Kategori arşivi: Risale Çalışmaları

Hristiyanların da Bediüzzaman’ı olsaydı!

Bediüzzaman’a göre eğitim, eğitici, öğretici, ufuk acıçı, yol gösterici, imanı hisleri kuvvetlendirici, dünya ve ukbayı birleştirici, madde ve manayı buluşturan, kucaklayan karakterde olursa hedefine ulaşmış sayılır.

Önceki akşam İstanbul İlim ve Kültür Vakfının “uluslararası genç akademisyenler” onuruna düzenlediği yemekteydik. Salonda dünyanın dört bir yanında bulunan çeşitli üniversitelerde görev yapan genç akademisyenler bulunuyordu. Hepsinin ortak özelliği “Bediüzzaman” hakkında akademik çalışmalar yapmasıydı.

Benim oturduğum masada oturan hanımların tümü de yabancı idi ve hepsi de Bediüzzaman hakkında çalışmalar yapan ve hayranlık duyan kimselerdi. Bu güler yüzlü hanımlarla önce selamlaştık ve sonra ortak dil İngilizce ile tanıştık. Biri Nijeryalı, birisi Arap, birisi Mısırlı ve hemen yanımda oturan ise Ugandalı bir siyahî hanımdı.

Adı Haniya idi.

Haniya masadaki yemeklerden yemediği gibi mahzun bir şekilde dalıp dalıp gidiyordu ve onun bu hali beni daha da kendisine yaklaştırdı, yakınlaştırdı.

Bu arada masasında duran cep telefonları dikkatimi çekti. Sanırım ti Türkiye’de arasak bu kadar eski model bir cep telefonu bulamayız herhalde. Ancak Ugandalı o hanımın elindeki cep telefonu bu ülkelerin ekonomik durumları hakkında da ipucu verdi bana.

İçimden kendi kendime sorup duruyordum.

Uganda neresi, Türkiye neresi diye soruyor ve Bediüzzaman gibi kendi ülkesinde sürgünden sürgüne gönderilmiş, neredeyse ömrünü sıkıntılarla geçirmiş bir din âliminin böyle dünyaya seslenmesine hayret ediyordum içten içe.

Japonyalı genç kadın akademisyenin Bediüzzaman çalışması ne kadar hayrette bıraktıysa beni, Amerikalı rektör profesörün ona yakın kitabını Bediüzzaman üzerine yazıp bir de “Keşke Hristiyanların da Bir Bediüzzaman’ı olsaydı” diye duygularını samimi olarak salondakilere anlatması açıkçası beni çok duygulandırdı.

Hıristiyan dünyasından birçok ilim adamı vardı salonda ve hepsinin ortak düşüncesi de bu yöndeydi. Bir de Birleşik Arap Emirliklerinden gelen bir Profesörün konuşması vardı ki çok ilginçti: Diyordu ki Arap profesör:

Bediüzzaman evlenmemiştir ve çocuk sahibi olmamıştır ama işte bakın görün artık dünyada milyonlarca evladı var onun, keşke bu günleri görseydi, keşke artık Risalelerin dünyada okunduğunu bilseydi. Bediüzzaman bütün çağların din âlimidir.

Değerli ağabey Mustafa Çalışan’nın sunuculuğunu yaptığı gecede konuşan İlim ve Kültür Vakfı Başkanı Prof.Dr. Faris Kaya Hoca, Bediüzzaman gibi bir dehanın bütün dünya üniversitelerinde tez konusu yapılmasının bir tesadüf olmadığını, Bediüzzaman’ın dünyada da artık fikirleriyle, eserleriyle bir rol model olarak tanınıp benimsendiğini ve hayranlık duyulduğunu ifade etti.

Bu galada yabancı akademisyenlerin yanı sıra iş, sanat, medya ve siyaset dünyasından birçok tanınmış isim vardı. Özellikle Bediüzzaman’ın talebeleri Mustafa Sungur ve Mehmet Fırıncı hem yerli hem yabancı konukların büyük ilgisini topladı.

Sanatçı Erkan Mutlu’nun söylediği ilahilere yabancı akademisyenlerin büyük bir coşkuyla katılmaları yarının dünyada islamın olacağını düşündürdü.

Bu dev organizasyonda hem yabancı akademisyenlerin bulunması, hem de haftaya hanımlara yapılacak panelde konuşma konum olması hasebiyle sürekli olarak Bediüzzaman’ın eğitim anlayışını düşündüm. Bu nasıl bir eğitim idi ki Barla’da başlayan halk eğitimi bütün engellere ve baskılara rağmen ülke coğrafyasını da aşıp uluslararası arenaya ulaşıyordu. Bu eğitim anlayışında doğru okunan ve insanı merkeze alan bir yaklaşımın olduğu kesindi ama yabancılar neden ilgi duymaya başlamıştı acaba?

Sorma, düşünme, itaat et!

Doğu düşüncesinin bu geleneksel düşünce kalıbına Bediüzzaman gibi ilham ve tefekkürünü Kuran’dan alan bir din âlimi itiraz eder ve “Sorgulayan, özgür düşünen, bağımsız davranan bireylerin insanların geleceğinde yer alacağı” tezini savunur.

Bediüzzaman’ın eğitim anlayışında bireyi Allah’a yaklaştırıp, muhatap olmayı, bireye ahiret ve dünyada saadet ve cefanın sebeb ve sonuçlarını öğretmek, müslümanlar arasında vahdet, uhuvvet, tesanüt ve muhabbetin tesisini ve teminini gaye almak esastır.

Bediüzzaman, eğitimde fen ve imanın bir arada verilmesini ülkenin madden ve manen kalkınmasının buna bağlı olduğunu ifade eder ve şöyle der:

“Vicdanın ziyası dini ilimlerdir, aklın nuru fen ilimleridir. İkisinin birleşmesiyle hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder(kanatlanır). İftirak ettikleri (ayrıldıkları)vakit birincisinde taassup, ikincisinde ise hile ve şüphe tevellüd eder(doğar).”

Nitekim sadece fen ve teknik ve felsefe derslerinin okunduğu okullarda manevi yönün zayıfladığını ve bunun da karakter ve irfanı sorunlu bireylerin neşetine zemin hazırladığını savunur.

Bediüzzaman’a göre eğitim, eğitici, öğretici, ufuk acıçı, yol gösterici, imanı hisleri kuvvetlendirici, dünya ve ukbayı birleştirici, madde ve manayı buluşturan, kucaklayan karakterde olursa hedefine ulaşmış sayılır.

Eğitim tek yönlü, tek hayatlı, sadece dünyevi mutluluğu esas alıyorsa, menfi ve yıkıcı tarafı varsa, insanın iç coğrafyasına sirayet etmiyorsa, hedef sadece meslek sahibi olup para kazanmak ise, sorunludur ve ıslaha muhtaçtır!

Zira hangi maddi, akli ve modern eğitim nazariyesi olursa olsun insanın metafizik tarafını tatmin etmeye yetmemiştir ve derin ihtiyaçların karşılığı olamamıştır. Bu da buhranlı, bunalımlı bir aydın portresinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Bediüzzaman bir felaket asrının adamı olarak bu coğrafyadaki bütün felaketlerin kaynağı olarak cehalet ve dinsizliği gösterir ve ilahi terbiyenin önemine dikkat çeker.

Bütün bu düşünceler kafamda uçuşurken yanımdaki Ugandalı Haniya’ya bakıyorum, o hala mahzun, düşünceli ve dalgın. Ama karpuzu çok seviyor, bütün gece sadece karpuz yiyor!

Gülümsüyorum. Bu siyahî kadını neden bu kadar sevdim acaba?

Bilmiyorum.

İlim ve Kültür Vakfının bu organizasyonu muhteşem bir geceye dönüşüyor. Bir Bediüzzaman gecesine dönüşüyor. Zaman akıyor. Salondan ayrılırken bir daha salona göz atıyorum ve rengârenk kıyafetleri içindeki dünyanın genç akademisyenlerine hayranlıkla bakıyorum. Bu kültür adamları büyük bir alkışı hak ediyorlar bana göre.

Muhabbetle Efendim.

Meryem Aybike Sinan / Haber7

Bediüzzaman’ın Geceleri

Üstad Bediüzzaman’ın geceleri, Efendiler Efendisi’nin (s.a.v) gecelerine benziyordu. Bediüzzaman sanki Efendimizin bir aynası idi. Efendimizin özellik ve güzelliklerinin mesela takvasının, haşyetinin, tazarru ve niyazlarının, Allah’a olan sevdasının, saygısının, duasının, edebinin, ibadetinin, iffeti, sabrı, affı, şükrü, şecaati ve zühdünün yansımaları, çok rahat Bediüzzaman da seyredilebiliyordu. Sanki o, Peygamberimizin asrımıza düşmüş, bir nuru, bir gölgesi ve bir izdüşümü idi. Bunu anlayabilmemiz için Peygamberimizin ibadet hayatını ve gecelerini kısaca bir hatırlamamız lazım.

Peygamberimizin zikirsiz, fikirsiz, şükürsüz, duasız, istiğfarsız, ibadetsiz ve hikmetsiz geçen bir anı yoktu. Yemeğe başlamadan önce, yemekte ve yemekten sonra, yatağa girmeden önce ve uyandıktan sonra, tuvalete girmeden önce ve tuvaletten çıktıktan sonra, evinden çıkarken ve girerken, elbisesini giyerken, yolda yürürken, görürken, duyarken, tadarken, koklarken, dokunurken hasılı gece-gündüz her yerde ve her zaman dua, zikir, fikir, şükür, istiğfar ve ibadet onun işi idi.

Hz. Âişe validemizin bildirdiğine göre “O, hayatının hiçbir anında Allah’ı zikretmekten, yüceltmekten geri durmazdı. Gece kıldığı namazlarda, bazen bir gecede Bakara, Âl-i İmran, Nisâ ve Mâide sûrelerini okurdu. Bazen de bir âyeti sabaha kadar tekrar ettiği olurdu. “Ey insanlar! Allah’a tevbe ve istiğfar ediniz. Ben günde yüz defa tevbe ediyorum.” derdi. İbadet ü taat yolunda kendisini o kadar yorardı ki gece namazda ayakları şişinceye kadar ayakta dururdu. Aişe validemiz acıdığından: “Senin bütün günahların affedildiği halde niçin böyle sıkıntıya giriyorsun?” dediğinde: “Şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verirdi.

Namaz kılarken, kimi zaman haşyetinden, göğsünde tencerenin kaynamasını andıran fokurtular duyarlardı. Tefekkürü, hüznü ve sevinci devamlı idi. Allah’la olduğu için sevinci, Allah’a layık şükrü takdim edemediği için de hüznü bitmezdi. Mesrurdu, bir o kadar da mahzundu. Az güler, çok ağlardı. “Vallahi eğer benim bildiğimi bilseydiniz, siz de az güler, çok ağlardınız! Yataklarda eşlerinizle zevk edemezdiniz! Yollara düşüp avazınız çıktığı kadar yüksek sesle Allah’a yalvarırdınız.” derdi. Bu konu o kadar derin ve uzun ki ne kadar anlatsak bitmez. Onun için Mevlana bu husustaki çaresizliğini şöyle dile getirmiştir:

Nebiler Sultanı’nın güzel vasıflarını, hiç durmadan devamlı olarak şerh etsem, yüzlerce kıyamet geçer de yine bitmez.

Sevgili Peygamberimizin bu hali, Üstad Bediüzzaman’a şöyle yansımıştı: Öğrencilerinden Bayram ağabeyin gözlemleri şöyle: “Üstad, erken yatar, sabah namazına dört saat kala kalkardı. Teheccüd namazını kılar, münacat ve evradlarını sabah namazına bir saat kala bitirirdi. Okuduklarını, bir saat, başucundaki, bir metre genişliğinde dört metre boyundaki şecerede isimleri yazılı al-i beyt neslinden olan mühim zatlara bağışlardı. Talebeleri anahtar deliğinden bakarlardı, duasını bitirmeden kimse odasına giremezdi. Zira: “Benim bir dua vaktim vardır, o saatte melaike dahi olsa kabul etmem.” derdi. Mübarek gecelerde ve ramazanın son on beş gününde uyumaz, kimseyi de uyutmazdı. Talebelerini kontrol eder, uyuyanı su döker, uyandırırdı.

Hulusi Yahyagil ağabey diyor ki: “Barla’da bir gece yanında kalmıştım. Sabaha kadar uyumadan ibadet ediyor, zikrediyor, tazarru ve niyazda bulunuyordu, pek az uyur, uyur gibi görünürdü.” İnliyor gibi zikrine Barla’nın, Isparta’nın, Eskişehir’in, Denizli’nin, Emirdağ’ın, Afyon’un geceleri, dağları, evleri, otelleri, zindanları şahitti.

İniltisini saklamıyor, belki de saklıyordu ama, o kadarının sızmasına mani olamıyordu. Zira mesuliyet duygusu taşıyan bir insan için Rabbinin azameti karşısında öyle ağlayıp inlemek çok değildi. Çok görmüyordu. Ahiretteki inilti yanında bunun çok az kaldığını iyi biliyordu. Ve yine biliyordu ki burada inleyenler, orada inlemeyeceklerdi.

Refet Barutçu ağabey diyor ki: “Namazını vaktinde kılardı. Heybet ve huşu içinde namaza bir girişi vardı ki, tarifi mümkün değil. “İlahî Ya Rab, İlahî Ya Rab, İlahî Ya Rab!.. Allahu ekber!” diyerek sarsılır, haşyet içinde namaza girerdi. Biz arkasında korkar ve ürperirdik.” Bayram Yüksel ağabey de diyor ki: “Allahuekber!” dediği zaman, mübalağa olmasın ahşap bina sarsılırdı.

Emin Tekinalp ağabeyi Afyon’da hapse atmışlardı. Suçu belliydi. İman hakikatlerini okumayacaktı. Hapishaneye ulaştıklarında gecenin ikisiydi. O saatte ağlar gibi bir inilti duymuş ve bekçiye sormuştu. Adam: “Burada yetmiş beşlik Bediüzzaman diye bir hoca var. O her gece sabaha kadar böyle devam eder. Ne yapar bilmiyoruz, diyordu.

Üstad’ı evinde üç ay misafir etme ve arkasında namaz kılma şerefine nail olan Mehmet Fırıncı ağabey, Hazret’in namazda tesbihatı ve okuduklarını gayet ağır okuduğunu, duyarak, düşünerek okuduğunu söylemiştir.

Üstad, her gece teheccüd namazına kalkıyor, bazı günler uyuyamayan Molla Hamid onu görüyor, Üstad Hazretleri: “Keçeli! Madem uyuyamıyorsun, kalk sen de gel, beraber dua edelim.” diyordu. Molla Hamid, okuyacak bir şey bilmediğini ifade ediyor, o: “Ben dua ederim, sen amin, dersin.” buyuruyordu. Molla Hamid’in dua esnasında uykusu gelirse: “Ben de eskiden senin gibi idim; sonra alışırsın.” derdi, çok mütevazı idi. Arkasında kıldığım namazlardan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehabet ve haşyet verirdi insana. Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize:

Namazın sonunda tesbihat, namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.” Hazin bir sada ile bizden çok ağır tesbihat yapardı. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşu içinde kılana rastlamadım. Lailahe illallah` diye tesbihata başladığı zaman, eğer yanında bir tarikat ehli olsa cezbeye gelirdi. Sesi top güllesi gibi tok çıkıyordu.

Üstad daima ibadet ve münacatla meşgul olurken, saatlerce diz üstü otururdu. Böyle oturmaktan, ayağının parmağı yara olmuştu. Molla Resûl`e parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söyledi. Bu esnada Molla Resûl ateş yakmakla meşguldü. Üstad’ın o halini ve parmağının yarasını gören Molla Rasul, içinin acısını şöyle dile getirdi:

Biz de Allah`tan korkuyoruz, ama Üstadım, senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursaydın ayağın yara olmayacaktı!”

Üstad Molla Rasûl’ün bu sözüne karşılık:

Molla Resûl! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem Cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya” dedi.

8,5 sene kadar kaldığı Barla’daki komşuları diyorlar ki: “Üstadı, geceleri, Dershane-i Nuriye’nin önündeki bir mübarek çınar ağacının dalları arasında bulunan kulübecikte, sabahlara kadar zikr ü tesbihle meşgul olurdu. Hele bahar ve yaz mevsimlerinde bu muhteşem ağacın binlerce dalların, şevk ve cezbe içinde uçuşan kuşların arasında Üstadın böyle sabahlara kadar çalışmasını gördükçe, ne zaman uyur, ne zaman kalkar bilemezdik.

Bediüzzaman okuduğu evradı, tefekkürle içine sindire sindire okurdu. Hatta birçok hakikatin, evrad okurken kalbine doğduğunu biliyoruz.

Kur’an’ın hakiki ve tam bir nevi münacaatı ve Kur’an’dan çıkan bir çeşit hülasası olan Cevşen-i Kebir.” dediği bu muhteşem duayı Türkiye’de meşhur eden Bediüzzaman olmuştur. Bin özelliği bulunan bu duayı Üstad, her gün okurmuş; dünyevî çok faydalarını da görmüştür. Mesela Emirdağı’nda kendisini zehirlemişlerdi, ama öldürememişlerdi. O bunu okuduğu duaya bağlıyor ve şöyle diyordu:

Cevşen-ül Kebir gibi evrad-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat, hastalık, ızdırap çok şiddetlidir.” Ve yine diyordu ki:

Düşmanlarımın maddi-manevi zehirlerine karşı, Cevşen ve Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar.

13. Şua’da gördüğümüze göre, İmam-ı Gazali Hazretleri’nin tertip ettiği “Hizb-i Masûnu” da okuyordu. Bu dua Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tertip ettiği Dua Mecmuası’nda mevcuttur.

Üstadın düzenlediği Hizb’ül Hakaik-i Nuriye adlı evrad (dua) kitabında yer alan Abdulkadır Geylanî hazretlerinin münacaatı ve Şah-ı Nakş-ibendin evradı, evliyanın büyüklerinin salavatlarını içine alan “Delail’in-Nur, İmam Gazalî’den aldığı “Sekine”, Tabiî’nin büyüklerinden Üveys-el Karanînin duası, Lem’alar kitabının başına koyduğu ve akşam namazından sonra 33 kere okunmasının çok faziletli olduğunu söylediği altı ayet-i celile, Üstad’ın okuduğu muhteşem dualar arasındadır.

Bu kadar evrad ve ezkârı okumaya kimin gücü yetebilir ki? El-cevap: Ancak Bediüzzaman’ın gücü yeter. Bediüzzaman’ı, Bediüzzaman yapan özelliklerden biri de her halde bu olsa gerek.

Onun bu dua ve münacatları, onu dünya çapında tanınan, sevilen bir insan haline getirmiş ve Risale-i Nur gibi bir irfan hazinesinin doğmasına vesile olmuştur. Allah, bu duaları okumayı ve vird edinmeyi, Üstad-ı Muhterem’in kafilesi içinde Nebiyy-i Muhterem’e (s.a.v) kavuşmayı, onun şefaatiyle de Cemal-i Pâk’iyle şereflenmeyi hepimize nasip eylesin.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

1- Bu yansımaların daha detaylı ele alındığı bir dosya: Karakaş, Vehbi, Hz. Peygamber’den Bediüzzaman’a Yansımalar, (henüz yayınlanmadı, doğumu bekleniyor.)
2- Karakaş, Vehbi, Hicazlı Sevgili, s.72
3- Şiblî, II, s. 45
4- Tirmizî, Şemail, s. 224, 229-230
5- Müslim, Zikir, 41-42
6- Buharî, Teheccüd, 6; Müslim, Münafikûn, 18
7- İbn Mace, Mukaddime, 3
8- Buharî, Küsûf, 2; Müslim, Küsûf,1; İbn Mace, Hüzn,1
9- Bkz. Namazzamanı.net Peygamber Efendimizin Namazı
10- Üstad’ın bu sözü, zayıf bir rivayet olsa da Efendimizin şu sözüne ne kadar benzemektedir: “Benim Allah’la öyle vakitlerim olur ki, o vakitlerde ne bir mukarreb melek ve ne de mürsel bir nebi (hiç kimse) o araya giremez.” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafa, II, 173-174)
11- Akar, Mehmet, Secdede Bir Ömür,19-21
12- Akar, aynı eser, 25-26
13- Akar, aynı eser, 22-23
14- Şahiner, Necmeddin, Son Şahitler.
15- Nursi, Said, Tarihçe-i Hayat, 461
16- Nursî, Emirdağ, I, 145
17- Bkz. Yenidendoğus.net

Gemideki Yükü Sırtında Taşımak

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi,30)

Bütün yarattıklarını düzenle ve dengeyle idare eden Yüce Allah, Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık (Kamer Suresi, 49) ayetiyle haber verildiği gibi,  tüm varlıkları kaderleriyle birlikte yaratmıştır. Belirlenmiş kader dışında, iyi veya kötü hiçbir olayı engellemeye hiç kimse güç yetiremez; çünkü ayette de bildirildiği gibi,  …Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. (Ahzab Suresi, 38)

Allah’ın hayat rehberi olarak indirdiği Kur’an’ın ayetlerinden habersiz olan ve toplumda yerleşik yanlış bilgilere sahip kişilerin en büyük yanılgılarından biri, kader konusudur. Kur’an’dan uzak oldukları için, kaderi gerçek anlamda bilemeyen bu kimseler, kaderi kavramanın verdiği rahatlık ve huzurdan da mahrum kalırlar.

Kader, geçmişte olmuş, bugün yaşanmakta ve gelecekte de yaşanacak olan herşeyi, her hareketi, düşünceyi, konuşmayı Allah’ın en ince detayına kadar bilmesi ve kontrol etmesi demektir. Her insanın hayatı boyunca yaşayacağı her şey, Allah Katında o daha doğmadan belirlenmiş ve planlanmıştır. İnsan, yaşamı boyunca Allah’ın kendisi için dilediğinin dışında bir olayla karşılaşmaz. Kur’an’da, Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır. (Kamer Suresi, 52-53) âyetiyle de kader konusunun iç yüzü bildirilir.

İnsan dahil, yarattığı tüm canlıların ve olayların Kendisinin kontrolü ve hakimiyeti altında yaşamakta oldukları gerçeğini Yüce Allah bir başka Kur’an âyetinde şöyle haber verir:

Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müminleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (Enfal Suresi, 17)

…Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir (Ahzab Suresi, 38) hükmü gereği, insanın kaderinin dışına çıkması asla söz konusu olamaz. Kişinin yaşadığı kötü gibi görünen her olay ve gösterdiği tepki de Allah’ın belirlediği ‘takdir edilmiş kader’dir; kısacası o da Allah’ın emridir. Bu yüzden tüm insanlar kaderlerine teslim olmuşlardır.  Ayette de bildirildiği üzere, istese de istemese de herşey Rabb’ine teslim olmuştur ve kaderinde olanı yaşar.

…Peki onlar, Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa  göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülmektedirler. (Al-i İmran Suresi, 83)

Müminler, dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak, Yüce Allah’ın insanları hem hayırla hem de şerle denemekte olduğunun bilincindedirler. Bu önemli sır,  Kuran’da,  “...Biz sizi şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi 35) ayetiyle haber verilir.

Dinden uzak yaşayan insanlar ise, karşılaştıkları her olayı zahiri yönüyle değerlendirirler. Bu durumu Allah, Rum Suresinin 7. ayetinde, Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.” buyurarak haber verir. Mümin ise olayların zahirine aldanmaz, ardında gizlenen hayırlara, hikmetlere bakar. Çünkü, “...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216) hükmü gereği her olay, insanın görebildiği ve göremediği birçok hikmetle birlikte yaratılır.

Allah’tan korkup sakınan bir mümin,  zahirinde ne görünürse görünsün, yaşadığı olayların ardında kendisi için çok büyük hayır ve güzellik gizli olduğunu bilir. Hatta her olay kendi aleyhinde gelişiyor gibi görünse dahi mümin, kendisi için gerçekleşecek olan hayırları bekler. Rabbimiz, Kendisine sığınanları, arınmayı ve hoşnutluğunu dileyenleri mutlaka yardımıyla destekler. İnanan insan, Kuran’da Hz. Yusuf’un sözlerinde de bildirildiği gibi, ‘Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendir’ (Yusuf Suresi, 100) diyerek, Allah’a güvenip dayanır. Olayları yaratan Rabb’imizdir ve O, yarattığı insan için neyin iyi kötü olduğunu en iyi bilendir. Bunun aksini düşünmek Allah’ın kadrini gereği gibi takdir edememek olacaktır ki, bu da insanı kayba sürükler.

Ancak inanan insan, Allah’ın yarattığı bir musibet isabet ettiğinde, hiçbir şey yapmadan sonucu beklemez. Bir bela karşısında fiili anlamda hiçbir şey yapmadan, konuyu Allah’a bırakmak şeytani bir tevekkül olur. Mümin, bir zorluk durumunda fiili dua mahiyetinde sebeplere de sarılır. Çünkü Rabbimiz, yalnızca sonucu değil, sebepleri de yaratmaktadır.

Kader kavramının bilincinde olmak, Allah’a tam teslim olmamızı sağlayacaktır; çünkü insan gereksiz yere korkular yaşar, hayatını zorlaştırır. Bediüzzaman kader konusunu, gemideki bir insanın, gemi giderken yükünü omzuna alıp, sırtında taşımasına benzetir. Oysa gemi o yükü zaten götürmektedir; kişi yükü sırtına taşıyarak boşuna kendine eziyet eder. Özetle; her iş olacağına, yani Allah’ın belirlediği şekilde bir sonuca varır ancak insanlar boş yere tedirgin olup acı çekerler.

Kötü İle Kıyaslamak

Birçok insan, Allah’ın herşeyi kendileri için özel olarak yarattığını düşünmediğinden, kendi durumunu başka kişilerle kıyaslar. Kendisinden kötü durumdaki kişilerden örnekler vermek, Allah’ın herkes için bir kader belirlediğini, kendi kaderi içinde –eğer kişi samimiyse- mutlaka herşeyin lehinde ve en güzel şekilde yaratılacağını düşünmemesi anlamına gelir.

Bu gerçekleri tam olarak kavrayamayan kişiler, “kaderde herşey belirlenmişse, dua etmeye ne gerek var?” diye düşünebilirler. Oysa dua, gerçekte bizi kaderimizde var olana doğru yönlendirir. Duasını yapmamız, Allah’ın icabet edecek olması anlamındadır. Kaderimizi takdir eden de, bize dua etmeyi ilham eden de Allah’tır. İmam Rabbani bu konuda şöyle söylemektedir:

“Bir şeyi istemek, ona nâil olmak (onu elde etmek) demektir; Zirâ Allahû Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez.”

Başına bir musibet geldiğinde,  kader gözüyle bakıp, “Allah’tandır” diye düşündüğünde insan rahat eder. İman sahibi, “Allah’ın kaderi ne güzel, sonu hayır olacak” şeklinde düşünmelidir. Ancak Allah’ın bunu diyebilecek gücü vermesi için de dua etmelidir. Ve bu dua bir kez değil, sürekli olmalıdır.

Fuat Türker

www.NurNet.Org

Hizmet Yolunda Şehadetin Ardından !..

Aziz kardeşlerim,

Bu defa motorlu kayık içinde Eğirdir’den Barla’ya giderken denizin dehşetli, emsalsiz fırtınası leyle-i Kadirdeki dehşetli hastalık gibi, zahmet noktasını kaldırıp büyük bir rahmete vesile olduğunu sizlere müjde veriyorum. Altı arkadaşla beraber şehid olmak, yedi ihtimalden altı ihtimalle deniz bize geniş bir kabir olmak için zemin hazırlandı. Fakat o hal altında, mükerrer tecrübelerle yağmurun Risale-i Nur’la alâkadarlığı ve şimdi çok zamandır yağmura şiddetli ihtiyaç olduğu bu zamanda Risale-i Nur’un gizli düşmanlarının tehlikesinden ve geniş plânından kurtulmasına bir işaret olarak o dehşetli hâletimiz bir sadaka-i makbule hükmüne geçtiği remziyle, o rahmet-i İlâhîden gelen emr-i Rahmânîyi imtisalindeki iştiyakla yağmurun bir annesi olan bu deniz, o rahmete dair emr-i İlâhîyi gayet heyecanla ve iştiyakla, acelelikle getirmek için, bir şefkat tokadı nevinden Nur talebeleri olan bizim başımızı tokatla yüzümüzü ve gözümüzü yağmurla okşadı.

Biz bu hâleti zahiren hiddet, mânen şefkatkârâne okşamak nev’inde gördük. Ben daha fırtına ve yağmur başlamadan evvel hiss-i kablelvuku ile, hazine-i rahmete bir anahtar olacak dehşetli ve heyecanlı bir musibet hissettiğimden, mütemadiyen Cevşen’i ve Şâh-ı Nakşibend’in virdini okuyordum. Denizin o dehşeti içinde kemâl-i şevkle o mübarek denizi kabir olarak kabul ediyordum. Böyle kaza ile vefat eden şehid hükmünde olduğu gibi, şehid de velî hükmünde olmasından, altı arkadaşıma acımadım. Yalnız içinde bulunan çocuğa bir parça acıdım. O kayığın makinesi bozulduğu ve yelkeni de, rüzgâr onun aksiyle geldiği için fayda vermediğini ve denizin mevcleri de pek büyük, evvelâ kayığa ve zahiren bize hücum etmesiyle beraber kayığın içine girmediği için, kemâl-i sabır ve şükürle karşıladık ve sâlimen sahile çıktık. “Elhamdü lillâhi alâ külli hal” dedik.

Said Nursi

Emirdağ Lahikası-2 (198)

Allah (C.C.) Her Duaya Cevap Verir mi?

Dua; Allah’a yalvarmak, yakarmak, niyaz etmek, çağırmak, yardım dilemek anlamlarına gelmektedir. Kelime anlamıyla da çağırma demektir. İnsan dua ile Allah’a yakınlaşır ve ruhen rahatlayıp huzura erer.

Dua aynı zamanda bir ibadettir. Bu konuda ayet ve hadisler oldukça fazladır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Cenab-ı Hak, “Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar” “De ki: (Kulluk ve) Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin?

Numan İbnu Beşîr (r.a)’den nakledildiğine göre “Rasulullah (s.a.v): ‘Dua ibadetin kendisidir’ buyurup sonra şu âyeti kerimeyi okumuştur: Rabbiniz: ‘Bana dua edin ki size icâbet edeyim. Bana dua ve ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir” buyurdu.

Üstad Bediüzzaman, duanın manası ve hikmeti konusunda şöyle diyor: “Dua, ubudiyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünkü dua eden adam, duası ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki; en küçük işlerime ıttıla’ı var ve bilir, en uzak maksatlarımı yapabilir, benim her halimi görür, sesimi işitir.

Öyle ise; bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki, benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri o yapıyor ki, en küçük işlerimi de ondan bekliyorum, ondan istiyorum. İşte duanın verdiği hâlis tevhidin genişliğine ve gösterdiği nur-u imanın halâvet ve safîliğine bak, “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin?”ayetinin sırrını anla ve “Bana dua edin cevap vereyim” fermanını dinle. Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.

Eğer desen:

Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki âyet umumîdir; ‘Her duaya cevap var ifade ediyor.”

Elcevap: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek, Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir.

Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: “Ya hekim, bana bak.

Hekim “Lebbeyk,” der. “Ne istersin?” Cevap verir.

Çocuk “Şu ilâcı ver bana” der.

Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.

İşte, Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak, hazır, nazır olduğu için, abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevâperestâne (nefsinin isteklerini)ve heveskârâne tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizasıyla, ya matlubunu(istek) veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.

Hem dua bir ubûdiyettir(ibadet). Ubûdiyet ise, semerâtı(meyvesi) uhreviyedir(ahirettedir). Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksatlar, gayeleri değil.

Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa, o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyetle olsa, o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz.

Nasıl ki, güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem güneşin ve ayın tutulmaları, “küsuf ve husuf namazları” denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin nikaplanmasıyla(örtünme) bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenâb-ı Hak, ibâdını(kullarını) o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi müneccim hesabıyla muayyen olan ay ve güneşin husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir.

Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; dua ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def’ olunmazsa, denilmeyecek ki, “Dua kabul olmadı.” Belki denilecek ki, “Duanın vakti kaza olmadı.” Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse, nurun alâ nur, o vakit dua vakti biter, kaza olur.

Demek, dua bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. (Sözler, 23. Söz)

Üstad Hazretleri hadis va ayetlerden yola çıkarak Muzdar (çok zor durumda kalmış) insanların duasının kabul olduğunu ve geri çevrilmediğini söylüyor.

Muzdar durumda kalmış bir kadının hikayesini aktarmaya çalışacağım:

Kocasının çok hasta olduğunu,çalışamaz duruma düştüğünü ve yedi çocuğu ile birlikte aç kaldıklarını ve yiyeceğe ihtiyaçları olduğunu söyler.

Manav ona ters bir şekilde bakarak derhal dükkanını terk etmesini ister.Kadın ailesinin ihtiyaçlarını düşünerek:

– ‘Lütfen efendim’ der. ‘paramız olur olmaz getirip borcumu ödeyeceğim.’

Manav kendisine bir kredi açamayacağını çünkü onun eski müşterisi olmadığını,kendisinde bir hesabının bulunmadığını söyler.

O sırada dükkanın dışında bekleyen bir müşteri ikisinin arasında devam eden bu konuşmayı dinlemektedir.İçeriye girerek manava yaklaşır ve: ‘ben o kadının almak istediklerine kefilim’ der. “Ailesinin ihtiyacı olan şeyleri ona ver.”

Bunun üzerine manav çok isteksiz bir şekilde kadına döner ve ‘bir alışveriş listen var mıydı? Diye sorar.Kadın ‘evet efendim’ der. ‘tamam’ der manav. ‘şimdi onu terazinin şu kefesine koy,onun ağırlığınca diğer kefeye istediklerinden koyacağım’

Kadın bir an duraklar,sonra başını önüne eğer ve çantasını açarak üzerine bir şeyler karalanmış bir kağıt parçasını çıkartır ve manavın kendisine gösterdiği kefeye özenle bırakırken başı hala öne eğiktir.

Manavın ve diğer müşterinin gözleri terazinin kefesine dikilirken hayretle büyümüştür.Manav müşteriye dönerek,kısık bir sesle ‘inanamıyorum’ der.İnanılacak gibi değildir.

Müşteri manava gülerken manav çoktan diğer kefeye eline geçeni doldurmaya başlamıştır ama nafile,diğer kefeyi yerinden bile kıpırdatamamıştır.

Terazinin kefesi artık üzerindekileri alamayacak kadar doldurduğunda çaresiz hepsini bir torbaya doldurarak kadına verir.Şaşkınlıkla üzerinde bir şeyler çiziktirilmiş kağıdı eline alır ve okur. Bir de bakar ki orda bir alışveriş listesi yoktur.Sadece bir dua yazılıdır.

Duada;

ALLAH’IM

‘Neye ihtiyacım olduğunu ancak sen bilirsin

Kendimi senin ellerine teslim ediyorum.’

Manav taş gibi bir sessizliğe bürünmüştür.Kadın kendisine teşekkür ederek dükkandan ayrılır.Müşteri manavın eline bir miktar para tutuştururken ‘her kuruşuna değdi’ der.Daha sonra manav terazisinin kefelerinin kırılmış olduğunu görür.

Yukarıdaki hikaye de olduğu gibi Allah zor durumda kalmış kendisine dua eden hiçbir kulunu geri çevirmez.

ALLAH BÜTÜN DUALARIMIZI KABUL EDİLEN DUALARDAN EYLESİN AMİN….

Hamit Derman

www.NurNet.Org