Kategori arşivi: Hanımlar

“Kadının adı yok”, peki ya değeri?

“Kadının Adı Yok” diyerek, kadının değerini yok eden malum zihniyete bir nazire olsun diye koydum bu başlığı.

Modernler kadını evden çıkartıp, evini yıktılar. Kadını ikna etmek için, evini ona “Bu senin zindanın” diye tanıttılar. Bu şeytani telkine aldanan modern kadın evi terk etti.

Modern kadına ev yerine önerdikleri şey ne? Sokak, cadde, süpermarket, kulüp, dernek, fabrika, daire, dükkân, ofis vesaire vesaire… Ama bunların hiç biri evin yerine geçmedi. Kadın eve düşman dışarıya hayran edildi. Fakat dışarı onu korumadı. Koruyamazdı da. Onu dışarı çağıranlar zaten korumasız kalsın, savunmasız kalsın diye çağırmıştı. Onu dışarı çağıranlar, onu metalaştırmaya can atanlardı.

Kadın onlar için süslendi, boyandı, pudralandı. Onlar için harcadı parasını, zamanını, hayatını. Onlar, içerden çıkarıp dışarının malı ettikleri her kadını yağlı ve bağımlı bir müşteri olarak alkışladılar. Nitekim öyleydi de. Kadın artık kazanmak için harcıyor, harcamak için kazanıyordu.

Önce anneliğini unuttu. Zira kendine yabancılaştı. Zaten dışarlıklı bir hayatın yoğunluğunu hiçbir kadın annelikle birlikte kaldıramazdı. O nazenin omuzlara bu ağır gelirdi. Öyle de oldu. Yıktıkları evin yerine pansiyonu koydular. Yıktılar dedimse, damını duvarını yıktıklarını kastetmedim elbet. Bu mecazen bir yıkımdı. Evin misyonunu yıktılar, tıpkı kadının kadınlık misyonunu yıktıkları gibi.

Artık evler iki kişilik pansiyondu. Baba işe anne işe çocuk kreşe; oh ne ala memleket! Siz buna ev diyebilecek misiniz? Zaten olmadı da. Önce çocuk sayısını azaltmaya ikna ettiler. Zaten evinden çıkardıkları kadın, buna mecburen ikna olmak zorundaydı. Başka türlü yapamazdı. Kendisini dışarıdan koparak her şey ayak bağıydı. Bu çocuk için de, hatta eşinden “hanımlık” bekleyen koca için de geçerliydi.

Evsizliğin merkezi olan Batılı toplumlarda kadın doğurmuyor. Geçenlerde Kıbrıs Rum yönetimi her doğum için 60 bin dolar vereceğini açıkladı. Biliyorum yine ikna edemeyecekler. Çocuğu angarya gören bir kadını doğurmaya nasıl ikna edebilirsiniz. Dahası, “kamu malı” haline getirilmek için içindeki anne öldürülmüş olan modern kadın, fıtratın haykıran sesini, taş kesilmiş kalple nasıl duysun?

Eline köpeğin zincirini tutuşturdular ve “çocuk yok, köpek olsun” dediler. Modern kadın farkına varmadan köpeği çocuğun yerine koyuverdi. Çocuğun kahrına katlanmamak için evden kaçan modern kadın köpeğin kahrına katlandı. Tıpkı bir kocanın kahrına katlanmamak için evi gözden çıkaran modern kadının, kocalık sorumluluğunun hiç birini taşımayan bir sürü sorumsuz ve iffetsiz erkeğin kahrına katlandığı gibi.

Müslüman kadını önce birinci evi olan tesettürü, sonra ikinci tesettürü olan evi koruyor. Bu Allah’ın kendi talimatına uyan kadına bahşettiği bir lütuftur.

Evet, İslami tesettür birinci evdir. Bazıları İslami tesettüre “ikinci deri” gibi bakarlar. Bu ifrattır, aşırılıktır ve fıtrata aykırıdır. Tesettür mümin kadının sosyal ilişkilerini düzenleyen bir talimattır. Karşıt cinsle ilişki kurarken dişiliğini arka plana atar ve kişiliğini ön plana çıkarır. Bunu tesettür sayesinde yapar. Muhatabına “Benimle kişiliğim üzerinden ilişki kur” mesajı vermiş olur.

İlk ev olan İslami tesettür, Müslüman kadınla birlikte yürür. Müslüman kadın nereye giderse gitsin, o da oraya gider. İşte bu nedenle o “ev”lidir. Tesettürü alınarak dışarı salınmış bir kadın, bu yüzden evi başına yıkılmış bir kadındır.

“İlk evi” olan tesettürünü koruyamayan, “ikinci tesettürü” olan evini koruyamaz. Başta inşa edemez ki korusun. İşte bu yüzden, hakkı ifa edilen bir tesettür mucizedir.

Dünyanın kadın açısından gittiği yöne dikkatlice bakınız. Muceza derken ne kastettiğimi o zaman anlarsınız. Yine tesettürün hürriyetin sembolü olduğu gerçeği, özgürlük adı altında metalaştırılan modern kadının içinde bulunduğu sıkıntılı duruma bakınca daha iyi anlaşılmaktadır.

Kadın rahatsız olacaksa, değersizleştirme operasyonundan rahatsız olmalıdır. Kadının adı yoksa, ona bir ad konulur. Ama ya değeri yoksa ne yapılır? Değer isim gibi “koydum” demekle konulacak bir şey değil ki.

Kadını değerinden koparanlar, ona “fiyat” biçiyorlar. Zira kendilerinde değer yok, para çok. “Parayı bastırırız, alırız” diye düşünüyor olmalılar.

Kadın, değersizleştirme operasyonuna kurban gitmemek istiyorsa, euzü besmele çeksin. Çeksin de şeytanlar ondan elini çeksin.

Mustafa İslamoğlu

Azerbaycan’dan bir hoş sada (devamı)

(Yazının başlangıcı için : http://www.nurnet.org/azerbaycandan-bir-hos-sada-guzel-bir-hatira/)

Ayşe dedi ki: “Eşim dersane açmayı çok severdi.”

Yine tahmin ettiğiniz şaşkınlığı yaşadım, yani bu şişe açmak gibi bir şey değil ki, koca dersane.. hem de Azerbaycan gibi yeni Rus esaretinden çıkmış bir yerde.. Anar Abi bütün maaşını dersane kirası ve ihtiyaçları için harcarmış, evine ancak geçinecek kadar bir şey ayırıyormuş. Lojmanda kaldıkları dönemde gidip şehirde bir ev tutmuş, orayı dersane yapmış. Lakin elde avuçta para yok, dolayısıyla eşya alamamış içine. Ne yapıyormuş..? Ders günü –askeri denetime takılmamak için- gün doğmadan önce evindeki halı, tüp, bardak vb. eşyayı arabasına atıp dersaneye götürüyor, gece ders bittikten sonra da, karanlıkta eşyaları evine geri getiriyormuş. Ayşe gayet normal bir üslupla: “Bana da 1 termos çay bırakırdı” dedi..

(Eğirdir yolundaki elmalıklarını geçtik, Barla yoluna döndük, ova aşağıda kaldı..ama ovadan haberimiz olamayacak bir alemdeyiz. Ölçü, tartı, muvazene, normal gibi kavramlarım sallandı. Sadece ihlası görebiliyor, anlayabiliyor, arada da Allah içeren bir sözcük ağzımızdan çıkarsa tepki verebiliyorum..)

Sonra Anar Abi istifa edip kendini tamamen hizmete vermek istemiş. Lojmandan çıkıp çeşitli şehirlerde 5-6 tane dersane açmış. Bu sırada geçimlerini Ayşe’nin ailesi desteklemiş çünkü Anar Abi’nin devletten aldığı para tamamıyla hizmete sarf ediliyormuş. Bir de Ayşe dedi ki: “Biz kanaate alışmışız”, hali de öyle anlatıyordu.

Anar Abi hanımlar için de bir ders başlatılması için eşini ikna etmeye çalışmış. Ayşe de hiç risale okumamış olduğu için çok çekinmiş, kabul etmek istememiş. O zaman Anar Abi eşine ilk 4 sözü ezberletmek suretiyle onu ders okuyacak hale hazırlamış. “Her hafta bir konu oku, kardeşlere de dağıt. Belirlediğimiz yerleri derste okuyun.” diyerek Ayşe’nin ilk derslere başlamasına ve hanım derslerine vesile olmuş. Ayşe dedi ki: “Eşim çok az bir zamanda çok insana ulaşabilirdi, etrafına insanları toplardı.” Abi, Rusya’ya gittiğinde yamaç paraşütü almış. Onu açınca etrafına bir sürü halk toplanmış. -Daha evvel halkın hiç görmedikleri bir şey, yokluk zamanı- O da bu vesileyle nurları onlara aktarma zemini yakalamış.

Daha sonra şehirleri gezip dersane açma ile meşgul olmuş hep, ama cemaat içinde bazı sıkıntılar zuhur edip fazla tanınan bir insan olunca bundan rahatsız olmuş ve İran’a gitmeye niyetlenmiş. 3 defa İran’da ev tutma teşebbüsleri olmuş ama muvaffak olunamamış. Dördüncüsünde Cenab-ı Hakk kapıyı açmış ve İran’a taşınmışlar. Ayşe dedim: “3 kere gitmişsiniz olmamış, neden 4.ye ısrar ettiniz?”  dedi ki: “Eşim bir kapıya 100 kere gidip çevrilsen bile 101.defa yine gideceksin” derdi, bu Peygamberimiz(ASM)’ın sünnetidir..

En son İran’dan vizelerini uzatmak için Azerbaycan’a dönerken malum kazayı(!) geçiriyorlar. Boş otobüs 3 defa üzerlerine doğru direksiyon kırıyor. Abi ne kadar arabasını kaçırsa da kaza vuku buluyor ve kazadan az zaman önce söylediği şehadet mertebesine mazhar oluyor. Ayşe “Eşim cennet yaşı 33te vefat etti” dedi. Teselli vermeye çalıştım, “Burada sizi bıraktı cennette inşallah rövanşını alacaksınız“ dedim. Ayşe durdu, sakince “Ama ben onun ahireti için artık telaş etmiyorum” dedi. “Zaten sürekli hizmetlerde olduğu için, gider 3-4 ay belki 1 sene gelmediği olurdu, yokluğuna da alışmıştım. Şimdi eski bir evimiz var, onu yıktırıp 2 katlı ev yaptıracağız, üstü dersane, altı bizim olacak inşallah. Allah hizmetten ayırmasın.” dedi.

Artık kelimeler tükendi, sağ tarafımızda Eğirdir gölü, kuşlara bakarak Barla’ya girdik. Akşam merhum Bayram Abi’nin vefakar eşi Nuriye Abla ile hep beraber  sohbet edilirken çocukları soruldu. 9 yaşında Muhammed, 10 yaşında Nurseven isminde 2 evladı var bu kahraman kardeşimizin.

Muhammed 5 yaşından beri babasıyla dersanelerde kaldığı için evde kalmak istemiyormuş. İlla ki dersanede kalacak. “Dersanede kalırsam okula da giderim, öğretmenimin dediğini de yaparım” diyormuş. Ama yaşı küçük olduğu için ağabeyler dersanede kalmasına müsaade etmemişler. Muhammed demiş ki: “Babam sağken kalıyordum da, babam ölünce mi küçüldüm..?” mücahit fıtratlı Muhammed’den böyle bir sözü de işittik, içimden “Anar Abi’nin oğlu anca böyle olur” dedim. Nurseven, kız, ise okula gidiyormuş, çok baskıya rağmen başörtüsünü açmamış. O da dersanede kalmak için annesini çok zorluyormuş. Şimdi canım kardeşim Ayşe ve iki evladı Azerbaycan’ın bir şehrinde Allah rızası yolunda hizmete devam ediyorlar..

Hassaten Ayşe ve evladlarını duadan unutmayalım.  Allah razı olsun.

Nâbi

www.Nurnet.org

Eşime güveniyorum, güveniliyorum

Emniyet-i mütekabile:

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi; koca ve karı mabeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. (24.Lema, 3.Hikmet)

Aile hayatının saadetinde diğer bir temel esas da eşler arasında karşılıklı emniyeti tesis etmektir. Emniyet: güven, eminlik hislerini uyandıran bir halde olmak demektir. Hayat-ı dünyeviyeyi beraber geçirmek için ilk başta güven temelinin atılması şarttır.

Evvela eşler Allah’ın huzurunda aile içi vazifeleri yükleneceğine söz veriyor, evlilik sözleşmesine riayet edeceğini taahhüt ediyor. Peki eşimizin bu sözünü tutacağına nasıl itimad edeceğiz, hepimiz pek çok sözler veriyoruz ama bazen yerine getiremiyoruz; aile hayatı gibi çok önemli ve daimi bir ortaklığa girerken eşimizin sözünde durup durmayacağını nasıl bileceğiz?

Bu çok önemli sorunun cevabı, eşlerin karşısındakine “güven” verip vermediğidir. Eğer insan yaşı, içtimai hayatta konumu ve vazifeleri itibarıyla taşıması gereken enfüsi ve sosyal kimliği taşıyamıyorsa, yani kendinden beklenenlere cevap verecek durumda değilse, karşısındakine güven vermez ve kendi iç aleminde de bu güvensizliği hisseder, hem kendine güveni olmaz. Çünkü insan ne kadar mağrur da olsa kendi kusurunu bilir; neyi ne kadar yapabileceğini tartabilir; eğer kendine yüklenen teveccühe mukabil kendini geliştirip layık olmaya çalışmaz da nefsinin tembelliğine kapılırsa, gösterilen makama liyakatsizliğinden ötürü kısa bir süre içinde kendine duyulan güvenin boşa olduğu meydana çıkar. Hem kendisi hem de sosyal çevresinde kalıcı sıkıntılara giriftar olur. Bu yüzden “kendine güvenmek ve güvenilmek” hislerini canlı tutmak gerekir; yani kendimize daima katkı yapmamız, hata ve eksiklerimizi tashih yoluna gitmemiz gerekir.

Meselenin evliliğe bakan kısmında, aile hayatına girmeden önce eş adayları çok iyi düşünmelidir ki “Ben, ileride benden beklenecek olan vazife ve manevi sorumlulukları yerine getirebilecek miyim?”. Bu kendini mihenge vurma işleminden sonra kalemi kağıdı alıp artı ve eksilerini yazmalı, hayat planını eksileri tamamlama yönünde kurmalıdır.

Bir aile kurarken eşlerden beklenen en temel özellik, aile hayatını Allah’ın rızasını kazanma yönünde devam ettirme çabasıdır. Bunun çok muhtelif dereceleri olduğu gibi, nihayetsiz yolları da vardır. Esas olan bu ana hedef üzerinde eşlerin ittifak etmesi ve buna götürecek yollar aramasıdır. (Evlilik, hayatımızda girdiğimiz en önemli ticari ortaklıktır.) Bu nokta-i nazardan, eş adayına şu nazarla bakıyoruz: “Allah’ın rızasını tahsil etme kastıyla yaşayacak bir içsel=enfüsi durumda mı?” Eğer bu güveni kendisinde görebilirsek o insanla hayat yolculuğumuza devam edeceğiz. Cevabı pek de kolay olmayan bu soru için İslam bazı zahir ölçüleri imdadımıza göndermiş.

Mesela bir hanımın İslamı yaşayıp yaşamadığının en temel ölçüsü “tesettüre riayet etmesi” olarak  belirlenmiş. Aynı ölçü beyler için de “namaz kılmak” olarak netleştirilmiş. Yani bir hanım hatlarını belli etmeyecek şekilde tesettüre riayet ediyorsa ve bir bey de 5 farz namazına riayet ediyorsa, bunlar en zahir manada İslamı yaşayan ve yaşamaya niyeti olan eş adayları olarak niteleniyor. Bu temellerde mutabakat sağlandıktan sonra daha hususi konularda sorgulamalar yapılabilir.

Mesela gaye-i hayatı ve vasıl olma yollarını karşılıklı konuşarak anlamaya çalışmak gerekir. Malumdur ki ne zaman, nerde, ne yapacağı belli olmayan birisiyle en basit bir iş yapmak bile insana sıkıntı verir; belirsizlik, tutarsızlık herkesi rahatsız eder. Bunlardan kurtulmanın en güzel yolu da işin başında genel hatlarıyla “aile kurmak” meselesini konuşmak, yol ve hedefleri ortaya koymak, ne kadar mutabakat var bakıp ona göre karar vermektir. Büyüklerden güvenin tesisi için yine önemli bir tavsiye de eşlerin birbirinden beklentilerini ana çizgileriyle kağıda dökmeleri, bunu da dini nikah akdi yapılırken birbirlerine ibraz edip, bu evlilik sözleşmesine sadık kalacaklarına dair Allah’ın ve şahitlerin huzurunda söz vermeleridir.

Eş adayı için böyle derinlemesine bir analizi neden yapıyoruz, yapmamız neden tavsiye edilmiş, boy posuna değil de şer’an küfüvlük denen diyaneten ve seciyeten denkliği araştırın diye niçin söylenmiş? Esas konu “eş adayı olan bu kimse ile yola çıkabilir miyim, imtihanlı ve ebedi bu yolculukta ona güvenebilir miyim?” sorusuna net bir cevap bulmak; kendimizi riske atmamak; güven almak ve güven vermek.

Meselenin ciddiyetinden ötürü alt yapıyı titizce hazırlamak ehemmiyet arz ediyor. Yoksa bazı hissiyatın galebesinden ötürü sorgusuz sualsiz girişilen aile hayatlarında, zaman içinde eşlerin birbirinden çok farklı beklentilerinin ortaya çıkması ve birbirini tanımamaktan ötürü güvensizlik hissi, ailenin devam edememesine yol açıyor –ki bu zamanda pek çok vak’a İslami edepte tavsiye edilen araştırmanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.

Araştırıp soruşturma aşamasında ehemmiyetli yardımcılardan birisi de eş adayını tanıyan hakperest insanlardır. Soruları onlara yöneltip kanaatlerini öğrenmemiz, kendi tesbit edemeyeceğimiz noktaları onlardan gelen bilgiyle değerlendirmemiz önemli bir kazanımdır. Bütün bu aşama tamamlanıp karşılıklı güven alıp-verme noktasına gelindikten sonra aile hayatına adım atılıyor.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi aile hayatı sürekli katkı isteyen dinamik bir yapı; hiçbir gün, bir önceki günkü birikim, tecrübe, sabır ile geçilmiyor; sırr-ı imtihan bizden aile şahsı manevisini ayakta tutmamız için her gün yeni kulluk alanları ve manevi gelişimler bekliyor. Bunun bir ucu da karşılıklı güven hissinin devamında görülüyor. Yani ilk başta çizdiğimiz şahsiyetimizi zaman içinde devam ettirmek için gayret gerekiyor.

Zaman içinde, hadisatın fetvasıyla manevi değerlerden verilen tavizler, hedeflerini unutmaktan gelen gevşemeler ve rehavet, hayatı monotonlaştırıp tembellik döşeğine hapsolmaktan gelen ruhi sıkıntılar, ferdiyetten çıkamayıp ortak bir hayatı paylaşamamaktan gelen nefsin baskısı gibi sebepler insanın ahlakının bozulmasına, şahsiyetinin kaybolmasına, bunun neticesi olarak da  kendisine güvenini kaybetmesine yol açar; diğer aile ferdlerinin de kendisine olan güvenini yitirir. Bütün bu bozulma ve yozlaşmalara karşı eşler birbirini ve kendisini muhafaza etmeye çalışmalıdır. Birbirini hayra teşvik etmeli, şerden alıkoymalıdır. Meselemizle alakalı olarak:

Aile saadeti, kadın ve koca mabeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir muhabbetle devam ettiğini; ve tesettürsüzlük o emniyet ve muhabbeti bozduğunu ve kırdığını;.. (24.Lema)

Demek ki, tesettürsüzlük, açık-saçıklık ailedeki güveni sarsan sebeplerden biridir. Hanım kendini başkalarının nazarından sakınmadığında eşinin onun iffetine olan güveni kırılır; halbuki hanımdaki en ehemmiyetli hasletler iffet ve sadakattır. Bu hasletler zayıflayınca aile şahsı manevisi önemli zarar görür. Hanımına güvenemeyen bir eşin zihnini vesvese kurtları kemirir durur; hanımı onun nazarındaki itibarını kaybeder; “çocuklarımın annesi” hakikatinden gelen safiyet ve nezafet manası kaybolur. Kendisine güvenildiğini hissetmeyen bir hanım da fazla verimli olamaz ve neticede eşlerin kuvvetleri çok zayıflar; dış imtihanlara karşı mukavemetleri azalır.

Elhasıl, eşler ailenin ortak maddi ve manevi çıkarlarını koruyacak şekilde, şahsiyet ve ahlaklarını muhafaza ve inkişaf ettirecek faaliyetlerle aralarındaki emniyeti muhafazaya gayret etmelidirler.

Ya Rabbi! Nasıl ki Hz.İbrahim(AS) emrin ile  Hz. Hacer(RA) validemizi Kabede bırakmıştı ve Hz. Hacer’in Kabede olmasıyla o zamanın bütün müminlerinin namazı ikame edilmiş olmuştu; bu asrın fedakar validelerine de eş ve evladlarının ubudiyetlerinin muhafazasında Hz.Hacer validemizin metanet ve sadakatini lutfeyle. Amin.

Nabi

www.NurNet.Org

Birbirine Güç Veren Çekirdekler

Sitemizi Takip Eden Bir Üyemizden :

Yazılarınızı her gün büyük bir keyifle okuyorum. Üzerlerinde çalışılmış, emek verilmiş, güncel konulara hitap eden, çok istifade edebildiğim ve büyük bir hazla okuduğum yazılar.

Öncelikle bu kutucuk izin verirse kendimi birazcık anlatmak isterim. Yaklaşık 10 yıldır şu anda bulunduğum şirkette çalışmaktayım. Kamuya ait özel bir şirket burası. Burada çalışan yaklaşık 2500 kişinin çoğu muhafazakar yapıda. Her cemaate her grupa ait arkadaşlar var.

2006 yılında şirketimizde işe başlayan bir ablanın vasıtasıyla 1 saatlik öğlen arasının yarım saatini Risale-i Nur okumalarına ayırdık. Benim bu gruba katılmam 2008 yılını buldu, evladıma yeni kavuşmuştum, doğum izni kullanmıştım.

En başta bir konu seçilip onun üzerinden atıflı yapılan dersler, zamanla seri kitap takibi olarak devam etti çok şükür. İlk başlarda yaklaşık 10-15 kişinin iştirak ettiği derslere  şu an düzenli olarak 7-8 kişi katılıyor. Günde yarım saat, şirketin ücra köşesinde bayanlar için yapılmış mescidi kullanarak kitap okuyoruz.

Lemalar ve Mektubat’ı bitirdik. Sözler’den 30. söz’deyiz.  Aylık program yaptık, çetele haline getirdik.

Pazartesi-Salı kitap okuyoruz.

Çarşamba her hafta seçtiğimiz bir esma üzerine tefekkür yapıyoruz, daha önce tefekkür ettiğimiz esmaları da düşünerek.

Perşembe, sorumlu arkadaş bir mektup seçiyor onu okuyup konuşuyoruz.

Cuma günü ise Cevşen ve diğer sair duaları okuyup hep birlikte dua ediyoruz.

Her gün mutlaka birbirimize ismen dua ediyoruz, günde 1 ayet bile olsa Kuran okumaya çalışıyoruz. Ayrıca haftalık/aylık hatim-yasin-tefrice-ihlas okumalarımız var. Programımızı bu şekilde yaptığımız için seri kitap takibinde çok ilerleyemiyoruz ama buna da şükür.

İçimizden sebatkar ve evinde de Derse başlayan arkadaşlarımızdan biri, bize, “Çekirdek” ismini vermiş.

Risale-i Nur’dan başka her hangi bir bağlantımız yok. Hepimizde farklı yayınevlerinin kitapları var. Kimisi sözlüklü tercih ediyor, kimi özellikle sözlüksüz. Zorlama yok, baskı yok şekil yok, ama hepimiz hep aynı saatte oradayız.

Sitenizi yaklaşık 1-2 aydır takip ediyorum. Derslerde “Nurların inkişafı“, diye hep değinirdik ama şimdi anlıyorum Dünyaya ne kadar yayıldığını, Dershaneler, Dersler inanamıyorum !

Hepimiz bu yapının “çekirdek“leriyiz, farkında olmadan birbirimize güç kuvvet veriyormuşuz bunu bir kez daha anladım.

Emeği geçen herkesten Allah razı olsun. Allaha emanet olun.

www.NurNet.org

Azerbaycan’dan bir hoş sada, güzel bir hatıra..

12.10.2010

Isparta

(Bismillah..) Dün sabah, 9. Bediüzzaman sempozyumu için Türkiye’ye gelen birkaç Azerî hanım kardeşimizle Barla’ya gittik. İsimlerini vermemem konusunda söz aldıkları için açık yazamıyorum -Ayşe Fatma, Meryem diyeceğim- ama dualarınızda ind-i İlahî’de gayet mübeyyin olan bu kardeşlerimizi unutmamanızı rica ederim.

Yolda Ayşe kardeş ile yaptığımız sohbetimizi aktarmak istiyorum.

Sabah  9.15’te İzmirli ve Azerî misafirlerimizle birlikte Barla yoluna çıktık. Bir müddet geçtikten sonra  tanışma  niyetiyle Ayşe kardeşle konuşmaya başladım. Gözleri cam gibi parlayan ve ruhundaki sürur yüzüne de yansıyan bu kardeşe klasik sorular sordum. Azerbaycan’ın neresindesiniz, dersleri nasıl yapıyorsunuz, dersanede kimler kalıyor, cemaat fazla mı vb. sorular.. Sonra Ayşe’ye eşinin Nur talebesi olup olmadığını sordum. Eşi vasıtasıyla nurları tanıdığını ve “3 ay önce eşinin şehit olduğunu” söyledi. Algılayamadım.. Karşımda müferrah ve mesrur gülümseyen bu genç hanımın eşinin 3 ay önce vefat ettiğini anlayamadım.. İnsan ister istemez müteessir oluyor, Ayşe : “Üzüldün mü?” dedi.

“Evet” dedim, tesellici yoldaş olmak istedim ama nafile, o kadar mukavemeti bulamadım kendimde. Ayşe müftehirane: “Ben üzülmüyorum, eşinin şehit olması herkese nasip olmaz” dedi. Ben hala Ayşe’nin hangi boyutta konuştuğunu algılayamıyordum, üzerinden 24 saat geçmesine rağmen hala aynı durumdayım. Ayşe ihlasla yoğrulmuş bir ruh; nasıl ki hayatı Allah için yaşamış, ölümü de Allah için olan eşi ve ondan öğrendiği bu keskin ihlasa dayalı bir insanlık seviyesinde yaşıyordu. O anda otobüs, Eğirdir elmalıkları, seyahat hepsi gözümden silindi ve Ayşe’nin nurlu sesiyle onun çıktığı yüksek alemde sohbete devam ettik. İnsan nur kardeşinden gelen muazzam inikas ile ruhen uruc ediyor, yükseliyor, elhamdülillah. O sabah bu seyahati lutfeden Rabbim’e çok şükrettim. Gayet sıradan başlayan seyahatimiz çok başka bir mecraya doğru, otobüsle beraber ilerliyordu.

Sonra eşiyle geçirdikleri hayat ve hizmet maceralarını anlatmaya başladı.

Eşi Anar Ağabey (Anar, Allah’ı zikreder manasında imiş)Azerî ordusunda Askerî Pilotluk yapmış. Okulda iken bir vesileyle namaz kılmaya başlamış ama komutanları hep Rus ve ateist oldukları için çok sıkıntı çektirmişler. Ayşe de 13-14 yaşlarında iken “namaz”ı merak etmiş. Ne olduğunu bilmeden araştırmış bir müddet. Aile büyüklerinden birinin namaz kıldığını öğrenmiş ve ona danışmış. Azerbaycan’da Şia uygulamaları yaygın olduğu için 3 vakit bir namaz öğretmişler, bir de namaz kılarken başının örtülü olması gerektiğini.. Ayşe de ruhunun ihtiyacıyla bu şekilde namaza başlamış.

Okulu bitirmesiyle Anar Abide evlilik niyeti olmuş. Lakin yaşadıkları şehirde tek namaz kılan hanım Ayşe ve tek namaz kılan bey de Anar Abi imiş. “Namaz kılmayanla evlenilmez” diyerek (ikisi de birbirini hiç görmeden) evliliğe karar vermişler. (Ayşe 18, Anar Abi 22 yaşında.)

Evlendikten 1 ay sonra Çeçenistan’dan savaş haberi gelmiş. Anar Abi “Müslüman kardeşlerim öldürülürken ben nasıl evimde otururum” diyerek Çeçenistan’a gitmek istediğini söylemiş. Bütün ailesi çok kızmış, “Madem savaşa gidecektin, halkın kızını niye aldın?”diye azarlamışlar ama nafile.  Anar Abi, kararını vermiş ama eşinden gitmek için izin istemiş.  “İzin verir misin?” diye, kahraman kardeşimiz Ayşe de “Hayat senin, nasıl istersen öyle yap” diyerek tam teslimiyetle karşılamış.

Bu sırada Anar Abi Risale-i Nurları tanımış. Ona risaleleri tanıtan Türk abi “Çeçenistan’a gidip insanların dünya hayatını kurtaracağına Risale-i Nurlarla insanların ebedî hayatlarını kurtar.” demiş. Anar Abiye de bu daha makul gelmiş ve bundan sonraki ömrünü hizmete tam manasıyla vermeye niyet etmiş.

Azerbaycan’da abinin vazifesinden ötürü askerî lojmanda yaşıyorlarmış ve İslamî yönden çok sıkı denetim altındalarmış. Diğer subayların da kışlanın herhangi bir yerinde namaz kılmasına izin yokmuş. Anar Abi kendi gibi namaz kılan diğer subaylar için evini mescid yapmış. Nasıl..?

Ayşe, eşi evden çıkar çıkmaz kendini odasına kilitliyor, evin kapısını açık bırakıyor. Böylece hangi saat olursa olsun ev daima subayların namaz kılmaları için müsait oluyor. Fırsatını bulan subay da gelip vazife-i ubudiyetini yapıyor. Ayşe dedim, “Bir ihtiyacın olunca ne yapıyordun, odandan hiç mi çıkmıyordun?”. “Eşim öğlen geliyordu, o evden çıkmadan bütün ihtiyaçlarımı karşılayıp tekrar odama dönüyordum” dedi. Bu şekilde Ayşe’nin evi 1 sene mescid olarak kullanılmış. Anar Abi bu sürede de boş durmuyor, Nurları etrafındaki  insanlara anlatmaya, neşretmeye çalışıyormuş.

(Devamı bir sonraki yazıda inşallah. Şehit abimizin şirin yavruları Muhammed ve Nurseven için hassaten dua bekliyoruz..)

Nâbi

www.NurNet.org