Kategori arşivi: Yazılar

Zübeyir’i Kâinata Değiştirmeyen Sebep Sadakattir!

AbstractionSadakat: sıdk ve ihlâs ile dost olmak, doğru dostlukta sebat göstermek demektir. Zübeyir Ağabey, “Sadakat kelimesinin lügat karşılığı kısadır. Ancak o yaşanmakla anlaşılır” demiş. Çünkü o, sadakati hayatında tatbik eden ve yaşayandı. Şu veciz sözlerle sadakati ifade etmiş. “Bulduğu yerden hiç ayrılmamaktır. Uhud’un bekleyen okçuları gibi gerekirse taş olmaktır, yine de terk etmemektir. Camid durmaktır. Fani olmaktır. Hiç bir şeyle yer değiştirmemektir. Gidip gelmemektir.”

Keza, “Biz, iman ve İslamiyet hizmeti uğrunda zalimlerin zulmüne maruz kaldığımız vakit, hapishane köşelerinde veya darağaçlarında ölmeyi, istirahat döşeğindeki ölüme tercih ederiz. Görünüşü hürriyet, hakikati istibdad-i mutlak olan bir esaret içinde yaşamaktansa hizmet-i Kur’aniyemizden dolayı zulmen atıldığımız hapishanede şehit olmayı büyük bir luf-u ilahi biliriz.” diyen, Zübeyir ağabey davayı ve sadakati böylece özetlemiştir.

Peygamberimiz (asm) “Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim de havarim Zübeyr ( bin Avvam)’dır.” buyurmuş.Peygamberlerin varisi, Âllame-i cihan, mücedid-ı ahir zaman Bediüzzaman da; muhafızını beyan etmiş. “Ziver, bundan sonra ismin Zübeyir olacak”  Çünkü o, asrın Bediine şakirt ve onun yaver-i Azamı olmuş, yükü ağırlamış “durduramıyorum bu kafamı. Durduramıyorum ki uyuyayım” diyen Zübeyir ağabey, İman’a, Kur’an’a, Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a tahsis-i nazar ve ahlak-i haseneyi hayat tarzı haline getirilmişti. Bu iman abidesi için Bediüzzaman da, “Zübeyir’i kâinata değişmem” sıdk ve sadakat göstermiş.

Hazreti Ebubekir (ra)’e sormuşlar: “Muhammed (asm) Miraç’a çıktım” diyor. Sen ne diyorsun?  “O’ söylemişse, doğrudur.” demiş. İşte sadakatin tarifi bu olsa gerek.

Konu sadakat olduğu için misalleri çoğaltmakta fayda görmekteyim, şöyle ki: Gazneli Mahmud, bir gün, vezirlerini imtihandan geçirir. Elindeki kıymetli mücevherin değerini öğrenmek için vezirlerine sorar. Hepsi, “Paha biçilmez” olduğunu söyler. Bunun üzerine hepsine teker teker: “Bu mücevheri kır” diye emreder.

Onlar da: “Bu paha biçilmez bir cevherdir, onu kırarsak sana kötülük etmiş oluruz. Bu kötülüğü sana yapamayız.” mealinde cevap verirler. Sultan Mahmud hepsinin sözünü beğenir ve mükâfatlandırır. Sıra en sadık bendesi Ezar’a gelir. Ona da değerini sorar; çok değerli olduğu cevabını alır.

Bunun üzerine: “Onu kır” diye emreder. Ezar hiç tereddüt etmeden mücevheri yere atıp kırar. Herkes şaşkınlıkla ona bakar ve “Ne yaptın Ezar, bu kadar kıymetli bir cevheri nasıl kırdın?” diye sitem etmeleri üzerine şöyle der: “Evet bu mücevher çok değerliydi, ama padişahın emri daha da değerlidir. Onu kırmaktansa, bu mücevheri kırdım. Bu cevabı çok beğenen Gazneli Mahmud şöyle der: “Sadakat imtihanını Ezar kazandı ve en büyük hediyeyi hak etti” demiş.

Keza, büyük veli Ebu Osman Mağribi tövbe edip tasavvuf yoluna girme sebebini şöyle anlatır:

“Bir atım ve köpeğim vardı. Her gün avlanmak için Cezayir şehrine giderdim. Bir de ahşap bir kabım vardı, onunla da süt içerdim. Yine bir gün bu kapla süt içecekken köpeğim havlayarak üzerime geldi, sütü içmeme engel oldu. Sürekli havlıyordu. Tekrar içmek istediğimde yine engel oldu. Üçüncü defa denediğimde yine mani oldu ve sütü kendi içti. Az sonra hayvan şişmeye başladı ve çok geçmeden öldü.

Sonradan, o sütten bir yılanın içtiğini gördüğü için köpeğimin bana mani olduğunu, benim için kendisini feda ettiğini anladım. Bir köpeğin bile sahibine böyle sadakat göstermesi beni sarstı. Yüzümü sahibime dönmem gerektiğini anladım, tövbe edip tasavvuf yoluna girdim.”

Bediüzzamanın yaver-i â’zami Zübeyir Gündüzalp ta, Sultan Mahmud’un sadık bendesi olan Ezar da, gösterdikleri fedakârlık ve vefa tamamen Allah rızası için yapılan sıdk ve sadakattir. Hatta veli Ebu Osman Mağribin köpeği de, sahibine olan sadakatini göstermiştir. İnsan olsun, hayvan olsun yüzünü hakiki sahibine çevirmesi şarttır. Dolayısıyla Allah’a vasıl olan birçok tarikler vardır. Her kim Allah için hangi yolu seçerse seçsin, o inanç doğrultusunda meslek ve meşrebine bağlı olması lazımdır. Mesela Risale-i nur cemaati için de aynisi geçerlidir. İman davası olan Nur hizmetinde bulunanlar, şimdiye kadar olduğu gibi başka cereyanlara kapılmadan, hizmete devam etmeleri sıdk, sebat ve sadakattir.

Sadakatle ilgili Bediüzzaman, şöyle buyurur: “Bu şehre bir kutub, bir gavs-ı âzam gelse, seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım dese, sen Risale-i Nur’u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.”(1)

Keza Bediüzzaman, “talebelerine tahkiki iman kazandırmakla imanlarını kurtarması” ve“şirket-i manevîye ile bütün nur hizmetinden hâsıl olan yekûn sevabın her talebeye aynen verilmesi” üzerinde önemle durmuştur. Elbette bu kazanca ulaşmanın yolu da sadakat ve sebattan geçiyor.

Peygamberimiz “Bizi aldatan bizden değildir” buyurmuş. Dolayısıyla dostluk ve kardeşlik bir sadakattir. Ahdinde durmak,  emanete riayet etmek,  aldığı görevi hakkını vererek yerine getirmek ve vazifeleri ehline vermek sadakattir, aksi ihanettir.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

13.09.2013

www.NurNet.org

ALINTI

1- Kastamonu lahikası mek.52

İpucu

Genç adam, evinin alt katında marangozluk yapıyordu. Kapı ve pencere konusunda uzmandı. Fakat plâstik pencereler yaygınlaşınca, ahşap olanlara rağbet azaldı. Bu yüzden işler iyi gitmiyordu. Üstelik de çocukları büyümüş, biri hariç okula başlamıştı. Masrafları artınca, yanındaki kalfasına yol verdi. İşe biraz daha erken koyulur, yardımcıya ayırdığı parayı, çocukların harçlığına katardı.

Adam, bir gün çalışırken, elektrik kesildi. Ve uzun süre beklediği halde gelmedi. Aksi gibi, o akşam üzeri teslim etmesi gereken birkaç pencere vardı. Boş kalmayı sevmezdi. Planyayı yağladı, talaşları süpürdü. Biraz dinlenmek için eve çıkarken, sigortaya göz attı. Eğer yanılmıyorsa, bu iş normal değildi. Biri gelip sigortayı kapatmış olmalıydı. Şalteri kaldırınca, atölye aydınlandı. Tahminleri doğru çıkmıştı ama, bu işe bir anlam veremiyordu. Şaka dese, böyle bir şaka yapılmazdı. Kendisini kıskanacak bir düşmanı da yoktu. İşe koyulduğunda, yine aynı şey oldu. Ama bu sefer suçluyu görmüştü. Oğlu, evden atölyeye bağlanan merdiveni sessizce inmiş ve sigortayı kapattığı sırada, babasını karşısında bulmuştu.

Adam, on yaşına gelmiş bir çocuğun böyle bir haylazlığını affedemezdi. Bütün günü, onun yüzünden mahvolmuştu. Bir kere yapmış olsa, ses çıkartmazdı. Ama tekrarlaması, hangi yönden bakılırsa bakılsın, büyük hataydı. Saçlarından yakalayıp sıkı bir tokat attı. Her şey onun iyiliği içindi. Belki vurduğu tokat, serseri olmasını engellerdi. Adam, oğlunun gözyaşlarını görmezden geldi ve eve çıktıktan sonra, eşine dert yanarak:

— Bu çocuğun, okulda kimlerle düşüp kalktığını bilmemiz lazım!.. dedi. Eğer serbest bırakırsak, başımıza büyük dertler açacak!.. Adam, bir süre düşündü. Sonunda da en kolay yolu buldu. Oğlunun hiç aksatmadan tuttuğu günlüğünde, arkadaşlarına ait ip ucu olmalıydı. Eşi istemese de, ona kulak asmadı ve çocuğunun günlüğünü okumaya başladı. Oğlu, en son sayfada:

“Bu gece kötü bir rüya gördüm!..” yazmıştı. “Atölyede çalışırken, babamı elektrik çarpıyordu. Allah’ım onu koru!.. Ben elimden geleni yapacağım!..”

Cüneyd Suavi / Zafer Dergisi

Marifet

Marifet, insana makamını gösterir,

Gaflet uykusundan bizleri uyandırır.


Doğruyu gösteren marifet bir mercektir,

O hakkı batıldan ayıran bir gerçektir.

 

Sen  marifetle çok net, yolunu görürsün,

Ona sağlam tutunursan imanla ölürsün.

 

İlimlerin padişahı Marifetullahtır,

Eşyayı araştırıp Haliki bulmaktır.

 

Allah seni kâinata bir hulasa yaptı,

Bütün azalarını yerli yerine taktı.

 

O Halik, kâinatı küçültüp  seni yapmış,

İradeni eline vererek hür bırakmış.

 

Düşün güneşi senin için göğe O takmış,

Mumdarlık yapan ay’ı de oraya çakmış.

 

Bu insan bulmalı  hakiki Sahibini,

Mucize olan vücudunun  Banisini.

 

Düşün önüne kim serdi o nimetleri?,

Sonra kalp ile gönülden diz şükürleri.

 

O sana gözler verdi her şeyi göresin,

Sana akıl verdi cennetlere, yükselesin.

 

Buğday tanesi kadar senin dimağına,

kütüphaneleri kim sığdırıyor ona.

 

Mucize duygularını sana kim verdi?

Sonsuz nimetleri önüne kim serdi?

 

Düşün,  incele, acaba kim yaptı bunu,

Marifete sahip ol kullan şuurunu.

 

Ondan sonra sende basiret hasıl olur,

Aklın her şeyin ana sahibini bulur.

 

Bulduktan sonra o başın secdeye eğilir,

Kullukta ilerlersin tâ ki son gün gelir.

 

Abid olan kul insanlığın hakkını verir,

Sonra Allah’ına kavuşma günü gelir.

 

Allah’ı sevindirdiysen tebrikler sana,

Böylece kavuşursun Rabbin rızasına.

 

İnsan ancak onunla mutluluğu bulur,

Böylece hakiki muradına ermiş olur.

 

Sonra sonsuz mutluluklar durur önünde,

Zındandan kurtuluş başlar ölüm gününde.

 

Abdülkadir HAKTANIR

Okumak Nimetine Nail Olmak En Büyük Hediyedir!

Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle okumak nimet-i uzmasına nail olan biz bir kısım üniversite gençliği, bir hüsn-ü zan veya bir tahmin ile değil, tahkikî ve tedkikî bir surette, sarsılmaz ve sarsılmayacak olan ilmelyakîn bir kuvvet-i imaniye ile inanıyoruz ki; zemin yüzünün bu asra kadar görmediği bir vahşet ve dehşetin sebebi olan dinsizlik ve ilhadı, Bedîüzzaman ortadan kaldırmağa inayet-i Hak ile muvaffak olacaktır. (Asa-yı Musa)

..kalbi intibaha gelen zâtlar okumaktan usanmaz. (Barla Lahikası )

..okumak ve yazmak en büyük ibadet ve zevk kaynağıdır. (Tarihçe-i Hayat )

..risalenin ruhuma ilka eylediği nuranî feyizleri karşısında, okudukça okumak ihtiyacım artıyordu. (Barla Lahikası  )

Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumak ve o muazzam eser külliyatındaki Kur’an ve iman hakikatleriyle kendimizi teçhiz etmek ve bu esas ve şartlarla, o hârika eser külliyatını bir an evvel ikmal etmektir. İşte bu nimet-i uzmaya nail olan her genç ve herkes; bire yüz bin kuvvetinde, kendine, vatan ve milletine faideli olur. (Asa-yı Musa )

Risale-i Nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse, kendisini aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa, büyük bir mahrumiyete düçar olur. (Asa-yı Musa)

 “..bir kısım mes’elelerinin kısacık hülâsalarını, bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam terbiye almak lâzım geliyor. (Asa-yı Musa)”

..okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade (Asa-yı Musa)

..hem Kur’an’ın, hem imanın, hem namazın hülâsaları ve çekirdekleri olan o üç kelime-i mübarekeyi namazdan sonra otuzüçer defa okumak ne kadar kıymetdar ve sevablı olduğunu elbette anladınız. (Asa-yı Musa)

 ..okumakla tahattur edip, nefsin tuğyanından kurtulmaya çalışmak. ( Asa-yı Musa )

Muhammed Numan

www.NurNet.org

Allahın Varlığını İspat Eden Deliller

Başımızı kaldırıp fen gözlüğü ile feza alemine bakalım! Dünyamızdan 1.300.000 defa daha büyük güneşi bir şeye dayandırmadan, bir şeye bağlamadan hava boşluğunda durduran, ve  güneşe bağlı olan gezegenlerle birlikte her kül burcuna doğru hareket ettiren, O Yüce Kuvvet sahibi olan Allah’tan başka kimin işi olabilir.

Milyarlarca galaksiye milyarlarca yıldızı yükleyen, döndüren, götüren getiren, Yüce Allah’tan başka, bunu kim yapabilir?

Bahsettiğim bütün bu intizamlı vaziyetler, aklını yaradılış istikametinde kullanmak isteyenlere, uyanık olanlara büyük dersler verir. Evet! Bunlar manevi duyguları dumura uğrayanlara ne verebilir ki?!! Bahsettiğim bunlar kalp gözü gürenedir gürene. Köre ne? Çünkü kâinatta mevcut bütün yaratıkların bir yaradılış hikmeti de, insanlara ders vermek için. san’ata bakınca sanatkârı gören içindir, düşünmek içindir, Bütün bu varlıkların sahibini bulmak içindir. Yerinde durmayıp ilerlemek içindir. Allaha itaat lüzumunu hissetmek içindir.

İnsanın asıl vazifesi Allaha sığınıp Ona yalvarmaktan ibarettir.Ya Rab Kudretinle tanzim ettiğin vücudumuzun minimal faaliyetlerini, Ancak Sen takip ediyorsun demeli. Önümüze serdiğin eşsiz sanat eserlerine bakıp gördüğümüz zaman  ibret almak için, Sen bize göz verdin. Mesela: Çiçeği, ağacı, ineği, sineği, ayı, güneşi, ve bunlar gibi daha bir çok mahlukları mucize vari birer sanat olarak  önümüze serdin. Ayeti kerimenle:Allahın yaptığı herhangi eserde, ” Ferciil besare hel tera min futur” (Çevir gözünü bak göre bilecen mi bir çatlak herhangi bir kusur?) (Mülk ayet 3)  bu ayetle Allah bize bakmamızı ve ibret almamızı emreder. Çünkü: sarı samandan yeşil ottan beyaz sütü yapan inek, Profesör yapamaz. Tavuğun yaptığı yumurtayı insan yapamaz, O tavuk kimya mı tahsil etti ki, o güzelim kabuğuyla “pişirirsen aş olur pişirmezsen kuş olur” yumurtanın içi teçhiz edilen harika elementlerle o güzelim yumurtaya kabuğunu   ambalaj yapmasını Allah tavuğa öğretmiş. Yarım kilo bal için 38.000 k.m yol aldıran arıya: Bir taraftan zehir taşıttırıp, diğer taraftan Bal gibi balı yaptıran Allahtan başka kim olabilir.

Ya Rab! “Bize hakkı hak olarak göster ki ona bağlanalım. Batılı batıl olarak göster ki ondan nefret edip kaçma ihtiyacını hissedelim.” Ta insana layık işleri yapmaya çaba gösterelim. İmanımızı göçleştirmek için sebepleri arayıp bulmayı, şartlarına uymayı, kolaylaştır ki, helak olmayalım.

Elinde Kur’an-ı Kerim gibi eşsiz bir kitapla, alemlere rahmet olarak gönderdiğin  Peygamberimiz a.s.m. ın buyurduklarına hiç şüphe etmeden boyun eğip uyalım. Uymaya ihtiyaç duyalım.

Bu nankör insan! Ancak bir sebep olan annesini babasını çok sever. Mahalle muhtarını tanır. Belediye başkanını tanır. Patronunun ismi sorulduğu zaman hiç düşünmeden cevap verir. Başbakanın ismini sorsan, bakanların isimleriyle söyler de. Kendini yoktan var eden Allahın varlığına inanmazsa, Onun sıfatlarını bilmezse, böyle kudreti sonsuz olan bir Yaratıcının varlığına inanıp kabul etmezse? Allahın mucize olarak yarattığı mahlukatını tabiata veya tesadüfe havale ederse. O insan birkaç fakülte bitirse de, insanı insan eden ilimlerden hiç bir şey öğrenmemiş demektir. Yani o ilimlerden nasibini alamamıştır, hakikati görememiştir. Kendini mutlu edecek gerçek sebebi bulamamıştır. Ufak tefek ibadetleri yapmamak için nefis ve şeytanın desiselerine uyup  inkara sapan o kişi Allahın indinde  ancak bir zavallıdır.

Evet kardeşim! Bu gibiler çok acınacak haldedirler Çünkü önünde dimdik dikilen ölüm o insanı rahat bırakamaz. Devamlı korkutur. İçinden ya Müslümanların dediği gibi ölümden sonra tekrar dirilme olursa? Hayatın hesabını vermek gibi bir hadise karşımda durursa? Günahkarları yakmak için cehennem kurulursa halim ne olur. demez mi sanıyorsunuz.

İnkarcıların bu sorulardan kurtulma imkanı yoktur. Akıl ile inkar etmeye çalıştıkları şeyler, vicdanları onları daima azap içinde bırakır.

Asrımızda maddecilik  ve tabiatçılık fikri, eğitim sistemimiz olan okullarımızı etkisi altına almış, insanlara Allah’ı ve Ahireti unutturmak için ve insanları cehennem yolcusu yapmak için çalışmış, bir iki nesli imansız bırakıp, böylece yakıp kavurmuştur. Fakat Allah’ımıza ne kadar şükretsek azdır ki: Mevcut iktidar, bu olumsuz eğitim sistemini kaldırıp, hakikati ortaya serme çabasındadır Elhamdülil-lah. Bu hakikatin en iyisi Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri olan Risale-i nurlarda mevcut. Bunun için:

Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki,her kışın bir baharı, her gecenin bir nehari (gündüzü) olduğu gibi Allah Nurunu tamamlamak maksadı ile, insanları inkardan kurtarmak için bize, Bediüzzaman gibi bir zatı gönderdi. Hapishanede sürgünlerde, yanında Kur’anı Kerimden başka kaynak kitabı olmadığı halde, Risale-i Nur eserleri gibi 14 cilt kitap yazmış. O eserler sayesinde yalınız tahsilsizler değil, entelektüel tabakada, çok Profesörler de imanlarını kurtardılar. Bu eserleri okuyanlar, dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Bu sebepten Saygıdeğer  Başbakanımız Tayyip Erdoğan da bir konuşmasında: “Bediüzzaman Said Nursi olmasa idi Türkiye’miz maneviyatta geri kalırdı.” Dedi. Şimdi bu kitaplar yalnız Türkiye’de değil, dünyanın 60 diline tercüme edilip o milletlerde okuyorlar. Çünkü fen hakim olduğu devirde, nakiller değil ispat konuşur. Bu eserler de 2×2=4 eder derece o ispat vazifesini yapıyorlar.  İmanı  ispat ettikleri için yalınız Müslümanlar değil çeşitli dinlere mensup kişiler de okuyup Müslüman oluyorlar.Elhamdülil-lah.

Evet! Ölümle idam  edilme korkusundan kurtulup, iman hakikatine kavuşmak için her insanı onun aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi, her insan için geçerli olduğu gibi, bilhassa her biri bir şehit torunu olan vatandaşım için daha önemlidir. Çünkü ecdadımız asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yaptığı için, onların torunları olan bu millet bu hususta daha uyanık davranmalı. bu sebepten benim vatandaşım dinine sahip çıkıp yolunu bulması lazım. Aksi taktirde onlar diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalkacaklarını  unutmasınlar.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org