Kategori arşivi: Yazılar

Bu Zamanda Müslümanlara En Çok Saldıran Açık Saçık Hanımlardır!

Müslümanların şeref ve şanı olan ırz ve namus, ve bu cevher elden gitmemek  için, ecdattan bu uğurda çoğu canını hiç acımadan verdiler.

Fakat ne yazık, iç ve dış düşmanların gizli ve aşikâr saldırıları neticesinde: Bu vatanda yaşayan halkın dedeleri, beş-altı asır İslamiyeti dünyanın dört yanına yaymaya çalıştıkları halde, hatta o dedeler o eşsiz şerefi korumaları için çoğu canını verip şehit oldukları halde, kendi torunları olan sokaktaki açık saçık kızların anne ve babaları, Allah o evlatları onlara sakat değil, kör değil, aptal değil sapa sağlam hediye ettiği halde, o anne babalar Allahın kanununa muhalif olarak, kızlarını Hıristiyan ve Katolik hanımlardan daha fazla soyarak yarı çıplak bir vaziyette meal esef  sokağa salıyorlar.

Halbuki bu tesettür kanuni: Basit bir adet değil ki: Müslümana farz olan  Allahın bir emridir. Allah Kur’an’ı Keriminde: “Ey peygamber, hanımlarına, kızlarına ve Müslümanların hanımlarına söyle, dış elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olanıdır.” (Ahzab 59)

Dinimizde, kadını kıyafeti, el,yüz, hariç bütün vücudunu örtme şartı var. Giyilen örtü saçları da içine alacak şekilde, hanım bütün vücudunu örtmesi lazım. El ve yüzün haricinde onu hangi elbise iyi kapatabiliyorsa, elbisenin adı ne olursa olsun kadın onu giyebilir. Yalınız hanımın giydiği elbise vücudun hatlarını belli etmeyecek şekilde geniş-bol olmalıdır ve başörtüsünü elbisenin yakası üzere salması lazımdır. Vücudun hatlarını-kalınlık sınırlarını belli eden dar elbiseyi giymesini dinimiz yasaklamıştır. Dar elbise giyen hanımlara dinimiz “giyinik çıplak” ve “cehennemlik” hanımlar olduğunu Peygamberimiz a.s. Hadisi şerifinde haber vermektedir. Elbisenin geniş olması derken: Hanımın dışarıda yabancı erkeklere karşı giydiği elbiseyi kast ediyoruz. İç elbiseler nazarı itibara alınmaz.

Günümüzde caddelerde, dar bir bluzla göğüslerini,  kalça ve bacaklarını, kollarının kalınlıkları belli eden elbise giyen hanımlar “giyinik çıplaklardır.” Bunu da ilave edelim: İslami elbisenin bir özelliği de ince ve şeffaf olmamasıdır. İslam hanımın teninin-etinin rengini gösteren kıyafetleri yasaklamıştır “Hicab” demek gizlenmek demektir. Peygamberimiz a.s. ince elbise giyen hz. Esmadan yüzüni çevirerek, ince elbise giymesini yasakladı. Ebu Davud Libas. 34. (4104)

İnce elbise hakkında, Peygamberimiz a.s. Sahabenin birine: “Hanımlarına söyle bu elbisenin altına bir astar koysun de bedenini vasfetmesin.”Ebu Davud Libas. 39. (4116) Evet anladınız, ince elbise ne demektir: “Hanımın teninin renginin belli olmamasıdır.” Bir başka rivayette: “Kadının kemiklerinin iriliğini göstermemek” tir.

Dışardan bakıldığında elbisenin içinde hanımın teni görülüyorsa? O elbise ister kalın ister ince olsun- böyle bir elbise ile setr-i avretin (edep yerlerin örtünmesi) hasıl olmayacağı belirtilmiştir. (Fıkhi risaleler, Dr. Faruk beşer Seha yay. S. 53)

Peygamberimiz a.s  bir Hadisi şerifinin manası “Kim ki başka dinde olan bir topluluğa benzerse o onlardandır” (Ebu Davud Libas 4) Yani Peygamberimiz a.s. başka din başka kültürden olan kadınlar gibi giyinen kadınların, onlara benzeyip onlardan olacağını açıkça beyan etmiştir. Bu itibarla: Müslüman kadının giydiği elbise kâfir kadınlarının giydikleri elbiselere benzememeli.

Bu konuya Abdullah Bin Amr’ın (Radiyallahu anh) rivayeti açıklık getirmektedir “Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) benim üzerimde dikkat çekici  altın renginde bir çeşit boya ile boyanmış iki elbise görünce şöyle dedi: Bunlar kâfirlerin elbiseleridir onları giyme!”

Bu ölçüleri verdikten sonra, biz düşünelim. Her zaman kâfirlerin giydikleri elbiseleri dinimiz Müslümanların giymesi,  yasaklamışken, bu günkü halimize bakarsak pek iç acısı olarak görüyoruz.

Şöyle bir düşünsek; halkı Müslüman olanların ülkesi olanın bir  şehrinin sokağında,açık kıyafetle bir Müslüman kızını, bir Alman kızı, bir İngiliz kızı veya bir Fransız kızının arasına koysan, acaba bunların arasında hangisi Müslüman kızı  olduğunu fark edebilecek misin?

Evet,her ne kadar hanımın yüzü saçından çok erkeğin şehvet duygularını uyandırır; amma hanımın evlenme ihtiyacı olduğu için Allah hanımın yüzünü örtmesini emretmemiş, saçını örtmesini emretmiş. Biz Allahın emri karşısında fikir yürütemiyoruz Onun emrine uymaya mecburuz. Faka her ne kadar hanımın yüzü erkeklerin şehevi duygularını saçlarından çok tahrik eder. Fakat hiçbir erkek hanımın yalınız saçına bakarak o hanımla evlenmemiştir. Her ne kadar hanımı güzelleştirmek için saçı da işe yarar ama o yetmez. Hanımın yüzü insanın şehvet duygularını tahrik ettiği için, beş-altı yüz sene uzun bir devre hükmeden  Osmanlı devletleri hanımları siyah peçe ile  yüzlerini örtmüştür. Hanım onsuz sokağa çıkamamıştır o hanımın rahat görmesi için peçe biraz ince imiştir, fakat dıştan erkek hanımın yüzünü görememiştir (Memleketimde annem devamlı onla gezdiği için ben iyi bilirim.)

 Abdülkadir Haktanır  

 www.NurNet.org

İki Aşk Arasında Risale-i Nur

“Dünya ve Ahiret, ortak iki zevce gibidir. Birisini ne kadar hoşnut edersen, öbürünü o kadar kızdırırsın!..” Hadis-i şerif

“Hem Hayatın İki Yüzü, Yani Mülk, Melekût Vecihleri Parlaktır, Kirsizdir, Noksansızdır, Ulvîdir.” Lem’alar ( 330 )

Dünya ve içindeki her şey yani masivaullah Allah maada her şey insanın 2 zevcesinden birisini teşkil etmektedir.  Ama bakış açımız ve anlayışımız tarz-ı telakkimiz ise bu zevceleri eşlerin nasıl olacağını, kalitesini sana davranış tarzını belirlemektedir. Hadiste ifade edilen teşbih benzetme ise “zevce” olarak ifade edilmiştir.

Zevcenin hususiyet ise “Kadın bir kaburga kemiği gibidir. Kadın bir kaburga kemiğinden, bir eğri kaburga kemiğinden yaratıldı, onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kırılması da boşanmasıdır.[1] şekilde Rasulüssakaleyn (asm) ifade etmektedir. Yani Dünya işine tam manasıyla müteveccih olup yönelsek Ahiret Küsecek. Ahirete teveccüh edersek Dünya küsecek. Gel bunun içerisinden çık.

Bizler Dünya Hayatının Ahirete Nisbeten ancak bir zindan[2], dar bir sayfa[3], bir cehennem[4], bostanıdır tarlasıdır[5]. O halde bizler buğday ekerek buğday biçeceğimizin şuurunda farkında olan kimseler olarak her şeyimizin hesabını vereceğimizi biliyoruz. Fıtratımıza dercedilen sisteme göre de Hasenat yaparken habbe habbe tohum kadar küçük seyyiat olunca kubbe kubbe dağlar kadar yaparız[6]. O halde bizlerde nefs-i emare daha hakimdir. İnsan da nefs-i emare şeytanla kankardeşi gibi olması sebebiyle ona meyilliyiz.

O halde bizler okuduklarımızı öyle okumalıyız ki okuduklarımız dem ve damarlarımıza karışmalıdır.[7] Dem ve damarlara karışacak şekilde ve sürede okuduğumuz nisbetinde hayatı doğru analiz etmek için doğru malzemelerimiz olacaktır. Doğruyu yapmak için yanlış malzeme kullanılmaz kullanırsa yanlış olur ve ortaya da bir şey çıkmaz.

Bizler risale-i Nurun esasatıyla hareketimizi çizip hakikatlariyle kendimi ve bizlere takılan latifelerimizi donatarak Risale-i Nur Talebesi olarak hayatımızı idame ettirip maddi donanımlarımızı nurlandırarak “nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kâinattan gelen manevî nidaları[8]” işitip bizler de o maneviyata hissedar olup madden/manen istifade edebiliriz.

Dünya Ve Ahiret aşkı hususunda Risale-i Nur güzel bir vasıtadır. Tesirlidir. Tatlıdır. Naziftir, latiftir, hoştur. Bal değil baldan tatlı bir şeydir. Çünkü baldan alınan lezzet fanidir anidir def’idir dünyevidir. Nurdan alınan haz ise enfüsidir, bekaya mütececcih ve mazhardır. Aşkımıza sahip çıkalım inşallah. Risale-i Nur Nur Talebeleri için Emanet-i Kübradır farkında olana.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Müslim, Reda 64; Nesai, Nikah 15; Ahmed b. Hanbel, II, 168.

[2] Sözler 204

[3] Sözler 72

[4] Mesnevi-i Nuriye 69

[5] Sözler 626

[6] Mesnevi-i Nuriye 221

[7] B.D.A. Notlar – Zübeyir GÜNDÜZALP

[8] İşarat-ül İ’caz 70

 

Fatih’ten Şiirler-1 (Cananını Kasteder)

Avnî (Fatih Sultan Mehmet Han)Bağda gülden bahseden yanağını kasdeder 
Serviden söz açanlar endamını kasdederDilbere vasıl olmak dar-ı dünyadan murad 
Aşık aşkın derdi ile dermanını kasdeder

Bu fani dünya için değmez kuru kavgaya 

Ecel ki bu dünyanın ziyanını kasdeder Yıldızlardan yücedir gözyaşı eşiğinde
Bu bulutlar ahımın dumanını kasdeder 

Ey Avni beyti bozma bahsi ağyar eyleyip
Şiir o ki sadece cananını kasdeder  Bu fani dünya için değmez kuru kavgaya 
Ecel ki bu dünyanın ziyanını kasdeder 

Gözümden akan yaş mıdır kan mıdır 
Lebun yadına lal-u mercan mıdır 

Gönülde ne var ise faş etti göz 
Seni sevdiğim yar pinhan mıdır 

Gözüm ile derya nice bahseder 
Gözüm gibi ol gevher efşan mıdır 

Gönül ızdırap ile oldu helak 
Gelin görün ol afeti can mıdır 

Demiş Avni’ye ben cefa etmezem 
Ona cevreden yoksa devran mıdır 

Avnî 

Kasd: Niyet. Tasavvur. İsteyerek. Niyet ederek.

Dil-ber: (Farsça) Gönül alan, kalbi çeken. Güzel, dilber.

Vâsıl: Ulaşan, erişen, kavuşan. Hakka vâsıl olan.

Dâr: Yer, mekân, konak.

Murad: İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. Gâye. Maksad. Emel.

Ziyan: (Farsça) Zarar, ziyan, kayıp, hasar.

Eşik: Çukur yer(“Gözyaşı eşiğinde”)

Ağyar: Başkaları, yabancılar, eller

Lebun: Sütlü hayvan. Sütü bol olan hayvan.

Yâd: Gönül, hatır. Anma. Hatırda tutma. Zikretme. Hatır, gönül.

Lal: Kırmızı. Al renk. Dudak. Kırmızı ve kıymetli bir süs taşı.

Mercan: Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde(Canlı) .

Faş: Meydana çıkmış. Yayılmış. Anlaşılmış olan.

Pinhan: Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir.

Gevher: Elmas, cevher, mücevher. İnci. Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. Özü.

Efşan: Dağıtan, saçan, serpen.

Afet: Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. Mc: Son derece güzel.

Cefa: Eziyet. Sıkıntı. Zulüm.

Cevir(cevr) : 1.Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm. 2.Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey.

Devran: Devir, felek, zaman, deveran, dünya.

Avnî (Fatih Sultan Mehmet Han)

 

Tarih Okuma Zorunluğu

Tanzimat üdebasından olan Namık Kemal, Ziya Paşa tarihin zaruretine inandılar. Namık Kemal tarihe “maşuka-ı vicdanım” der. Yani vicdanımın aşık olduğu şey. Osmanlı tarihi yazar, Kanije Müdafasını yazar. Evrak-ı Perişan’da büyük Osmanlı hükümdarlarını ve islam hükümdarlarını yazar. Bunlar Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet, Selahattin Eyyübi Moğolları Müslüman eden Emir Nevruz’dur. Süleyman Demirel Üniversitesinde mezuniyet heyecanı içinde mehter çalınacağını duyunca oraya gittik kızımla beraber. Çok kalabalık bir heyetti, Mehter takımı marşları çalıyordu, ben ise onlarla birlikte söylüyordum.

Tarihler boyunca çınladı serhat
Doğudan batıya Yemen Belgrad
Duyarak bakışan gözler görüyor
Fatih Topkapıdan şehre giriyor.

Sen böyle yürürken tuğla sancakla
Türkün zaferleri geliyor akla
..
Yelkenler biçilecek yelkenler dikilecek
Dağlardan çektiriler yelkenler çekilecek
..
Yürü hala ne diye oyunda oynaştasın
Fatih’in İstanbulu fethettiği yaştasın
Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir , Süleymandır
Bu kürsü sinanünden bu minare Sinandır
Haydi artık uyuyan destanını uyandır.

Tarih hissi “vicdanlardaki kirleri silen bir özelliğe sahiptir” biri demiş. Isparta Belediyesi her istenen yere mehteri götürüyor, düğün, sünnet düğünü , açılış ne olursa olsun bakıyorsun sokakta mehter takımı çalıyor, geçen rastladım, yıllardan beri böyle bir şey görmediğim için oturdum, onlarla birlikte Asya bozkırlarına, Afrikaya, orta Avrupaya gittim. Mehter askerleri ruhen dolduran ve ulvi heyecanlar ile dolduran bir musiki, yeni nesiller terbiyeli ve anan eli olan musikimizin yerine arajmanlar ve müstehcenlikler içeren şarkıları dinliyorlar, birçok klip yatak odası seyri gibi. Üniversitelerin kantinleri bu iğrenç şeyler ile dolu, engel olmak isteyen yok güya muhafazakarız ya.

Başımıza gelen bu kadar felaketin arkasında şımarmak ve rahat ve idealsizlik, vurdumduymazlık var. ”La yühibbil ferihin “ diyor. Allahı zülcelal. Allah şımaranları sevmez.

Siyaset malzemesi olarak değil bir belediye başkanı Kazım Kara Bekir’i inkar etmeye neden gerek duyuyor? Türkleri de Kürtleri de istedikleri noktaya getirmek isteyen güçler onlara dinlerini ve tarih ve edebiyatlarını unutturdular. Tarih bilinmeyince insanı dalalete ve gaflete sürükler. Kur’an tarih ve coğrafya kitabı değildir diyor Bediüzzaman. Ama o da Allah’ın kahramanları olan peygamberlerinin geçmiş hayatlarından vakalar nakletmek suretiyle insanı eğitiyor. Nuh ve oğlunun macerası, geminin arkasından bağıran oğlunu almak isteyen Nuh’a Allah-ı Azimüşşan ”Ya Nuh leyse min ehlik” o senin ehlinden değil der, oğlunun sulara garkeden azgın denizi baba seyreder. Kur’an’ı tarih nazarı ile anlatan vaazlar yok, hep aynı parça ayetler ve mealleri var. Önce hocaları eğitmek lazım, sanattan anlayan sanat gözüyle bakan yok , halbuki dünyanın en büyük sanat metni olan kitabımızı sanat gözüyle yorumlayan dersler de yok.

Bediüzzaman’ın şöyle bir beyanları var. “Mazi istikbal tohumlarının mahzeni olduğu gibi, istikbal dahi mazi tohumlarının tarlasıdır” bu söz çok büyük bir tarih felsefesidir.. adeta tarih eğitimini kuşatan bir cümledir.

Çoğunun dikkatini bile çekmemiştir. Bediüzzaman çok iyi tarih bilir, ama onun bildiği tarih bize öğretilen vaka ezberlemesi değil, o tarihi toplumları eğitmek konusunda kullanır. Mesela Hz Eyüb’ün macerasını öyle güncelleştirir ki hep maziye gömdüğümüz o hakikati güne taşır, hem edebiyat hem de sanat şahaseridir o satırlar. Hz. Yusuf’un macerasını yine öyle..

Kendisi “ ben Osmanlıyım “istanbul’un kurtuluş şenliklerine katılır ve seyreder, bu vaka bir prototiptir, onu anlatmak için yoksa sayfalarca tarih felsefesi yapmak büyük adamların işi değil. Küçük vakalar ile büyük dersler çıkarmak. Fatih ve Yavuz’un mezarına gider ve onlara Fatiha okur, Sultan Abdülhamit İçin “ Ben onu büyük büyük bir veli biliyorum “der. Büyük zatların hayatları konusunda derin yorumlar yapar. Savaş sonrası meclise sunduğu ve devrin reisi cumhuruna gönderdiği bir mektubunda olmektup Mesnevi isimli eserindedir. Milli mücadelecilere şöyle der. “ Şu muzafferiyetteki harikulade nimet-i ilahiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa nimet şükrü görmez ise gider. Madem-ki Kur’an ‘ı Allah’ın tevfiki ile düşmanın hucumundan kurtardınız, Kur’an ‘ın en sarih ve en kati emri olan Salat gibi feraizi imtisal etmeniz lazımdır. Ta onun feyzi böyle harika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin” Risalei nuru etnik duruşu meyilleri ve mizacına göre yorumlamak yanlış, Bediüzzaman dikkat ile okunmalı yoksa ..

Birinci Mertebe-i Nuriyeyi Hasbiye ‘de ilgi alanını belirler, imanının ışığında,”bütün ehli kemalata karşı bir uhuvvet peyda olduğunu “ söyler. Eserlerinin birçok yerinde edebiyat adamlarından bahsin gerektirdiği kadar bahseder, bu onun edebiyatı bir söylem aracı olarak kullandığını gösterir. Niyazi Mısrı, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi, hatta Fikret‘ten bahseder.

Ziya Paşa bir yabancının Endülüs Tarihini çevirir. Lise yıllarında Feridun Fazıl Tülbentçinin Kahramanlar Geçiyor isimli eserlerini okumuştum, ağabeyim çok ciddi tarih meraklısı idi, Osmanlı tarihleri, Hammer’in Osmanlı tarihi, Zuhuri Danışman’ın tarih kitapları onun kütüphanesinde vard. Deha derecesinde zeki olan, daha orta okul yıllarında bu kadar tarih merakı olmaz bir şey hayret şimdi söylüyorum, sonra gitti esnaf oldu. Ne yapsın babamın ufku dar, ben de evden dershaneye kaçmasaydım benim olacağım da esnaflıktı. Kırkıncı hoca bana tarihi sevdirdi, onunla tarih okurduk, Tac üt Tevarih, Osmalı tarihini okuduk.Vahdet ağabey bir tarih ve mehter sevdalısı idi, yolda derse giderken marşlar söylerdik.

Tarih okumak ümidiyle ..

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Enes Bin Malik (R.A.) Kimdir? (612-712)

Hicretten on sene önce doğmuş (m. 612), . Künyesi, Ebû Hamza’dır. Bu künyeyi kendisine Resûlullah ( sav ) vermiştir. Lakabı “Resûlullah(sav)’ın hizmetçisi“dir. Kendisine böyle söylenince çok sevinir ve memnun olurdu. Bununla iftihar ederdi. Ayrıca Zül-üzüneyn lakabı da vardır. Resûl-i Ekrem efendimiz(sav) mübârek elleri ile zülüflerini çekerek, “Yâ zel-üzüneyn” diye latife buyurmuşlardır. Bu lakabı Ona Resûlullah ( aleyhisselâm ) vermiştir.

Hazreti Enes de, vâlidesinin tavsiyesi üzerine Resûlullah’ın mübârek ellerinin değdiği bu zülüfleri teberrüken olduğu gibi bırakmıştır.

Vâlidesi Ümm-i Süleym’dir. Hz. Enes’in babası Mâlik, hicretten önce Müslüman olmamış ve Hz. Enes’in annesi Ümmü Süleym ile kavga etmiş ve evden ayrılmıştı. Çıktığı bir seferde ölmüştü. Babası müslüman olmadığı için annesi, bundan çok üzüntü duymuştu. O vefât edince, Ebû Talha annesine evlenme teklifinde bulundu. Fakat Ebû Talha daha müslüman olmadığından Hazreti Enes’in annesi, evlenmeleri için müslüman olmasını şart koştu. Böylece, Ebû Talha, ikinci Akabe’de müslüman olanlar arasına girmiş oldu. İşte Enes bin Mâlik (ra), İslâm ile şereflenmiş böyle bir aile ocağında yetişti.

Enes İbn-i Malik radıyallahu anh Resûl-i Ekrem efendimiz(sav)’e bir hicret hediyesidir.

Resûlullah efendimiz (sav), Medine-i Münevvere’ye teşrîflerinde Hazreti Enes(ra) 9-10 yaşlarında idi. Hemen vâlidesi Ümm-i Süleym kendisini alıp, Resûlullah’ın (sav ) huzûruna getirdi. Hizmetlerine kabûl buyurmasını istedi. “Yâ Resûlallah! Ensâr erkek ve kadınlarından sana hediye vermiyen kalmadı. Bu oğlumdan başka sana, hediye verecek bir şeyim yok. Bunu al. Sana hizmet etsin” dedi. Vâlidesinin bu isteği kabûl buyuruldu. Bunun üzerine annesi: “Yâ Resûlallah! Şu hizmetçiniz Enes’e duâ buyurunuz” deyince, Resûlullah (sav) efendimiz de “Yâ Rabbi! Enes’in malını ve evlâdını mübârek ve yümünlü eyle, ömrünü uzun eyle, günahlarını af eyle”şeklinde duâ buyurdular.

Hazreti Enes bin Mâlik(ra), Peygamber Efendimiz(sav)’in uzun seneler hizmetinde bulunması sebebiyle Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîrini çok iyi öğrenmişti.

Sahâbe-i kiram arasında Peygamber efendimiz(sav)’in hallerini, sözlerini ahlâkını, işlerini bildirme bakımından en önde gelenlerinden idi.

Dokuz yaşında Resûlullah’ın (sav) hizetine başladı. Büyük Bedir zaferinde, 12 yaşında olduğu hâlde, savaş alanındaydı. Resûlullah(sav)’ın vefâtına kadar yanlarından hiç ayrılmadı Efendimizin vefâtlarında 20 yaşında bulunuyordu. 2230 hadîs-i şerîf bildirdi.

Her yönden bereketli ve çok mübârek bir zât idi. Bu da, Resûl-i Ekrem’in(sav) duâlarının bereketiyle idi.Fıkıh ilmine de büyük hizmeti olmuştur. Müstakil bir eser teşkil edecek kadar, fetvâ ve ictihâdları vardır.

Enes (ra), “bir iki yudumluk bir şey içmek hakkında ne dersin?” diye soran sahabeye “Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır” cevabını verdi. Bu cevap günümüz fetva kaynaklarında yer almaktadır.

Enes bin Mâlik (ra) yüksek bir ahlâka sahipti. Son derece nâzik, güzel sözlü ve güler yüzlü idi. Resûlullah’ı (sav) çok sever, sünnete uymaya çok dikkat ederdi. Sabah namazının vakti girmeden önce uyanır, Mescid-i Nebevîye gider, Resûl-i Ekrem(sav)’e hizmet için can atardı. Resûlullah’ın (sav) sesini duymak ve Ona hizmet, onun için en büyük neş’e kaynağı idi. Resûl-i Ekrem(sav) de onun hakkında iyilikle bahsedip, yaptığı hizmetlerden dolayı duâ buyururlardı.

Enes bin Mâlik (ra) Emr-i bil-Ma’rûfa son derece ehemmiyet verirdi. Enes bin Mâlik (ra) yakışıklı ve nûrânî idi. Servet sahibi olduğu halde, çok sade bir hayat yaşadı. Dünya zînet ve lezzetine, dünyalığa ehemmiyet vermedi. Fakîrleri ve yoksulları gözetir, onlara gerekli yardımda bulunurdu. Talebelerinin ihtiyâçlarını kendisi temin ederdi.Peygamber efendimiz (sav), Enes bin Mâlik (ra) hakkında şöyle buyurdular:

Ey Enes, bir iş yapmak istediğin vakit, yedi defa Rabbine istihâre et. Sonra kalbinin meylettiği tarafı yap. Hayır ondadır.”

Enes bin Mâlik’in (ra) bizzat Resûl-i Ekrem(sav)efendimizden rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bir kısmı aşağıdadır.

Kolaylaştırınız, güçleşdirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.”

“Herhangi biriniz kendi nefsi için istediğini, müslüman kardeşi için de istemedikçe gerçek mü’min olamaz.”

Birbirinize buğz etmeyiniz, hased etmeyiniz birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz. Bir müslüman için kardeşini üç günden fazla küsmek helâl olmaz.”

“Sizden bir kimse başına gelen bir musibetten dolayı ölümü istemesin. Ölümü isteyecek kadar sıkıntılı bir durum, içerisine düşmüş olanlar, Yâ Rabbi! Hayat hakkımda hayırlı olduğu müddedçe beni yaşat, yoksa, rûhumu kabz eyle, desin.”

Kim Allahü teâlâya kavuşmak isterse, Allahü teâlâ da ona kavuşmak ister. Kim bunu istemezse, Allahü teâlâ da istemez.” Bunun üzerine biz: “Yâ Resûlallah, hepimiz ölümü istemeyiz” dedik. Resûlullah ( aleyhisselâm ) şöyle cevap verdiler: “Bu ölümü istememek değil, mü’min dünyâdan ayrılacağı zaman, akıbetinin iyi olacağına dair müjdeler kendisine verilir, böylece Allahü teâlâya kavuşmak ister. Bu kavuşma, onun en çok istediği şeydir. Fakat kâfir ve fâcir son nefesinde, sonunun iyi olmadığını görür ve cenâb-ı Hakka kavuşmağı istemez. Allahü teâlâ da ona kavuşmayı istemez.”

“Kendisinde şu üç sıfat bulunan îmânın tadını duyar: Allahü teâlâ ve Resûlünü başkalarından daha çok sevmek, sevdiğini Allah için sevmek, küfürden kurtulup hidâyete kavuştuktan sonra, ateşe atılmayı ne kadar istemezse, küfre dönmeyi de o derecede kerih ve kötü görmek.”

Kıyâmet günü bir komşu diğer komşuyu yakalar, onu salıvermez ve şöyle der: “Yâ Rabbi! Sen buna çok ihsânda bulundun. Bana ise, az verdin. Ben aç idim. O tok olarak uyudu. Ona: “Bana kapısını niçin kapadığını, kendisine verdiğin rızıktan beni niçin mahrûm ettiğini sor der.”

“Şu dört şeyin sarf edilmesinden, kul kıyâmet gününde hesaba çekilmez. Bunlar: Ana, babasına sarf ettiği, iftar için sarf ettiği, sahur için sarf ettiği, çoluk-çocuğu için sarf ettiği nafakalardır.”

Bir kimse dünyâda ipekli elbise giyerse, ahirette giyemez.”

“Mi’râca çıktığım gece, dudakları makasla kırpılan bazı kimseler gördüm. Cebrâile, bunların, kimler olduğunu sordum. Cebrâil (aleyhisselâm.) “Bunlar, ümmetinden, herkese, iyiliği emredip, kendilerini unutan ve Kur’ân-ı kerîmi okuyup da ona uymıyan, onunla amel etmeyenlerdir, cevabını verdi.”

Resûl-i Ekrem(sav) efendimizin ,Enes bin Mâlik(ra)’a;

Ey oğul! Kimse hakkında kötülük beslemeden sabahlamaya ve akşamlamağa çalış. Bunu basarırsan, hesabın çok kolay olur.”

“Müslümanlardan büyüklere hürmet, küçüklerine merhamet et.” diye nasihatlarda bulunmuştur.

Hazreti Enes’e, Resûlullah’ın (sav) en çok yaptıkları duânın ne olduğunu sorunca, “Allahümme Rabbena âtina fiddünyâ haseneten ve fil âhıreti haseneten ve kına azâbennâr” duâsını çok okuduklarını bildirdi. Hazreti Enes(ra) duâ edeceği zaman, bununla duâ eder veya duâsına, bu duâyı da ilâve ederdi.

Hazreti Enes bin Mâlik(ra) buyurdu ki:

“Üç sınıf insan, hesap gününde Allahü teâlânın rahmetine kavuşur:

1. Akrabasını ziyâret eden.

2. Kocası ölüp yetimlerle kalan ve ölünceye kadar onlara bakan kadın.

3. Ziyâfet sofrası kurulup, yetimleri ve kimsesizleri davet eden kimse.”

Resûlullah’a ( aleyhisselâm ) on sene hizmet ettim. Mübârek elleri ipekten yumuşak idi. Mübârek teni miskten ve çiçekten daha güzel kokuyordu. Resûlullah’ın kalb-i şerîfi nazargâh-ı ilâhî idi.”

İnsan eğitiminde terbiyesinde çok önemli bir ölçü olan ve Efendimiz(sav)’in nezih ahlakından bir bölümü Enes (ra) şöyle naklediyor;

On yıl hizmet-i alîlerinde bulundum. Bu müddet içerisinde beni ne dövdü, ne azarladı. Bir defa olsun bunu niye yaptın veya neden yapmadın? diye yüzünü ekşitmedi. O, insanların en güzel huylusu ve en çok merhametlisiydi.”

Hazreti Ebû Bekir(ra) devrinde, Bahreyn havâlisinin zekâtını toplamakla görevlendirilmiştir. Hazreti Ömer(ra)’in zamanında Medine’de kaldı. Hazreti Ömer(ra), onu meşveret meclisine aldı. Onun kıymetli tavsiyelerinden istifâde etti. Hazreti Osman(ra) zamanında da Basra’da kalan Enes bin Mâlik (ra) fıkıh dersleri vermeye devam etti.Hazreti Ali(ra)’nin halifeliği zamanına yetiştiği gibi, Emevî halifelerinden bir kısmını da görmüştür. Hazreti Enes(ra), zulme ve haksızlığa dâima karşı olmuştur. Bu konuda çekinmemiştir.

Enes bin Mâlik(ra) hazretleri: “Bismillâhirrahmânirrahîm ve la-havle ve lâ-kuvvete illâ billahil’aliyyil’azîm” okumanın sinir hastalığına ve bütün hastalıklara iyi geldiğini haber vermiştir.

Enes bin Mâlik (ra) uzun ve bereketli bir ömür yaşamıştır. Basra’da vefâtına yakın hastalandı. Halk, gece,gündüz ziyâretine geldi ve yanında bulundular. Basra’da vefât eden en son Sahabe odur. hicretin 93 senesinde (m. 712) Basra’ya 9-12 km. mesafede bulunan Tat mevkiinde vefât etti. Muhammed bin Sîrîn (ra) tarafından gasl, techîz ve tekfîni yapıldı. Vefât ettiği yere defn edildi. Vasıyyeti üzerine, Resûlullah’ın (sav) saçlarından bir miktar kabrine kondu.

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • altın oluk dergisi
  • hadis külliyatı
  • ehli sünnet büyükleri