Kategori arşivi: Yazılar

Yaşanmayan bilgi

Asr-ı Saadetin büyük simaları arasında Huzeyfe b. Yeman, en ziyade kendisi gibi olmak istediklerimdendir. Hz. Peygambere ‘sırdaş’ olma gibi, Hz. Peygamberin münafıkların isimlerini bildirdiği yegâne insan olma gibi bir vasfa sahiptir Huzeyfe. Ve elbette, bu vasfa durduk yerde sahip değildir.

Onun babasıyla birlikte Hz. Peygamber’e kavuşmak üzere Yemen taraflarından Medine’ye doğru yola çıktığında tam da Bedir savaşının arefesinde aldığı nebevî terbiye, görülen o ki, fıtratındaki mertlik, ahde vefa, cesaret ve ferasetin tohum olmaktan ağaç olmaya doğru yol aldığı andır. Müşrikler tarafından tutulan, ancak Hz. Peygambere katılmayıp Medine’ye doğru yol almaları şartıyla salıverilen Huzeyfe, babasıyla birlikte Hz. Peygamberin karargâhına geldiğinde, iki ordu arasındaki Müslümanlar aleyhine 1’e 3’lük muvazenesizliği görünce verdiği sözden caymaya meyletmiş; ama Hz. Peygamber buna müsaade etmemiştir. En zor anda dahi ‘özü sözü bir’ olmanın, ahde vefanın, söylem-eylem uyumunun dersini veren bu nebevî tavır, Huzeyfe’nin sonraki hayatının tümüne yayılan bir vefa iksiri olur âdeta. Huzeyfe, Hz. Peygambere ‘sırdaş’ olacak derecede özü sözü bir, ahde vefasızlığın zirve hali olan nifaka ise asla müsamaha etmeyecek kadar da bakışı ve duruşu keskin biri olur.

Asr-ı Saadet hatıratı içinde, Huzeyfe b. Yeman’ın ‘emanet’ hadisinin ravisi olması da manidar değil midir? “Emanet insanların kalblerinin derinliklerine konulmuştur. Sonra Kur’ân-ı Kerîm indi” hadisi, onun dilinden yayılmamış mıdır sonraki kuşaklara. Bu uzun hadis, sadece bu ilk kısmıyla bile, yeterince büyük bir ders veriyor değil midir? İnsanların kalblerinin derinliğine ‘emanet’ konulmamış olduktan sonra, Kur’ân-ı Kerîm inse ne olacak, neye yarayacaktır ki? Emanet hissi dumura uğramış, vefasızlığı şiar edinmiş, hakikatin kökleşip yerleşmeye zemin bulamadığı bir kalb, sözlerin en güzel, en ulvî, en derin ve en hakikatlisini duysa bile ne yazar? Önce emanet kalblerin derinliğinde olacaktır ki, kalbinin derinliğinde emanet yerleşmiş olan insan ‘sonra’ indirilen Kur’ân’ı göz baş üstüne diyerek alsın, tohumu sinesinde tutan toprak misali âyetin mânâlarının kalbinde kökleşmesine müsaade etsin ve sonra da bu mânâların ‘mucibince’ amel edebilsin.

Ama Huzeyfe’nin zikrettiği aynı hadisin devamı, hüzün doludur: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam bize emanetin kalblerden kaldırılışından da bahsetti ve buyurdu ki: ‘Kişi uykuda imiş gibi farkında olmadan kalbinden emanet alınır. Geride, benek izi gibi bir iz kalır. Sonra ikinci sefer, yine uykuda imişcesine, kişi farkında olmadan kalbindeki emanet duygusundan bir miktar daha alınır. Bunun da, kalbde bir kabarcık izi kadar bir izi kalır; şöyle ki, ayağının üzerinden bir kor parçasını yuvarlayacak olsan, değdiği yerleri kabarmış görürsün. Ama içinde işe yarar birşey yoktur.”

Hadis, emanetin giderek daha da kaybedildiği günleri anlatır ve şöyle son bulur: “Hatta dürüstler ‘Filan kabilede dürüst insanlar varmış’ diye parmakla gösterilir. Bazen de, kalbinde zerre miktar iman olmayan bir kimsenin ‘Ne civanmerd, ne kibar, ne akıllı kişi!’ diye övüldüğü olur.”

Sonra, Huzeyfe’nin sözleri gelir:

“Ben öyle günler gördüm ki, hanginizle alışveriş yaptığıma aldırmazdım. Muhatabım Müslüman idiyse, bana karşı hile yapmasına, dindarlığı mani olurdu.”

Bunun da sonrasında, isim vererek, filana, falana ve falana güvenirim; ondan gerisinden emin değilim de der Huzeyfe.

Aynı Huzeyfe, işte bu şekilde dertlendiği ahir ömründe, günün birinde, hayranı olduğum bir hiddet sergiler etrafındakilere. Hayranı olduğum bir hiddet, evet! Huzeyfe ki, haftalar, belki günler önce onlara Hz. Peygamberin gümüş kaplarda yemek yemeyi, su içmeyi mü’minlere yasakladığı haberini vermiştir. Ama işte o gün, susadığını belirtip su istediğinde, gümüş bir kabın içinde su sunulur kendisine. Kabın gümüş olduğunu anladığında, Huzeyfe suyu içmeden kabı hiddetle fırlatır atar ve onlara bu hadisi kendilerine rivayet ettiği halde nasıl bunu yapabildiklerinin hesabını sorar. Hakikat hatırına, emanet hatırına bir hiddettir bu. Hz. Peygamber gümüş kapta yemek yemeyi yahut su içmeyi mü’minlere yasak etmişse, bu, mü’minler için bağlayıcı bir emir hükmündedir. Böyle bir hadisi Hz. Peygamber’in sırdaşı bir sahabiden duyduktan sonra mü’minlere düşen, “Biliyor musun, Peygamber şöyle demiş” deyip sonra kendi kafasına göre ve alıştığı şekilde yaşayıp gitmek değildir. Bilgi, emanettir; kalblerde kökleşmek ve yaşanmak içindir. Peygamber aleyhissalâtu vesselamdan gelen bir bilgi, asla ve asla salt bir ‘bilgi’ düzeyinde bırakılamaz, böylesi bir bilginin karşısında ‘teflon tabiatlı’ bir duruşla durulamaz; bilgi alınır, içselleştirilir ve yaşanır.

Bilgi, yaşamak içindir.

Bedir günü arefesinde aldığı dürüstlük ve ahde vefa bilgisinden dürüstlük ve ahde vefa timsali bir hayat çıkaran Huzeyfe, Asr-ı Saadet ikliminde özellikle bu yönüyle bize ışık ve selam göndermektedir.

Metin KARABAŞOĞLU

Muhlaslar Kervanından.. (Nasıl Hatırlanmak İstersin?)

“En esaslı kuvvetimiz ve nokta-i istinadımız, tesanüddür.” (Şualar, 310 )

“… o şahs-ı manevî, çok ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın telahukundan ve birbirine yardımından ve kalblerin birbirine in’ikasından ve ihlas ve samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çıkabilir. O heyetin bir ruh-u manevîsi hükmüne geçer. Evet “mecmuunda bir hâssa bulunur ki, ondaki her ferdde bulunmaz” düsturuyla.. “ (Emirdağ Lahikası-2, 89 )

Ehl-i iman kardeşlerinin imanını selamete çıkarma derdiyle dertlenmiş, birbirinde fani olmuş,  imtizac etmiş ruhlar.. adeta bir ruh, iki cesed manasına mazhar olmuş, nesebî kardeşten çok öte, gaye-i hilkatine koşarken en yakın dost, en civanmerd kardeş, çok zaman da tesellici yoldaş olmuşlar.. Kudsî davanın yükünü omuzlarında hissedip nur talebelerinin şahs-ı manevisinden istimdadla yükü kaldırmaya himmet etmiş; gayet aciz ve kuvvetsiz olduğunu bilip sırf rıza-yı İlahiye nail olmak için böyle azim dertleri kalb ve kafasında taşımış habibler.. Onların dayandığı bu kuvve-i kudsiyeyi hangi hücum yıkabilir, hangi engel geciktirebilir, hangi surî ayrılık o kuvvetin kalplerdeki in’ikasına mani olabilir..

“Birimiz şarkta, birimiz garbda, birimiz cenubda, birimiz şimalde, birimiz âhirette, birimiz dünyada olsak; biz yine birbirimizle beraberiz. Kâinatın kuvveti toplansa, bizi yüksek üstad Said Nursî’den ve Risale-i Nur’dan ve bizi bizden ayıramazlar.” ( Şualar, 547 )

diyen fedaîlerin kumandanı Zübeyir Gündüzalp abimizin hissiyatına iştirak ederek, merhum şehit Cevdet Baybara Abimizin bu manayı birlikte yaşayıp, bize ayine olduğu, yakın dava arkadaşlarından Kerem Şerbetçi’nin yazısını takdim ediyoruz:

Nasıl hatırlanmak istersin?

Hafız Cevdet Baybara abimin hatırasına…

Hayatinizdaki kararlari gozden gecirmenin en guzel yollarindan biri kendinize bu soruyu sormaktir. İngilizce de kullanilan meshur bir deyimdir “Neyi devamli olarak yapiyorsan, sen O’sun”. Sahsi aliskanliklarimiz aslinda bu hayat yolculugundaki istikametimizi gosteren isaretler sayilirlar.

Hayatta nereye dogru gittiginizi ogrenmek icin son durak olan olumu beklemek zorunda da degilsiniz . Bu biraz gec sayilir. Bunun kolay bir yolu var. Sizi yakindan taniyan samimi ve durust bir arkadasiniza, sizin karakterinizi, hedeflerinizi, gayelerinizi kendi nazarindan, bakis acisindan tarif etmesini isteyin. Gercekten suprizle karsilasabilirsiniz. Alacaginiz cevaplar sizi uyandirip hayatinizdaki beklenti ve gayenizi disaridan yansiyan davranislarinizla kiyaslama imkani sunacaktir. Isterseniz deneyin! 

Burada bahsettigim tarifler “iyi bir insan… cok zeki…” veya “iyi kalpli” gibi tanimlamalar degil. Bunlari gundelik karsimiza gelecek herhangi biri icin de kullanabiliriz. Benim kastettigim daha derinlemesine sorular. Karekterinizin yapisini irdeleyen sorular. Mesela: Ne icin yasiyorsun? Tasan ne? Aksam uykunu kaciran seyler ne? Nicin kiziyorsun? Seni calistiran ne? Onune cikan manileri ve zorluklari nasil karsiliyorsun? Hedefine ulasmada ne kadar dikkatin dagiliyor? Bu gibi sorular icinizde sakli hukumlerinizi ve inandiginiz seylerdeki kahramanlik derecenizi gozler onune serecektir.

Peki ama, nasil hatirlanacaginin ne onemi var ki? 

            Ne kadar ‘hakiki’ odugunu ve yasadigini zannettigin degerleri olcmek icin bir test;

Oldukten sonra, hesap gununde, Cenab-ı Peygamberimizden (A.S.M.) nakledilen hadisler, yakinlarimizin bizim hakkimizdaki kanaatlerinin onemli oldugunu ogretir. Onlarin kanaati senin hangi degerlere sahip olduguna sahitlik yerine gececek. Bu hayat sermayeni nereye kullandigin hakkindaki verilecek son hukumde de bu sehadetin buyuk bir payi olacak. Hem bu dünyada, hem hesap gununde ne kadar samimi ve hakiki olduğun, ozel olarak verdigin kararlara sahit olanlarin sehadetlerine bagli olacak.

Aslinda Allah’in sana verdigi, kontrolu tamamen sende olan en guclu seydir bu, hur iradenle karar verip secim hakkini kullanmış olmak. Fakat kontrol ile birlikte sorumluluk ve hesap gelir. Onun icin hayatinda verdigin kararlardaki seceneklerden sorumlusun. Bugune kadar verdigin kararlar hayatina nasil yon verip sekil verdi bir dusun! Sectigin kararlarin mutlaka bir neticesi olur. Burada onemli olan, kararlarini hangi degerlere gore verdigin. Onun icin bunun hesabini yarina birakmaktansa bugun yapmak daha akillica olur.

Arkadaslarinin ve cevrendekilerin kimler oldugunun secimi de senin elinde. Onlar senin temel karekterini yansitirlar. Fakat daha da onemlisi yakin arkadaslarinin senin karekterin hakkindaki kanaatleri senin deger olculerin icin bir mihenk tasidir.

Demek ki “nasil hatirlanacagim? karsimizda cevaplanmayi bekleyen buyuk bir soru. Hayatinizi, bildiğiniz degerlerle kiyaslamasi zor olan bir soru. Gorundugunden zor bir sey, sozu ve ozu bir olmada lider olmak. Gercek kahramanlarin cikis noktasi da budur. Asil kahramanlar hayattaki kararlarini inandigi degerlere gore verenlerdir.

Kucukken arkadaslar arasinda ingilizce birbirimizle nasil iddiaya girdigimizi hatirlarim.. “Hadi parani agazindan cikana yatir bakayim da gorelim!..” Tabi hicbirimizin cebinde bir ‘cent’imiz bile yoktu. Ama maksat o degildi. Bizimkisi cocuksu dilde iddia ettigimizi yapip yapamayacagimiza bir cesaret denemesiydi..

Simdi yeni bir iddia… “Hadi kararini inancina yatir bakayim!”. 

Verdigin kararlar, inanclarinin urunudur. Dusunceden tatbikata kadar, butun hareketlerinle cevrene ve etrafindakilere ozunden bir iz birakiyorsun. En mantiklisi yaptiklarinin hesabi ahirette gorulmeden simdiden hesap etmek. Sonra en akillicasi bu dunyadaki karar ve hareketlerine guzel sahitlik yapacak, sonsuzluga uzanan hakiki ve samimi dostluklar kurmak.

Tekrar soruya donelim: Nasil hatirlanmak istersin? 

Bunun en kisa cevabi: senin elinde ve senin kararlarina kalmis..

Aynı canim gibi sevdigim halil ve habib dostum, ahiret kardesim, Hafiz Cevdet Baybara agabeyin verdigi kararlar gibi..

O, basit ama cok buyuk neticeleri olan bir karar verdi. Allah yolunda mucadele edip hizmet ederek Allah’i ogrenip ve ogretmek uzere yasamak. Ask ve sevkle sahip oldugu butun zeka, mal, hayat ve sagligini tek bir sey icin feda etti: Allah’in rizasina ve muhabbetine nail olmak. Herzaman gayesi, hayali, ruyasi Sahabelerin yolundan giderek bu yolda etrafini hakiki ve samimi dost agiyla sarmakti. Onu calistiran, ruyasina giren sey buydu. Allah’in istedigi sekilde, kendisini ve etrafindakileri Allah’in rizasini ve kabulu icin calisanlarla cevirmekti. Bu azim ve kararliligindan olacak ki, sikca tekrarlardi “Nur’u elimize aldık, gidiyoruz; gölgemiz ardımızdan ister gelsin, ister gelmesin”. 

Hafiz Cevdet abinin gayesi ve hedefinden hic sasmayan dikkati Nur Risalelerin okunmasi ve Dershanelerin devam edip yasanmasiydi. Modern bir yazarin veya yayincinin yaptiginin cok fazlasini yapti. Bediuzzaman Hazretlerinin en yakin talbelerinden ogrendigi gibi, tukenmek bilmeyen bir istah ile Allah’a hizmet ve ezberine aldigi Kur’an’i arayanlara ogretmekti onun davasi. Allah’i ve kitabini arayanlarla beraber ogrenmek, onlari dost edinmek, onlari merak etmek… onun geceleri uykularini kacirirdi. Hulyasi ve ruyasi nazarinda o kadar hayatlı ve gercekti ki, heyecanla (ben henuz 17 yasindayken) gelecekteki guzel haberleri mujdelerdi “Gor Bak, Neler olacak!”

Onun o zamanlarda gordugunu bugun daha iyi gorebiliyorum. Hafiz Cevdet abi tam bu dunyada yerlesmek uzereyken ahiret yurduna dondu. Vefatinin yildonumunde bu kahraman abimi boyle hatirliyor ve sahitlik ediyorum. 

Resulullah’in (asm) hadisinde de bu mana nakledilir. Bir kisiye baktiginizda size sadece Allah ve Peygamberini hatirlatiyorsa o kisiyi arkadas edinin, takip et ve birakma.. Benim gibi, taniyanlara Hafiz Cevdet abi de boyleydi. Oluşturmaya calistigi uhuvvet ortami ve emegi bulunan hizmete ve muhabbete vesile olan web siteleri gibi onlarca hizmetleri de insaallah buna sahittir ve olmaya devam edecektir. Aslinda Hafiz Cevdet abinin hayat kararlari yangini sondurmeye calisan bir itfaiyeci gibi o kadar azim, fedakarlik ve kahramanlikla doluydu ki yaptiklarinin kiymeti ancak yangin sondukten sonra takdir edilebilirdi. Insanlari kufur ve dalalet alevlerinden kurtarmak icin cabalamasi o kadar fazlaydi ki, makamlara ve mevkilere vakti yoktu. Hedefine ulasmak ugruna dunyanin en uzak koselerine gitti. Onunki hillet mesleginde ciddi bir aksiyon, bir ihlas ve samimiyet hayatiydi ve geride biraktigi bu miras, kaldigi yerden, uzak dogudan, sahiplerini bulmus devam edecek insaallah. 

Artik bugun Cevdet agabeyime daha fazla imrenerek bakiyorum. Bu sekilde hatirlanmak onun hakkinda gercek bir basariydi. Onun basarisi ayni zamanda benim ve cevresindeki habiblerindi. Ve bizler bu basarisina sahitlik ediyor, hatirliyor, yad ediyor ve aynı hislerle hizmete devam edecegiz. Ilahi rahmet ve muavenet oyle takdir etti ki hayati gibi vefati ve kabri de gayesi yolunda mana kazansin… Sehitligi bugun Filipinlerde “altin dostluk” nami kazanmis Cagayan De Oro sehrinde, ismini, Allah’in buyuk peygamberlerinden olan Isa (as)’in dogum yerinden almis ‘Nazareth’ tepesinin sehre nazir eteklerinde kucaklanmis vaziyette yatmakta.

Ne kadar guzel bir hayat ve ne kadar serefli bir vefat. Ve ne kadar ornek bir hatira ve hatirlanmak. 

            Pekala, vefatindan sonra sen nasil hatirlanmak istersin? 

            Iste… sen kararini ve secimini yap.. gerisini Allah’a bırak. 

Huwel Baki

Kerem Serbetci 

[Bu yazi Filipinlerde “Lahika” adli Ingilizce yayinlanan derginin 2011 sayisinda cikan bir yazinin tercumesidir]

Muhlaslar Kervanından (devamı)..

11 Mayıs 2010’da hizmet-i Nuriye için gittiği Filipinler’de uğradığı silahlı saldırı sonucu Rahmet-i Rahman’a kavuşan aziz şehid abimiz Hafız Cevdet Baybara’nın hatırasına ithafen yakın dava arkadaşı Rıza Dalkılıç’ın bir yazısını takdim ediyoruz.

Habiblerden Bir Nur İn’ikası..

(Sizi alsam, bağrıma bassam, zerratimi zerratınıza katsam… Siz olsam kısacası…)

Gün içerisinde birçok cami, mescid, kilise, dini merkezleri vesaire ziyaret ediyor adeta uçuyorduk. Gece geç vakitte otel odasına geldiğimizde Cevdet Ağabey’e telefon açtım. Gün içinde yaptıklarımızı, ihtida eden bahtiyarları, hüsn-ü kabul görmekliğimizi, Filipinliler‘in misafirperverliklerini tek tek anlattım. Heyecanla anlatıyordum.

O ise Isparta’nın Barla köyünde olduğunu söyledi. Sonra “İşte bu…İşte bu kadar… Vallahi söyleyecek cümle bulamıyorum…Sizi tebrik etmek az, takdir etmek eksik, tebcil etmek nakis… Artık ne diyeyim… Allah ecrinizi milyarlar katıyla versin… Aynı ilk defa asr-ı saadette Nur-u Hakk’ı uzak doğuya götüren sahabelere, melekler ve ind-i Rahman tarafından biçilen ecir misali, (Ahir zamanda olduğunuzu hesaba katarak) defterinize ecirler yazılsın… Amin…” diyordu. Bir ara “Dayanamıyorum…” dedi… Kısık kısık ağlıyordu… Barla‘daydı…

Kendisini toparlayınca “Zerrat-ı vücudum titriyor şu an… Çok fazla konuşamayışım ondan… Sizi alsam, bağrıma bassam, zerratımı zerratınıza katsam… Siz olsam kısacası… diyecek çok şeyim var ve diyemiyorum… Nutkum tutuluyor… Her ne ise, bu da güzel bir fal-i hayr… Sesinizi ilk defa Barla’da duyuyorum…”

Bizim iktidar ve irademizin üstünde bir küllî irade ve her şeyi ihata eden bir kudret bizi bir gayeye sevk ediyordu, biz bilmesek bile, o an anlayamasak bile…

Filipinler’de daha fazla kalamayacağımızı anlamıştık. Hem paramız bitmişti, hem de başka planlarımız vardı. Şunu anlamıştık… Filipinler münbit bir zemin ve ekilen tohumlar yemyeşil bitki örtüsü gibi yeşermeye çok müsait…

Dönüyoruz Türkiye‘ye dedik Şehid Cevdet Hafıza.. Bana şunları yazdı bu defa:

“ Kahramanlarım; ızdırabsız zafer olmayacağını bilenlerdeniz ama… Gel ki gönüle sor…Başka yol yok… Sadece niyaz, elimizi açtık, gözümüzü tek noktaya diktik ve aczin zirvesinde olduğumuz anlar misali müteveccih olmak için çırpındık, Rabbimizi şah-damarımız kadar yakın hissedip dedik ki:

“Rahman ve Rahim olan adına sığınarak;
Açtım iki elimi, kor gibi iki yaprak;
Bir edeb ölçeğinde umutlu ve utangaç;
İşte dünya önümde, benim ruhum sana aç;
Bu seğriyen ellerle Senden Seni isterim;
Senden Seni isterken, canımdan çıkar tenim;
Kainat bir mozaik, her şeye sahip Allah;
Ey gizli ve aşikar, her derde Tabib ALLAH…
Ey gizli ve aşikar, her derde Tabib ALLAH…”

Ve Hasan Feyzi Abi’nin cümleleri dökülüyor ruhumun zerrelerine, hem de yıkaya yıkaya, ıslata ıslata katre misal;

“Risale-i Nur’a sahip olanlardan hırs ve hiddet zevale yüz tutar;
Zulmet ve şehvet erir; cehalet ve şekavet ateşi söner;
Tabiat uykusu azalır; gaflet uykusu kalkar;
Kara ve çirkin, bozuk ve uyuşuk kanlar düzelir;
Nefes ve kalp işler; Kan boruları birer mecra-i Nur olur;
Hubb-u Dünya ve meyl-i masiva kalmaz; Ene (Ben) ve Ente (Sen) gider;
Yetmiş bin diye söylenen perdeler kalkmaya ve “Varlık Dağı” delinmeye başlar;
IRCii ILA RABBİKi’den sesler gelir; Vuslat yolu açılır; Misk-u-Anber saçılır;
FEDHULI FI İBADİ ile memur ve VEDHULI CENNETI nişanı ile mecur olur.”

Bilemiyorum, işte hal-i melalim… Sizden de başka kimsem yok ki yazayım…Ve dayanamadım, yazdım…

Süreyyayı süpürge yapacak değilim… Ancak, ruhum Zuhal’i omuzlamış meleği arkadaş edinmek istiyor; Asuman’ı evim; sistemleri odalarım, Mars’ı da Nur’u okuduğum sandalyem kılmak gibi acib bir fırtına, garip bir heyulanın içinde gidip geliyorum… Eğer felek bir gün cana kıymaz ve film orta bir yerde kopmazsa…
Kemal-i lezzetle okuyacağımız Lahikanızı iştiyakla, hasretle gözlüyor; kemal-i ferah ve yeni bir devrenin açacağı kemal-i sevki bekliyor, o kıymettar ruhunuzu bağrıma basıyor, ellerinizden pür tazim ile öpüyor, affımı rica ediyorum…

Sen olan Ben Riza Cevdet.”

Sabah erken saatte havaalanına geldik. Rehberimiz de uğurlamaya geldi bizi… Ayrılacakken baktık ağlıyor, sonra “Beni bırakıp nereye gidiyorsunuz” dedi. Yanımızda kalan kitaplardan verdim. Ve kerhen de olsa Manila’dan ayrıldık…

M. Rıza DALKILIÇ

Muhlaslar Kervanından..

11 Mayıs 2010’da hizmet-i Nuriye için gittiği Filipinler’de uğradığı silahlı saldırı sonucu Rahmet-i Rahman’a kavuşan aziz şehid abimiz Hafız Cevdet Baybara’nın hatırasına ithafen yakın dava arkadaşları Said Baybara, Rıza Dalkılıç ve Kerem Şerbetçi’nin yazılarını takdim ediyoruz.

Hayalleri dünyaya sığmayan, kalbi bütün insanlığın selameti için atan, şefkat ve metaneti mahiyetinde cem’ etmeye muvaffak olmuş bahtiyar ağabeyimizin dahil olduğu muhlaslar kervanına Cenab-ı Hak bizleri de dahil eylesin. Amin. Ruhuna el-Fatiha..

Mümtaz Ağabeyim..

Kendisi hem dava arkadaşım, hem fikir babam, hem hayatta refikim, hem yoldaşım olan bir ruhu tarif etmeğe sahifelerce yazsam, mümtaz ağabeyimi, tarif etmiş olamam. Ama birkaç anekdotu sizlerle paylaşayım.

Cevdet Baybara; İnsanlığın imanının kurtulması için canını ve malını feda etmeği ideal edinmiş bir ruh. Kendisi 1978 Mardin doğumlu olup İlkokulu ve hafızlığı Mardin’de tamamladıktan sonra yerinde duramaz bir hali vardır. Kâh yerel radyo programlarında kâh cami kürsülerinde kâh muhtelif meclislerde Kur’an okurken veya sohbet ederken görürsününüz onu. O dönemler Babası Cüneyt Hoca Mardin Ulu Camii imam hatibidir. Cüneyt hocanın teşvikleriyle Mardin’den Diyarbakır’a, Van’a, Urfa’ya, Elazığ dan Malatya’ya, doğuda birçok ilde okuma kamplarına katılır. Ve birçok İslami, felsefi, mantıki ve fenni eserleri okur. Küçüklüğünden beri; Alem-i İslam’a canını, malını ve hissiyatlarını feda eden (Hz. Ebu Bekir’ler, Ömer’ler, Hamza’lar, Bediüzzaman’lar, Cüneyd-i Bağdadi’ler) ve birçok asil ve necip ruhların, insanlığın iki cihan saadetleri için canlarını ve mallarını (harcadıklarını demeyeceğim) bilakis en güzel bir şekilde değerlendirdiklerini görür.

Kendisinin anlattığı bir rüyada Peygamberimiz kendisine hitaben “Ömrün kısa olacak, aşirelerini yani her bir ânını ganimet bil” diye ikazda bulunduğunu anlatmıştı. Benim müşahede ettiğim, hakikaten her bir ânını dolu dolu değerlendirmiştir. 1996 yılı baharında İstanbul’a gelir. Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden olan Mustafa Sungur ağabeyin yanında on yıl beraberlikleri olur. O yıllarda Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerini mütalaa fırsatı bulur ve çok istifade eder. Bazı mülahazalarını kaleme alarak 2000’li yıllarda editörlüğünü yaptığı, üç dilde yayınlanan (Nur The Light) dergisinde yayınlar. Mustafa Sungur ağabey ile yurtiçi ve yurtdışında birçok panel, konferans ve sempozyumlara katılır.

Rusya, Azerbaycan, Hollanda, Mısır, Avustralya, Japonya, Kore, Filipinler, Fas, Cezayir ve daha başka birçok ülkede bulunur. Bu vesileler ile insanlığın maddi ve manevi eksikliklerini görür. Hamiyetli ve himmetli insanlar anlatılırken “yerlerinde duramazlar, her zaman başkasının derdi ile dertlidirler.” diye tarif ederler. Hakikaten Cevdet ağabeyimizi en güzel ve veciz tarif böyle olsa gerek. Kendisi de “Karınca kudretince” yurtiçinde ve yurtdışında irtibat ettiği insanların vesileleri ile ihtiyaç olan yerlere (muhtelif eserler; Kur’an-ı Kerim, İngilizceye tercüme edilmiş tefsir kitapları ve eğitime dayalı bir çok eser göndermiş, yurtdışında eğitim alan öğrencilere burs vs.) yardımlarda bulunmuştur.

Daha sonraları 2008 yılında resmi olarak tüm insanlığa “Çare” olma maksadı ile gönüllü birkaç arkadaşı ile beraber Çare Yardımlaşma ve Kalkındırma Derneği kurulur. Yurtiçi ve yurtdışında geniş çaplı faaliyetler yapma imkanına sahip olur. Ramazan kumanyaları, iftar çadırları, eğitim malzemeleri, kurban etleri dağıtım organizasyonları, fakir aileler ve yetim çocuklara yardım, su kuyuları, sağlık kabinleri, öğrencilere burs v.s. tarzında birçok faaliyet alanlarında rol alır. O yıllarda kendisi çok şevk ve gayretle ifade ettiği şu sözü; “Dünyada ulaşmadığımız insan, derdine yetişemediğimiz masum kalmasın.” demişti. Öyle olalım ki; yatağı görmesek uyku aklımıza gelmesin, suyu görünce susadığımızı bilelim, aç olanların doyduğunu görünce acıktığımızı hatırlayalım derdi. 2010 yılında gönüllü olarak gittiği Filipinler’de talihsiz iki genç Filipinli’nin gasp maksadıyla, silahlı saldırısı sonucu şehit edilir.

Yaşı henüz 32’dir. Aklımıza gençliğinde gördüğü rüya gelir, “Ömrün kısa olacak her bir dakikanı ganimet bil.”

Meşhur şöyle bir söz var; “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir”. O sadece milletini değil, bütün insanlığa “Çare” olmak isterdi. Ne mutlu hayatını böyle yüksek ideallere adayanlara.

Ey şehidimiz Seni hatırladıkça gözlerimiz doluyor,

İftirakin hüznü boğazımızda düğümleniyor.

Rahmet sana ey Nurlu şehidimiz.

***

Geride Yiğit ruhlu Mehmetlerin,

Kadir-şinas Rızaların

***

Bilirler ki Said ve mesut’sun sen.

Bilirler ki ötelerde saadete mazharsın sen.

***

Yasin’ler sana, okurlar her dem

Âdem amcalar Dua zendir her dem

***

Beyn-en nîsa Sümeyye ilk şehittir

Mabeynimizde sende bizlere, ilk şehitsin

***

Yusuf simalılar orada refiktirler hep sana

Bizden ötelere selam üstüne selam sana

***

Sana gurbet şehidimi

yoksa, hicret şehidimi diyelim

Hayır, sen bizim gönlümüzün ser habibisin

Rahmet sana ey nurlu şehidimiz  

Hayatı, insanı hayrette bırakan çeşitli kahramanlıklarla dolu olmakla beraber; Hak’ta ve Hak yolunda fani olup, şahsından feragat etmede de mümtaz bir fedakarlıkta olduğunu göstermiş oldu. Allah ğani ğani Rahmet etsin.  

Vefatından sonra kendisinin açtığı, (ÇARE) hayır kapısını açık bırakmış. Bizler sevenleri olarak, sizlerde hamiyetli gönüllüler olarak; “Dünyada ulaşmadığımız insan, Derdine yetişemediğimiz masum kalmasın” diye el ele bu hayır kapısını hayırlı işler için açık tutalım.

ÇARE gönüllüsü

Said BAYBARA

Ey Medine

Ey Medine-i Münevver

Seni seviyor gök ve yer

Kıymetin dünyaya değer

Sen başkasın ey Medine

 

Resul’e oldun bir ana

Kucağını açtın O’na

Her yer ayrı sen bir yana

Sen başkasın ey Medine

 

Resul’üm bağrında yatar

Kalbim Medine’de atar

Hasretime hasret katar

Sen başkasın ey Medine

 

Güzelliğin dilden dile

Benziyorsun bir kandile

Nakşedilmiş bir mendile

Sen başkasın ey Medine

 

Kutlu ve güzel diyarsın

Sevgili Resul’e yarsın

Medine’m iyi ki varsın

Sen başkasın ey Medine

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

 www.NurNet.org