Kategori arşivi: Risale Çalışmaları

Risale-i Nur Dershanesi Nedir?

Risale-i Nur okumakla onun hakikatlarını bir mekân ile bağlantı kurarak empatik değerlendirmek bu eğitimde esastır. Bir hakikatla mekân arasında bağlantı inşa etmek bu tarz eğitimin en önemli yanıdır.

SAMİMİ CEHD VE GAYRET

Dershane genel anlamda itikadı güçlendiren ibadete şevklendiren, Allah sevgisi, muhabbeti Nebi, öldükten sonra dirilmeye samimi inanan insanlar yetiştirir. Bu eğitim tarzının ana temasıdır esasıdır, temelidir, bütün öğreti bunun üzerine kurulur, bunda samimi bir cehd ve gayret olursa yan temalar bundan doğar.

Dershane’de kalan kişi namazına dikkati öğrenir, vaktinde kılınan namaz, o an namaz kılan milyonlarca insanın ile birlikte Allah’ın divanına duran insanların duasına kişiyi dahil eder. Büyük bir uhrevi kazanç elde eder, bunun yanında ahdine ve çağrıya sadakat gereği büyük bir uhrevi ödül de alacağı kesindir. Vaktinde kılınan namaz insana zaman bilinci verir, ömrünü semeredar yapar.

BAKMAK VE GÖRMEK

Dershane insana dinen, fikren, ilmen eşyaya ve olaylara, nesnelere bakmayı öğretir. Bediüzzaman sanatçıların bakmak-görmek şeklinde ifade ettiği şeyi dinin hakikatlerini öğretirken öğretmiş olur. Bir bakmak-görmek şablonu vardır. Haşir risalesinde, zeki bir öğrenci o şablonu sadece oradaki olaylara değil tabiata, sanata, edebiyata, metne uygulayabilir. Ancak zeki bir bahçıvan, zekânın elinde bunu gerçekleştirebilir. Bediüzzaman ilk talebelerine bu bakmak-görmek eğitimini vermiştir. Evde okunan kitap seyahatler, gezintiler sırasında kainata ve olaylara uygulanmıştır. Bediüzzaman okuyucusuna bu fiilleri öğretirken uygulamayı da seyahatlerinde ve özellikle gezilerinde vermiştir.

Dershane uygulamalı bir din ve sanat mektebidir. Okunan hakikatler hayata ve olaylara yansıtılır. Bu uygulama Bediüzzaman’ın hayatı ile isbat edilmiştir. Bediüzzaman bunu öyle hayata yedirmiştir ki, sanatçılar gibi teorik telkinde bulunmaz, elma içindeki gıda gibi farkında olmadan öğretir.

AKIL GELİŞTİRME OKULU

Dershane bir akıl geliştirme mektebidir. Akıl plastik bir maddedir. Bütün Risale-i Nur eserleri bir akıl ekolüdür. Bediüzzaman bütün eserleri boyunca yorumlamasını bilen, tefekkür edebilen, olayları tahlil edebilen, tümden gelim ve tüme varım gibi akli temrinleri öğretir. 32. Söz’ün başındaki münazara-i faraziyede aklın tevhid konusundaki acemiliklerini anlamakta zorlanan bir adama kullanarak ortaya koyar. Bu ve Haşir, Münacat ve Ayetü’l-Kübra ve diğer eserlerde, gören gözün arkasında mantıki muhakemeler yapmaya alıştırılan bir akıl ortaya konur. Akıl nasıl bir küçük çocuk gibi başlamışsa, eserleri zaman içinde gelişmiş bir akıl olur, öyle bir hale gelir ki, akıl artık her meseleyi tahlil eden mükemmel bir akıl haline gelir, bu akıl sadece yalın bir akıl değil, kalb ile birlikte çalışan bir akıldır.

Risale mektebi-okulu ve dershanesi bir kalp yetiştirme mektebidir.

Bediüzzaman filozoflar gibi yalın bir akılla değil sürekli kalb ile birlikte çalışan bir akıl geliştirir. Ayetü’l-Kübra’da akıl geliştikçe, gözlem gücü arttıkça kalb de yola gelir, metnin sonlarında itirazın ölüp kabulün çok yönlü dirilip kalbi ayağa kaldırdığını görürüz.

Risale-i Nur’da kalp iki şekilde terbiye edilir:

Birincisi kalbin hastalıkları bizzat kalp kelimesinden hareketle anlatılır, tatmininin öneminden bahsedilir, bir de akıl ve kalbi, birlikte ama kalbi aklın zımnında tutan bir akıl eğitimi vardır. Büyük eserlerin de böyledir. Haşir’de farklı yollarda giden akıl ve kalp metnin sonunda birleşirler. Diğerlerinde de böyledir.

Risale-i Nur Dershanesi dini kavram ve temaları derinliğine öğreten, mantıki ve akli deliller ile ortaya koyan bir dershanedir.

Dershane ilim ve fen bilimlerini sentezleme merkezi olması haysiyetiyle bir ilimsel kurumdur.

Batı on yedinci yüzyıldan itibaren ilim ile dini birleştirmeye muvaffak olamamış, böyle bir genel maksat etrafında değil, bazı muvahhit filozoflar ilimle fenni birleştirmek için konuşmuşlarsa da ilmi ve fenni dini yoruma açacak iktidarları olmadığı için yüzeysel ve birkaç kelime ve cümlede kalmışlardır.

Bediüzzaman coğrafya, tarih, matematik, fizik, biyoloji, kimya, tıp, astronomi, jeoloji, epistemoloji ve daha birçok ilimlerin tevhid gözüyle değerlendirmesini yapmış, bilimin gözlem ve deneyle elde etmiş olduğu verileri din ile birleştirerek âlimleri ateizmden, din adamlarını da yobazlıktan kurtarmıştır.

ÇİMENTO TERKİPLİ ESERLERE İHTİYAÇ

Bu yönü ile dershane, bilim tarihinin gerçekleştirmeye imkânı olmayan bir büyük işlevi vardır.

Dershane modernist dünya görüşüne doğru gitmeye başlayan Osmanlının cumhuriyetle buluşmasından sonra, modernizm kurtarıcı bir düşünce olarak kabul edilmiş, ama bir milletler esperantosu olan Osmanlı, bu faaliyetle bilinçli olarak çözülmüş ve arkasından Osmanlı tipi de elindeki çimento terkipli eserler alınınca insanların ve milletlerin elinde değerler gitmiş sadece ırklar kalmıştır.

Irkı süsleyen ve zenginleştiren fikirler kovulunca çıplak ırklar üzerinden ideolojiler ortaya konmuş herkes kendinin daha mutlu olduğunu ileri sürecek kadar ahmaklaşmıştır.

Bediüzzaman yirminci yüzyılı kana boyayan ırkçılık illetlerinden kurtarmayı dershane modelinde gerçekleştirmeyi başarmıştır.

Yirminci yüzyıl ile birlikte milletler birbirine yabancı olmuş, Avrupa bir kan gölüne çevrilmiş, Avrupa’nın belli başlı milletleri birbiri ile savaşmıştır. Fransızlar ile İngilizler Waterloo da, Ruslarla Fransızlar Borodino savaşında birbirlerini katletmişlerdir. Daha başkaları da var.

BEDİÜZZAMAN FARKLI MİLLET FERTLERİNİ BARIŞTIRIP SEVDİRDİ

Bediüzzaman eserleri ile birbirine düşman milletleri barıştırmıştır.

Milletler arası Risale-i Nur Sempozyumunda bir Alman papazı bir olay anlattı: Bir alman şehrinde savaşta esir düşen insanlar bir caddeden perişan bir şekilde giderlerken, Almanlardan merhametli olanlar onlara yardım için çeşitli şeyler hediye ederler, karınlarını doyururlar. Arada düşmanlık hisleri gider, insanlık hisleri yerine gelir.

Bu dramatik örneği verdikten sonra Papaz; “İşte Bediüzzaman milletleri birbirine sevdirdi, bu şekilde.” dedi.

Bediüzzaman’ın ilhamı ile açılan okullar için bir Afrikalı din adamı; “Okullar beyaz adama bakışı değiştirdi.” diyor.

Şimdi Risale-i Nur okuyarak tarih boyunca birbiri ile savaşmış milletler dost oldular. Ruslar Türklerle defalarca savaşmışlar, şimdi Ruslar Risale okuyor, Müslüman oluyor ve kendini bu yola adıyor.

Daha çok örnekleri var bu vakanın. Bu dershanenin marifetidir, eser ile mekânın zaferidir.

İMAN BİRLİĞİ KALB BİRLİĞİ İSTER

Medrese tanrısal sanat eserleri olan kozmik varlıkları tevhid noktasında değerlendirir, sanat da nesneler arasındaki sanatsal birlikleri armonikal açıdan birleştirir. Bediüzzaman farklı nesneleri bir gaye etrafında birleştiren tevhidi, nesneler arasında da gerçekleştirir, aynı armonik tevhidi düşünceyi talebelerine ve insanlara verir. Tevhid bahislerindeki birleştirici külli mantık ile insanların da birbirini birleştirmesini salık verir, “Tevhid-i imani elbette tevhid-i kulubu ister.” der, aynı şekilde insanları birleştiren eşyaları da birleştirir, onlar arasındaki ortak özellikleri görür. Evrendeki nesneleri işlevsel olarak birleştiren tevhid, insanları da düşünceleri ve inançları ile bir araya getirir. Bunları Bediüzzaman sanata uygular, özellikle müteferrik sanat yorumlarında.

DİNİ KAVRAMLAR VE GÜZELLİK

Bediüzzaman dine estetik bir izah getirmiştir. Âlemi insanlar daha güzel şeyler yapsınlar diye yaratmıştır Allah.

Bediüzzaman Peygamberin varlığını, güzellikten, estetikten hareket ederek isbat eder, Onuncu Söz’ün Üçüncü İşareti’nde,

Sünnete ittibayı güzel davranışlar sergileyen peygambere uymak şeklinde izah eder, evrenin güzelliği güzeller güzelinin güzelliğini, insanın güzel olması ile birleştirir. Ahireti güzellikten hareketle izah eder, her yaptığı güzel olan Allah insanı toprağa gömüp farelere yedirmez, melekleri güzellikle izah eder, bütün güzellikleri insanlar takdir edemez, güzellikleri takdir için melekler gerekir der.

Bütün dini kavram ve temaları güzellikten hareketle izah eder.

Felsefeye estetik getiren Kant, dine estetik getiren Bediüzzaman.

BEDİÜZZAMAN İNSANIN MELEKELERİNİ TEVHİDLE YÖNLENDİRİR

Bediüzzaman âlemi tevhid ile dağılmaktan kurtarır.

Ateizm her varlığı başıboş, yetim, kendi başına göstermektedir.

Bediüzzaman onları birbirine işlevsel ve estetik açıdan birleştirir,
onları birleştirirken insanın melekelerini birleştirir,
gözü şehvetten, güzellik seyrine getirir,
kulağı terörist müzikten manalara,
aklı mantıklı yorumlara velhasıl her şeyi alemdeki muhtelif nesneleri birleştirdiği gibi insanın da melekelerini tevhid eder, insanın başarısı bir konsantrasyon ile gerçekleştirir.

YÜKSEK BİR GAYEYE BAĞLI FAYDALI OLMA

Kuvvelerini denetleyen ve bir maksad arkasına koşturan bir insan başarılı olur. Bu da bilimin ve dinin başaramadığı bir birleştirmedir, kabiliyeti dağıtmadan toparlayıp bir yüksek gayeye bağlamak.

Mektep programları her şeyi öğreteyim derken hiçbir şeyi öğretmeyen bir maksatlı mantık ile düzenlenmiştir. Bediüzzaman neyi öğretmesi gerekirse onu öğreten seçici ve ayıklayıcı bir eğitimcidir.

Eğitimin maksadı kendi kendine yeten insanlar üretmektir.

Bediüzzaman bir dershanede kalan insanlara din, ibadet ilmi, muaşeret, insanlara hizmet, asgari düzeyde bir ev idaresi sanatı, gelene gidene en iyi hizmeti vermek, onların maddi ve manevi ihtiyaçlarını onlara sunmak gibi şeyleri bir insanda toparlayan bir topyekün eğitim kurumudur.

Dershane diğergam bir kuruluştur. Bulunduğu sokağa, apartmana ve siteye, mahalleye çeşitli şekillerde hizmet götüren, onların çocuklarının dini, milli ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan bir anonim kuruluştur. Birbirine selam vermeyen komşular yerine, çevrenin dertleriyle ilgilenen insanlar yetiştirmek.

SIRA ÜSTÜ ŞAHSİYETLERE SEVGİ VE BENZEME HİSSİ

Dershane mükemmel ve sıra üstü şahsiyetlere sevgi ve onlara benzeme hissi aşılar. Peygamberler, veliler, sofiler, asfiyalar, ashap, üdeba ve daha birçok büyük insanlar gurubuna sevgi üretir, insan onlara benzemek ister. Mucizat-ı Ahmediye eserinde ashabın yaşadığı dünyayı onların peygamberle ilişkilerini anlatarak onları sevdirmeye özendirir. Bir sevgi mektebidir dershane.

Dershane bir tarih felsefesi mektebidir, Kur’an’ın olaylar ve insanlara bakışında beşer tarihinin göremediği hikmetleri anlatır. Cengâverliğe değil, insanı insanlaştıran tarihe özendirir. Tarihimizin her dönemini ara cümlelerle değerlendirir, eleştirir. Sahabe tarihini, savaşlarını, aralarındaki çekişmeleri hikmetli ve tarafgirlik hissi vermeden anlatır.

Hazreti Ali ve Cemel vakası, ashap arasındaki olaylara mantıklı bakar, insanları sorumsuz düşünceden kurtarır.

KUR’AN KISSALARINI YENİDEN YORUMLAMA

Risale-i Nur dershanesi hayata insanı bir sinema gibi seyrederek bakan hikmetli gözlere sahip insanlar yetiştirir. Tarihe, dine, gündelik hayata, sinema gibi bakmayı, seyredip içine girmemeyi öğretir.

Tiyatro, roman, sinema ve hikâye gibi eserlerin en makul ve milli örneklerini verir. Eserlerinde Kur’an’daki kıssaları yeniden yorumlar, dini çekirdek temaları hikâyeler ile yeniden yorumlar.

İman sineması ile bakar hatta Kur’an sineması terimini kullanır. Kendisi de hayatı bir sinema gibi seyreder. Muhafazakârların kabul etmediği batı kaynaklı temaları ve araçları dini ve milli bir şekilde yorumlar ve onları zararsızlaştırır.

Haşir bir romandır ama batı romanı gibi değil, küçük sözler hikayelerdir ama hikayemiz gibi değil,

Bir ve İkinci Lem’a Kur’an kıssalarını yeniden yorumlamaktır, 32. Söz’ün Birinci Kısmı bir tiyatrodur, Ayetü’l-Kübra bir tiyatrodur, bir sinemadır, bir romandır.

O zararlı gösterilen türleri bile gözden geçirir ve tezkiye eder önümüze sunar.

O konuları açıklamayı öğretir, onun deyimi ile nahiv ve kelam felsefesi yapar.
Bunları Muhakemat’ta öne sürer. Yani meal vermez hakikatı en iyi yansıtan örneği bulur; temsili bulur böylece onun meali ile yetinmez, onu en iyi şekilde anlaşılan bir hale getirir.

EBEDİ MÜCEVHERAT HAZİNESİNİN BİLETİ

Temsil örnekleme metodu eğitimin en önemli metodudur, buna dramatize etmek de denebilir. Aç bir adamın halini dramatize etmek nasılsa, Hamsun’un Açlık eserindeki gibi, Bediüzzaman da dini fikir ve inançları insanın anlayacağı şekilde dramatize eder.

Namaza “ebedi mücevherat hazinesinin bileti “ diyerek onu dramatikleştirir.

En zor hakikatleri örnekleme metodu ile anlaşılır hale getirir.

Bu da kimse tarafından başarılmamış bir büyük irtifadır, o dershane var ya, o dershane bunları gerçekleştirmiştir. O dershanenin yaptıklarını eğitim tarihindeki eğitim mekânları ile karşılaştıran bir eğitimcinin en önemli çalışması olabilir.
Nerdesin ehli gayret,
nerdesin ehli himmet?
İşte sana hizmet.
Hala günlük işlerle oyunda oynaştasın,
oğlum sen de bir Fatih olacak yaştasın,
kızım sen de Fatihler doğuracak yaştasın.

ALLAH ÂLEM VE İNSAN

Evreni yorumlamak, güneşin, ayın, gezeğenlerin birer birer ve toplu anlamlarını ve insanın onların içindeki durumunu vuzuha kavuşturmak, ilk insandan beri en büyük sorun olmuştur.

Hz. İbrahim ilk yorumculardan, yorumları ve mülahazaları ile bir sonuca varır. Bütün peygamberler varlığın yorumlarını yapmışlardır.

Bediüzzaman bir yer altı mağarasına nereden girmeyi planlayan ama bir türlü giremeyen insan gibi, varlığı yorumlamakta zorluk çeken insanlara bu “muamma-yı müşkül küşa ve tıslım-ı hayret feza olan Allah, âlem ve insan yorumlarının yüzyıllar içindeki en önemli örneklerini verir.

Kişiliği vahşi ve olayların tazyiki altında ezilen ama çıkış yolu bulamayan asrımızın bunalımlı insanına evreni, kendisi ile ülfet edilen bir varlık durumuna getirir, onlarla arkadaş yapar. Bu da her öğretim tarzının başaramadığı bir büyük irtifadır, Bediüzzaman bunu da başarmıştır.

Bediüzzaman büyük bir psikolog ve psikanalisttir. Çocuğunu ve annesini kaybetmiş bir sanatçı kadının içindeki psikolojik travmayı Freud psikanalitik seanslarla tedavi eder. Bediüzzaman en yıkıcı ruhsal buhranlara, inkâra, ölüme, öldükten sonra dirilmeye yaptığı tevhidi ve nebevi yorumlarla çareler getirir. İnsanları teskin eder.

BEDİÜZZAMAN HAKİKATLARI SÖYLER

İhtiyarlar Risalesi’nde ömrünün son dönemine gelmiş ihtiyarlara bir ruhsal tedavi merkezi açmıştır.

Hanımlar Rehberi yine bir psikanalitik–dini bir tatmin eseridir,

Gençlik Rehberi yine öyle!

Haşir ölümü yokluk gören ruhun travmasını dindirir, tevhid gibi olmayınca âlemi bir vahşet ve kendini farelere yem gören insanı geldiği gittiği yer belli olan intizamlı bir canlı haline getirerek onu tatmin eder ve emniyet içine yaşatır.

Risale-i Nur Dershanesi bir felsefe eleştiri mektebidir. Meşaiyyun, Tabiiyyun, Tabiatçı Materyalist, İdealist, Nihilist bütün felsefi mekteplerin yanlış görüşlerini tedavi eden bir büyük eser külliyatıdır.

Onun cümlelerinin arka planında filozofların sözleri vardır.

Onun her sözü birkaç filozofun cesedi üzerinde söylenmiştir. Ama o hodfuruş değildir, hakikat peresttir, hakikatı söyler.

Sadece onların nasıl böyle yanlış şeyler düşündüğü söz konusu olunca, büyük filozofların olaylara yakından bakamadıklarını bu yüzden yanlış yaptıklarını anlatır, Tabiat Risalesi’nde.

Bediüzzaman bilim tarihinin içinden çıkılmaz sorunlarını çözümlemiştir. Bir epistemoloji mektebidir. Atom konusu iki bin yıldır yorumlanır, onun arkasında birçok filozof helak olmuş, ateizmin çukuruna düşmüştür, Bediüzzaman bu konuyu en ideal bir şekilde savunur, onun ana temalarından biri atom konusudur. Atom ile ilgili fikirleri bir risale olacak kadar geniştir.

Bediüzzaman fiziğin ana temalarını anlatır, hareket, ışık, matematiğin ve estetiğin geometrinin birbiri ile bağımlı tez ve temalarını anlatır. Büyük bir matematik, fizik, felsefecisidir. Türkiye’de ilimlerin felsefesinden habersizdir profesörler, Bediüzzaman onlara bunların felsefesinin ilimde ve dinde örneklerini verir.

HER HAKİKATIN ÇOK FARKLI NOKTALARI

Dershane bir perspektif eğitim odağıdır. İnsanlar hep aynı şeylere aynı şekilde bakar ve öyle olurlar. Bediüzzaman her hakikate çok farklı noktalardan bakar, Kur’an’a kırk değişik noktadan, insana kırk değişik noktadan, evrene yirmi değişik noktadan bakar. Fenlere yirmi değişik noktadan… Bunlar anlatmakla bitmez, Bediüzzaman farklı bakışların insanıdır, onun dershanesi bütün bunları verecek büyüklükte ve derinliktedir. Ama o büyük bahçenin bahçıvanları ne yaptıklarının farkında olsalar daha büyük şeyler yapacaklardır, ama ne yazık ki bu anlamda büyük insanlar yetiştirmek mesele. Yönetme ve liderlik gibi hevesler yüzünden insanları eğitmeyi arka plana atan insanlar olmamalıyız.

Dershane insandaki bütün menfi telakkileri yavaş yavaş tedavi eden bir rehabilitasyon kurumudur.

Prof. Dr. Himmet Uç

Peygamber ve Eazımın Sahabeti (Isparta Kahramanları -2)

Bediüzzaman’ın eserlerinin ortaya çıkması için Hz. Peygamber ve Hz. Ali, İmam-ı Rabbani ve Gavs-i Geylani’nin sahabetleri vardır.

 Şükrü Efendi Bediüzzaman’a köşkünü tahsis etmiş.

Hazret-i Peygamber Bediüzzaman’ın yaptığı ile alakadardır, onun müzahereti bu insanları şoka sokar.

Şükrü Efendi, köşkü verdikten sonra rüya görür. Rüyada ona diyorlar ki “Senin o köşküne Hazret-i Peygamber (asm) gelmiş. O da koşarak gidip Hazret-i Peygamber (asm)’ı çok nurani ve sürurlu bir halde bulup ziyaret etmiş.

Tensibatın tarafları Hz. Ali, Abdülkadir Geylani,

 İmamı Rabbani,

Nebiyyi Zişan Efendimizdir.

Gölgesinde olmayı şeref telakki ettiğimiz bu azametli eşhas Bediüzzaman’ı bu işi yapmaya hazırlayan ve yazması için şartları hazırlayan heyet-i azime-i beşeridirler. Bediüzzaman onların önünde helâket ve felaket asrının mebusudur.

Celcelutiye, Dua, Mektuplar, Rüyalar bu sahabetin delilleridir.

Kahramanlar seçilmiş özel insanlardır

Kahramanlar seçilmiş insanlardır¸ Bediüzzaman’ın tabiri ile m ü n t e h a p t ı r lar. Hulusi Bey ve Sabri Efendi’yi anlatırken bu kelimeyi kullanır, seçen kendisi değildir, demek bir büyük dava ve telif ve mücadele için insanlar gaybi bir seçici tarafından seçilmiş ve Bediüzzaman’ın etrafında yer almışlardır.

Risale-i Nur’un telifi büyük bir hadisedir.

Taraf-ı ilahinin tensib ettiği bir mebhastir.

 Din-i mübinin güneşi küsufa tutulmuştur,

Müslümanların gafleti

batılı şerli komiteler,

 felsefe, dinsiz sanat, fen ve

irtidat insanlığın zihninden silinmesi gerekir.

Baharı mahzen-i erzak bir vagon olarak insanların behimi ihtiyaçlarına gönderen bir İlah, itikatsız, münkir, mürted, gafil insanlara elbette yeni bir ışık gönderecektir.

1911’li yıllarda gördüğü rüyada ona: “İcaz-ı Kur’an’ı beyan et” emrini verenler, taraf-ı ilahide bu konunun önemli bir bahis olduğunu ortaya koyuyorlardı.

 Bediüzzaman yetmiş yıllık tezi olan bu bahsi en olumsuz şartlarda gerçekleştirmiş ve müsterih olarak dar-ı uhraya göçmüştür.

 Eserleri basılırken “bugünler benim bayramım” derken onun ömrünü geriye doğru bir sinema gibi gözden geçiren bunun ne kadar harika bir bayram olduğunu anlar.

Yapılanlar “fütuhat” diye nitelendirilir?

Hacı Hafız Mehmet,

 Sav ve diğer köylerde yaptığı faaliyet, hizmetin inkişafına sebeb olur.

Risale-i Nur’u yazanların adedi birden bine çıkar. Kadın erkek çoluk çocuk demeden herkes risale yazmaya başlar.

 Bediüzzaman bu yapılanı fütuhat olarak niteler. Bu kelimeyi birkaç yerde kullanır. Bizim tarihimizdeki fetihlerden farklı bir fetihtir, bir coğrafyanın, bir ülkenin değil bütün dünyanın manen fethidir Risale-i Nur. Bugün o sözün manası daha iyi anlaşılmalıdır.

Dolayısı ile Bediüzzaman Fütuhat sözünü kullanırken bilerek yaptığını kastederek kullanır.

Bediüzzaman Risale-i Nur ve kahramanların başarılarını f ü t u h a t olarak niteler, mazide büyük kumandanların yaptıklarını fütuhat olarak niteler, Mesela hazret-i Ömer’in çok fütuhat yaptığını söyler. Birçok büyük insanın fütuhatından bahseder.

 Şimdi bu kelimeyi farklı bir şekilde talebelerinin yaptıkları işlerde kullanır. Bediüzzaman bunlara fütuhat-ı Nuriye der.

Risale-i Nurun fütuhatı der.

Zülfikar ve Asa-yı Musa’nın fütuhatı der.

Medresetüzzehranın fütuhatçı mahsulâtı der.

 Nurların parlak fütuhatı der.

 Ayetü’l-Kübra’nın fütuhatı der.

Hakaik-i imaniyenin fütuhatı  der.

Risale-i Nur külliyatının mazhar olduğu ilahi fütuhat,

 kalemlerinizle hasıl olan fütuhat.. der fetih ve fütuhatın mazideki kullanışından farklı bir yolda kullanır.

Alternatif kahraman üretimi 

Bediüzzaman’ın eserlerinin de kahramanları vardır, onun eserlerindeki birinci şahıslar kahramandırlar.

 Mesela Haşir risalesinde iki kahraman vardır, bunlar aralarında münazara münakaşa ederek haşir hakikatinin sübutunu sağlarlar.

 Ayetü’l-Kübra’daki seyyah bir kahramandır, o da kâinatı sorgular ve her şeyden Allah’ı sorar.

 32 Sözün birinci mebhasindeki farazi şahıs da yine bir hakikatin vuzuhu için üretilmiş bir şahıstır.

Küçük hikâyelerde hep kahramanlar vardır, bir hakikati açıklığa kavuşturmak için konuşurlar konuşturulurlar.

Bediüzzaman romanın alternatifi metinler üretmiştir. Dolayısı ile gerçek kahramanlar üretmiştir, macera peşinde insanlar değil gerçeğin, itikadın, hakikatin peşinde olan kahramanlar.

Bediüzzaman Kahraman kelimesini farklı yerlerde kullanır.

 Bu leitmotiv(temel motif) tekrarlar onun kimlerin kahraman olduğu konusunda bir tezi olduğu gibi, kendi kahramanlarını da meydana getirmiştir.

 Abdülkadir Geylani’nin irşadı ile hidayete ermiş olan Şehbaz-ı Kalenderi bir kahramandır.

 Tarik-i Nakşî’nin önde gelen bazı büyüklerini kahraman olarak isimlendirir.

 Hz. Ali bir şecaat kahramanıdır.

Sa’d İbn-i Ebi Vakkas bir kahraman-ı İslam’dır.

Abdullah ibn-i Zübeyr bir kahraman-ı âli-şandır, Haccac’a karşı dayanmıştır.

İmam-ı Rabbanî silsile-i Nakşî’nin bir güneşi ve kahramanıdır.

 Hz. Ali Esedullah unvanı kazanmış bir kahramandır.

Kadınlar şefkat kahramanlarıdır.

Cengiz’in ordusunu sayısız mağlub eden Celaleddin Harzemşah bir kahramandır.

Hz. Eyüb sabır kahramanıdır.

Talebeleri Medresetüzzehra kahramanlarıdırlar.

Hasan Feyzi Denizli kahramanıdır.

Hz. Ali ve Şah-ı Geylani kudsi ve harika kahramanlardır.

 Merhum Abdurrahman Nurun birinci şakirdi ve kahramandır.

 İslam ve vatan için ölenler milyonlar kahramandır, başlarını feda etmişlerdir.

 Zübeyr Abi Konya kahramanıdır.

 Risaleleri tashih edenler kahramandır.

 Hüsrev Abi kahramandır.

Elmas kalemli ve kahraman kalpli muavinlerdir Bediüzzaman’ın arkadaşları.

Tahiri Abi bir kahramandır.

Bu milletin ecdatları kahramandır.

 Bediüzzaman milleti kahraman milletin evlatları olarak vasıflandırır.

İslamiyet’in en kahraman milleti Türk milletidir, onun terminolojisinde.

Hazret-i Ali bir şecaat kahramanıdır.

Ecdadımız dindar ve bir milyar kahramandır.

Atatürk bu kahraman hoca bize lazımdır diyerek Bediüzzaman’ı birlikte çalışmaya çağırmıştır.

 Nur talebeleri iman yolunda bu asra meydan okuyan kahramanlar kafilesidir.

 Bütün peygamberler kutsi kahramanlardır.

Risale-i Nur’un bir şehid kahramanıdır Hafız Ali.

İmamı Rabbani kahraman bir imamdır.

 Sav ve Homa kahramanları, Isparta ve civar kahramanlarıdır.

Bu millet bin seneden beri dünyayı diyanetiyle ışıklandıran ve bütün dünyanın tehacümatına karşı salâbet-i diniyesini kahramanâne müdafaa eden bir millettir.

 Türk milleti ve kardeşleri eskisi gibi dinine ve Kur’ân’ına sahiptir ve sair ehl-i İslâm’ın dindar büyük bir kardeşi ve Kur’ân hizmetinde kahraman kumandanıdır. Fatih devrinde kahraman İslam hâkimi Hızır beydir.

 Tarihimiz, Yıldırım, Fatih, Süleyman, Selim’in kahramanlıkları ile doludur. Bediüzzaman küfre karşı sedd-i K u r ‘a n î tesis eden muhteşem bir kumandandır. Bediüzzaman’ın varisleri on iki kahraman kardeştir.

 Nur talebeleri Medresetüzzehranın ve Nur Fabrikasının kahramanlarıdır.

 Türk milleti İslamın kahraman bayraktarıdır.

Eski zamanda mücahid kahramanların kılıçlarıyla hizmet ettikleri gibi nur kahramanları da kalemleriyle hizmet etmişlerdir.

Adnan Menderes bir İslam kahramanıdır.

Isparta kahramanları Türklerin yine İslamın kahramanıdır kanaatini yenilemişlerdir. Risale-i Nur İslamın iki kardeşi olan Türk ve Arab’ı birleştirecektir.

Tahiri Abi yazı yazarken bir kuş pencereye konar o da kahramandır.

Bediüzzaman Isparta’nın taşını toprağını neredeyse kahraman ilan eder.

Ayetü’l-Kübrayı  tab’ edenler kahraman kardeşlerdir.

Nurs köyünün sakinleri Bediüzzaman çocukken de kahraman tavırlıdırlar.

 Sungur Abi Nurları ilk tanıdığında Eflani’nin küçük kahramanıdır.

Demokratlar da kahramandır.

 Sungur Abi ilk dönemlerinde küçük bir Hüsrev’dir ve kahramandır.

 Sav köyündeki bin kalem hepsi kahramandır.

 Risale-i Nur yazan masum çocuklar da küçük kahramanlardır.

 Bediüzzaman ölümü istihkar eden bir kahramandır.

Üstad talebelerinin kahraman Üstadıdır.

Nur şakirtleri kahraman ecdatlarından aldıkları kahramanlığı Risale-i Nur uğruna ettikleri fedakârlıklarla devam ettiriyorlar.

Nur talebeleri hakikat kahramanlarıdır.

Bediüzzaman’ın divan-ı harpteki müdafaası kahramanca bir müdafaadır.

 Rüstem ve Herkül’ün kahramanlıkları beş para faide vermemiştir insanlığa.

Tarikatı hizmete tercih edenler Isparta kahramanlarına yetişemezler.

Bu millet cihangir Asya ordularının torunlarıdır.

Mustafa Kemal Üstad için “sizin gibi bir kahraman hoca bize lazımdır” demiştir. Şeyh-i Geylani kahramanlar kahramanıdır.

Nur talebelerinin yolu milyonlara sığmayan kahraman şehitlerin mukaddes yoludur. Kahraman kelimesini bu kadar iptilalı bir şekilde kullanan Bediüzzaman eserlerini okuyanlara kahramanlık telkin eder, roman ve tiyatro, sinemanın lanse ettikleri sahte kahramanların yerine onları ikame eder, alternatif bir kahraman dünyası vitrinine koyar.

Felsefe, sanat, roman ve tiyatro kahramanlar üretmiştir

Bu kahramanlar yüzlercedir, binlercedir. Avrupa romanında her millet romanlarında insanlığın başına bela olan kahramanlar üretmişlerdir.

Dinlerin ürettiği kahramanlar bu edebiyatın sanat ve felsefenin ürettiği kahramanların karşısında tutunamamıştır.

Bediüzzaman eserlerinde ürettiği kahramanların hepsi bunlara alternatif kahramanlardır.

Isparta kahramanları bu metinleri okuyan o metinlerdeki kahramanlara göre kahramanlaşan insanlardır.

Hem kahramanlıklar yapan hem de okuyup yaşadıkça kahramanlaşan insanlardır. Barla Lahikasındaki 300 mektup bu okumaların talebelerin ruhunda meydana getirdiği kahraman itikadı ve ruhunu anlatır.

Barla Lahikasında yaklaşık üç yüz civarında mektup vardır.

Bediüzzaman 71

Hulusi Bey 40

Hüsrev Abi 34

Hafız Ali 10

Binbaşı Asım Bey 10

Yüzbaşı Refet Bey 11

Hoca Sabri 31

Zekai 12

Tamamı 220 mektup, bir de bir veya iki mektubu olan mektup sahipleri var, tamamı yaklaşık 300’ü bulur.

                       

Maharetli Bir İlişki, Dava Münasebeti ve Hizmeti

Bu mektuplar birbirlerine cevap tarzında kaleme alınmışlardır, yazılan mektuplara verilen cevaplardır.

Bediüzzaman talebeleri arasındaki ilişkileri ve dava ile olan münasebetleri de yöneterek büyük bir maharet göstermiştir.

Okuyucu, eleştirmen ve takdirkârdırlar, bu yönü ile de kahramandırlar.

Orijinaldirler ve eserlerin kıymetini objektif olarak tesbit etmişlerdir.

 

Hafız Ali bir arkadaşına,

 “Sen ayaklarına demir çarık giysen, tayyare ve şimendifere binip dünyayı gezsen ne böyle bir eser ne de böyle bir hizmet bulabilirsin, sen bu eserleri yazmaya devam et.”

Hulusi Ağabey te’lifde

Bediüzzaman’ın müşaviri ve yorumlamada eserlerin eleştirmenidir.

Bediüzzaman onun eserleri hakkındaki kanaatlerini merak eder. Bu da Barla lahikasında yazdığı kırk mektupta telif edilen eserler hakkında ilk yorum ve değerlendirmeleri yapar, Üstadına bildirir.

Üstad da yazdığı yetmiş adet mektupta yer yer onu muhatab alır, ona cevap verir.

Bediüzzaman onu ve Hakkı Efendiyi yüz talebe hükmünde görür.

 Biz Üstad ile bu zatın görüşmelerin hakiki mahiyet-i nefsü’l-emriyesini bilemiyoruz. Risale-i Nur gaybi bir tasarımdır, o tasarımın en büyük mutasarrıfı Bediüzzaman’dır ama eserlerin telifi konusunda iki şahsın ilişkilerini kaleme dökmek mümkün değil. Bediüzzaman müsaade ettiği kadar ifade edebiliyoruz.

                                               Barla ve Sözler İki Güneş

Üstadın ilk ve daha sonraki talebeleri içinde Üstadın yazdıklarının felsefecilerle olan ilgisi konusunda en hakimane sözü o söyler. Bu onun iyi bir eleştirmen ve değer biçici olduğunu gösterir.

“Hükema-yı felasifeyi beht ve hayrette bırakan” der Sözler isimli eser için.

Barla ve Sözler iki güneş gibi, Barla bir güneş, Özellikle S ö z l e r isimli kitap oradan doğmuş ve dünyayı etrafında gezegenvari dolaştırmıştır. Kur’an-ı Azimüşşan’dan nebean eden hiçbir eser Sözler kadar dünyayı etkilememiştir ve etkilemeye devam edecektir.

Bediüzzaman özellikle ondan eserleri hakkındaki kanaatlerini merak eder, umumun eserlere nasıl bakacağını onun beyanlarına göre değerlendirir, çünkü ikisi de farklı yerlerden gelmişlerdir.

Bediüzzaman ile onun kanaatleri Nurların oluşturulma ameliyesinin, harcının bir sentezlemesidir.

 Bu da gaybi bir iştir.

 Çünkü her sabah onun yanında her akşam birlikte olan bir mülakat kim bilir bizim bilmediğimiz nelere neden olmuş, neler birlikte yoğrulmuş ve insanlığa sunulmuştur.

Dinler, bilimler, felsefe tarihinin bu büyük sorgulaması olan Bediüzzaman’ın eserleri elli yıl okuyarak karihasını elde etmiş bir insanın kafasından dışarı çıkarken Hulusi Abi ilk muhataptır.

Üstad onun kendisine Barla’ya motorda giderken gösterildiğini söyler. Sene 1924 onunla muhatap olduğu yıl 1929 beş yıl öncesinden o ona yolda gösterilmiş, bunun da izahını biz nasıl yapalım.

 Barla’ya giderken Hulusi Bey ona gösterilir.

 Barla’da ilk muhataplarından biri Şamlı Hafız Tevfik, diğeri Santral Sabri’dir, gaybi bir el her şeyi hazırlamış, ne söyleyeyim. Bunları bilse en muannit insan bile Bediüzzaman’a teslim-i silah eder.

Hulusi Bey’in şu cümleleri Üstad’ın merak ettiği şeylerdir.

Üstad da bir insandır, hiçbir şey geleceği ile garanti edilip önüne sunulmamıştır, her yazar gibi onun da eserlerinin akıbeti hakkında düşünmesi normaldir. Ümidin genel bir kanavası varsa da kanavanın  içini doldurmak başka bir konu.

Barla’da telif ondan sonra hukuki mücadele, hapisler, arkasından Bekir Bey’in savunma yılları… Bu yüzden bu eserler kadar tarihte hiçbir eser çile çekmemişlerdir. Zulüm çözülmüş, deccaliyet iflas etmiş, prangalar eskimiş, Bediüzzaman ve talebeleri ortaya çıkmıştır.

Şimdi Hulusi Abi’nin ifadeleri:

“Üstadım müsterih olunuz. Bu Nurlar ayakaltında kalamazlar. Onları Dellal-ı Kur’an’dan enzar-ı cihana vaz eden Halık (CC) bizim gibi kimsenin ümit ve tahayyül edemeyeceği aciz insanlarla bile neşir ve muhafaza ettirir.”

Dr. Yusuf Kemal Durakoğlu,

 Hulusi Abi kanalıyla nurları tanımıştır. Hulusi Abi ona Miraç bahsini okumuş, nasıl olduğunu sormuş. Çünkü Üstad da ondan sorarmış. Yusuf Kemal eser için,

 “Eserin büyüklüğünü takdir etmek için İslam olmaya bile lüzum yok, insan olmak kâfi.” Nurları nasıl takdir ettiğini bizzat Üstad’a anlatır.

“Hocam emaneten bendenizde bulunan iki kitabı emrediyorsunuz. Bendeniz de yalvarıyorum ki gelecek hafta takdim edeceğim çünkü küçüğünü iki defa, büyüğünü bir defa okuyabildim. İhatamın darlığı ve aczim dolayısıyla idrakim de kıttır. Binaenaleyh sizin o muhteşem temsillerinizi defalarca daha okumak istiyorum ki cüz’i külli bir alaka hâsıl olabilsin.

Ya Rab o ne büyük mantık, o ne büyük müskit beyan ve tarz-ı telakki:

“Ah üstadım bu mübarek dinin mübecceliyetini idrak ve ihata ve takdirde size ve ancak size medyun-u şükranım ve minnettarım.”

“Tam manalarıyla mefhumlarını kavramak iktidarında olmadığım o yüksek eserlerinizi fırsat buldukça okuyorum. İrşad-ı aliyeleri unutulmaz ve şaheser hatıradır. Mezarıma kadar dini akidelerinizin esiri ve kurbanıyım. Üstadım sizin Sözler’iniz benim dini muhayyilemi cidden değiştirdi. Ve daha sevimli bir mecraya sevk etti. Şimdi bendeniz,  doktorların düşündüğü gibi düşünmüyorum.”

                                      Cenab-ı Haktan İntibah İstemek

Bediüzzaman doktorun bu müdakkikane nazarını ve değerlendirmelerini beğenir. Ona yazdığı mektupta anlatır.

“Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimi ve aziz dostum.

Senin hararetli mektubunun gösterdiği intibah-ı ruhi şayan-ı tebriktir….

Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen malumatın içinde ne kadar lüzumsuz, faidesiz, ehemmiyetsiz odun yığınları gibi camid şeyler bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o f e n n î malumatı o f e l s e f î maarifi faideli nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lazımdır. Sen dahi Cenab-ı Haktan bir intibah iste ki senin fikrini Hakîm-i Zülcelâlin hesabına çevirsin.”

Sabri Efendi yüksek zekâya ve karihaya sahiptir.

 “Hikmetü’l-istiaze’nin ikinci kısmı öyle kıymettar bir hazine-i cevahir ve maraz-ı vesvesenin iksir bir ilacıdır ki:

Âlem-i faniden bekaya göçünceye kadar, nefis ve şeytanın hücumuna maruz bulunan insan kalbinin üzerine asıp beraberinde taşımalı. O iki düşman her zaman köpük gibi, zahirde bir şeye benzeyip, hakikatte ele avuca girmeyen hayali itirazat-ı muannide yaparlar. Onlara karşı en rasin tahassüngah ve en güzel esliha ve bu uğurda sarf edilecek halis sikkeler bunlardır.” (Barla Lahikası, s. 183)

Bütün Isparta kahramanları hem okuyucu, hem yazıcı hem de ders yaparlar.

 Hulusi Bey dersler hakkında bilgi verir, Refet Bey ve Asım da aynı şekilde, özellikle Sabri Efendi okuyan ve değerlendiren bir zekâdır.

Refet Bey okuma sırlarını da anlatır.

 Eserlerin tenkid edilemeyecek kadar yüksekte olduğuna dair bir beyanda bulunur. “Bütün eserlerinizi takdir ve kemal-i istihsan ile karşıladığımız malum-u âlileridir. Esasen tenkid edecek kudret-i ilmiye değil bizde T ü r k i y e  u l e m a s ı n d a  olmadığı hadisat ile sabittir.” (Barla Lahikası, s. 192)

“Şimdi hayatım çok zevklidir. Sözlerin tedkikatıyla meşgulüm. Evvelki okuyuşlarımda hazmedemiyordum. Ş i m d i  g a y e t  y a v a ş  ve dikkatli o k u y u p anlamaya çalışıyorum… Takıldığım noktalar oluyor, soruyorum. Bu vesile ile istifade fazladır. Nitekim Yirmi dördüncü sözün birinci ve ikinci dalında çok tevakkuf ettim. Layıkıyla anlayamadım. Üstadımızla görüştüğümüzde bu iki dalın şifahen izahını rica edeceğim.

Muhterem Üstadım, fakirin bir nokta çok hayretini mucib oluyor.

Sizden bir meselenin izahını rica ediyorum. İzah ediyorsunuz, o izahda da muhtac-ı izah noktalar bulunuyor. Öyle latif ve şümullü cümleler ile cevap veriyorsunuz ki o cümleleri de anlamak için sual icap ediyor. Bundan şu netice çıkıyor ki Sözlerinizin her satırı, bir kitap teşkil edecek kadar şümullü ve manidardır. İstenildiği kadar izah olunabilecektir.” (Barla Lahikası, s. 192)

Bediüzzaman’ın Barla lahikasında talebeleri ile olan diyalogları Bediüzzaman’ın talebeleri ile kurduğu eğitim ağının ayrıca araştırılması gerekir. Bediüzzaman bir iletişim ağı kurarak davayı çok yönlü oluşturmuştur.

Kahramanların oluşturulması 

Bediüzzaman Barla’da eserleri telif ederken, bir milletin kültür ve dinini tamamen tesirsiz hale getiren faaliyetler yapılıyor, ezan Türkçeleştiriliyor, alfabe kaldırılıyordu. Bunlar yeni nesli kültür ve dini buhrana itecekti ve daha sonra da öyle olmuştur.

 Santral Sabri Bediüzzaman’ın yaptığı işin bu tahribat karşısında aynı tarihle bir kal’a tesis etmek olduğunu, Isparta kahramanlarını da bir t e ş k i l a t –ı  n u r a n i y e  v e  m ü h i m m e olarak tavsif ettiğini görüyoruz.

 Şöyle der: “Kavanin-i ezeliye-yi subhaniyeyi bilkülliye hedm ve imha etmek amal-i batıla ve efkâr-ı münafıkanesine kapılan ehl-i dalalet, ilk hatvelerini atmak istedikleri sırada k e ş f – i  k a b l e l v u k u olarak işbu ç e l i k  k a l ‘a  tabir ettiğimiz Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın müfessir ve mümessili olan  Nur deryası zahiren otuz üç adet  manen otuz üç milyon elmas ince mücevherat-ı  mütenevvia  ve müteaddideyi vücuda getirdikten sonra  asıl kal’anın bu teşkilat-ı nuraniye  ve mühimme  dairesinde  tanzim ve tarsini iktiza ettiği bir hengamda.” (Barla Lahikası, s. 107)

Onun dilinde Isparta Kahramanları 

Bediüzzaman yapılan işin önemini gördüğü için tarikata meyleden bir talebesine, “Seni bir gavs derecesine çıkaran bir mürşit gelse sen Isparta kahramanlarına yetişemezsin” der. Çünkü onlar savaş meydanlarında yenilemeyen kahraman bir milletin manevi bataryalarını boşaltan güçlere karşı onları yaratılış ve Allah karşısında sorumluluk bilincine götüren bir faaliyetin matbaa harfleriydi, bu yönleri ile onlara kimse yetişemez.

 Tarihimiz büyük zaferlerle doludur, ama bu zaferler arkasından milletlerin maneviyatı kültür ve dini bataryaları tahrib edilmemiştir, Isparta kahramanları bu tahrib edilen nesli kurtarmak için bir kalede kalemleri ile geleceğin nesilleri manevi ve cehennem ateşinden ve dünya zelzelelerinden koruyan büyük işler yapıyorlardı. Bunlarla bu milletin tarihinde hiç kimse kahramanlıkta yarışamaz.

Savaştan kahraman olarak evine dönen insanlar ezanlarının, dillerinin kaldırıldığını ve Kur’anlarının kaldırılmak istendiğini görünce ne dediler, birçoğu bu ülkeyi terk ettiler, Bediüzzaman ise Mekke- Medine’de bile olsam buraya gelecektim derken buradaki kahramanlığın farkını anlatıyordu. İşte bunun için Isparta kahramanları büyüktür.

Barla’da neler oldu? Asıl kahraman, Barla’nın asıl kahramanı eserlerdir

Bediüzzaman 1 Mart 1927’de Barla’ya sürgün edilir. İlk gecesi bir karakolda geçer. Daha sonra Yokuşbaşı Camii’nin imanı Muhacir Hafız Ahmet ‘in evinde kalır. Bir haftası burada geçer.

Üçüncü mekânı mahallenin toplantı yeri olan iki odalı bir menzildir. Burası dinden koparılmış bilim ve sanatın, özellikle tesadüflere hamledilmiş dinin, akaidin bin yıllık buhranının çözümleneceği bir mütevazı evdir.

Bediüzzaman sekiz yılı aşkın bir zamandan sonra burada eserlerinin dörtte üçünü yazmış olarak çıkacaktır. Özellikle Sözler genel olarak Barla yıllarında yazılmıştır,1926-54. 1960’ta Sinan Matbaasında basılan Sözler 760 sahifeden oluşur. Isparta’ya naklinden sonra Sözler ve Mektubat Barla’da yazılmış, Lem’alar’ın da ekserisi yazılmış, eserler 119 parçadır. 1958’de yine Sinan Matbaasında basılan Mektubat da 540 sahifedir, Lem’aların da üçte ikisi yazılmış olsa o da üç yüz sahife eder. 1600 sahife, Barla lahikası da bunlara ilave edilirse 2000 sahifeyi aşkın eser Barla’da bu Allah’ın harikası mekânlarla çevrili evde yazılmıştır.

Bediüzzaman orada dualarla, niyazlarla geçen ömrünün en güzel meyvesi olarak bu 2000 sahifeyi yazmıştır. Yetmiş yıldır tasarımında olan bir proje orada gerçekleşmiştir, bu onun ifadesidir.

 1 Mart 1927, 24 Temmuz 1934 tam sekiz buçuk yıllık bir süre yaklaşır 3200 gün. Ortalama her gün üç yüz kelime civarında yazılmıştır. Büyük bir telif faaliyeti.

Hiç boş durmamış tamamen önceki yüzyılların telif mantığı ile yazılmamış, gözlemlere dayalı orijinal eserler meydana getirmiştir.

1927’de Barla’ya gönderildikten sonra

Risale-i Nurları telif etmeye başlar, bu yılın içinde onun şaheserlerinden biri olan -master piece-   Haşir Risalesini kaleme alır. Aynı yıl içinde Küçük sözlerin tamamı yazılır. Bunları Yirminci, yirmi birinci ve yirmi ikinci sözler takib eder. Ondan sonra On sekiz ve Yirmi beşinci Sözler gelir. Mucizat-ı Kur’an’iye ve Haşir Risalesi iki büyük eseridir. Bediüzzaman’ın en verimli yılı bu yıldır denebilir.

Yirmi ikinci Söz de tevhid bahisleri içinde çok özel bir yeri olan eserdir.

Küçük Sözler’deki dokuz bahis de küçük hikâyeler tarzında yazılmıştır,

İslamın bütün önemli emirlerini kurmaca biçiminde anlatır, yeni bir tefsir ve yorum metodu ile sanat ve edebiyat ile tefsiri birleştirmiştir.

Hem anlatım şekli hem anlatılanlar büyük bir yeniliktir. 1911 den beri “icaz-ı Kur’an-ı beyan et”  amirane emrini alan Bediüzzaman gecikmiş bir işi yerine getiriyor gibi ciddi çalışmıştır bu yıl içinde.

                                         Gerçek Kahraman Bir Kitap : SÖZLER

Sadece bu yıl yazılan eserler bile onu Bediüzzaman yapmaya yeter de artar bir eserlerdir. Selimiye Sinan’ın şaheseridir, büyük bir mimari misyondur.

Sözler kitabı bu büyük milletin tarihinde her gittiği yerde ruhları mimarisi ile düzlüğe çıkaran gerçek kahraman bir kitaptır. Bütün zulümler ve kıyametler bu kitaba tahammül edemeyen çevrelerin şamatasıdır. En büyük Isparta kahramanı Sözler kitabıdır ve bahisleridir.

Bu yıl içinde en zorunlu ve en mübrem konuları kaleme almıştır, tevhid, haşir, Kur’an. Ve öğretisinin bütün temalarını yüklediği ismi küçük ama anlamı, muhtevası çok büyük Küçük Sözler.

1928 yılında bu büyük milletin ne tür tehlikelere maruz kaldığı ortadadır.

 Allah Allah sadaları ile batının emperyalist emellerini yıkmış birçok cephede istiklalini elde etmek için evinde evlat bırakmamış, yaşlı nineler ve dedeler, babalar savaş meydanından dönmeyen evlatlarını bekleyedursun, 1928 de Türkçe hutbe verilmeye başlanır. Aynı yıl içinde bin yıllık mazinin tarihin ve dinin aleti durumundaki bir dil yerini başka bir dile terk eder.

 Anayasadan dinle ilgili hükümler çıkarılır. 1928 ile 1930 arasında Yirmi Dokuz, Otuz, Otuz Birinci, Otuz İkinci, Otuz Üçüncü Sözleri yazar.

Yirmi ve Yirmi Dördüncü Mektuplar tahrir edilir. 1929’da On üç, On Dokuz, Yirmi Yedi  ve Otuz Üçüncü mektupları yazar. Bunlara Yirmi Yedinci Söz eklenir.

1929 da Hulusi Bey ile Barla’da görüşür.

Barla Lahikasının başında Hulusi Abi’nin ilk mektubunda Bediüzzaman’a Mukaddime ‘deki yorumlara karşı mukabil yorumlar vardır. Sözler 1930 ‘da büyük oranda tamamlanmış bir eserdir. Hulusi Bey bu mektubu 1930 da yazmıştır büyük ihtimalle, çünkü tamamlanmış bir eser ile tamamlanması muhtemel bir telif hayatından bahsedilir.

Bediüzzaman Hulusi Bey’den vazifesinin bitip bitmediği konusunda fikrini sorar. Demek Bediüzzaman da görevinin bittiği kanaati bir nebze oluşmuştur. Çünkü üç eseri neredeyse tamamlanmış bir telif hayatı kanaatini verir. Haşir, Tevhid, Namaz, Yaratılışın topyekün anlamı, Kur’an’ın mucize olduğu gibi temel konularda daha sonraki dönemde ancak zeyl olabilecek şeyler söylenmiştir, asıl şeyler ise tamamlanmıştır.

Bu yüzden Bediüzzaman görevinin bitip bitmediği ve eserleri hakkındaki kanaatlerini sorar. Ama verilen cevaplar bitmediği konusundadır. Evet, görevi ölümüne kadarki mücadeleli hayatı ile bitmemiştir.

Bundan sonra eserlerin halk ve insanlık nezdine çıkması ve eserlerin hukuki mücadeleyi kazanması gerekir, telif kadar mahkemeler ve hukuk mücadelesi uzun ve elemli yılları almıştır.

Elli yaşlarındaki Bediüzzaman vazifesinin bitip bitmediğini merak ederken daha otuz beş yıl daha yaşayacak daha çok şeyler görecek, çok zulümlere maruz kalacak ama davasını umduğu noktaya getirecektir.

Bayrak yarışı ondan sonra talebeleri tarafından devam ettirilecektir.

1930’da İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Dokuzuncu, On Altıncı ve On Yedinci mektupları kaleme alır.

1931 de On Altıncı Mektubun Zeyli, Yirmi Altıncı Mektubun İkinci Kısmı, Yirmi Sekizinci Mektubun ikinci kısmını yazdı.

 Bu yıl içinde İstanbul’daki camilerde ezan ve kamet Türkçe okunmaya başlandı.

1934 ‘de Barla’dan Isparta’ya getirildi. Yirmi Dokuzuncu Mektubun Birinci Kısmı ile Onuncu, On İkinci, On Dördüncü, On Altıncı, On Sekizinci, Yirminci, Yirmi Birinci, Yirmi İkinci, Yirmi Dördüncü, Yirmi Beşinci ve Yirmi Altıncı Lem’alar’ı yazdı. İktisat, Hastalar ve İhtiyarlar Risalesi yazıldı.

Bu büyük eserlerin yanında kötü işler de yapıldı. Türkçe Kur’an okundu ilk kez. Ayasofya Camii Kapatıldı.

Hizmetin merkezi ekseninin oluşumu

Şamlı Hafız Tevfik, Muhacir Hafız Ahmet, Süleyman, Hulusi Bey, Sabri Efendi, Hafız Ali, Refet Bey, Asım bey.

Barla’da Üstad matbaanın üyelerini bulur, nasıl çalışacağını, eserlerin nasıl dağıtılacağını planlar ve başarır, dünyanın en olumsuz şartlarında dünyanın en büyük eserlerini ortaya koymak bu da bir planlama ve stratejidir. Üstelik çevresindeki insanlar böyle yazarlık ve çizerlik gibi alanlarda hiçbir tecrübeleri yoktur.

Şamlı Hafız Tevfik, Muhacir Hafız Ahmet, Sıddık Süleyman, Marangoz Mustafa Çavuş,  Hafız Halid, Muallim Ahmet Galip, Mübarek Süleyman, İlamalı Sabri, Tüccar Bekir Bey, Abdullah Çavuş,  Şemi Güneş onun Barla çevresinin önemli şahıslarıdır, her biri işin bir tarafını arkalamıştır, bir iş bölümü vardır.

Şamlı Hafız ta tensibat-ı ilahiye ile çocukluğunda

Bediüzzaman’a tahsis edilmiş bir zeki insandır. Resmindeki görüntü âlim ve her şeyin farkında bir kişilik ciddiyetini gösterir. İstanbul da tahsil görmüş, Bediüzzaman’ın ilk ziyaretine gidenlerdendir. Kadere bak büyük eserler yazan büyük insana bir kâtip bir ayaklı matbaa lazımdır, o hangi şartlarda Barla’ya gelmiş ve hemen onu bulmuştur. Kader bir şeyi planlarsa insanlar ne yapabilir.

Hem kâtib, hem muhatab, hem müsevvid, hem mübeyyizdir, çünkü bunları yapacak iktidarı ve iradesi vardır.

 Nurların telifinde yerini alır, Hatt-ı Arabisi de Kur’an’a uygundur onda da görev alır.

Üstadın Barla’daki çevresi hizmetkârlar ve telifte görev alanlar diye ayrılabilir.

Muhacir Hafız Ahmet onu evinde ilk misafir eden ve hizmet eden şahıstır.

 Onun hizmetinden Üstad-ı muhterem o kadar memnundur ki “o zat çoluk çocuğuyla layık olmadığım öyle samimi hasbi bir hürmet etmiştir ki eğer muktedir olsaydım bin altın mükâfat verirdim” der.

Yıllar sonra Barla’ya döndüğünde onu gördüğünde “şimdi ötelerden cennetten bir davet vuku bulsa Şamlımı almadan gitmem” demiştir.

Sıddık Süleyman Üstad-ı Ali himmete sekiz yılı aşkın hizmet etmiş, onu hiç gücendirmemiş ve Sıddık unvanı ile ödüllendirilmiş bir büyük insandır. O da onun hizmetkârlarındandır.

 Onlara karşı duygularını gizlemez Bediüzzaman

“ Bu köy namına Cenab-ı Hak onu ve Mustafa Çavuş’u Muhacir Hafız Ahmed’i ve Abdullah Çavuş’u bana ihsan etti. Ben de Cenab-ı Hakk’a şükrediyorum, bunlar bana yüzer dost kadar kıymettar göründüler vatanımı bana unutturdular. Gurbet ve misafirlik elemini bana çektirmediler.”

Camisinin hizmetinde bulunan bir yaranı da vardır. Marangoz Mustafa Çavuş,  sekiz sene hususi hizmetinde camiine soba, gazyağı, kibritine kadar tedarik eder Üstadın hizmetinde bulunur. Bizim bu insanlar ve bütün insanlığın bu insanlara saygı duymamız gerekir, çünkü onlar Bediüzzaman’a sahip çıkmış hizmetinde bulunmuş eserlerini yazmış ne yapılması gerekirse yapmışlardır. Ne mutlu onlara, ne mutlu bu hizmette bu başlangıç döneminde Üstad-ı harikaya sahip çıkmışlardır.

Bediüzzaman “Bu köy namına Cenab-ı hak Mustafa Çavuş‘u bana ihsan etti “ demişlerdir.

Muallim Ahmet Galip eserlerin tebyizinde çalışmış,

 Nur matbaasının önemli bir azasıdır.

İlamalı Sabri Bediüzzaman ile sabah namazı kılmak için İlama’dan Barla’ya kadar yürür her gün, bir gün çok ıslanır ve genç yaşta sevgisinin aşkına vefat eder.

 Ölürken “Ben ölmüyorum uçuyorum der, eşi “beni de al der” o da “hayır kadro doldu” der.

Eserlerin basımı için zengin biri gerekir

 Rabb-i Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, kâinatın nazımı böyle bir tasarımı eksik bırakır mı, o kim dersen Tüccar Bekir Bey “Nur risalelerini matbaalarda bastırmakla Nurun ilk naşiri unvanını alan bahtiyarlardandır”

Üstadın sadık bir arkadaşı da

Abdullah Çavuştur, onu arkadaş olarak kabul etmiştir. Bu şahıslar özel olarak seçilmiş kişilerdir, özel hizmetinde olanlar, arkadaşları ve matbaasının kâtipleri, tashih ve tebyiz unsurları, şimdi bu insanlara kahraman demek ne kadar az gelir değil mi?

 Her okunan eserde onların hazinesine nurlar akıyor, Allah’ım ne mutluluk değil mi?

Barla’da münakaşalar fazla yok,

Bediüzzaman eserlerinin nasıl telakki edildiğini edileceğini merak ettiğinden Hulusi Bey’i bu telakki tarzının tercümanı olarak görür onun eleştirilerini kale alır ve ona cevaplar verir zannedersem tatmin olur, artık eserleri umumi kabulü görecek bir şekildedirler. Bundan sonra savunma ve daha çileli yıllar gelir, bir nevi davanın pekişmesi ve davayı oluşturacak dayanıklı arkadaşların bulunması bir savunma hattının oluşturulması gelir.

Bediüzzaman’ın Barla yılları telif yıllarıdır, sonraki dönemlere göre olaylar fazla değildir. Ama beklenmedik bir şekilde eserler ortaya çıkınca onu oraya süren komiteler şaşkınlığa düşmüşler onu daha denetlenebilir bir yere çekmişlerdir.

Hulusi Abi, Refet Bey, Sabri Efendi, Hafız Ali bunlardandır.

 Bunlar birçok özelliği kendilerinde taşırlar ve büyük hizmetlere neden olmuşlardır.

 Hafız Ali Bediüzzaman gözünde o

 “Nur fabrikası nam sahibi Hafız Ali”dir. Bediüzzaman mektuplarında ona bu tavsifle hitab eder. Onun hizmetteki yerini ifade eder.

“Onun fevkalade hizmetini eğer sizler gibi o sistemde zatlar yapmasaydı, Kur’an’a ve İslamiyete büyük bir zayiat olurdu”

 O yüz senelik bir vazife-yi imaniyeyi görmüştür.

Haşirdeki mahkeme-i kübrada Nur talebelerinin alemdarıdır. Alemdar bir gurubun önünde onları temsilen giden kimse demektir.

Üstad yine onun için  “o benim yerime gitti” der.

Hem karakter hem dehadırlar, Isparta kahramanları 

Karakterlerden biri de Tahiri Mutlu’dur.

Tevafuk mucizesini gösteren Kur’an’ın basılması hususunda gösterdiği gayrettir. Atabey de arazisini ve evini satıp tevafuklu Kur’an’ın tab’ı için vermiştir. Eniştesi Büyük Hafız Zühtü de Kur’an’ın yazılmasına hizmet etmiştir.

Onu Bediüzzaman büyük bir veli ve kutup kabul  eder. “Tahiri dolu bir testi su gibidir” der. Hiçbir zorluk onu hizmetten alı koymaz. Üstadı ile hapislere girmiştir. Has ve halis bir Nur talebesidir, Üstadın dilinde.

Bir karakter Hulusi Ağabeydir.

 1928 yılında Eğridir Dağ Talimgâh Birliği’ne tayin edilir. O onu nur talebeliğine tayin olarak kabul eder.

Bediüzzaman’ın talebeleri içinde başından sonuna kadar büyük bir karakter olarak kalacak ve anılacaktır.

1929 da Üstad’ı ziyaret eder, bir buçuk yıl içinde Üstad ile altı defa görüşür. Büyüklüğüne hürmeten Abdülkadir Geylani ona 800 yıl önceden işaret etmiştir.

 Bediüzzaman ona kullandığı övgü cümlesini ondan başka hiç kimseye kullanmamıştır.

“Cenab-ı Hak bana hizmet-i Kur’an ve imanda bir talebe bir muin tayin etmiştir” der. Bizim anlamakta muktedir olmadığımız bir buluşma tarzları da vardır. Bediüzzaman “Sabahları ben senin yanında akşamları sen benim yanımda hazır olursun der. Günde iki defa görüşürüz.

 Bunun tamamlayan bir garip cümle daha vardır. “Yanına ziyarete gittiğimde ‘Kardeşim sen sabahleyin burada idin’ derdi. Hâlbuki benim bundan hiç haberim bile olmazdı”.

Bediüzzaman kendisinin  yazdığı eserlerin

İslami temalar ve bahislerin tarihi farklılıklarını bildiği için, “Eğer siz eski zamanda olsaydınız bu dersleri, hakikatleri öğrenebilmek için bir ay mesafeden diz üstü sürüne sürüne gelirdiniz. Belki bizimle görüşmeden geri dönecektiniz.” Üstad ile ikisi sanki bir müellifin paylaşımıdır.

 Üstad onu yanında olmasını istediğine göre belki de eserler yazılırken onun şahsı ile eserler konusunda bizce meçhul görüşmeler yapmıştır.

Karakterlerden biri de Santral Sabri’dir.

 Abdülkadir Geylani ondan Hulusi-i Sani diye bahsettiği zattır. Risale-i Nur’un hizmetinin her safhasında bulunmuştur. Yazılmasında, çoğaltılmasında,  dağıtımında kahramanca çalışmış, adeta Üstad’ın gören gözü, işiten kulağı olmuştur.

 Risale-i Nur’un hizmetinde ömrünün sonuna kadar bir s a n t r a l gibi çalışmıştır. Yazılan Nur nüshaları Barla’dan gelir, onun eli ile çoğaltılarak her bir nüsha Atabey, Eğridir, Kuleönü, Sav köylerine gönderilir. Bu yüzden Santral ismini vermiştir Bediüzzaman ona. Üstad’da mevcut olan bir yaratılıştan gelen bir nişan onda da vardır. “Nur’un erkânından ve hocalar kısmının yüzünü ak eden Nur’un santralidir.”

Üstad Barla’ya gidip gelirken, Bedre mevkiinden geçerken Sabri Hoca’nın ruhuna Fatiha okur, öyle gider. Bunlar çok yönlü karakterlerdir.

Hem aşırı duyarlıdırlar, hem samimidirler, hem de dostluk ve arkadaşlık ilişkilerini önemli bulurlar. Yönetici ve yönlendiricidirler.

 Hafız Ali Nur Fabrikası’nın sahibidir.

Yani üretilen bütün eylemlerin, yapılan bütün işler onun sahabetinde meydana gelir. Fabrika sahibi demek ile Bediüzzaman onun dehasal rolüne işaret eder. Yaptığı işlere bakınca bütün işleri temel hedefe ayarlamak gibi yüksek bir yönetim erki göstermiştir. Ona Bediüzzaman’ın verdiği bu unvan çok düşünülmüş bir unvandır.

Sabri Efendi, Nur Santralı unvanı ile anılmıştır.

 Santral bütün işlerin birleştiği ve dağıtıldığı bir noktadır, bu da bir deha formasyonunu gerektirir. Üstad ona Santral derken yaptığı işi tavsif etmiştir. Sadece bununla kalmayıp Risale yazım ve dağıtım, tashih ve tebyiz gibi işleri de yapmıştır.

Hulusi Abi Üstadın hem gizli hem esrarlı hem de açık en ciddi muhatabıdır, Bediüzzaman’a zaman zaman eşdeğer bir misyon takib eder, işinin bitip bitmediğini eserlerini nasıl telakki ettiğini edileceğini onun gözüyle ve yorumu ile görmüştür. Bu ciddi bir nurani dehadır.

Bir deha da Tahiri Mutlu’dur sürekli ihtilafların dışında kalabilen ve

Bediüzzaman’ın bir talebem yok mu feryadına onu göstermekle Allah onun karakterini ve dehasını ortaya koymuştur. Fedakârlıkta görülmemiş bir cömertliğe sahiptir.

Hacı Hafız Mehmet Avşar da davaya nezaret etmede bir dehadır, bin kişinin risale yazdığı Sav köyünün bütün yazım ve yönetim işlerini tek başına yapar,

Bediüzzaman onu ve köyü çok sitayişle yâd eder.

 Fevkalade mesrur olur ve yaptıklarını fütuhat olarak niteler. Onların fütuhat kılıçları kalemleri o kadar uzundur ki kıyamete kadar tesiri devam edecektir. Kalem kılıçtan daha keskindir sözü bunlar için söylenmiştir. Sıradan insanlar baskıyı enerjiye dönüştüremez,

Bediüzzaman ve talebeleri baskıyı enerjiye çevirirler bu onlara verilmiş özel bir Allah vergisidir.

150 yılı aşkın tarihimizde bütün yenilikler şekli oldu

Osmanlının yenilik hareketlerinin fikir ve insana taalluk eden yönü biçimseldir. Redingot giymek, sarığın yerine fes giymek, askerin giyim tarzını yenilemek, okullardaki ders programlarındaki kargaşa, Cumhuriyet devrindeki kıyafet yenileşmeleri, hep kabukta kalan yenilik hareketleridir. Biri fesi giymiş, bir başkası şapkayı giymiş, çarşafı çıkarmış mantoyu giymiş, hepsi modernizmin karikatür yanıdır.

Cumhuriyetin memur kadrolarının okulu yoktur, kuruluş döneminde hepsi İstanbul hükümetinin kalmış memurlarıdır.

Cumhuriyet köy enstitülerinde garabet bir alternatif nesil çıkarmıştır, bütün değerlerin iflas ettiği bir nesil, bu nesli solcu romancılar tipleri ile ifade etmişlerdir.

O dönemin birçok romancısı bu kene gibi kahramanları köylü çocuklarına dayatmış tamamen dinsiz ve ruhsuz bir nesli ortaya çıkarmışlardır.

Bediüzzaman’ın

 zihniyet,

 fikir ve iman,

 kâinata bakış tarzına önem vermesi ve

 yanlış fen ve felsefe telakkileriyle zehirlenen bu nesilleri kurtarmak istemesi

 onun ve Isparta kahramanlarının gayreti iledir.

 Prof. Dr. Himmet Uç

Son Güncelleme ( Çarşamba, 02 Ocak 2013 21:17 )

İstanbul Düşünce Okulu’ndan “Yeni Tanzim Sünuhat”

İstanbul Düşünce Okulu, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden Sünuhat’ın üzerinde yaptığı çalışmalar sonucu “Yeni Tanzim Sünuhat”ı okuyuculara sundu.

Bediüzzaman Said Nursi’nin Eski Said Dönemi eserlerinden olan, belirli ayetlerin tefsirinden müteşekkil Sünuhat, orijinal metin muhafaza edilerek yeni bir tanzime tabi tutuldu. Eserde geçen herbir ayetin Risale-i Nur Külliyatı’nın diğer bölümlerinde ele alındığımetinler tespit edilerek ilgili ayetin altına taşındı. Böylelikle Risale-i Nur’u bir bütün olarak ele alma noktasında küçük, fakat model oluşturabilecek bir tanzim çalışması Düşünce Okulu tarafından okuyuculara sunulmuş oldu.

Said Nursi Kastamonu Lahikası’nda yer alan bir mektubunda “(…) Risale-i Nur’un tekmil-i izahı ve haşiyelerle beyanı ve ispatı size tevdi edilmiş,tahmin ediyorum” beyanıyla talebelerini bu tarz çalışmaları yapmalarıkonusunda vazifelendirmiştir.  Nursi, yine aynı mektubun devamında şunları ifade etmektedir: “Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş; başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşaallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ile ve Dokuzuncu Şuânın Dokuz Makamınıtekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.”

Yeni tanzim Sünuhat PDF formatında ücretsiz olarak hizmete sunuldu.

Çalışmayı bilgisayar ya da telefonunuza indirmek için: http://istanbul.dusunceokulu.org/sunuhat-yeni-tanzim.html

İstanbul Düşünce Okulu’nu sosyal medya üzerinden takip etmek için: facebook.com/IstanbulDusunceOkulu twitter.com/dusunceokulu vimeo.com/dusunce

İstanbul Düşünce Okulu dusunceokulu.org iletisim@dusunceokulu.org

Risale-i Nur’daki incelikleri keşfetmeye çalışın!

Risale-i Nur’u okuma ve anlama teknikleri-19

Risale-i Nur’u anlamaya çalışırken dikkat edilecek mühim noktalar vardır.  Diyebiliriz ki, “bu eserlerde fazladan ve gereksiz hiçbir kelime, cümle, tabir, terim ve misal yoktur.” Her şey yerli yerinde, bir maksat için ve genel mânânın bir unsuru olarak zikredilmiştir.  Bu bakımdan hiçbir kelimeyi atlamamak, anlamadan geçmemek gerekir.

Sözgelişi; Yirmi Üçüncü Sözün Birinci Noktasının sonunda, “İşte, küfür böyle mahiyet-i insaniyeyi yıkar, elmastan kömüre kalb eder” cümlesindeki elmas-kömür benzetmesi rast gele söylenmemiştir.  Bununla çok uzun bir hakikat özetlenmiştir.  Çünkü, elmas ve kömürün ana maddesi karbondur.  Ancak tonlarca kömür, bir gram elmas etmez.

İşte mü’minle kâfir madde itibarıyla et ve kemikten meydana gelir.  Ancak iman, mü’mine Allah katında öyle bir değer kazandırır ki, hiçbir şeyle mukayese edilmez.

Yine aynı sözün üçüncü nüktesinde insanla hayvanın farkının anlatıldığı misaldeki, insafsız dükkâncının en çürüğünden bir kat elbise vermesi çok geniş bir mânâyı hatıra getirmektedir.  Demek ki insan, bin altınla ifade edilen harikulâde kabiliyetlerini sadece dünya hayatına sarf ederse, mutsuzlukla dolu bir dünya hayatı geçirir.

Risaledeki simetrilere dikkat etmek gerekir

Özellikle temsilî hikâyeciklerde ve misallerde çok güzel simetriler vardır.  O kadar ki, misalde ne varsa, en ince ayrıntısına kadar hakikatte de vardır.

Simetriyi, “misalle hakikat arasındaki benzerlik, cümlelerde arka arkaya gelen kelimelerin seçilişindeki ahenk” olarak kullanıyoruz.

Meselâ, Yirmi Birinci Sözün İkinci İkazında peş peşe gelen kelimeleri gruplandırırsak şöyle bir ahenk ortaya çıkıyor:

Ekmek, kalp, gıda, kapı, niyaz, elde etmek.

Su, ruh, âb-ı hayat, çeşme-i rahmet, namaz, içmek.

Hava, lâtife-i Rabbaniye, hava-i nesîm, teneffüs, pencere, nefes almak.

Görüldüğü gibi, maddî hayat için zarurî üç önemli ihtiyaç olan ekmek, su, hava ile üç manevî varlığımız kalp, ruh, lâtife-i Rabbaniye ve bunların fonksiyonları arasında irtibat kuruluyor, mukayese yapılıyor.  Bedene ekmek, su, hava nasıl gerekliyse, kalp, ruh ve lâtife-i Rabbaniye için de namazın o derece gerekli olduğu ispatlanıyor.  Ayrıca namazın manevî bir gıda, bir âb-ı hayat, bir hava-i nesim olduğu vurgulanıyor.

Daha burada çok mânâ cevherleri var.  Eğer imkân olsa, sayfalarca bu bölümün üzerinde durulabilir.  Bu kadarla yetiniyoruz.

Yine Münazarat’ın 46.  sayfasındaki ulema, meşayih ve hutebanın zikredildiği bölümde ahenkli bir şekilde dizilen sadef, mağara, kehf benzetmeleri, dimağ, kalp, fem ifadeleri ne kadar mükemmel bir şekilde uyumlu zikredilmiş… Misalle gerçek arasında tam bir benzeyiş var.

Sık geçen kelimeler iyi bilinmeli

Risale-i Nur’da çok sık kullanılan kelime ve terimlerin mânâlarını çok iyi bilmek gerekir; çünkü onlar, mânâların anahtarlarıdır.  Belki yüzlerce, binlerce defa karşımıza çıkacaktır.

Bu meyanda isim ve sıfat farkını bilerek okumak gerekir.  Meselâ, kerem, lütuf, ihsan, cemal, celâl sıfattır.  Bunların isimleri, Kerîm, Lâtîf, Muhsîn, Cemîl, Celîl kelimeleridir.

Vahidiyyet, Ehadiyyet, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, tesbih, vahdet, İsm-i Azam, arş, cüz, küll ve bunlar gibi daha sayabileceğimiz yüzlerce terim çok sık zikredilmektedir. Bunların anlamını biraz genişçe öğrenmek gerekir.  Maalesef, lügatlarda çok kısa olduğu için yetersiz kalıyor. Bu terimlerin, kavramların mânâlarını genişçe öğrenmek için Söz Basım Yayın tarafından hazırlanan külliyata başvurmak gerekir. Çünkü, bu ciltlerin sonunda kavramlar sözlüğü bulunmaktadır.

Kelime anlamları verilmiş

Risale-i Nur’un birçok yerinde Arapça veya Farsça bir kelimenin mânâsı aynı satırda verilmiştir.  Bunun için biraz dikkatli olmak yetecektir.

İşte, Sözler’de yaptığımız araştırmada bulduğumuz bazı örnekler ve sayfa numaraları:

O Sultana muhâtab ve halil ve dost ol! (10)

O rahmetin kuvvetidir ki, zîşuurun nazarlarını celb eder, kendine çeker. (12)

Nihayet ihtilât içinde ve karışmış oldukları halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirinden ayrılıyor. (55)

…Sâni-i Zülcelâl, onun mukàbilinde zîşuurdan marziyyatı ve arzuları ne olduğunu bir elçi vasıtasıyla bildirmesin. (55)

Hakikî istib’ad, hakîkî muhaliyet ve akıldan uzaklık. (59)

Her şeyde maslahat ve fâidelere riâyet etmesidir. (61)

…Iztırar lisaniyle sual edilen ve istenilen her şeye dâimî cevap vermek… (60

…Vazifedar mevcûdâtın gelmesine yer hazırlamaktır ve ihzarattır. (69)

Mahşer ise bir beyderdir, harmandır. (75)

…Bütün kat’iyetle açtıkları âhiret yolunu ve küşad ettikleri Cennet kapısını… (80)

Onu bütün hakàikına temel taşı ve üssü’l-esas yapıyor. (96)

…Yani mâzi, müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mahlûkatın… (100)

Hem kendi mârifetinin garîbelerini izhar edip göstersin. (108)

Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. (131)

…Dükkân, şeksiz bir fevkâlâde iâşe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir. (142)

Levh-i mahv ve isbat namında yazar bozar tahtası hükmündedir.

(148)

Merdane kabre bak, dinle ne talep eder.  Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak ne ister. (155)

Cemil Tokpınar / moralhaber.net

Dünya İnsanları Bediüzzaman’a Neden Hayran?

Bizler, Bediüzzaman’ın olağanüstü feraset ve fedakârlığına hayrânız.

Onun; Dünya hazinelerini, Riyaset ve tüm makamları, boğazda yalıları, hattâ çil-çil altınlarca maaşları elinin tersiyle iterek, “karşımda müthiş bir yangın var, içinde imanım ve evlâdım tutuşmuş yanıyor, onu kurtarmaya koşuyorum” diyerek, zalimlerin yüzlerine haykırışına hayrânız.

İnsanlık gereği mutlaka bilmemiz gerekenleri, bu asrın keşmekeşiyle, maişet ve dünyevi meşguliyetlerimiz nedeniyle unuttuklarımızı ve ihmal ettiklerimizi, yani şu geçici dünya hayatında SINAVDA oluşumuzu, bizlere en güzel bir şekilde anlattığı için ona hayranız…

Onun, muâsırlarına 100 annenin şefkatiyle bakarak, “ümmeti Muhammed’in îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım” diye samîmâne haykırışına hayranız.

Biz ona, Kur’an’a olan dellallığından, Allahı c.c. tüm Esmâlarıyla ve Hz. Muhammedi sav. 300’den fazla belgeleriyle en güzel bir şekilde tanıttığından ve (hiç bir ayırım yapmadan) bu milletin imanının kurtarılmasını dert edişinden dolayı hayrânız.

Onun; asrımıza ait maddî veya mânevî arazlarımızı ve hastalıklarımızı doğru ve tam isabetli teşhislerine ve en etkili olan ilmî ve dînî reçetelerine hayrânız.

Onun; harama nazardan sakınmada ve takvâda zirve bir örnek, celâdet ve cesarette zirve bir örnek, insanlığa şefkatte ve merhamette zirve bir örnek oluşuna hayrânız.

Onun, hapishanedeki katiller koğuşunu bile, 2-3 ay gibi kısa bir zamanda, cemaatle 5 vakit namaz kılmaları gerektiğine inandırarak, birkaç kişiyi öldürmüş katillere, bir tahtakurusunu bile öldürmekten sakınacak şekilde iknâ etme kabiliyetine hayrânız…

Onun, esarette Rus kumandanına karşı ve kendi ülkemizdeki zalimliklere karşı, zerre kadar tereddüt etmeden dik duruşuna, zulümlerini yüzlerine haykırışına ve ilmin izzetini en güzel bir şekilde muhafaza edişine hayrânız…

Onun, kendisine bile zor yetecek olan çorbasının tanelerini, (çalışkan ve Cumhuriyetçi olduklarından dolayı) karıncalarla paylaşmasına, kedilerle paylaşmasına, çamaşır ipine konan sinekleri bile rahatsız etmemek için, yıkanmış çamaşırlarını başka yerlere astıracak kadar yüce şefkatine hayrânız…

Onun, asrın en seçkin İslâm âlimi olduğu halde kendisini, her zaman âciz, zaif, câhil, âsi, mücrim (hâşâ) v.s. kelimelerle, nefsini yerden yere vuruşuna, “..ben, kuru bir üzüm çubuğu hükmündeyim, üzümlerdeki hâsiyet, o kuru çubukta aranmaz” diyerek, Risale-i Nurlardaki güzellikleri de kendine mâl etmemesine hayrânız…

O mümtaz şahsiyetin, tüm dünya zevklerinden vazgeçip, İ’lâyı Kelimetüllahı dünyaya yaymak ve tüm insanların imanını kurtarmak uğruna, çektiği bunca çile ıstıraplara karşı gösterdiği SABIR ve metanetine hayrânız…

İşte o mümtaz şahsiyet, Seyyid veya Şerifliğinin ispat edilmiş olması elbette nûrun alâ nurdur. Ancak, bu durum hiç kimseye bir artı veya nâkısa getirmez. Herbirimiz, kendi amel ve icraatlarımızdan sorgulanacağız. Hatta, babamız Peygamber bile olsa, iltimas söz konusu değildir. Bu konuda çok net âyeti Kerîmeler ve Vedâ hutbesinde haykırılmış hadîs-i Şerifler de var.

Kur’ânda, yüce Rabbimiz Nuh AS’ın sitemine verdiği cevaba bakınız:

Oğlunu Tufan öncesinde gemiye binmeye ikna edemeyen Hz. Nuh’un “..Ey Rabbim. Hani bu felakette ‘EHLİM’den kimse helâk olmayacaktı?” diye yakarmasına, Rabb’imizin: “O senin ‘EHLİN’ değildi, SENİN ‘EHLİN’ SÂLİH OLANLARDIR!”.. cevabı, tüm insanlığa çok net bir mesaj değil mi?…

Hz. Muhammed bir gün sabah namazından dönerken, Hz. Âişe anamızın sabah namazına kalkamadığını fark edince, onu şöyle ikâz etmişti.

-“Ey ciğer pârem, bu konuda sakın babanın Peygamberliğine güvenme!…”

Cenab-ı Allah Hucurat Suresi 13. Âyete: “Ey insanlar, Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışanız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki, Allah katında en şerefliniz, en takvalınızdır.” Buyurmuyor mu?…

Az. Muhammed (sav) Hadîs-i Şeriflerde; “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz”..buyurmadı mı?…

***

NOT: Bu yazımı, Bediüzzaman Hz.’nin şeceresinin açıklanması üzerine, çok küçük ve lokal bazı rahatsızlıklar nedeniyle yazma ihtiyacı duydum…

A. Raif Öztürk / moralhaber.net