Kategori arşivi: Yazılar

Allah’ımı Tanımak İstiyorum!

allahimi.tanimak.istiyorumİnsanların asıl vazifesi Allah’ı (cc) isim ve sıfatlarıyla tanımaktır. Cenab-i Allah Kur’an’ı Kerim’de  “Ben cinleri ve insanları sırf beni tanıyıp yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım.”1 her mü’min Halik-ı Zülcelâl’ı bir şekilde tanıyor. Kimi ebeveyninden nakli, kimi de tahkiki bir iman gücü ile…

Bir gün askıda asılı bir şeyi almak isteyen dört yaşındaki kızım, elini yukarıya uzatıyordu, eli yetişmeyince “Ya uzakta olan Allah’ım” bana yardım et, İşte, Allah’ı, ebeveyninden öğrenen samimi bir çocuk…

Kimi, eşyanın varlık mertebesini inkâr ederek “Allah’tan başka, varlığı olan hiçbir şey yoktur” ifrat eden Muhyyiddin-i Arabî Hazretleri gibi. Kimi her şeyi Allah halk etmiş, mevcudat O’nun eseri ve sanatıdır, diyen. Bediüzzaman…

Demek ki her bir mü’min iman ve itikadı nispetinde Allah’ı bir şekilde tanıyor. Rivayet ediliyor ki: Hz. Musa Aleyhisselamın zamanında bir çoban “Ya Musa! Allah’a söyle ara sıra yanımıza gelsin, onun başını güzel tarar, çarığını diker, O’na hizmet ederim.” demiş. Hz. Musa,  “sen kim oluyorsun da Allah senin yanına gelsin.”  Çobanı azarlamış. Allah, (cc) Hz. Musa’ya, “ sen benimle kulum arasına girme, kulum beni nasıl tanıyorsa öyle tanısın.”buyurmuş. İşte kimi taklidi; kimi de tahkiki… Önemli olan O’ Zat-i Zülcelâl’ı tanımak ve ona iman etmektir.

Bediüzzaman şöyle buyurmuş: “İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, marifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakin ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.” 2

Keza, “…Nihayet kemalde bir Cemal ve nihayet cemalde bir Kemal, elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi en esaslı bir kaidedir.”

Allah, (c.c)  kâinatı yaratmanın sebebi zatını tanıttırmak içindir. Bir Hadis-i Kutside, “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım” buyurur. 3

Dolayısıyla, Allah (cc) hakkında doğru bilgiler edinmesi için, peygamberlere (a.s) ihtiyaç vardır. Her bir peygamber doğru istikameti insanlara göstermiştir. Hz. İsa (as) dünyaya ilk teşriflerinde Hz. Muhammed’i ( a.s.m ) müjdelemiş.

Hazreti Muhammed (asm) yaratılış muammasının ve kâinat tılsımı’nın anahtarı, Esma-i İlahiye’nin sırlarının keşşafı ve Kâinat Kitabının ayetlerinin tercümanıdır.

Peygamberimiz (a.s.m) zatınden önce gelen tüm peygamberlerin ilim ve ibadetlerine mutlak varis olduğu gibi, kendisinden sonra kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlara bir rehber-i ekmel ve bir muallim-i ekberdir. Bu nedenle Allah, (c.c) Kâinatın Efendisine ( a.s.m ) bütün kâinatın sırlarını hem Kur’an ile ve hem de Miraç ile bildirdi.
 
Vahdaniyet sıfatlarının doğru keşşafı Kur’an ve onun mübelliği Fahr-i Kainat (a.s.m)’ dır. Kâinat bir kitaptır. Rabbimizi bize tanıttırıyor. Kur’an ise en büyük mucizedir. Hz. Muhammed (a.s.m )  gösterdiği her bir mucizesiyle, bize Allah’ı (c.c) tanıttırıyor.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

10.9.2013

www.NurNet.org

Alıntı:

 1-Zariyat suresi, 56

2-Şualar

3-Acluni, II, 132,

Allah’ı (C.C. Daha İyi TANIMAK İçin Lütfen Tıklayınız

Bayram Yapalım Gel (Şiir)

Gel, önümüzdeki ki barikatları aşalım,

Hak davamızda beraber durmadan koşalım,

Hakkımız uğruna kardeşlerle destanlaşalım,

Kaybettiklerimizi arayıp bulalım  gel!..

 

Engel teşkil eden tabuları parçalayalım,

Bizim gerçek dost ve düşmanımızı tanıyalım,

Allahın yolunda birleşip beraber koşalım,

Dine âsilerden kurtulduk biz sevinelim gel!..

 

Kur’an okumak yasakları geride bıraktık,

Dinimize engel kanunların çoğunu attık,

Zaruri olan din dersini okullara kattık,

Bunların hepsine hep beraber sevinelim gel!..

 

Birkaç asır İslamiyet yayıldı bu Türkiye’den,

Maneviyat tahripçileri çıktı içimizden,

Bizlere zorla frenk ahlakını empoze eden,

Rabbimiz onları cezalandırsın diyelim gel!..

 

Namuslu bacıları elbisesiz bıraktılar,

İslam ahlakını hanımlardan alıp attılar,

Erkeğe namazda bile takke kodurmadılar,

Zorbalıktan kurtulduğumuza sevinelim gel!..

 

Mü’minlerin va veylaları o fikri def etti,

Müslümanlar zulümlere  senelerce sabretti,

Rabbimiz kötü hellerin çoğunu bizden çekti,

Dinsizlerin mağlup düştüğüne sevinelim gel!..

 

Mabedlerin çoğunu yıkıp ahır yapmıştılar,

Din dersi verilen mektepleri kapamıştılar,

Zikir hanelerin kapılarını  çakmıştılar,

Bunlar bizi ağlatmıştı artık sevinelim gel!..

 

Cumhuriyet onların dinsizliğine yaradı,

Müslümanlık namına ne varsa hep yasaklandı,

Zavallı mü’minler kalbinden gece gün ağladı,

Kardeşim biz yeter ağla”dık, şimdi gülelim gel!..

 

Üstadımıza yirmisekiz sene çektirdiler,

Kendisine on dokuz defa zehirlendirdiler,

İdam ettirmek için mahkemelere sürdüler,

Şimdi kurtulduğuna bizler bayram yapalım  gel!..

 

Allaha şükür o ızdıraplı günleri geçtik,

Hasret olduğumuz İslam’ın zemzemıni içtik,

Rabbin yardımıyla dindar liderler seçebildik,

Kalbi günülden bayram yapmak için koşarak gel!..

 

Şimdi, tenbellik yapma da Nur derslerine sen gel,

Yolunu kaybeden gençleri al dershaneye gel,

Nurlara sahip çıkmak için tüm engelleri del,

Şimdi nimetlere şükretmeye dershaneye gel,

Geceleri ihya edip Allaha bükelim bel!…

 

Abdülkadir Haktanır

ww.NurNet.org

Bediüzzaman’ın Fedakârlığı (Şiir)

Üstad Bediüzzaman’ın vefat anına kadar

Ömrü boyunca bir çeyrek asır sürgünde yaşar

 

Birçok hapishanelerde ömrünü tüketiyor

Mahkemelerin sonucu beraatla bitiyor

 

Hayatında tam on dokuz defa zehirleniyor

O’nun hakkında yedi yüz dava da açılıyor

 

En son Urfa’da bir otel odasında kalıyor

Orda Hakkın rahmetine nihayet kavuşuyor

 

Seksen küsur  yıl hayatı doludur ibretlerle

Ömür boyu karşılaştı birçok hadiselerle

 

Bediüzzaman diyor ki: ”Beni ne sanıyorlar

Nefsini düşünen hodgam bir adam biliyorlar

 

Cemiyetin imanını kurtarmak yollarında

Kendi ahiretimi ve dünyamı ettim feda

 

Seksen yıldan fazla olan bütün ömrüm boyunca

Bu dünya zevkinden bir şey bilmiyorum doyunca

 

Tamamıyla ömrüm geçti savaş meydanlarında

Mahkeme ve hapishane, esir zindanlarında

 

Görmediğim eziyetler bu dünyada kalmadı

Ama imânî hizmetim çoğaldı azalmadı

 

Mahkemede cani gibi muameleler gördüm

Memleketten memlekete zalimane sürüldüm

 

Memleket zindanlarında her şeyden menedildim

Her türlü hakaret gördüm birçok kez zehirlendim

 

Bazen hayattan ziyade ölümü istiyordum

Onu kurtuluş biliyor ve tercih ediyordum

 

Dinim beni intihardan uzak ve men etmişti

Yoksa belki bugün Said toprak olup gitmişti

 

Benim hayatım meşakkat, musibetlerle geçti

Mahkemeler ve sürgünler çok kötü bir süreçti

 

İman selameti için dünyamı feda ettim

Beddua da etmiyorum hakkımı helal ettim

 

Çünkü milyonlarca insan bu nurları okudu

Bu sayede insanların imanları kurtuldu

 

Ölmekle yalnız kendimi belki kurtaracaktım

Rabbin affına sığınıp O’na kavuşacaktım

 

Hamdolsun hayatta kalıp çok meşakkatler çektim

İmanların kurtuluşu için hizmetler ettim

 

Bir kimsenin imanını kurtarabilir isem

O zaman bana gülistan–güllük olur, cehennem”

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Bu Memleket Bizim! (Şiir)

Türk, Kürt, Laz, Çerkez ve diğerleri

Sünni, Alevi… bin yıldan beri

Anadolu’nun on parmaklı elleri…

Türkçedir bu milletin yıllardır resmi dili

Kürtçe, Lazca, Çerkezce de konuşulan ana dilleri

 kalkınmak, ileriye gitmek istiyorsak

 bir dil yetmez ki insana

 bize gerek, bilim ve teknoloji dili

Kardeşçe yaşatmıştı asırlarca bizi bu Din

şehitler verdik, gazi olduk yıkılmadı bu Devlet

Kurtuluş Savaşı’nı kazanmadı mı aynı Millet?

bırakmadı yakamızı ah!, niye

 otuz yıldır şu bölücü illet!

Ülkemizi sardı emperyalist dış güçler

tarih boyu hep oldu, bölücü hevesler

buldu içimizden, bazı aldatılmış nefisler

Geçmişten günümüze, kalmadı ülkemizde

 ne Padişahlık, ne Meşrutiyet ne de

 tek Partili Cumhuriyet…

göründü ufuktan bir sessiz gemi

duyuldu ardından kurtarıcı sesi

daha çok Demokrasi, daha çok Demokrasi…

Bilelim artık kıymetini Anadolu’nun

Dörtnala gelip uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket bizim

olamaz bize yar, hiçbir —–izim

Dr.Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Bir Karadelik: “Keşke”

GEÇMİŞ, GEÇMİŞTİR bazılarına göre. Sadece zamandan bir parça olması yönüyle geçmiş, geçmiştir doğru. Bir daha geri gelmesi, getirilmesi mümkün değil. Fakat içinden insan geçmişse geçmişin, geçmemiştir. Beden anla mukayyed olsa da ruh ve hayal, zamana ait hiçbir kayda tâbi olmak istemez, olamaz. İnsan, bulunduğu anla geçmişi hep bir arada tutarak şahsiyet sahibi olur çünkü. İnsan geçmişiyle insandır.

Muhayyile, zamanın geçmiş ve gelecek kollarının şimdinin gövdesinde aynı anda kanat çırptığı geniş bir meydan. Belki gelecekten çok geçmişin tüm ayrıntılarıyla yeniden sahnelendiği bir meşher.

Hemen her insanın bir ukdesi kalır geçmişin dehlizlerinde. Çözülememiş, doğru dürüst de bağlanamamış, bir köşede unutulmuş görünse de hafızanın gördüğü ilk aynaya tekrar yansıttığı ukdeler. Ya bir vicdan azabının, ya bir incitmişliğin ya da bir incinmişliğin ama hep bir teessüfün unutmaya izin vermediği eksik yaşanmışlıklar.

Ruh, muhayyilenin geniş meydanında geçmişin bu ukdelerini tekrar tekrar çözmeye çalışır kendince. Çözüm için üretilen her cümlenin başına bir “keşke” konur, bazen de bir “eğer”. “Keşke şöyle yapsaydım”, “eğer böyle yapmasaydım” kalıplarıyla başlayan cümlelerle olmuş olan olmamış, olmamış olan olmuş hale getirilmeye çalışılır. Ukdeleri bir türlü çözemeyen keşkeler, koca bir karadelik olur, insanın şimdiye ait tüm yaşam enerjisini yutar. Geleceğe ait ümitlerini geçmişin karanlığında boğar.

Neden böyle olur? Neden insan, geçmişini, şahsiyetinin bir parçası olmaktan öteye taşır da şimdisini cehenneme çeviren bir hale getirir?

İnsan, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayırt etme melekesine sahip olmaya başladığı andan itibaren önüne tercih etmesi için en az iki yol çıkıyor. Tercih edilen her yolun sonu da, tercih edilmesi gereken en az iki yeni yolun başına çıkıyor. Sonuçta insan, hayatı boyunca, tercih edebileceği dallı budaklı sayısız yollar silsilesi içinden sadece bir çizgiyi tercih ediyor. Geride ise tercih edilmemiş sayısız çizgiler kalıyor. İşte bence keşkelere esir olma hali bu nokta ile ilgili.

Kendimde ve tanıdığım başka insanlarda gözlemlediğim bir şey var. Bu şey, keşkelerle tekrar geçmişe döndüğümüz noktadaki tercih ettiğimiz ve etmediğimiz yollarla ilgili bir yanılsama. Zannediyoruz ki eğer başka türlü karar verseydik, başka bir yoldan gitseydik her şey kesinlikle olmuş olandan daha güzel olacaktı. O ilk tercihimiz başka yönde kullanılsaydı, o andan sonraki tüm hayat çizgimiz hayırlı bir istikamette ilerleyecekti. Bu bir yanılsama. Belki o an başka türlü karar verseydik hayatımızın akışında ilk başta veya bir süreliğine hayırlı olduğunu düşündüğümüz bir durum meydana gelebilirdi. Ama bunun hayatımızın sonraki tüm zamanlarına hayırlı neticeler olarak yansıyacağının bir garantisi olabilir mi? Biz olur sanıyoruz. Mu’tezile gibi sonuçları sebeplerin (burada irademizin) tekeline verip, böyle değil de şöyle yapsaydım daha iyi olurdu diyor, başka türlü davranmadığımız için kendimizi suçluyoruz. Başka türlü davransaydık bile o andaki sonucunun dahi ne olacağı meçhul olduğu halde, sonraki bütün hayatımızın akîbetini o kör noktada yaptığımız tercihe bağlıyoruz.

Halbuki olmuş olan artık kaderdir. Cüz’i irademizin cüz’i bir kuvvet ve cüz’i bir ilimle yaptığı tercih, külli iradenin takdiriyle mühürlenmiştir. Külli iradenin sahibi, ezelî bir ilmin de sahibidir aynı zamanda. Tercihlerimizle çizeceğimiz yolu önceden bildiği gibi tercih etmediğimiz sayısız yolların da hangi akîbetlerle sonlanacağı, tüm ihtimalleri ile birlikte O’nun ilmindedir. O nedenle ancak nokta gibi küçük bir zamanı ve mekânı kuşatabilen aklımızın kısa vadede hayır gördüklerinde, tüm zamanları ve mekânları kuşatan Rabbimiz şer görüyor olabilir. Ya da tam tersi.

Yakınlarda bir vesile ile farkına vardığım Hadîd sûresinin 22. ve 23. âyetleri, şimdisini ve geleceğini keşkelere kurban eden ruhlarımıza, “olmuş olan” hakkındaki İlahi takdire teslim olma çağrısı yaparak onulmaz görünen hüzünlerimize içimizi ferahlatan şifalar veriyor:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır.

Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip öğünen hiç kimseyi sevmez.”

 07/09/2013

© 2013 karakalem.net, Oktay Gökkoca