Kategori arşivi: Yazılar

Çocuklarımıza Nasıl Yaklaşmalıyız ?

 Çocuğun aile yaşantısı ile ahlaki yaşantısı arasında çok önemli bir bağ vardır.Çocuklar ilk önceleri ailelerini örnek alırlar.Erkek çocukları için baba, kız çocukları için anne  en büyük idoldür.Onların her yaptığını yapmaya çalışırlar.Bu örnek olma olayını anne ve babalar pek  fark edemez.

    Erkek çocukları babalarının oturuşunu bile örnek alıp babaları gibi oturmaya çalışırlar.Özellikle törelerin baskın bir şekilde etkisini gösterdiği bizim toplumumuzda çok büyük yanlışlıklar yapılmaktadır.Babalar -yanlış ta olsa- kendi doğrularını çocuklarına empoze ettirmeye çalışırlar. Özellikle de kırsalda kesimde erkek çocuklarından beklentiler yaşlarından daha üst düzeyde olmaktadır.Bu durum çocuklar üzerinde çok büyük bir baskı oluşturmaktadır.Şehirde yaşayanlarda da pek farklı değildir.Bu beklentiler belli zamandan sonra çocuğun psikolojisinde çok büyük sıkıntıların yaşanmasına sebep olmaktadır.Çocuklar bu baskılardan dolayı bazen şiddete yönelmektedir.Okul önlerinde çıkan kavgaların çoğu bu yanlış beklentilerin gençler tarafından karşılanma çabasıdır.

       Kız çocuklarında ise durum daha ağırdır.Kız çocuklarında en büyük sıkıntı yine töre baskısıdır.Biraz dozu hesaplanmamış bir şekilde olunca çok olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.Konuyu biraz açmak gerekirse Kız çocukları televizyon dizileri,internet vb. araçlar tarafından empoze edilmeye çalışılan  fakat toplumumuzda olumsuz karşılanan davranışları okulda ve çevrede uygulamaya çalışınca başta en yakın çevresi olmak üzere toplum tarafından büyük tepki görmektedir.Bazen bu tepkiler genç kızları intihara bile sürükleyen sonuçlar doğurmuştur.Yakın zamanda okullarımızda yaşanan intihar olayları aslında bu bahsettiğimiz kültürel baskının sonucudur.

     Biz anne, baba ve eğitimciler olarak çocuklarımızla çok iyi ilişkiler kurmalıyız.Çünkü çocuklarımız bizi örnek alır.Onlara karşı yaklaşımız onlar için önemli bir göstergedir.

Unutmayalım:

Eğer bir çocuk kınanarak yaşarsa suçlamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk düşmanca davranışlar

içinde yaşarsa kavga etmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk alay edilerek yaşarsa sıkılganlığı öğrenir.

Eğer bir çocuk utanç içinde yaşarsa

suçluluk duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk hoşgörüyle yaşarsa

sabırlı olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk teşvik edilerek yaşarsa

güvenmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk değer verilerek yaşarsa

saygı duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk eşitlik ortamında

yaşarsa adaleti öğrenir.

Eğer bir çocuk güven duygusu içinde

yaşarsa inanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk beğenilerek yaşarsa

kendisinden hoşlanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk kabul ve dostluk içinde yaşarsa dünyada sevgi aramayı öğrenir.

Eğer bir çocuk düşmanlıklar içinde büyürse

saldırganlığı öğrenir.

Eğer bir çocuk sevgi içinde büyürse güvenmeyi öğrenir.

Çocuk ailenin, aile de toplumun ürünüdür;

çocuk yaşadığını öğrenir.

Sonuç olarak biz ebeveynler çocuklarımıza değer vermeliyiz.Onlardan beklentilerimiz yaşlarına uygun beklentiler olmalıdır.Eğer biz değer vermezsek bu değeri ailenin dışında başka kişilerde  ve başka mekanlarda aramaya başlarlar.Çok geç olmadan çocuklarımıza hak ettikleri değeri verelim ve büyümüşte olsalar onlardan sevgimizi eksik etmeyelim.

Hamit DERMAN

Her Uzvun Şükrü Vardır (Şiir)

Ey Müslüman kardeşim her uzvun şükrü vardır

Ne kadar şükredersen o kadar sana kârdır

 

Ellerin şükrü nedir? Helal şeyleri tutmak

Ellerini harama katiyen uzatmamak

 

Ayakların şükrü de kötü yere gitmemek

Dinen caiz yerleri gezip ziyaret etmek

 

Gözlerin şükrü ise hiç harama bakmamak

Yaratılmış her şeyi görüp ibretle bakmak

 

Kulakların şükrü de iyi şeyler dinlemek

Haram olan şeyleri katiyen dinlememek

 

Burnun şükrüyse haram şeyleri koklamamak

Helal olan şeyleri helal bilip koklamak

 

Yalan, gıybet, iftira, fahiş şeyden uzak dur

Ve Rabbini zikretmek bunlar dilin şükrüdür

 

Midenin şükrü nedir? Haram lokma yememek

Helal yoldan kazanıp onları yiyip içmek

 

Fercin şükrü zinadan tamamen uzak durmak

Dinin yasakladığı harama yaklaşmamak

 

Kalbin şükrü kibir ve övülmeyi sevmemek

İlim ve tefekkürü kalbine yerleştirmek

 

Bedenin şükrü ise farzları kaçırmamak

Oruçlarını tutup namazlarını kılmak

 

Kendine düstur edin merhamet ve hayâyı

Kalbinden hep uzak tut kin, haset ve riyayı

 

Mal ve makam sevgisi olsun senin düşmanın

Hüsnüzan ve tevazu dolu olsun her anın

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

Müslüman’ın bahar yeşilliğine bakışı!..

Önce İsra Sûresi’ndeki 44. ayetin mealine bakalım, sonra konunun ayrıntısına geçebiliriz.

– Göklerde ve yerde bulunan bütün varlık ve yeşillikler Allah’ı zikir ve tesbih ederler!..

Öyle ise Allah’ı zikir ve tesbih eden yeşillikleri zevkle seyredip gelişmesine şevkle yardımcı olmalı, sebepsiz yere yeşilliği kesip kopararak Allah’ı zikir ve tesbihine engel olma günahına girmekten kaçınmalıdır. Zaten yeşilliğin Allah’ı zikir ve tesbih ettiğinin farkına varan bir Müslüman, sebepsiz yere onu kesmeye, koparmaya, kurutmaya asla razı olamaz. Zikir ve tesbihine mani olma günahını göze alamaz. Yeşilliğin bu zikir ve tesbihinden dolayı Aleyhissalat-ü Vesselam Efendimiz mezarların üzerini dahi yeşillendirmeyi emretmiş, bu konuda bizi düşündüren önemli örneğini de şöyle vermiştir. Yanından geçtiği bir mezarın içindeki mevtanın azap çektiğini keşfedince hemen getirttiği hurma fidanını mezarın üzerine dikerek şöyle uyarıda bulunmuştur: “Bu yeşillik bu mezarın üzerinde Allah’ı zikir ve tesbih ettiği sürece mezarın içindekinin azabı azalır, yahut da kaldırılır!”

İşte bu açıklama, yeşilliğin dünyadan başka ahirettekilere dahi fayda sağladığını ifade eden muhteşem bir duyurudur. Bundan dolayı fıkıh alimleri, mezarların üzerine yeşilliği önleyen beton dökmenin uygun olmadığını bildirmiş, Osmanlı ecdadımız da Allah’ı zikir ve tesbih eden yeşilliklerle dolu mezarlıklar meydana getirme örneği vermişlerdir. Bir kır sohbetinde Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri’ne talebelerinden her biri birer buket çiçek takdim ederken biri eli boş dönmüş. – Koskoca kırda çiçek mi bulmadın da eli boş dönüyorsun? diye sitem edenlere de: – Hangi çiçeğe yaklaştımsa Allah’ı zikir ve tesbih eder halde gördüm, koparıp da zikir ve tesbihine engel olmaya gönlüm razı olmadı, cevabını verince hocasının takdir ve tebriklerine muhatap olmuş. Bu cevap da kitaplara geçecek değerde bulunarak yazılıp bizlere kadar intikal ettirilmiştir. İşte Müslüman’ın yeşilliğe yüklediği kutsal değer, Allah’ı zikir ve tesbih ediyor duygusuyla baktığı bahar yeşilliğinin özellik ve güzelliği… Hele Efendimiz (sas) Hazretleri’nin fidan dikme konusunda bir uyarısı vardır ki; yeşillik yetiştirmenin önemi konusunda bundan daha etkili sözü kimse söyleyememiştir. Şöyle buyuruyor, fidan dikme konusunda:

– Elinizde bir fidan bulunur da onu dikmek üzere iken kıyametin kopmaya başladığını anlarsanız, sakın ‘artık kıyamet kopuyor, fidan dikmenin manası kalmadı’ deyip de fidanı atmayın, dikin fidanınızı!.. Kıyamet kopacaksa sizin dikilmiş fidanınızın üzerine kopsun. Mahşerde, benim de dünyada dikilmiş bir fidanım vardı, diyebilesiniz!..

Demek ki mahşerde dünyada dikilmiş bir fidanın bulunması dahi dikene ümit verecek, faydası söz konusu olacaktır. Kaldı ki, mesele bundan ibaret de değildir. Tarla, bağ, bahçede çalışarak yeşillik yetiştiren köylü ve ziraatçılarımıza ayrıca muhteşem müjdeler de vardır…

– Ekin ekiyor, sebze, meyve dikiyor, mahsul yetiştiriyorsanız sevinin, mutluluk duyun. Çünkü yetiştirdiğiniz meyvelerle, sebzelerle sadece rızkınızı kazanmakla kalmıyor, aynı zamanda sevap da elde ediyorsunuz. Zira, sebep olduğunuz meyveli meyvesiz tüm yeşilliklerden Allah’ı zikir ve tesbih sevabı almak bir yana, ayrıca bunlardan: “Müşteri alsa, hırsız çalsa, inek yese, sinek faydalansa!” sadaka sevabı da alınacağı hadisle bildiriliyor!

Evet, bundan hiç şüphe etmeyin. Efendimiz’in müjdesidir bu. Yetiştirdiğiniz sebze ve meyveden müşteri alsa, hırsız çalsa, inek yese, sinek faydalansa sadaka sevabı vardır yetiştirene!.. Bundan dolayı yeşillik yetiştiren köylüler, ziraatçılar ibadet niyetiyle şevkle çalışırlar işlerinde… Denebilir ki: Her tarafı yeşillendirilmiş bir ülke mi istiyorsunuz?.. Öyle ise insanların İslam’ı öğrenmelerine destek verin, köstek olmayın. Göreceksiniz dinini öğrenen Müslüman mezarların üzerine varıncaya kadar her tarafı yeşillendirecek, hem de ibadet aşkıyla, sevap şevkiyle yapacak bütün bu hizmetleri…

Ahmed Şahin / Zaman

Süt Şahane Gerisi Bahane

Sütün özelikleri ve insan sağlığı için faydaları nelerdir?

Memleketimizde en fazla inek sütü tüketilmektedir. Cenab-i Allah (cc) bir ineğin vasıtası ile bize süt gibi besleyici bir gıdayı ihsan etmiştir. Acaba nasıl gönderildiğini hiç tefekkür edenimiz olmuş mu?   Bakınız bir litre sütün meydana gelebilmesi için bir süt ineğinin süt bezlerinden tam 400 litre kan geçmesi lazımdır. Bir siyah alaca kültür ırkı ineğinin günde 30-40 kğ. Süt verdiğini düşünülse, meme dokusundan her gün yaklaşık on tonun üzerinde kanın geçmesi gerekiyor.

’kan ve fışkı arasında’’  berrak bir sütün çıkması kudret-i ilahiyenin bize güzel bir yadigârıdır. Hem de yakıtı doğadan,  dumansız, bacasız, pek masrafı olmayan bir fabrika, Hem de yüksek biyolojik değerlikli, kalsiyum içeriği yüksek, keza A vitamini,  magnezyum, B6 ve B12 ve daha birçok vitamin bakımından da zengin ve besleyici bir gıda,

Bugünkü teknik cihazlarla ve gelişmiş süt teknolojisi ile gerek pastörize gerekse sterilizasyona tabi tutularak aseptik (her türlü mikroptan arındırılmış) olarak hazırlanan tetra pak süt paketlerinin muhafazası kolay, bozulma ihtimali düşük bir süttür.

Paket Sütün bozulma nedenleri nelerdir?

Steril sütün aseptik doldurulmasında en önemli sorun ise ambalaj materyalinin sterilizasyonu ve doldurma işlemi sırasındaki hatalardır.

Örneğin:

-Yetersiz hava sterilizasyonuna bağlı olarak mikroorganizmaların ortamdan uzaklaştırılamaması,

-Ambalaj materyalinin yetersiz sterilizasyonu,

-Ambalajların iyi kapatılmaması,

-Paketlerin taşıma esnasında zedelenmesi veya yırtılması gibi olumsuz etkenlerden dolayı süt bozulabilir.

Okullara dağıtılan ’’okul sütü’’ en son teknoloji ile üretilmektedir. Yapılan eleştiriler siyasi bir kasıttır. ‘Okul süt’ümüze dokunmayınız!  Büyük küçük herkes kemal-i afiyetle içebilir. Süt şahane gerisi bahane…

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Yaşanmayan bilgi

Asr-ı Saadetin büyük simaları arasında Huzeyfe b. Yeman, en ziyade kendisi gibi olmak istediklerimdendir. Hz. Peygambere ‘sırdaş’ olma gibi, Hz. Peygamberin münafıkların isimlerini bildirdiği yegâne insan olma gibi bir vasfa sahiptir Huzeyfe. Ve elbette, bu vasfa durduk yerde sahip değildir.

Onun babasıyla birlikte Hz. Peygamber’e kavuşmak üzere Yemen taraflarından Medine’ye doğru yola çıktığında tam da Bedir savaşının arefesinde aldığı nebevî terbiye, görülen o ki, fıtratındaki mertlik, ahde vefa, cesaret ve ferasetin tohum olmaktan ağaç olmaya doğru yol aldığı andır. Müşrikler tarafından tutulan, ancak Hz. Peygambere katılmayıp Medine’ye doğru yol almaları şartıyla salıverilen Huzeyfe, babasıyla birlikte Hz. Peygamberin karargâhına geldiğinde, iki ordu arasındaki Müslümanlar aleyhine 1’e 3’lük muvazenesizliği görünce verdiği sözden caymaya meyletmiş; ama Hz. Peygamber buna müsaade etmemiştir. En zor anda dahi ‘özü sözü bir’ olmanın, ahde vefanın, söylem-eylem uyumunun dersini veren bu nebevî tavır, Huzeyfe’nin sonraki hayatının tümüne yayılan bir vefa iksiri olur âdeta. Huzeyfe, Hz. Peygambere ‘sırdaş’ olacak derecede özü sözü bir, ahde vefasızlığın zirve hali olan nifaka ise asla müsamaha etmeyecek kadar da bakışı ve duruşu keskin biri olur.

Asr-ı Saadet hatıratı içinde, Huzeyfe b. Yeman’ın ‘emanet’ hadisinin ravisi olması da manidar değil midir? “Emanet insanların kalblerinin derinliklerine konulmuştur. Sonra Kur’ân-ı Kerîm indi” hadisi, onun dilinden yayılmamış mıdır sonraki kuşaklara. Bu uzun hadis, sadece bu ilk kısmıyla bile, yeterince büyük bir ders veriyor değil midir? İnsanların kalblerinin derinliğine ‘emanet’ konulmamış olduktan sonra, Kur’ân-ı Kerîm inse ne olacak, neye yarayacaktır ki? Emanet hissi dumura uğramış, vefasızlığı şiar edinmiş, hakikatin kökleşip yerleşmeye zemin bulamadığı bir kalb, sözlerin en güzel, en ulvî, en derin ve en hakikatlisini duysa bile ne yazar? Önce emanet kalblerin derinliğinde olacaktır ki, kalbinin derinliğinde emanet yerleşmiş olan insan ‘sonra’ indirilen Kur’ân’ı göz baş üstüne diyerek alsın, tohumu sinesinde tutan toprak misali âyetin mânâlarının kalbinde kökleşmesine müsaade etsin ve sonra da bu mânâların ‘mucibince’ amel edebilsin.

Ama Huzeyfe’nin zikrettiği aynı hadisin devamı, hüzün doludur: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam bize emanetin kalblerden kaldırılışından da bahsetti ve buyurdu ki: ‘Kişi uykuda imiş gibi farkında olmadan kalbinden emanet alınır. Geride, benek izi gibi bir iz kalır. Sonra ikinci sefer, yine uykuda imişcesine, kişi farkında olmadan kalbindeki emanet duygusundan bir miktar daha alınır. Bunun da, kalbde bir kabarcık izi kadar bir izi kalır; şöyle ki, ayağının üzerinden bir kor parçasını yuvarlayacak olsan, değdiği yerleri kabarmış görürsün. Ama içinde işe yarar birşey yoktur.”

Hadis, emanetin giderek daha da kaybedildiği günleri anlatır ve şöyle son bulur: “Hatta dürüstler ‘Filan kabilede dürüst insanlar varmış’ diye parmakla gösterilir. Bazen de, kalbinde zerre miktar iman olmayan bir kimsenin ‘Ne civanmerd, ne kibar, ne akıllı kişi!’ diye övüldüğü olur.”

Sonra, Huzeyfe’nin sözleri gelir:

“Ben öyle günler gördüm ki, hanginizle alışveriş yaptığıma aldırmazdım. Muhatabım Müslüman idiyse, bana karşı hile yapmasına, dindarlığı mani olurdu.”

Bunun da sonrasında, isim vererek, filana, falana ve falana güvenirim; ondan gerisinden emin değilim de der Huzeyfe.

Aynı Huzeyfe, işte bu şekilde dertlendiği ahir ömründe, günün birinde, hayranı olduğum bir hiddet sergiler etrafındakilere. Hayranı olduğum bir hiddet, evet! Huzeyfe ki, haftalar, belki günler önce onlara Hz. Peygamberin gümüş kaplarda yemek yemeyi, su içmeyi mü’minlere yasakladığı haberini vermiştir. Ama işte o gün, susadığını belirtip su istediğinde, gümüş bir kabın içinde su sunulur kendisine. Kabın gümüş olduğunu anladığında, Huzeyfe suyu içmeden kabı hiddetle fırlatır atar ve onlara bu hadisi kendilerine rivayet ettiği halde nasıl bunu yapabildiklerinin hesabını sorar. Hakikat hatırına, emanet hatırına bir hiddettir bu. Hz. Peygamber gümüş kapta yemek yemeyi yahut su içmeyi mü’minlere yasak etmişse, bu, mü’minler için bağlayıcı bir emir hükmündedir. Böyle bir hadisi Hz. Peygamber’in sırdaşı bir sahabiden duyduktan sonra mü’minlere düşen, “Biliyor musun, Peygamber şöyle demiş” deyip sonra kendi kafasına göre ve alıştığı şekilde yaşayıp gitmek değildir. Bilgi, emanettir; kalblerde kökleşmek ve yaşanmak içindir. Peygamber aleyhissalâtu vesselamdan gelen bir bilgi, asla ve asla salt bir ‘bilgi’ düzeyinde bırakılamaz, böylesi bir bilginin karşısında ‘teflon tabiatlı’ bir duruşla durulamaz; bilgi alınır, içselleştirilir ve yaşanır.

Bilgi, yaşamak içindir.

Bedir günü arefesinde aldığı dürüstlük ve ahde vefa bilgisinden dürüstlük ve ahde vefa timsali bir hayat çıkaran Huzeyfe, Asr-ı Saadet ikliminde özellikle bu yönüyle bize ışık ve selam göndermektedir.

Metin KARABAŞOĞLU