Kategori arşivi: Yazılar

Kim bu tabiat?

Tabiatın yaratıcı olduğunu iddia edenlere, şu soruları soruyoruz:

“İnsanları kim yapmıştır?”

Cevap: Tabiat.

“Bitkileri ve hayvanları kim yapmıştır?”

Cevap: Tabiat.

“Güneşi ve gezegenleri kim tanzim etmiş, yıldızları semaya kim dizmiştir?”

Cevap: Tabiat.

Bu ve benzeri soruları sormaya devam ederek, tabiatın yaptığı iddia edilen şeyleri de hayalen bir tarafa ayırdığımızda ortada ‘tabiat’ denilecek bir şey kalmıyor.

Eğer tabiat bu saydığımız şeylerin tümüne deniliyorsa, biz ona kâinat diyoruz ve zaten onun sanatkârını soruyoruz.

Yok şayet tabiattan yukarıda saydığımız şeyler cinsinden olmayan, yani mahlûk olmayan bir varlık kastediliyorsa, o da Cenâb-ı Hak’tır ve kendi isim ve sıfatlarını Kur’an-ı Kerîm’i ile insanlara bildirmiştir. Bu isimler arasında ‘tabiat’ diye bir isim olmadığı gibi, Allah adına böyle bir isim uydurmak da kimsenin haddi değildir.

Mehmed Kırkıncı / Zafer Dergisi

Eczanelerde satılmayan en etkili ilaç “Namaz”

Kur’an-ı Kerim’den Seçmeler:

BAKARA SURESİ

3- Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar.

43- Hem namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.

45- Bir de sabırla, namazla yardım isteyin. Şüphesiz bu, (Allah’a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir.

83- Hani bir vakitler İsrailoğulları’ndan şöylece mîsak (kesin bir söz) almıştık: Allah’dan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz.

110- Siz namazı hakkıyle kılmaya bakın ve zekatı verin! Kendi nefsiniz için her ne hayır yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Muhakkak ki, Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.

152- O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin.

177- Yüzlerinizi bazan doğu, bazan batı tarafına çevirmeniz erginlik değildir. Fakat eren o kimselerdir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Bir de andlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık durumlarında ve harbin şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterenler var ya, işte doğru olanlar da bunlardır, korunanlar da bunlardır.

238-Namazlara ve orta namaza devam edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun.

239-Eğer bir korku hâlindeyseniz, yaya veya binekli olarak giderken kılın, (korkudan) emin olduğunuz zaman da böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin (namazlarınızı yine her zamanki gibi huşû ile kılın).

277- İman edip iyi işler yapan, namazı dosdoğru kılıp zekatı verenlerin Rabbleri katında elbette mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku olmadığı gibi, onlar mahzun da olmazlar.

NISA SURESİ

12 – Allah, İsrailoğularından söz almıştı. İçlerinden on iki müfettiş göndermiştik… Allah şöyle demişti: ” Ben, muhakkak sizinle beraberim. Namazı dosdoğru kıldığınız, zekatı verdiğiniz, peygamberlerime iman ettiğiniz ve onlara yardımda bulunduğunuz, (mallarınızı) Allah yolunda güzelce sarfettiğiniz takdirde, günahlarınızı mutlaka örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere korum. Fakat sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, dosdoğru yoldan sapmış olur.

55- Sizin asıl dostunuz Allah’tır, O’nun Resulüdür ve namazlarını kılan zekatlarını veren ve rükû eden müminlerdir.

58- Namaza çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayıdır.

91 – Şeytan, içki ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?

106- Ey iman edenler! İçinizden birine ölüm (emareleri) geldiği zaman, vasiyet sırasında aranızdaki şahitliğin hükmü, kendi içinizden iki adaletli şahit, yahut yeryüzünde yolculuğa çıkmış iseniz, ölüm (emareleri de) size gelip çatmışsa, sizden olmayan diğer iki şahit tutmaktır. Eğer (bunlardan) şüpheye düşerseniz, namazdan sonra onları alıkorsunuz. Onlar da Allah’a şöyle yemin ederler: “Akraba bile olsa, yemini bir çıkar karşılığı satmayacağız, Allah’ın şahitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi halde günahkârlardan oluruz”.

ENAM SURESİ

72- Bize: “Namazı dosdoğru kılın, Allah’a karşı gelmekten sakının” (diye emredildi), toplanacağınız yer O’nun huzurudur.

92- Bu Kitap (Kur’ân), kendinden önceki kitapları tasdik eden, şehirler anası (Mekke) halkını ve çevresindeki bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahiret gününe iman edenler bu Kitab’a da iman ederler ve onlar namazlarına da devamlıdırlar.

162- De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.

ARAF SURESİ

170- Kitaba sarılanlara ve namazı kılmaya devam edenlere gelince, biz o iyilerin ecrini hiçbir zaman yitirmeyiz.

ENFAL SURESİ

3- Onlar ki, namazı gereği gibi kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yoluna harcarlar.

TEVBE SURESİ

71- Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.

YUNUS SURESİ

87- Biz Musa ile kardeşine şöyle vahyettik: “Kavminiz için Mısır’da birtakım evler hazırlayın ve evlerinizi kıbleye karşı yapın ve namazı kılın ve müminlere müjde verin.”

RAD SURESİ

22. Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açıkça Allah yolunda harcarlar ve çirkinlikleri güzelliklerle yok ederler. İşte bunlar, bu hayatın akibeti kendilerinin olacak olanlardır.

IBRAHIM SURESİ

31- (Ey Muhammed!) İman eden kullarıma söyle: “Namazı dosdoğru kılsınlar, alış-veriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan açık ve gizli (Allah için) harcasınlar.”

37- “Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını namazı dosdoğru kılmaları için, senin Beyt-i Haram’ının yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmını onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler.

40- “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! duamı kabul et!

MERYEM SURESİ

31- “Beni, nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe namaz kılmamı ve zekat vermemi emretti.”

55- Ailesine ve çevresine namaz kılmayı ve zekat vermeyi emrederdi ve Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.

TA-HA SURESİ

14- Şüphesiz ben Allah’ım, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Onun için bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.

132- (Ey Muhammed!) Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız. Güzel akibet takva sahiplerinindir.

ENBIYA SURESİ

73- Onları buyruğumuz altında (insanlara) doğru yolu gösterecek önderler kıldık. Kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdir.

MÜ’MİNUN SURESİ

2- Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.

9- Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler.

HAC SURESİ

35- Ki Allah anıldığı vakit onların kalpleri titrer. Onlar başlarına gelene sabreden, namaz kılan kimselerdir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.

78- Artık namaz kılın, zekat verin, Allah’a sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!

NEML SURESİ

3- Ki o (müminler) namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve ahirete de kesin olarak iman ederler.

NUR SURESİ

37- Birtakım insanlar (Allahı tesbih ederler) ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.

56- Hem namazı kılın, zekatı verin ve peygambere itaat edin ki rahmete eresiniz.

RUM SURESİ

31- Başkasından geçerek hep O’na gönül verin ve O’ndan sakının. Namaza devam edin ve müşriklerden olmayın.

LOKMAN SURESİ

4- Onlar, namazı kılarlar, zekatı verirler, âhirete de kesin olarak inanırlar.

17- “Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, azmi gerektiren işlerdendir.”

AHZAB SURESİ

33- Namazı kılın, zekatı verin. Allah ve Resulü’ne itaat edin. Ey ehli beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz, pampak yapmak istiyor.

FATIR SURESİ

18- Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırısın ki, gaybda Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah’adır.

29- Allah’ın kitabını okuyan, namazı kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak verenler, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.

MÜCADELE SURESİ

13. Gizli (özel) bir şey konuşmanızdan önce sadaka vermekten korktunuz da mı yerine getirmediniz? Fakat Allah da sizi affetti. Şu halde namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.

MEARİC SURESİ

22- Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.

23- Onlar ki namazlarını sürekli kılarlar.

34- Namazlarına devam ederler.

MÜZZEMMİL SURESİ

20-Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin onu sayamayacağınızı bildi de sizi affetti. Bundan böyle Kur’ân’dan size ne kolay gelirse okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah’ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar olacağını bilmiştir. Onun için Kur’ân’dan kolayınıza geldiği kadar okuyun, namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a güzel bir borç verin (Hayırlı işlere mal sarfedin). Kendiniz için gönderdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah’tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

BEYYİNE SURESİ

5- Halbuki onlar, dini sadece Allah’a tahsis ederek, Allah’ı birleyerek, ancak Allah’a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekatı vermekle emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur.

CUM’A SURESİ (cuma namazi)

9- Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız) zaman, Allah’ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. 10- Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.

NISA SURESİ (Munafiklarin Namazi)

142- Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Halbuki Allah, onların oyunlarını başlarına geçirecektir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az anarlar.

.

NAMAZIN FAYDASI

Ankebut-45- Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.

NAMAZIN VAKİTLERİ

ISRA 78- Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.

ISRA 79- Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur’ân ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmuda (şefaat makamına) göndermesi kesindir.

RUM 17- O halde akşama girdiğiniz zaman da, sabaha girdiğiniz zaman da tesbih Allah’ındır. (daima O, tesbih edilir).

RUM 18- Göklerde ve yerde, ikindileyin de, öğleye erdiğiniz zaman da hamd O’na mahsustur.

Hadis-i Şeriflerden Seçmeler:

“Şüphesiz ki benim ümmetim, kıyamet gününde, abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağırılacaktır. Yüzünün nûrunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın”

“İnsanlar ezan okumanın ve namazda birinci safta bulunmanın ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, sonra bunları yapabilmek için kur’a çekmek zorunda kalsalardı kur’a çekerlerdi. Şayet camide cemaate erken yetişmenin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, birbirleriyle yarışa girerlerdi. Eğer yatsı namazı ile sabah namazındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek ve sürünerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi.”

– “Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?”
– “Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder”

“Bir müslüman, farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır, huşû içinde ve rükûunu da tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemedikçe, bu namaz önceki günahlarına keffâret olur. Bu her zaman böyledir.”

“Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.”

Risale-i Nur’dan Seçmeler:

Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. hem namaz kılanın diğer dünyevi mübah amelleri, güzel bir nyet ile ibadet hükmünü alır.(sözler | dördüncü söz | 27 )

Her mü’minin namazı, onun bir nev’i mi’racı hükmündedir. (şualar | altıncı şua | 486)

İslamiyet’te imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. (tarihçe-i hayat | birinci kısım: ilk hayatı | 84 )

Yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için halık teala bizden istedi; (tarihçe-i hayat | birinci kısım : ilk hayatı | 120 )

Tembellikle namazı terk eden veyahut kıymetini bilmeyen, ne kadar cahil, ne derece hasir, ne kadar zararlı olduğunu bilahare anlar, ama iş işten geçer. (işaratül-icaz | huruf-u mukattat | 47 )

Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kafi gelir. (sözler | dördüncü söz | 27 )

Namaz kılanın diğer mübah dünyevi amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. (sözler | dördüncü söz | 27 )

Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü alemin zulümatlı ve perişan bir halde gider. (sözler | yirmi birinci söz, birinci makam | 246 )

Menfi Milliyetçilik – Irkçılık (Video)

Menfi milliyetçiliğin (ırkçılığın) damarlara işlediğinde ne kadar kötü sonuçlar doğurabileceğini gösteren bir video.

Sorulan sorular ve cevapları:

  • Irkçılık ve Milliyetçilik Islam’da yasak mı? Ruhun ırkı var mıdır?
  • MİLLİYETÇİLİK, ırkçılık nedir?
  • Milliyetçilik, ırkçılık hakkında bilgi verir misiniz? Kendi milletimi diğer milletlerden daha fazla sevmem caiz midir?
  • Bediüzzaman’ın ırkçılığa bakışı nasıldır?
  • Irkçılık Ve Milliyetçilik İle İlgili Hadisler

    Irkçılığa (asabiyyeye) çağıran Bizden değildir; ırkçılık için savaşan Bizden değildir; ırkçılık üzere, asabiyye uğruna ölen Bizden değildir.” (Müslim, İmâre 53, 57, hadis no: 1850; Ebû Dâvud, Edeb 121; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3948; Nesâî, Tahrim 27, 28)

    “Asabiyet (kavmiyetçilik) dâvâsına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ yolunda mücâdeleye girişen Bizden değildir.” (Ebû Dâvud, Edeb 112)

    Vasîle bin el-Eskâ (r.a.) anlatıyor: “Ben, ‘Yâ Rasûlallah! Adamın kendi kavmine bir zulüm üzerine yardım etmesi asabiyetten (ırkçılıktan) mıdır?’ diye sordum. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Evet” buyurdu.” (İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3949; Ebû Dâvud, Edeb 121, hadis no: 5119; Ahmed bin Hanbel, 4/107, 160)

    Rasûlullah (s.a.s.)’a soruldu: “Kişinin soyunu, sülâlesini (kavmini, ulusunu) sevmesi asabiyet (kavmiyetçilik, ırkçılık) sayılır mı?” Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Hayır. Lâkin kişinin kavmine zulümde yardımcı olması asabiyettir/kavmiyetçiliktir.”(Ahmed bin Hanbel, 4/107, 160; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3949)
    “Zulüm ve haksızlıkta kavmine yardıma kalkışan kişi, kuyuya düşmüş deveyi kuyruğundan tutup çıkarmaya çalışan gibidir.” (Ebû Dâvud, Edeb 113, 121, hadis no: 5117)

    “Kim kâfir olan dokuz atasını onlarla izzet ve şeref kazanmak düşüncesiyle sayarsa, cehennemde onların onuncusu olur.” (Ahmed bin Hanbel, 5/128)

    “Bir kısım insanlar vardır ki, cehennem kömüründen başka bir şey olmayan adamlarla iftihar ederler, övünürler. İşte bunlar ya bu övünmeden vazgeçerler, ya da Allah nezdinde, pisliği burunlarıyla yuvarlayan pislik böceklerinden daha değersiz olurlar.” (Ahmed bin Hanbel, 2/524; Ebû Dâvud, Edeb 111)

    “Aziz ve Celil olan Allah sizden câhiliyye devrinin kabalığını ve babalarla övünmeyi gidermiştir. Mü’ min olan, takvâ sahibidir. Kâfir olan ise şakîdir. Siz, Âdem’in çocuklarısınız. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Bazı adamlar, (kâfir olarak ölen) kavimleriyle övünmeyi terketsinler. Çünkü onlar cehennemin kömüründen bir kömürdürler, yahut onlar, Allah indinde burnu ile pislik yuvarlayan pislik böceğinden daha aşağıdırlar.” (Ebû Dâvud, Edeb 120, hadis no: 5116)

    “Müslüman cemaatten ayrılan ve itaat yolunu terketmiş olarak ölen kimsenin ölümü, câhiliyye ölümüdür. Ümmetime karşı harekete geçerek mü’minin imanına saygı duymaksızın ve sözleşmeli bulunduğu kimseye karşı olan ahdine vefâ göstermeksizin suçlusuyla suçsuzuyla bütün ümmetimi vurmaya kalkışan kimse Benim ümmetimden değildir. Asabiyet/ırkçılık duygusuyla öfkelenen, asabiyet uğruna savaşırken yahut ırkçılık dâvâsı güderken körü körüne açılmış bir bayrak altında ölen kimsenin ölümü câhiliyye ölümüdür.” (Müslim, İmâre 57; Nesâî, Tahrim 27; İbn Mâce, Fiten 7; Ahmed bin Hanbel, 2/306, 488.

    “Kim hevâsına uyarak bâtıl yolda cenkeder, kavmiyetçiliğe (asabiyet) çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa, câhiliyye ölümü üzere (kâfir olarak) ölür.” (İbn Mâce, Fiten 7)

    “Bir kimseyi ameli geri bırakmışsa, nesebi, soyu onu kurtaramaz, yükseltemez, ilerletemez.” (İbn Mâce, Mukaddime 17, hadis no: 225)

    “Allah indinde en şerefliniz takvâca en ileri olanınızdır. Arabın Arap olmayan (acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvâ iledir.” (Cem’u’l-Fevâid, 1/510, hadis no: 3632)

    Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

    “Yedi sınıf insan vardır ki, Allah, Kıyamet gününde, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı zamanda, onları kendi gölgesinde gölgelendirecektir:

    1- Adaletli davranan yönetici.

    2- Allaha ibadet ederek büyüyüp yetişen genç.

    3- Çıkıp dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kişi.

    4- Buluştuklarında da, ayrıldıklarında da Allah sevgisinde birleşip, birbirini seven iki kişi.

    5- Alımlı bir kadın kendisini sevişmeye davet edince, “Ben âlemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım,” diyen namuslu kişi.

    6- Sağ elinin verdiğini sol eli bilemiyecek derecede yardımını gizli yapan insan.

    7- Issız yerde Allahı anıp da gözleri dolu dolu olan kişi.”

    Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.

    Seccadem Cennetlik mi?

    Gözümüzü aleme veya küçük alem olan bedenimize çevirirsek tesadüfe tesadüf edemeyiz. Her yerde ince bir dengeye ve zihni yormayan bir ahenge rast geliriz. Hiçbir şeyin israf edilmediğini en küçük, hatta kıymetsiz görülen varlıklarda bile ne kadar fayda yüklü olduğunu fark ederiz. Çürüyen çekirdeklerin aslında çürümediğini, baharı gelince filizlenmek için başkalaştığını derk ederiz.

    İnsanların ve cinlerin her hareketinden hesaba çekileceğini biliyoruz. Çekirdekleri çürütmeyen sonsuz kudret sahibinin, insanı toprağın altında unutmayacağını hissediyoruz. O halde insanların kullandığı eşyalar ne olacak? Hafızama nakşettiğim annemin çeyizi olan ipek seccadem yok mu olacak? Cep telefonuma kaydettiğim fotoğrafların bir amacı varsa, hard diskimde yani hafızamda kayıtlı seccademin maksadı ne? Evrende en küçük varlığa en büyük faydaları yükleyen, en büyük Hakim olan Allah elbette en kıymetli varlık olan insanın en önemli cihazlarından olan hafızasındaki verileri heba etmeyecek. İnsanla beraber gittiği yere kadar, ama gittiği yere uygun dönüşümü yaparak ona eşlik edecek. İnanan insanlar olarak eğer sınırları Asr-ı saadette çizilen dairenin içinde kalırsak dünya ve ahiret saadetine ulaşacağımız müjdelenmiş. Yani sünnete uymak kaydı ile mü’minler cennetle tebşir edilmiş. Fakat insanoğlu hep dahasını istiyor. Cennet olunca Firdevs olmaz mı? İnşallah Firdevs olunca Peygamberimizin yanı olmaz mı? Peygamberimize komşu olunca da; seccademe oturmaz mı? Dizi dizime değip benimle konuşmaz mı diye arzuları sıralayıveriyoruz.

    Madem cennette ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de insanoğlunun kalbinden dahi geçiremediği her güzellik verilecek, Efendimizle ( a.s.m.) ipek seccadem de sevdiklerimle beraber buluşma isteğim neden olmasın. Madem buradaki zerreler cennetin inşasında kullanılacak, burada ne ektiysek orada onu biçeceğiz, cennet köşkümüzün halısı dünyadaki seccademizden neden yapılmasın? Ya da köşkümüz fakirhane dediğimiz dünyadaki meskenimiz, cennete lâyık bir suretle neden inşa edilmesin. Kalbimizde sıcaklığını hissettiğiniz Efendimizin nefesinin sıcaklığını köşkümüzde neden hissetmeyelim. Ama nasıl olacak? Peygamberimiz bir kişi mü’minler binler… Herkesle nasıl komşu olacak? Herkesle her zaman nasıl konuşacak diye insan tereddüt yaşamıyor değil. Nasıl olacağının cevabını dünyamızın güneşi hal diliyle veriyor aslında bizlere. Bana bakın, beni okuyun, Efendimizi anlatayım sizlere diyor:

    “Sabah olup, ufkunuzdan size merhaba deyince parlak olan her varlık aslında benim birer tahtım olur. İster deniz yüzündeki parıltılar, ister yer yüzündeki cam gibi parlak şeylerden oluşan kırıntılar, nerede ve ne kadar olursa olsun büyük küçük hepsini aydınlatır, hepsini ısıtırım. Yedi rengimi değişik tonlarda serpiştiririm. Yeter ki benden saklanmasınlar, perdeler çekip gizlenmesinler. Ne kadar açarlarsa kendilerini ve yüreklerini alırlar benden istediklerini, ısılarını, ışıklarını, hem de yedi renklerini. Işığım ilmim, ısım kuvvetim, yedi rengim sıfatlarım olsaydı bir de madde ile sınırlı olmasaydım her parlak varlıkta gördüğünüz güneşçikler belki aynı güneş olurdu,” derse elbette dünya ve ahretimizin hiç sönmeyen güneşi madde ile kayıtlı olmayan Nuranî Zat (a.s.m.) hal diliyle şöyle demez mi:

    “Ben her daim parlayan, grubu olmayan güneşim. Penceresini açan her mü’minin dünyada rüyasına ahirette ise sarayına misafir olurum. Beni seven, beni sevdiğini sünnetime yapışarak gösteren her mü’minin parlak kalbinde tecelli ederim. Köşküne köşkümden sıcaklık gönderirim. Belki duvarları kaldırır köşkleri birleştiririm. Her işlediğiniz sünnet bana açılan bir penceredir, her işlediğiniz günah bana çekilen bir perdedir. Açın pencerelerinizi odalarınıza misafir olayım. Bir mü’minle görüşmem diğerine mani olmaz. Mustafa’nın seccadesinde oturmam Hüseyin’in seccadesini unutturmaz. Ben bir taneyim ama pencerelerimizi günah perdeleri ile kapatmazsanız her birinizin yanında binler taneyim. Hatta güneş gibi madde ile kayıtlı değilim. Zatımla, sıfatımla, tebessümümle, sıcaklığımla bizzat yanınızdayım. Kim perdesini daha iyi açarsa hatta köşkünden çıkarda direk bana yönelirse en fazla onu ısıtır, en çok onunla görüşürüm. Seccadesinde namaz kılar, onunla sohbet ederim” demez mi?

    Dr. Mustafa Kara / Zafer Dergisi

    Tezahür ve Tecelli

    TEZAHÜR ”Açığa çıkmak. Görünmek.”

    TECELLİ ”Görünme. Bilinme.” ”Gaybî hakikatlerin kalplerde hissedilir hâle gelmesi.”

    CİLVE ”Tecelliden hasıl olan şey.” ”Tecelli.”

    Tezahür ve tecelli kelimeleri, çoğu zaman aynı mânâda kullanılırlar. Tezahür, ”zahir olmak, açığa çıkmak, görünmek” gibi mânâlara gelir. Tezahürde, gizli olan bir hakikatin açığa çıkması sözkonusudur. Tezahürün gerçekleştiği mekâna ‘mazhar’ denilir. Tecelli ise ”gaybî hakikatlerin kalplerde hissedilir hâle gelmesi,” şeklinde tarif edilir ve kalpteki bu tecelliye ‘cilve’ adı verilir. Cilve için, ”ârifin gönlünde parlayan ilâhî nur” denilmiştir.

    İnsan kalbi gibi, âlemdeki her varlık da, kendi kabiliyetine göre, ilâhî isimlerden birinin veya birkaçının tecelli mahallidir. Yakın mânâlar taşıyan ve çoğu kez birbirinin yerine kullanılan bu iki kelime arasındaki ince farkı bir derece ortaya koymak için Nur Külliyatından bir misal verelim: ”Güneşin bekası onunla değil; belki âyinenin hayatdar parlamasının bekası, güneşin cilvesine tâbidir.” (Mesnevî-i Nuriye, 176). Bu cümlede güneşin aynadaki aksine cilve denilmiştir. Yani güneş, aynada tecelli etmiş ve onda güneşin nurundan bir cilve meydana gelmiştir. Bu aksin de kendine göre bir parlaklığı, bir ısısı vardır. Yani güneşin özelliklerinden bir cilveye sahip kılınmış, o da parlamış, o da hararet saçmaya başlamıştır. Öte yandan, meselâ, bir ilmî makalede âlimin gizli olan, görünmeyen ilmi zahire çıkmış, bilinmiştir. Böylece o yazı, müellifin ilmine, bir bakıma, mazhar olmuştur. Ama o yazının kendisinde, yani harflerinde, mürekkebinde ilimden bir cilve bulunmaz. Bu yazıda ilmin görünmesi, aynada güneşin görünmesinden çok farklıdır. Bu bir tezahürdür, güneşinki ise bir tecelli, bir cilve.

    Yine Nur Külliyatında şöyle bir ifade geçer: ”…bir cilve-i kudret-i Rabbaniye olan kuvvet.” Burada, tabiattaki kuvvetlerin ilâhî kudretten bir cilve taşıdıklarına işaret edilir; aynadaki parıltının güneş ışığından bir cilve taşıması gibi. Tecelli kelimesi, daha çok kalb için kullanılır. İlâhî isimlerin ve sıfatların tecellisi en açık bir şekilde insan ruhunda, insan kalbinde görülür. Kâinattaki tecelliler, ona nispetle çok aşağı mertebede kalırlar. Meselâ, insan ruhunda bir irade sıfatı vardır, işte bu sıfat, ilâhî iradenin bir tecellisidir. Her ne kadar bu irade mahluk ise de ve ilâhî iradeyle hiçbir benzerliği bulunmasa da, ”bir şeyi dileme kabiliyetine sahip olması” cihetiyle ilâhî iradeden bir cilve taşır. Aynı şekilde, insan ruhundaki kudret sıfatı, ilâhî kudretin; ilim sıfatı, ilâhî iradenin; görme ve işitme sıfatları da ilâhî görme ve işitmenin birer cilvesine sahip olmuşlardır. Bu tecellileri müstakil olarak değerlendirdiğimizde, yani onları da bir çiçek, bir yıldız gibi birer mahluk olarak düşündüğümüzde, Allah’ın ilâhî sıfatları o tecellilerde kendini göstermiş, bu cihetle o tecelliler aynı zamanda ‘tezahür’ olmuşlardır. Bu misalden de anlaşılacağı gibi tecelli ve tezahür arasında çok yakın ilgi vardır. Ama aralarında böyle bir ince fark da bulunmaktadır.

    Alaaddin Başar