (24.Lema, 2.Nükte)

Hanımların sefahette kabiliyetleri yok hükmünde olduğuna yukarıdaki misal en açık delildir. Hamisiz bir çocuğa hem analık hem babalık yapmak gibi çok ağır bir yükün altına girmek tehlikesi hanımları sefahetten muhafaza eder. Sefahete girmeyen bir hanım düzenli, belli bir aile hayatını tercih edecek; bu da onun daha başka günahlardan muhafaza olmasını temin edip yüksek ahlakına vesile olacaktır.

Maalesef hanımların latif fıtratını menfaatine alet etmek isteyen bazı komiteler, sefaheti hoş göstererek toplumu aldatmakta; hanımları da bu sefahetin malzemesi ve bazılarını da temsilcisi haline getirmektedir. Hanımlara yüksek şahsiyeti ve ahlakı ile değil de dış görüntüsü ile değer biçen bu sistem, hevesleri sürekli uyanık tutarak insanların yüksek hedefler için çalışması yerine nefsî ve geçici şeylerle vakit tüketmesini normal gösterip toplumsal verimi çok düşürmektedir. Sonra da şahsiyet ve namusunu ayaklar altına aldığı hanımı yüksek bir paye vermiş gibi alkışlatıp başka gafillerin de aynı oyuna gelmesine teşvik etmektedir. Böyle sefahete alet, taraftar, dellal, temsilci olmak gibi afetlerden kendini muhafaza etmek aklı başında her hanımın vazifesidir.

Sefahette hakiki bir saadet olmadığı gibi ona taraftarlıkta da acı bir alay vardır. Maddesi ön plana çıkarılmış bir hanım kardeşimizin medya ile teşhir edildiğini düşünelim. Ne kadar para, şan şöhreti olursa olsun, namus, haysiyet ve şerefi ne hale gelmiştir o kardeşimizin? Onu alkışlamak onunla alay etmek değil midir? Vicadanen böyle acı bir alaya razı olabilir miyiz? Kaldı ki o halde olan biz veya bir yakınımız da olabilirdik?.. öyleyse sefahete, hususan hanımların alet edildiği sefahete hiçbir şekilde taraftar olmamalı, destek vermemeliyiz.

Bu hâdisenin bir sebebi şu olmak kavîdir ki; Risale-i Nur, aile hayatına büyük bir faide verip hanımların iffet ve namus ve ismetle ve saadetle hayat geçirmelerini temin ettiğinden, kadınlar Risale-i Nur’a çoklukla rağbet göstermektedirler. Buna bir hüsn-ü misal olarak hanımların neşrolunan birkaç makalesini din düşmanları görmüşler ve bolşeviklik hesabına bir takım uydurma bahanelerle hücuma geçmişlerdir. Fakat aslâ muvaffak olamayacaklardır. Onların maksadlarının tam aksine olarak, Risale-i Nur’un neşriyatı erkek ve kadınlar arasında hârika bir tarzda inkişaf etmektedir ve edecektir. (Emirdağ Lahikası-2, 219 )

Diyen Bediüzzaman Hz. nurların hanımlar aleminde inkişafıyla menfi komitelerinin ve hanımları alet ederek sosyal hayatı zehirlemeye çalışan din düşmanlarının faaliyetlerinin tesirsiz kalacağı müjdesini vermiştir.

Hâzâ min fadli Rabbi

Nabi

www.NurNet.Org

Kadında Şefkat Çiçeği

Sual: “Kadının şefkati üzerinde durur musunuz? Ne zaman faydasız olur? Bedîüzzaman’ın bu konudaki yaklaşımı nasıldır?”

Her şeyden önce şefkat ve rahmet Allah’a mahsustur ve Allah’ın sıfatlarıdırlar. Hiç şüphesiz yeryüzünü bir sevgi yumağına çeviren şey, Allah’a ait olan bu güzel sıfatlardan başkası değildir.

Kadında şefkat fıtrîdir, yani yaratılıştandır ve kadın için sevap makinesi hükmündedir. Bedîüzzaman’ın ifâdesiyle kadınlar şefkat kahramanıdırlar.1 Öyle ki, kadın fıtrî şefkatiyle çocuklarını güzelce terbiye eder, besler, büyütür, eğitir; böylece evinin, çocuklarının, annesinin, babasının ve kocasının iyilik meleği olur ve büyük sevap kazanır.

Fakat kadın şefkatini îmân ve salih amel ile beslemelidir. Aksi takdirde sînesindeki şefkat kendisine yük olur, sevap değil, azap getirir.

Bedîüzzaman’a göre bir annenin evlâdını tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu fedâ etmesi ve hakîkî bir ihlâs ve fıtrî bir vazife ile kendini evlâdına adaması gösteriyor ki, kadında gâyet yüksek bir kahramanlık vardır. Bu kahramanlıkla kadın, hem dünya hayatını, hem ebedî hayatını kurtarabilir.

Fakat bazı kötü anlayışlarla o kuvvetli ve kıymetli seciye gelişmiyor. Ya da sû-i istimale uğruyor. Şöyle ki: O şefkatli anne, çocuğunun dünya hayatı tehlikeye girmesin, dünyada yükselsin, faydalı bir insan olsun, makamı, mertebesi, şânı, şerefi iyi olsun diye evlâdı için her fedâkârlığı nazara alır, her zorluğa katlanır. “Oğlum paşa olsun!” diye bütün malını verir, oğlunu Avrupa’ya gönderir. Çocuğunun dînî terbiyesini ise ihmal eder. Düşünmez ki, o çocuğun ebedî hayatı tehlîkeye giriyor. Annelik şefkatiyle dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor, fakat Cehennem hapsini düşünmüyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu, âhirette şefaatçi olacak bir konuma getirmek için çalışması gerekirken, kendisinden dâvâcı olacak şekilde dinden ve ibâdetten uzak yetiştiriyor.

Oysa ebedî hayata hazırlık yapmayan çocuk, yarın mahşerde: “Niçin benim îmânımı takviye etmedin, neden beni helâk ettin?” diye annesinden şikâyet edecektir. Oysa annenin kalbinde bulunan fıtrî şefkat, böyle kendisinden şikâyetçi olunmayı hak etmemelidir. Öyleyse anneler ve kadınlar, fıtrî şefkatlerini âhiret yurduna hazırlık mânâsı taşıyabilecek şekilde kullanmalıdırlar.

Üstad Saîd Nursî’ye göre, anneler, şefkatlerini böyle âhirette işe yarayacak şekilde kullanmazlarsa, cezâsını dünyada da çekiyorlar. Çünkü İslâm terbiyesini tam almayan çocuk, annesinin hârika şefkatinin hakkını lâyıkıyla bilmiyor, takdir etmiyor, bu hârika şefkate lâyıkıyla karşılık vermiyor, annesine karşı çok kusur ediyor, annesini çok incitiyor, çok kırıyor. Oysa eğer, hakîkî şefkatini sû-i istimal etmeden, bîçâre evlâdını ebedî hapis olan Cehennemden ve ebedî îdam olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya çalışsa idi, o evlâdın bütün iyiliklerinin ve ibadetlerinin sevabının bir misli, annesinin amel defterine geçecekti. Nitekim şefkatini âhireti için kullanan ve evlâdını âhiret yurduna hazırlayan bir anne ölse bile, amel defteri kapanmayacak, evlâdının iyilikleri ile rûhuna nurlar yağmaya devam edecektir. Mahşerde de değil dâvâcı olmak, bütün rûh-u cânı ile annesine şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübârek bir evlât olacaktır.

Süleyman Kösmene

saidnursi.de

Dipnot:

1- Bedîüzzaman Saîd Nursî, Lem’alar, Germany, 1994, Y.A.N., s. 201

Aile Hayatının Temel Esasları: İktisad

İktisad:

İktisad eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez. Evet iktisad, kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, hadd ü hesaba gelmez. (19.Lema)

Aile hayatında iktisadın ehemmiyeti aşina olduğumuz bir hakikattir. Lakin bu asrın gayr-ı zaruri ihtiyaçları önceki asırlara göre 25 kat artırması sebebiyle geçimi temin eden para oldukça pahalanmış, bazen o menhus mala mukabil haysiyet, namus rüşvet verilir hale gelmiştir. Bu tehlike İktisad Lem’asında şöyle anlatılmış:

Evet rızk ikidir:

Biri hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile o rızk, taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Beşerin sû’-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı her halde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeğe mecbur olmaz.

İkincisi: Rızk-ı mecazîdir ki, sû’-i istimalât ile hacat-ı gayr-ı zaruriye hacat-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belasıyla tiryaki olup, terkedemiyor. İşte bu rızk, taahhüd-ü Rabbanî altında olmadığı için; bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar manen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesat-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz menhus malı alır. Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm; o gayr-ı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor. Böyle acib bir zamanda, şübheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. (Lem’alar, 142 )

İnsanı en ziyade dünyaya bağlayan cihet kendi sorumluluğu altında olan insanların rızkını temin vazifesidir. Para ve malın manevi değerler pahasına satıldığı bir asırda, rızk-ı hakikiyi helal yoldan kazanmak ve iktisadla sarf etmek insanın dünyaya bağlılığını önemli ölçüde azaltır. Maişette kanaat ve iktisada riayet edilirse berekete mazhar olunur; kanaat ruhun cennetidir.

İktisad meselesi en ziyade ailede müdür-ü dahili olan hanımı alakadar ediyor. Çünkü eşinin malında tasarrufa me’zun olup o malı ailenin faydasına olacak şekilde sarf etme yetkisi hanımdadır. Eğer kanaat yerleşmediyse başkalarında olup kendi erişemediği mecazi rızka gıbta edecek, tatminsizlikten gelen bir hisle eşinden maişet hususunda şikayetçi olacaktır. Bu durum, eşi yıpratır ve rızkın temini için başka gayr-ı meşru yolları aramaya iter; belki ahlakını kaybettirecek haramlara bulaşmak zorunda kalır. Son zamanlardaki aşırı tüketimcilik: varken yenisini talep etmek, çok çeşitli ve lüks giyinmek-yemek alışkanlıkları, eşyayı daha alırken 2 sene sonra değiştiririm psikolojileri, atmayı marifet sanmak, kendini sürekli gelir düzeyi çok yüksek olanlara kıyas etmek, alışveriş merkezlerinin cazibedarlığı, her şeyi hak ettiğini düşünmek=kendinizi şımartın telkinleri,  özellikle hanımları “alışverişle tatmin olan” birer tüketim ferdi haline getirerek maddeye bağımlılığı artırmıştır. İktisad ve kanaatli olmak içtimai hayatta hakir görülürken maalesef anlamsız tüketim çılgınlığına hizmet etmek, modernlik veya gelişmelere ayak uydurma olarak algılanır olmuştur. Oysa nefsimizde yapısı itibarıyla “doyma” diye bir hal olmadığı için ona ne kadar verirsek verelim, daha fazlasını, daha güzelini talep edecektir. Madem ki nefsimiz doymayacak, o zaman problem, nefsimizdeki “doymama” durumu değil; tam tersi onu “doyurma çabamız”dır. Asla olmayacak bir şey için çaba sarfetmek ne kadar mantıklıdır?

Öyleyse ne yapmalı? Hikmet dairesinde makul seviyede ihtiyaçları temin edip eldekinin kafi olduğunu fark etmeli; dünyaya geliş gayemizin maddeye değil manaya hizmet etmek olduğunu bilip iktisadlı hareketin en akıllıca hayat prensibi olduğunu kendimize yerleştirmeli. Böylece maişette yaptığımız iktisadın, sermaye-i ömrümüzü fanide yok etmekten kurtaran asıl iktisad olduğunu anlamalı. “el-kanaatü kenzün la yefna” , kanaat tükenmez bir hazinedir, vesselam.

Nabi

www.NurNet.Org

Risale-i Nur ile Yenilenen ve İnkişaf Eden Bir Hayat

Risale-i Nur Külliyatını tanımadan önce istediğim şekilde bir hayat yaşadığımı zannediyordum. Kalbim dünyevi isteklerle doluydu, zengin olmak hatta Bill Gates’den de zengin olmak istiyordum. Beni mutlu eden meşru veya gayrı meşru her şeyi satın almak istiyordum. Kendim memnun ve hoşnut olduğum sürece diğer insanların hislerini hiç önemsemiyordum. Ailem benim iyi bir evlad olduğumu düşünüyordu, halbuki ben ailenin yüz karasıydım.

Sonra, bazı insanlardan nefret etmeme sebep olan çok sarsıcı bir hadise yaşadım. On yıl boyunca kalbim nefret ve intikam isteğiyle dolu olarak, alacağım intikamın hayaliyle geçti. Annem beni öğrendiklerini uygulayan bir Hristiyan olarak yetiştirmişti; buna rağmen ezberlediğim dualar ancak dilimin ucuna geliyordu. Çocukluğumda öğrendiğim duaların ehemmiyetini kolayca unutmuştum. Allah’ı sadece bir problemim olduğunda veya yardıma ihtiyacım olduğunda hatırlıyordum. Kiliseye gitmeyi bırakmıştım; çünkü rahip her seferinde aynı şeyleri anlatıyordu. Günah çıkarma sırasında rahip günahlarımın affedildiğini söylemesine rağmen içim Allah tarafından gerçekten affedilip affedilmediğim şüpheleriyle doluyordu. Kiliseye sadece ailemi ve öğretmenlerimi memnun etmek için gidiyordum.

Hayatımın hakiki sahibi kendim  olduğuma inandığım için özgür olmak, her istediğimi yapmak istiyordum. İnsanların benim ne kadar güçlü olduğumu görmelerini istiyordum ve insanların bana şunu yapma, bunu yapma demelerinden nefret ediyordum. Ne zaman insanlar “deli misin” “neden bunu yapıyorsun” diye sorduklarında benim ne kadar deli, farklı biri  olduğumu görmelerini istiyordum. Hayattaki düsturum “Yaşadığım sürece hayatın azami tadını çıkarmak” idi. Ta ki Risale-i Nurla tanışana kadar… İhlas ve Uhuvvet risalelerindeki düsturları ilk okuduğumda hayatta bağlandığım bütün prensip ve kurallarım aniden değişti. Özellikle de şu cümleyi okuduğumda:

Bismillahirrahmanirrahim. Onlar ki öfkelerini yenenler ve insanları affedenlerdir ve Allah, ihsanda bulunanları sever.” (3:134)

Bismillahirrahmanirrahim. Muhakkak ki, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da onu aşağıların en aşağısına döndürdük. Ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna — onlar için ardı arkası kesilmeyecek bir ödül vardır.” (95:4-6).

Ne hissettiğimi anlayamıyordum. Kendi kendime en iyisi bu kitaplarda yazanları tamamen unutayım ve üzerinde daha fazla düşünmeyeyim dedim. Ben düşünmemeye çalıştıkça kitaplar  başka hiçbir şeye yer bırakmayacak derecede zihnimi daha çok meşgul etti. Gururum yüzünden kitaplarda yazanların doğru olduğunu kabul etmek istemiyordum.  Nefsimden gelen sesle mücadele etmeye başladım ta ki düşüncelerimi Sally Abla ile paylaşana kadar. O da bana Allah’ın adalet edenlerin en adaletlisi olduğunu, bu dünyada olmasa bile ahirette mutlaka adaleti yerine getireceğini söyledi. Bunun üzerine intikam isteğimi bir kenara bırakıp risale okumalarıma devam etmeye karar verdim.

Günlük beş vakit namazın hikmetini okuduğumda Müslümanların ne kadar dindar, Allah’a bağlı olduğunu anladım. Uyumadan önce  dua etmeye ve uyandıktan sonra Allah’a şükretmeye başladım. Ramazan risalesindeki Şükür ve İktisad dersini dinledikten sonra Müslümanlarla birlikte oruç tutmaya başladım. Leyle-i Kadire ulaştığımızda ise aileme haber vermeden şehadet getirip İslamı kabul ettim. Ailem bunu öğrendiğinde çok kızdı özellikle de rahibe kardeşim çok karşı çıktı. Ne yapacağımı bilemiyordum çünkü ailem Müslüman arkadaşlarımla artık görüşmememi ve eve geri dönmemi istiyorlardı. Tanıdığım ilk Müslüman ağabey bana Allah’a güvenmeye devam etmemi, Allah’ın bana mutlaka yardım edeceğini söyledi. Elhamdülillah! Gerçekten Allah bana yardım etti ve şimdi ailem beni Müslüman kızları olarak kabullenmiş durumdalar.

Birkaç ay sonra, Marawi’deki dersanede kalmaya karar verdim ve Mindanao State Üniversitesinde AB-İslami Çalışmalar bölümüne kaydımı yaptırdım. Elhamdülillah! Risale okumak bana çok yardım etti. Dersanede kalmak hayatımdaki en zevkli ve tatlı şey oldu. İslam’daki hakiki kardeşliğin hakiki önemini dersanede kaldığım sürede anladım. Dersanede sabrımı genişletmeyi ve kardeşlerimi Allah rızası için sevmeyi öğrendim. Unutmayı ve affetmeyi, kusurlarımı kabul edip özür dilemeyi öğrendim. Fark ettim ki Allah, Allah olduğu halde Rahmeti ve Affı en geniş olandır, aciz bir insan olarak ben nasıl affedemem? Neden insanları affedemediğimi ve gururum yüzünden düştüğüm hataları fark ettim.

Şu cümleyi okuduğumda çok utandım:

Bir insan eğer kendisini yaratan Halık’ına şükretmeyi bilmiyorsa insan ünvanına layık değildir.” Hayatımdaki hayır ve bereketleri fark etmeyi ve bunlar için Allah’a şükretmeyi öğrendim. Gerçek arkadaşım olduklarını düşündüğüm insanları kaybettim ama elhamdülillah, Allah İslam dairesinde bana daha hakiki ve samimi kız ve erkek kardeşler verdi. Şimdi ailemden uzaktayım ama elhamdülillah! beni Allah rızası için sevip alakadar olan yeni ve daha geniş bir aileye İslam dairesinde sahip oldum.

Anne babaların evladlarına olan şefkat ve fedakarlıkları hakkındaki mektubları okuduğumda şimdiye kadar ailemin özellikle de annemin bana olan şefkatini takdir etmediğim için çok utandım. Yaratılmış olan her şeyi Halık’ından ötürü sevmeyi öğrenince anne babama olan muhabbetim inkişaf etti. Risale-i Nur Külliyatını okudukça hayattaki bütün sorularım cevabını bulmaya başladı. Daha önce hayatın gayesinin ne olduğunu ve hayatta ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Risale-i Nur Külliyatını okuduktan ve hayatın gayesini anladıktan sonra Allah’tan beni affetmesini istedim, halime şükrettim ve bana hayat için bir şans daha vermesini istedim.

Sonra birden zamanın, ömrün ne kadar kıymetli olduğunu fark ettim, her günkü 24 altınımı bir hiç için boşa harcamıştım. Risale-i Nur ve Kur’anın ışığıyla içinde yürüyüp gittiğim karanlık yol aydınlandı ve hakiki mecrasına döndü. Şimdi hayatımın gayesinin, hedefinin ne olduğunu biliyorum ve sadece Halık’ıma hizmet etmek istiyorum. İnşallah okulda öğrettiğim dersler ve sosyal yardım faaliyetlerimiz vasıtasıyla diğer insanların da İslam’ın güzelliğini görmelerine vesile olmak istiyorum. Aynı şekilde ailemin de ve kendi hatalı hayatımdan ötürü kötü örnek olduğum insanların da doğru yolu fark etmelerine vesile olmak istiyorum. Beni doğru yol olan İslam’a hidayet eden Halık’ıma ve doğru yolu fark etmemde vesile olan insanlara çok minnetdarım. Bize İslam’ı ve kemal-i imanı ihsan eden Allah’a hamd olsun.

Salvy Nualda Niones / Filipinler

Not: Bu yazı orijinal haliyle “Risale-i Nur Institute Of Philippines Lahika Connections” dergisi Şubat sayısında yayımlanmıştır.