Kategori arşivi: Yazılar

Şeyh Edebali Kimdir?

Kaynaklarda Ede Şeyh diye de geçen bu maneviyât eri, Karaman’da dünyaya gelmiştir. Asıl adının İmâdüddin Mustafa bin İbrahim bin İnac el-Kırşehrî olduğu bazı kaynaklarda yer almaktadır.

Hanefi hukukçusu Necmeddin Ez-Zâhidî’den fıkıh ilmini öğrenen Edebalı, sonradan Şam’a giderek oradaki âlimlerden İslâmî ilimler dersini tamamladı. Şam’dan döndükten sonra kendisini tasavvufa veren Şeyh Edebalı, Bilecik’te bir zaviye kurdu ve halkı irşada başladı.

İşte bu sırada âlimleri ve maneviyât erlerini çok seven Osman Bey ile tanıştı ve ona dinî ve idarî konularda danışmanlık yaptı.

  şeyh edebalı ve osman gaziBir seferinde Osman Bey, Şeyh Edebalı’nın zaviyesinde misafir kaldığında, herkesin dilden dile naklettiği ve bazı tarihçilerin de Ertuğrul Gâzî’ye isnad ettiği meşhur rüyasını görmüştür. Bu rüyaya göre, Şeyhin koynundan çıkan bir ay Osman Gâzî’nin koynuna girer; aynı anda göbeğinde bir ağaç biter ve gölgesi bütün dünyaya yayılır; ağacın altından dağlar yükselir ve dağlardan da ırmaklar akmaya başlar. Bu rüyasını Şeyh Edebalı’ya anlatan Osman Gâzî’ye Şeyh’in cevabı aynen şöyledir: “Hak Te’âlâ sana ve nesline padişahlık verecek. Mübarek olsun. Kızım da senin helâlin olacak”.

 Daha önce belirttiğimiz gibi, bazı kaynaklara göre, Şeyh Edebalı’nın Osman Gâzî

İle evlendirdiği kızının adı, Mal Hâtun’dur Ancak Sultân Orhan’a ait bir vakfiyeden öğrendiğimize göre, Şeyh Edebalı’nın kızının adı Rabî’a Bâlâ Hâtun’dur. Dolayısıyla Sultân Orhan’ın annesi, bir Selçuklu veziri olan Ömer Bey’in kızıdır. Şeyh Edebalı’nın kızı Bâlâ Hâtun’un oğlu ise Şehzade Alâ’addin’dir.

 Şeyh Edebalı, Vefâiyye tarikatına mensuptur ve aynı zamanda Anadolu Ahilerinin reislerindendir. Vefâilik ise, Şâzelî Tarikatının bir koludur. Bektaşi veya Haydarî tarikatı ile hiç bir ilgisi yoktur. Bektaşi menkıbelerine dayanarak böyle bir irtibat kurmak yanlıştır. Osmanlı Devleti’nin ilk kadı ve müftüsüdür demek daha doğrudur. Zira Dursun Fakih, Şeyh’in talebesidir ve Osmanlı Devleti’nin ikinci kadısıdır. Çandarlı Kara Halil’in de bu zatın talebeleri arasında bulunduğu söylenmektedir. Netice olarak, Şeyh Edebalı’nın Bektaşilik veya Alevîlikle ilgisi yoktur.

 Şeyh Edebalı 1326 veya 1327 yılında Bilecik’te vefat etmiştir. Belgelerden öğrendiğimize göre, son zamanlarında kızı ve torunu Alâ’addin Bey ile Bilecik’te oturan Şeyh Edebalı’ya Kozağaç Köyünün vergi gelirleri tahsis edilmiş ve kızı Rabî’a Bâlâ Hâtûn da burayı vakfetmiştir. Bilecik’te Şeyh Edebalı Zaviyesinde türbesi olup burada Osman Gâzî’nin hanımı ile birlikte Edebalı’nın hanımı, Şeyh Edebalı, Dursun Fakih, zamanının büyüklerinden Molla Hattab-ı Karahisarî, Şeyh Muhlis Baba ve Şeyh Edebalı’nın bazı yakınları defn olunmuşlardır.

 Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ

BİLİNMEYEN OSMANLI

 Şeyh Edebali’nın Osman beye vasiyeti;

Ey Oğul!

 Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana… Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

 Ey Oğul!

 Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teâlâ yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

 Oğul!

 Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın! Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

 İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve

adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir…

 Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki âlime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

 Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.

 En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

 Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı… Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

 Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!

 Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

 Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

 Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.

Derleryen: Çetin Kılıç / Lüleburgaz

Çocuklar (Şiir)

Çocuklar okuyun durmayın sakın,                 

Çok dikkat ederek etrafa bakın,

Nasıl dönecek, belli değil çarkın,

Yakında gelecek rahmeti Hakk’ın.

 

Çocuklar durmayın imkânlar sizde,

Çalışırsanız siz , ümit var bizde,

Çalışmak faydalı gecede günde,

Çalışan elbette, her zaman gözde.

 

Madde ve  manaya siz sahip çıkın,

Durmayın her yere mefkûre dikin,

Yazda biçmek için baharda ekin,

Gelecek günleri ümitle çekin.

 

Çalışın gençlikle hayat sürdükçe,

Başta gözleriniz berrak gördükçe,

İmkân gidecek yaş ilerledikçe,

Fırsat elden gider son gün geldikçe.

 

Sizdeki gençlik de, gidecek bir gün,

Bu cevher yok olur, gelirse son gün,

Buradaki hayat geçerse düzgün,

Öbür âlemde sen olmazsın özgün.

 

Âtiyi karanlık görmeyin sakın,

Güzel amellerin, senin yüz akın,

Gerçekleşecektir muradı Hakk’ın,

Dostlardan ayrılma günüdür yakın.

 

Orda biçmek için burada eksen,

Rahatı başkası zorluyu seçsen,

Müspet neticeyi Haktan istesen.

Durmayı başkası, koşmayı al sen,

 

Kardeş hareketle hayatı güldür,

Bugün çalışırsan gelecek düzdür,

Ömrün tamamını umutla sürdür,

Durmadan çalış ki, sesin çıksın gür.

 

 Abdülkadir Haktanır

Haddi Aşmayalım; Adaletten Taşmayalım

Ali Bey: “Bir kişi bana sövdüğü zaman benim ona karşı tavrım nasıl olmalıdır? Kavga etmeli miyim? Yoksa âhirete mi bırakmalıyım? Karşılık vermeyince de halk arasında hiç de hoş olmayan tabirler kullanılıyor. Meselâ, korkak… vs. deniyor. Ne yapmam gerekir?”

MAHŞERDE BORÇLU OLMAMAK İÇİN
Birisi sana sövdüğü zaman, cevap vermezsen, mahşerde alacaklı olursun. Şeytan itekler ve bir fazlasıyla sövgüsünü iade edersen, bir iki de patlatırsan, bu defa mahşerde o alacaklı olur, çünkü sen bire bir söylemedin, hem bir fazla söyledin, hem de vurdun. Her iki halde de mahşerliksin. Ancak bire bir söylersen, hakkını mahşere bırakmadan almış olursun. Fakat bu defa da sövmekle ilgili yasak karşımıza çıkar.

ELİMİZDEN VE DİLİMİZDEN SORUMLUYUZ
Müslümanın Müslüman’a sövmesi haramdır. İster ilk saldırı niteliğinde, ister cevap niteliğinde, fark etmez, her ikisi de haramdır. Eğer ilk saldırı niteliğinde olursa günahı “kebâir” derecesine çıkar. Peygamber Efendimiz (asm) Müslümanlığı şöyle tanımlıyor: “Müslüman, Müslümanın elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.”1

Peygamber Efendimiz’in (asm) verdiği bir haberde, beşerî ilişkileri bozuk olan, fakat mahşer gününe namazıyla, orucuyla ve zekâtıyla gelen bir Müslüman’ın orada kaybına sebep olan ve kendisini hayırlı amel bakımından iflâs durumuna getiren sosyal hataları arasında “Müslüman’a sövmesi” de vardır.2

Nitekim sövmek, tehevvürün eseridir. Tehevvür, kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesidir. Bu mertebede insan Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “ne maddî ve ne manevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür.”3

Konuyla ilgili bazı hadisleri buraya alalım:
* “Allah’tan kork! Hiçbir iyiliği küçümseme. Bu, su isteyen birisine kovandan su vermek, Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamak bile olsa.”
* “Biri sana dil uzatır ve sende olmayan bir kusurla seni ayıplarsa, sen onu sahip olduğu kusurla dahi ayıplama. Onu, günahı kendine, sevabı sana olduğu halde terk et. Kimseye asla sövme.”4

İNTİKAM ALMAK DEĞİL; SABRETMEK FAZİLETTİR

Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki: “Allah’ın mü’min kulu kızdığında zulmetmez. Sevdiği kişi için günaha girmez. Kendisine emanet edilen şeyi zayi etmez. Haset etmez. Başkasının şerefini lekelemez. Etrafına sövüp saymaz. Şahidi bulunmasa da, üzerindeki hakkı itiraf eder. Başkasına kötü lâkap takmaz. Başkalarının kusurlarını biriktirip intikam alma yoluna gitmez. Zulüm ve haksızlık gördüğünde, Rahman olan Allah, bizzat intikamını alıncaya kadar sabreder.”5

* “Bir kişinin Müslüman’ın şerefine dil uzatması büyük günahlardandır. Bir sövmeye iki sövme ile karşılık vermek de büyük günahlardandır.”6
* “Birbiriyle sövüşen iki kimsenin söyledikleri şeylerin günahı, kendisine sövülen haddi aşmadığı sürece ilk sövmeye başlayan kimse üzerinedir.”7

HADDİ AŞMAYALIM; ADALETTEN TAŞMAYALIM

Demek haddi aşmak yok. Yani;
1- Sövmeyi başlatan taraf olmamalıyız.
2- Karşı taraf sövmeyi başlatan taraf olursa, sabretmeli ve onun bu davranışının seviyesine inmemeli. Allah’a havâle etmeli. Allah’ın adâletini yeterli bulmalı.
3- Karşılık vermediğimizde, karşı tarafın pişman olacağı ve özür dileyeceği hesaba katılmalı. Bu durumda onun işi bizim elimizde olacaktır. Eğer onu affedersek, mahşerde karşımıza çıkmaktan onu kurtarmış oluruz.
4- Eğer kendimize hâkim olamamış isek, bu defa bir fazlasıyla değil, çünkü bu zulme girer, aynıyla iâde etmekten öteye geçmemeli.
5- Tam bu esnada şeytanın çok şiddetli telkinleri kulaklarımızda yankılanır. Şeytan gözümüzü döndürür. Zulmetmekten Allah’a sığınmalıyız.
6- Halkın tahrikleri ile şeytanın telkinleri ne acıdır ki, bu noktada birleşmektedir. Asla, kulak vermemeliyiz.
Eğer kötü sözü veya dil belâsını başlatan taraf karşı tarafsa, aynıyla iâde hakkımız var. Fakat bu durumda da bu meseleden mahşere bir hak kalmadığını, çünkü kötü sözünü kendisine aynıyla iade etmek suretiyle hakkımızı aldığımızı unutmamalıyız.

Süleyman Kösmene / Nur Postası

Dipnotlar:
1- Riyâzu’s-Sâlihîn, 211. 2- Riyâzu’s-Sâlihîn, 218. 3- İşârâtü’l-İ’câz, s. 29. 4- Câmiü’s-Sağîr, 1/66. 5- Câmiü’s-Sağîr, 2/1375. 6- Câmiü’s-Sağîr, 3/3491. 7- Müslim, Birr, 68.

Kar Yağdığı İçin mi, Hava Soğuk Olur?

Çocuklara sorarlar: “- Tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuktan çıkar?” Buna verilecek cevapta delilin davaya ve davanın da delile bağlı olması sebebiyle dönüp dolaşıp eski hâle gelmek, yani “Devir” denilen hâl vardır. Bu manâdaki “Devir”de, bir şeyin müsbet bir tek neticesine ulaşamadan doğruluk ve yanlışlık dereceleri eşit kavramlar arasında dönüp dolaşılır. “Devir” tarzındaki sorgulamalar, insanın mutlak hakikati bulmasını sağlayamaz. Bu  sorgulamaya başka bir misal de şu olabilir: “Yenidoğan (bebek) mı anne-babaya sebebtir, anne-baba mı yenidoğana sebebtir? Bebek büyüyünce anne veya baba olabileceği gibi, anne-baba da bebeğin dünyaya gelmesine sebeb olabilir ve bu sorgulamada da bir tek neticeye ulaşılamaz ve “Devir” vardır.
Bu sorgulamalara benzer olarak sorulabilecek; “- Kar yağdığı için mi hava soğuk olur; hava soğuk olduğu için mi kar yağar?” sorusunda ise, sorunun cevabı fennî bakımdan açık ve net olarak verilebileceği için, bunu “Devir” cinsi sorulardan saymamak gerekir.
Okullarda, ders kitaplarında, ansiklopedilerde vb. kitaplarda “Kar yağmasının fennî izahıyla ilgili yazılanlar, “kar”ın niçin değil, nasıl yağdığına dairdir. “Nasıl?” ve “Niçin?” soru edatlarının kullanılış yerlerinin doğru seçimine ekseriya dikkat edilmez. “İlim” ve “Bilim” kelimelerinin doğru yerlerde kullanılmadığına da çok rastlanır. “İlmî hakikatlar” ve “Bilimsel gerçekler” de, her zaman birbirinin yerine kullanılabilecek manâda değildir.
Yale Üniversitesi profesörlerinden Prof. Dr. Arthur THOMSON, bu yanlışlığı şöyle izah ediyor:
“Hakikat yalnız bilimin gösterdiğidir, demek doğru değildir. Çünkü bilim şunları arar:
‘-Bu nedir? Ve hangi sebeplerle meydana gelmiştir?’
Şunlar ise:
‘-Bu niçin böyledir? Bunun manâ ve gayesi nedir?’ Sorusunun çevabı, bilimin sahasına girmez. Her şeyin ‘Niçin’i bilimi aşar, bu bilimin ötesidir. Bu problemleri felsefe cevaplandırmağa çalışır. Felsefenin de sükût ettiği hallerde, beşerin imdadına din yetişir ve bizi huzura sevk eder.”
“-Kar niçin yağar?” sorusuna cevap olarak söylenecek doğru bilgiler, “kar”ın yağmasının hikmetleridir. Bu hikmetleri, “kar”ın kendisinden bilmek büyük bir yanlış olur. Bunlar, “ilâhî hikmetler”dir. Kar, bütün varlıkları yaratan, idare eden Allah(c.c.)’ın Hakîm isminin, diğer bazı isimleriyle birlikte tecellîleri sebebiyle yağar.
“Kar”ın nasıl yağdığının cevabı ise, fen kitaplarında bu mevzuda yazılanlardır. Aslında, yalnız karın yağmasında değil, etrafımızdaki varlık âleminde gördüğümüz ve göremediğimiz her şeyde, Allah(c.c.)’ın diğer bazı isimleri ile birlikte, bilhassa Hakîm isminin tecellîleri vardır. Çünkü, bu dünya dâr-ul hikmet; insanın ölüm kapısından geçerek gideceği âhiret âlemi ise dâr-ul kudrettir. Yani bu dünyada olanlar, Allah(c.c.)’ın koyduğu sebebler perdesiyle cereyan eder; bu sebebleri yapan ve çalıştıran müsebbib-ül esbâbı (bütün sebebleri meydana getiren Allah’ı) bu sebebler perdesinde takılıp kalmadan tanımak da, insanın bu dünyada aklıyla en mühim imtihanıdır. Âhirette ise, insanın aklıyla imtihanı olmadığından, Allah (c.c.) kudretini sebebler perdesini kullanmadan doğrudan tecellî ettirir.
Bu dünya dâr-ul hikmet ise, “Hikmet” ne demektir? Bir âyet-i kerîmede: “Kime hikmet verilmişse, işte o­na pek çok hayır verilmiştir” (Bakara Suresi, 2/269) denildiğinden, hem erkeklerde hem kadınlarda isim olarak da kullanıldığına çok rastladığımız “Hikmet” kelimesinin mühim manâsına dikkati çekmekte fayda vardır. Hikmet kelimesinin lügat manâsı: “İnsanın, mevcudâtın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâl ve haricî, batınî keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor.) * Herkesin bilmediği gizli sebep. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye * Ahlâka ve hakikata faydalı kısa söz * Sır * Bilinmeyen nokta. İlim, adalet ve hilmin birleşmesinden doğan değerli sıfat (Kuvve-i akliyenin vasat mertebesidir; Hakkı hak bilip imtisal etmek, bâtılı bâtıl bilip içtinab etmektir. İ.İ.) * Allah’a itaat, fıkıh ve Sâlih âmel. Allah’tan haşyet ve takvâ. Verâ’ * Akıl, söz ve harekette uygunluk * Hak emre uymak * Allah’ın yarattıklarında tefekkür.” (İslâmî, İlmî,Felsefî Yeni Lügat, A.Yeğin).
Bu söylediklerimizden sonra şimdi, bu hikmetler dünyasında ; “Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki ilâhî gaye” manâsındaki, ilk sorumuzun cevabı olabilecek karla alâkalı bir hikmetten bahsedebiliriz:
Kar yağması, havanın soğuk olduğunu gösterir; fakat kar yağdığı için hava soğumaz; aksine, kar yağması havanın soğuğunu azaltır. Bunun nasıl olduğunun, bu sebebler dünyasında bazılarının Asıl Fiil Sahibi’nden bahsetmeyerek “tabiat kanunları” dediği “âdetullah kanunları” ile izahı, şöyledir: Bir gram katı maddenin erimesi için gerekli ısıya o maddenin “erime ısısı” denir. Buz, 0’C de su haline gelirken gram başına 80 kalori ısı alır. Bu, suyun katı hali olan buzun erime ısısıdır. Su, buz haline gelirken erime ısısını verir ve her bir gram suyun donup kar kristali haline gelmesi esnasında, atmosfere seksen kalori ısı verilir. Bu hesaba göre, 10 ton kar yağmakla atmosfere verilen ısı, yüz kilo iyi cins maden kömürünün yanmasıyla verdiği ısıya eşittir. Bunun hesap şekli basittir: 10 ton = 10.000.000 gram. Bu kadar suyun kar haline gelirken atmosfere verdiği ısı = 10.000.000 x 80 kalori = 800.000.000 kalori. Bir gram iyi cins maden kömürünün yanmasıyla verdiği ısının da 8.000 kalori olduğu göz önüne alınırsa, o­n ton suyun kar haline gelirken verdiği ısı: 800.000.000 / 8.000 = 100.000 gram = 100 kilogram iyi cins maden kömürünün verdiği ısı, 10 ton karın suyun donmasıyla teşekkülü esnasında, atmosfere verdiği ısının karşılığı olarak bulunur (Benzeri bir hesapla, 0’C civarında 10 ton yağmurun teşekkülü esnasında atmosfere verilen ısının da, yaklaşık 750 kilogram iyi cins kömürün yanmasıyla verdiği ısı kadar olduğu bulunur.).
Atmosferdeki suyun kar haline gelirken verdiği bu ısı, kışın soğuğunun şiddetini kırmaktadır. Kar yağmasıyla, karın diğer faydaları yanında, bitki, hayvan ve insanlar, aşırı soğuğun meydana getireceği çeşitli zararlardan korunmaktadır. Baharda ise, karların erirken atmosferden aldığı gram başına 80 kalori ısı ile atmosferdeki sıcaklık azaltılmakta, bu defa da yeni filizlenen bitkilerin, havanın aniden ısınmasıyla, sıcaktan zarar görmesi önlenmektedir.
Demek ki, başlangıçtaki sorumuzun cevabı olarak; kar yağdığı için hava soğuk olmamakta; hava soğuk olduğu için kar yağmaktadır. Yağan kar hem atmosfere ısı vermekte, hem kendisi de soğuk olmasına rağmen, yeri bir yorgan gibi örtüp bazı bitki ve hayvanların soğukla telef olmasını önleyecek şekilde, atmosferdeki aşırı soğuktan muhafaza etmektedir.
Kar, karılan cansız ve şuursuz bir madde olarak, bunu kendisi mi yapıyor dersiniz? Bu hâl, bize “Kâinattaki ve yaradılıştaki ilâhî gaye”yi düşündürmez mi?
Prof.Dr.Mustafa NUTKU

Cihan Harbini Gören İhtiyardır

 İkinci Cihan Harbi bizlerde patladı,                      

Alman’lar Bulgar’lar önümüze atladı,

Harp sıkıntısı bizi ikiye katladı,

Senelerce yaşamaktan ümit kalmadı.

Rabbim cihan harbini kimseye yaşatma.

 

Bu fakir cihan harbini hatırlıyorum,

O zaman çektiklerimizi biliyorum,

Savaşı hatırladıkça üzülüyorum,

Kurtulabildiğimize şükrediyorum,

Rabbim cihan harbını bir daha yaşatma.

 

Sırp’la Bulgar halka yapıyordu işkence,

Alman’lara karşı duruyorlar el pençe,

Savaşçılar tankları, ileri sürünce,

Herkes titriyordu, düşmanları görünce.

Rabbim cihan harbini kimseye yaşatma.

 

Bir taraftan hücumdadır, Alman askeri,

Öte yandan partizanlar, haydi ileri,

Sağdan soldan mermiler yağmur gibi seri,

Şüphesiz ki zayıf olan dönecek geri.

Rabbim cihan harbini kimseye yaşatma.

 

Gece gündüz durmak bilmez patırtı savaş,

Kimse diyemiyordu, biraz daha yavaş,

Zavallı halkta, ne giyecek kaldı ne aş,

Çünkü zalimler koymadı taş üstüne taş.

Rabbim cihan harbini kimseye yaşatma.

 

Bir hırs uğruna ne kadar masum gitti,

Alman Hitlerinin hırsı iflasla bitti,

Suçsuz olan, zalimlerin zulmünden çekti ,

Allaha şükür ki felaketi defetti.

Rabbim cihan harbini kimseye yaşatma.

 

Bu savaş son bulabildi ancak kırk dörtte,

Harpten çıkan ezilmişlerin hepsi dertte,

Halk diyor, şükür bu savaş itildi öte,

Son tesellimiz Allah’tan ümitlenmekte.

Rabbim cihan harbini kimseye yaşatma.

 

Savaş bitti bize geldi başka felâket,

Maddeten manen bizi, kapladı hela ket,

Ne önümüzde çanak var ne elde sepet,

Ne ayakkabı nede üstümüzde ceket.

Rabim cihan harbini kimseye yaşatma.

 

Peçeli lider Tito başımıza geldi,

Halktan dini aldı dil hürriyeti verdi

Tuttu ortaya sahte bir hürriyet serdi,

Âile den kopukları başa geçirdi.

Rabim cihan harbini kimseye yaşatma.

 

Masum milletin yüzünden gitmişti rengi

Buğdaydan hayvanlardan yumurtadan vergi,

Ne hangi mal, ne  pazar, ne herhangi sergi,

Halk,ta, çok zorlukla buluyor yiyeceği,

Rabim cihan harbini kimseye yaşatma.

 

Şükürsüzlüğün neticesi varmış çekmek,

Zorla buluyorduk azcık simsiyah ekmek,                    

Pul biber ve turşu bize en tatlı yemek,

Yine zoraki yaşasın Tito! Var demek.

Rabim cihan harbini kimseye yaşatma.

 

 Abdülkadir Haktanır