Çocuk Ve Risale-i Nur

Bazı “Latif Nükteler”i içeren Yirmi Sekizinci Lem’a’da, Lem’alar’a derc edilmesindeki hikmetin ilk etapta pek kavranamadığı bir mektup vardır. Şefik (SARIOĞLU) adındaki bir talebesinin Bediüzzaman’a yazmış olduğu bu mektup, ilk okuyuşta, samimi duygularla yazılmış sıcak ve safiyane bir mektup olmaktan ibaret gözükür insana.

Nitekim, bu mektupla ilgili şahsî tecrübem bu şekilde başlamış, ancak uzun bir zaman sonradır ki, bu mektup anlam ve derinliğini bana açmıştır. “Çocuklara Risale-i Nur’u ne şekilde takdim edeceği”ni bilemeyenler için, bu mektup, manidar ipuçları vermektedir. En ziyade dikkate değer yanı, herhalde budur.

Mektubun bilhassa son paragrafından öğrendiğimize göre, Şefik adlı Nur talebesi “üç yaşından sekiz yaşına kadar” çocukları ile yeğenlerine Risale-i Nur okumuştur. Ama, meselâ “Bunlar Risale-i Nur’dur. Üstad Bediüzzaman Said Nursî bunları yazmıştır” gibi bir girişle değil! Hele hele, “Gelin bakalım. Şimdi size Risale-i Nur okuyayım” diye hiç değil.

Bilakis, kendisi Risale-i Nur okuyorken çocuklar başına toplanıp ne okuduğunu sormuşlar; o da“Elmas, cevher, nur” demiştir. Bu cevapla merakları uyanan çocuklar “elmas, cevher, nur”u anlamaya çalışırken, Şefik onları sevmiş, çay vermiş, okumaya devam etmiş, aradaki sorularına “Bu, elmas, cevher, nurdur” şeklindeki merak uyandırıcı cevapla mukabele etmiş, “anlayamadıkları” yerleri “onların anlayabileceği şekilde” izah etmiş ve en sonunda “Nur, bunu okumaktır. Elmas, bu sözleri yazmaktır. Cevher de, bu kitaptan aldığınız imandır” diye bir açıklama getirmiştir.

Mektubun en son paragrafı ise şu şekildedir:
“İşte Elmas, Cevher, Nur budur, dedim. Tasdik ettiler. Hepsi birden bana bakıyorlardı ve ‘Bunu kim yazmış?’ diyorlardı.”

İmdi, bu latif mektuptan alınacak bir dizi ders vardır. Özellikle “Çocuklar(ımız)a Risale-i Nur’u nasıl anlatabiliriz?” sorusuyla hemhal olanlar için!

Birincisi, Şefik’in (r.h.) kendisinin ev ortamında Risale-i Nur okuyor oluşudur. Demek, çocuklarımızın Risale-i Nur okumalarını istiyorsak, evvela onların bizi Risale-i Nur okurken görmeleri gerekmektedir.

İkincisi; babalarının (veya dayılarının) ne okuduğunu merak edip soranlara Şefik’in doğrudan“Risale-i Nur okuyorum. Risale-i Nur ki, asrın tefsiridir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri yazmıştır”türünden bir cevap yerine, çocukların merakını daha da kamçılayıcı latif bir cevabı tercih etmesidir: “Elmas, Cevher, Nur okuyorum.”

Üçüncüsü, bunun üzerine merak edip başına toplanan çocukları Şefik’in sevmesi ve kendilerine ikramda bulunmasıdır. Demek, çocuğumuzun Risale-i Nur’a muhatap olacağı ortam, sevgi gördüğü ve ikrama muhatap kılındığı bir ortam olmalıdır.

Dördüncüsü, Şefik’in “Onuncu Söz” gibi bir risaleyi okurken, çocukların anlayamadıkları noktada sordukları sorulara “onların anlayabileceği şekilde izah” getirmesidir. Demek, Risale-i Nur’u çocuklara anlatmanın en uygun yolu, onu “çocukça” anlatmaktır.

Beşincisi, Şefik’in elmas, cevher ve nuru son derece latif bir biçimde izah ettikten sonra, hâlâ daha müellifin ismini vermemiş olması; bu cevabın, ancak en sonra gelmesidir. Demek, önce Bediüzzaman’ın şahsını nazara verip, “İşte bu onun kitabı. Hadi okuyun” deme şeklinde örneklerini çokça gördüğüm bir tarz değildir doğrusu. Aslolan, muhatabı önce Risale’yle tanıştırmak, ancak bundan sonrasında gelen sorular dahilinde onun müellifini anlatmaktır.

Şefik’in mektubu, sonradan farkına vardığım böylesi fıtrî, hakikatlı ve sımsıcak ölçüler taşıması itibarıyla, sanırım, çocuğuna veya çocuklara Risale-i Nur’u anlatma ve aktarma gayreti taşıyan herkesin dikkatle ele alması gereken bir mektup hükmündedir.

Metin Karabaşoğlu

Bediüzzaman Said Nursi Ve Meyve Risalesi

Hapishane koğuşu, çok soğuk, hem de rutubetli
Kimse yok, görüşmek yasak, zaten oda ufunetli
Denizli hapsinin, ebedi bir meyvesi
Kibrit kutuları içinde, yetiştirilir fidesi
İksir-i Nurani suyu ile sulandı, tüm fideler
Anında alındı çok bereketli, şifalı meyveler
Hâkimlere şefkatle sunuldu, tadına bakın diye
Hapishaneden yayıldı, nurani bu meyve ülkeye
Üstad; kaderin hükmünü sabırla şükürle bekler
Meyve Risalesini, hapishanede böyle telif eder
Borborunbekir-Bekir Özcan

Bu Yazı Hanımların Çok Mühim Meselelerini İhtiva Eder

Daha aşağıda göreceksiniz ki, Üstad Bediüzzaman hazretleri dahi bu mevzuumuzu tasdik eder. Evet iç ve dış düşmanlarımız hanımlarımızı soyup soğana çevirmekle bizlere en büyük darbeyi vurarak hedeflerine ulaşmışlardır. Hanım nazik bir yaratık olduğu için onu her işte çalıştıramazsın. Ağır işlerde, erkekler gibi madenlerde çalıştıramazsın. Ona da askerlik yaptıramazsın. Hanımı geceyle olur olmaz, tenha yerlerde yalnız terk edemezsin. Araba sürme ehliyeti olsa bile, şehirler arası şoförlük asla yapamamakla beraber, şehir içi bile onun gece şoförlük yapması, onu tehlikeye terk etmekten başka manaya gelmez. Hatta erkeklerle beraber çalışan hanım, kendisini ve beraber çalıştığı erkek arkadaşlarını günaha sokmaktan kurtulamaz.

Hanım kızlarımızı işçi veya memure yapmak için, zavallı anneler ile babalar  kızını bir diploma sahibi yapmak için gece gün uğraşırlar. Öte yandan hanım kızın arkadaşları birer fakülte bitirmişler ya, kendi kendine, aman ben onlardan geri kalmayayım der. Bu diplomalı kızımız, bir taraftan nişanlanmak için erkeklere diploma ile hava atar, öte yandan evlenince maaşıyla beyine kafa tutar.

Kardeşlerim zaruret insana çok ağır şeyleri yaptırır. Fakat siz söyleyin? Çalışan hanım aç kalmamak için mi çalışıyor, yoksa insanın gözü doymadığı için mi hanım çalışıyor, veya çalıştırılıyor. Bunu da sizden soruyorum? Çalışan hanımlarımızın % kaçı tesettürün hakkını verebiliyor? Kardeşlerim mahşerde ki hesap günümüz bizi bekliyor. Onun adı “Pişmanlık günü”dür. Yapıp ne yapıp az pişmanlıkla kurtulmaya gayret edelim, yoksa sonraki pişmanlık fayda vermez!

Bu sebepten dinimiz hanımı, içişleri bakanı erkeği ise dışişleri bakanı tayin etmiştir. Kadın evde vazifesini yapmaya çalışır onun vazifesi olan evin iç işlerini yapmaya gayret ederek beyinin dış işlerine fazla karışmadığı takdirde iş düzgün gider. Ailede huzur olur.  Siz söyleyin dışarıda çalışan hanımlardan hangisi memnundur. Bir taraf yavrusu çocuk yuvasında büyüyen yavru, anne hasretliği çekerek büyür, öbür taraftan zavallı anne yavrusuna karşı en çok muhabbet beslediği halde ondan uzak yaşaması, anne için ondan daha acı hiçbir şey yoktur.

 

Siz söyleyin? Çalışan hanımların bir, en çok iki evladı olabilir. Çalışan hanımların, ikiden fazla evlada kaç tane hanım sahiptir. Öte yandan,  hanım işten yorgun gelince beyi de yorgun gelmiş, beyi yemek ister, öbür yandan yavrusu çocuk yuvasından getirilmiş ağlar. Bu vaziyette olan zavallı hanım kendisini rahat his edebilir mi, size soruyorum, ne dersiniz? Buna, Üstadın Lemaatta ki  ifadelerinden daha iyi  öğreneceğiz:

“Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış, yuvalarına dönmeli

“İza te’enneserricalu-ssufehau bil-hevesati +

İzen tereccelennisau’nnaşizatu bil’vekahati.” (*)

Mimsiz medeniyet, taifeyi nisayi (hanımları) yuvalarından uçurmuş, hürmetlerini kırmış, mebzul meta yapmış. Şer’i İslam onları rahmeten (Rahmeti ile) da’vet eder eski yuvalarına. (Onların) hürmetleri orada, rahatları evlerinde, hayat âilede. Temizlik zinetleri.

Haşmetleri (izzet ve şerefleri), Hüsni hulk (Güzel ahlak); Lutfi cemali, (güzelliği), Ismet (günahtan uzak olması); hüsni kemali (olgunluğu), Şefkat (merhamet); eğlencesi, evladı. Bunca esbabı ifsat (bu kadar sebepleri yok etmek), demir sebat kararı lazımdır ta dayansın. Bir meclisi ihvana (bir erkek topluluğa), güzel karı girince riya ile rekabet, haset ile hodğamlık depretir damarlari!

Yatmış olan hevesat (şehevi duygular), birden bire uyanır. Taife-i nisada serbesti inkişafi (hanımların sınırsız hürriyeti), sebep olmuş beşerde ahlaki seyyienin (insanların kötü ahlakına sebep olmuş). Şu medeni beşerin hırçinlaşmış ruhunda, şu suretler delilen (yarı çıplak kadın fotografları) küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azimdir (gülümseyen yarı çıplak hanımların rolleri büyüktür);

Hem  müthiştir te’siri (**)

Memnu’heykel, suretler (dinen yasak olan heykeller ve resimler): Ya zumlu mütehaccir (ya taşlanmış zulum), ya mütecessit riya (ya vucut halinde bir gösteriş), ya müncemid hevestir (ya donuk bir histir). Ya tılsımdır (ya herkesin çüzemedi bir tılsımdır): Celbeder o habis ervahları (kendine çeker o pis ruhları).”

Tarih ve hadiseler bize inkar edilmeyecek bir gerçeği önümüze serip gösteriyor ki: İslam ahlakına sahip olanlar, hadlerini bilirler. Kendi hatalarını kabul ederek ona göre davranırlar. Fakat bunu da unutmayalım ki İslam ahlakı da ilimsiz elde edilmez.

Şimdi çok kimse bu soruyu benden soruyor? Dinimizce gelin, kaynata ile kaynanasına hizmet edip onlara bakmaya mecbur mudur? Hayır, dinimiz onlara bakmaya gelini mecbur etmez. Onlara bakıp onların her türlü ihtiyaçlarını giderme işini oğlana yükler. Fakat onlara bakmak gelin için bir fazilettir, şereftir, sevaptır. Nasıl ki yarın, öbür gün, Allah o geline hanıma herhangi evlat bağışlarsa, doğacak evlatları, kaynana beşikte sallayıp bakar, gelin herhangi yere giderken, oh be yavrumu sağlam yere bırakıyorum der. Hiç çekinmeden kaynanasına: Anne çocuğa bakar misin! Ben gidiyorum diyerek rahat ve hiç dertsiz gider! O da bakarım evladım kızım size güle güle der onları uğurlar. Çünkü onun öz torunu olduğu için seve seve bakar, gelin hanım da rahat rahat ziyarete veya  işini görmeye gider, böylece fazla zahmet görmeden ikisi de mutlu yaşarlar.

Evet, aklı başında olanlar bunu hiç inkâr edemezler ki: Herkes âile hayatında bu gibi yardımlara muhtaçtır. Hele yeni evlenen gençler ailede karşılaşacakları çok çeşitli problemlerin çözümünü bilemezler. Anne baba gibi, hem en yakın akraba hem de tecrübeli kimselerin tecrübelerinden istifade etmeye onlar çok muhtaçtırlar. İnsan hayatında başına neler geleceğini bilemez. Bunun için, yalnızlık, yalınız Allaha mahsus olduğunu bilmeliyiz.

Geçen gün bir hoca efendi televizyonda dini program yaparken,  bir hanımefendi, telefonda hocaya: Hocam değil mi dinimiz kadını kendi doğurduğu evladına bile bakmakla yükümlü tutmuyor demişti? Hoca  efendi de ona: Evet, dinimiz kadının hakkını tam verdiğini buradan anlıyoruz ki, kendi doğurduğu evladını de bakmaya hanımı zorlamıyor. Fakat kendi evladına bakmayan hanımdan hayır beklenmez ve kendi evladını bakmak istemeyene asla sözüm yoktur demekle, hoca efendi, hanımefendiye lazım olan cevabı verdi.

Şimdi kandırılmış bazı zavallılar bilmeden İslamiyet kadınların haklarını vermemiş diyorlar. Halbuki dinimiz hanıma noksansız rahatını vermiş. Erkeği hanımdan ayırmadan meşru yollarla ikisine farz olan ilmi onlara farz kılmıştır. Fen ve dini bilgileri erkek öğrense çok iyi olur. Hanım ise para kazanma ilmi değil yaradılış sırrını iman hakikatlerini bilmesi lazımdır. Zaruri ihtiyacı olursa, kadın Allahın emirlerine isyan etmeden geçimini temin etmek için çalışabilir.

Bu mühim meseleyi dahi buraya ilave edeyim:

Hanımlardan bazıları: Adalet mi bu? İslam dini erkeğe dört kadınla evlenmeye müsaade etmiş, kadın buna nasıl dayansın, biz kadınlar da erkekler gibi insan değil miyiz ki? Bu kelimenin altında şu yatıyor. Niye Allah erkekleri kadın yaratmamış ta bizi erkek? Bütün bu yanlış düşünce ve sorular anne ve babalarından âile terbiyesi alamayanlardan geliyor.

Biz de, hem onları, hem de, din bilgilerinden mahrum kalan diğer Müslümanları nazara alarak dört kadınla ne için evlenmeyi Allah müsaade etti meselesini öğrenmeleri için, birkaç noktaya işaret ederek, onların bilmedikleri yönleri izah etmeye çalışacağız.

1- İslamiyet bir kadından dörde çıkarmamıştır. Belki, İslamiyet geldiği zaman 40 kadınla evlenenler oluyordu. İslamiyet onlara yalınız dört kadınla nikâhlanabilirsiniz emredince, İslam dinini kabul edenler fazlasını boşamaya mecbur kalarak dörde razı oldular.

2-   İslam dini yalınız bir şehre, bir vilayete veya bir kıt’aya gelmemiştir. Bir asra da münhasır değildir. Belki Allah tarafından nazil olan Kur’ânı Kerim, öyle bir kanundur ki , hiç kimse onun bir noktasını silmek için el uzatamamıştır. Mademki öyledir, elbette hükmü her hangi bir zamana ve herhangi bir yerle sınırlanmayan böyle bir kanun, zayıf olan dindar bir fakiri de, şehevi duyguların baskısı altında yaşayan bir zengini de idare edebilecektir. Bu sebepten ötürü erkeklere ağır şartlarla, yani erkek: Dört bile kadına haklarını noksansız vererebilirse, dört kadınla evlenmeyi  müsaade etmiştir.

3- İslam dini Müslüman’lara dört kadınla evlenmeyi müsaade etmiştir. Sebebine gelince, düşmanlarla savaşmaya kadınlar değil erkekler gider, savaşta şehit olan o erkeklerin  yetim kalan yavruları ile beraber dul kalan o gencecik hanımlarına sahip çıkmak amacıyla, dört hanımla evlenmeyi müsaade etmiştir.

4-İslam dini dört kadınla evlenmeyi emretmemiştir, belki erkeğin vaziyetine göre, ihtiyacına göre, alacağı kadının ihtiyaçlarını noksansız gidermek ve adaletle davranmak şartı ile ve onlardan doğacak yavruları giydirmek beslemek şöyle dursun, onlara hem din hem de dünya için lazım olan eğitimi ve geçimini temin etmek şartı ile birden dörde kadar kadınla evlenmeyi  müsaade etmiştir. Ayet-i Kerime’de:”Eğer adaletli davranacağınızdan endişeli iseniz o zaman size bir tane kâfidir” buyrulmuştur.( Nisa ayet 3)

5- İslam dini birden dörde kadar kadınla evlenmeyi, erkekleri haramdan muhafaza etmek için, müsaade etmiştir. Çünkü, her erkek şehevi duyguları tarafından farklı baskı hisseder. Bu baskıyı taşıyanların, hanımları hayız ve nifas hallerinde, yani kadınların adet görme müddeti 7 gün,  çocuk doğurmadan sonra 40 gün içinde kadınlara yaklaşma yasağı zamanında, hali müsait olanları haramdan kurtarmak için, ağır şartlarla, yani alacakları hanımlara eşit muamele etmek şartı ile, dörde kadar kadınla evlenmeyi müsaade etmiştir.

6- Evlenmekten ana maksat, neslin çoğalmasıdır. O esnada ki keyif ise, Halik tarafından nesli devam ettirmek için çiftlere verilen peşin bir ücrettir. Bu dünyada insanlar ücretsiz iş yapmadıklarını bilen Allah, onlara ücretlerini verip nesli çoğaltmak için evlenmeye sevk etmiştir. Kadınların evlat doğurma dönemi erken tükendiği için, erkeklerin birden fazla hanımla evlenmelerine müsaade edilmiştir.

7- Dört kadınla evlenme tenkidi, Müslümanlardan değil, yolunu sapmış olanlarla imansızlardan geliyor.  Halbuki bunlar her gün gayrimeşru yollarla kendilerini tatmine çalışırlar. Hatta bunlar kendilerine hanımın derdini ve doğacak çocuk yükünü üzerlerini almamak için bir hanımla bile evlenmiyorlar. Belki boğazlarına kadar harama batık bir hayat sürüyorlar. İşte bu tenkit fikri, batılılardan bizi lekelemek için gelmiştir. “Aids” hastalığı, dinini yaşayan  Müslüman devletlerde değil, ecnebilerde çoğalıyor. “Aids” hastalığından korkan bizim zavallıların şikayeti de dört hanımla evlenenlerden değil gayri meşru zevklerin peşine koşanlardan geliyor. Bu sebeptendir ki  Dispanserlerde büyük büyük yazılarla aman kendi hanımınızı yeterli bulup dışarı çıkmayın, yazıları çekinmeden bir tedbir olsun diye yazıyorlar.

8- Bugüne kadar hiçbir anayasa veya kanun, insanların tamamına faydalı olamamıştır. Çıkan kanunlara bakılır, çoğunluğa faydalı ise o iyidir. Bu itibarla mademki İslam dininin hükmü kıyamete kadar devam edecektir. O zaman bir tarafı tamir ederken diğer tarafı harap etmemeğe dikkat ederek, toleranslı olmayı elden bırakmamıştır. Madem böyledir, Allah’ın Kanunu olan Kur’an-ı Kerim’in hükmü her zaman ve dünyanın her yerinde yaşayan insanlar için geçerlidir ve geçerli olacaktır.

9- Bunu herkes bilmesi lazım ki, bir mucidin, veya bir san’atkârın yaptığı  san’atta, ancak o eseri yapanın kanunları geçerlidir. Yani bir mucit icat ettiği makineye bağladığı katalog-kullanma  kılavuzu  geçerlidir. Bunun haricinde mevzuun dışında  herhangi dalda çok mahir biri de olsa onun sözü  o makinede geçerli olamaz. Başkasının yapısı olan, bu aciz insanın yaptığı kanun hakkında hüküm böyle olursa? Ezelden ebede kadar her şey kabza-i tasarrufunda bulunan Şanı yüce Allah’ın yaptığı işlerde Allah’tan başka kimin hükmü geçebilir. İnsanın faydası için yapılan kanunlardan hangisi Allahın kanunundan daha doğrudur veya doğru olabilir? Onun yaptığı işi O’ndan daha iyi kim bilebilir? İsterseniz deneyin? Mercedes’i yapan mühendisin arabaya astığı kullanma kılavuzunu hükümsüz sayın. Sonra arabayı sürerken, frene basacak yerde gaza basın de görelim halinizi. Sanırım bu kadarla, bu sorunun cevabını aldınız..

İşte bu mevzuda son sözüm. Dinimizde müsaade olunduğu halde Allahın en sevmediği şey boşanmak olduğunu nazara alarak evliler biri diğerini kırmamak için dikkatli olacaklar. Bundan ötürüdür ki, yukarıda dediğim gibi: İslam ölçülerine göre nikâh  sözleşmesi yapılırken ömrün sonuna kadar desen kabul olmaz. Peki nasıl olacak?  Sonu olmayan bir hayata göre dini nikâh olunur. Onun için, dini bütün olan Müslümanlar, aman o uzun hayatta arkadaşımı kaybetmeyeyim diyerek bir diğerinin ufak tefek söz ve davranışlarına  tepki göstermesinler.

____________________________________________

(*) Tesettür Risalesinin esasi dir. Yirmi sene sonra Müellifinin mahkûmiyetine sebep gösteren bir Mahkeme, kendini ve hakimlerini ebedi mahkum ve mahcup eylemiş.

(**) Nasıl meyyite (ölü) bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de rahmete muhtaç bir biçare meyyitenin (ölünün) güzel tasvirine (suretine) müştehiyane bir nazarla (şehvet iştahıyla) bakmak, ruhun hissiyati ulviyesini (ruhun ulvi hislerini) söndürür.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Birinci Şuâ Tarihleri

Birinci Şuâ Risale-i Nuru Tetdkik edenlerce malumdur ki Sikke-i Tastik-i Gaybi ve Şuâlar namında ki eserlerde geçmektedir.

 

Burada Risale-i Nur’a işaret eden ayetler geçmektedir.

 

Rumi ve Hicri tarihleri miladi takvime göre çevirip burada tebyiz ettim.

 

Metin mehazleri Envar Neşriyat Risale-i Nur Külliyatına Göredir.

 

İstifademi burada yazdım. Merak edenler tedkik edebilir. Hatalar benden istifadem ise Risale-i Nur Külliyatındandır.

    

Risale-i Nur

Araştırma Merkezi

Yozgat / Ocak 2015

 

Çalışmaya Rumi Tarihler de Eklendi : indirmek için tıklayın

 

 

Aşağıda tarih çevirme ile bazı formüllerini yazıyorum sizlerde yapabilirsiniz.

 

 

Hicri Yılın Miladi Yıla Çevrilmesi

  • Hicri yılı 33’e bölünüz1420 : 33 = 43.03 (=43)
  • Çıkan sayıyı hicri yıldan çıkarınız1420 – 43 = 1377 (1.sayı)
  • çıkan sayıyı 622 ile toplayınız.1377 + 622 = 1999

Miladi Yılın Hicri Yıla Çevrilmesi

  • Miladi yıldan 621 rakamını çıkarınız1999 – 621 = 1378 (2.sayı)
  • (2.sayı) çıkan sayıyı 33’e bölünüz1378 : 33 = 41.75 (=42)
  • Bölümü 2.çıkan sayı ile toplayınız1378 + 42 = 1420
  • Hicri sene, Miladi seneye göre her yıl 10-11 gün evvel, başlamaktadır. Hicri Kameri takvim her 33 senede tam bir devir yaparak senenin bütün günlerinde oruç tutulmaktadır.

 

 

 

* [1] Risale-in Nur’a ismiyle bakıyor, öyle de tarih-i te’lifine ve tekemmülüne tam tamına tevafukla remzen bakıyor.

  1. 1349 – M. 1930

 

* [2] Resail-in Nur’un intişarı ve iştiharı ve parlaması tarihine..

  1. 1345 – M. 1927

 

* [3] Resail-in Nur müellifi ulûm-u Arabiyeyi tedrise başladığı aynı tarihe..

  1. 1311 – M. 1893

 

* [4] Risale-in Nur müellifi, mukaddemat-ı Nuriyeye başladığı aynı tarihe

  1. 1322 – M. 1904

 

* [5] Risale-i Nurun Zuhuruna Dair

  1. 1280 – M. 1863

[6] H. 1326 – M. 1908

[7] H. 1340 – M. 1921

 

* [8] Müeelif-i Nurun Tevellüdü

  1. 1279 – M. 1862 (Tevellüdü Yakındır)
  2. 1284 – M. 1867 (Tevellüdüne Bakar)

[9] H. 1294 – M. 1877 (Tevellüdünün Birinci Senesi)

 

* [10] Kur’anın istikameti emretmesi

  1. 1313 – M. 1885

 

* [11] Mellifin ulumunu Tahsile başlaması

  1. 1319 – M. 1891

 

* [12] Allah Yolunda Mücadele Edenler

  1. 1344 – M. 1926

 

* [13] Müellifin Görünme Tarihi

H.1324 – M. 1908

 

* [14] Müellifin Harbde Yaralanması

  1. 1334 – M. 1916

 

* [15] Fatiha ve Bakara Surelerinin Tefsiri

  1. 1335 – M. 1919

[16] H. 1329 – M.1930

 

* [17] Kur’ana karşı su-i kastın tarihi

  1. 1346-7 – M. 1898-9

 

* [18] Bu asrın Tağiyane faaliyet zamanları

  1. 1357 – M. 1938
  2. 1347 – M. 1928

 

* [19] Dehşetli Bir Cereyanın Müntehası

  1. 1387 – M. 1967

 

* [20] Ehl-i Şekavetin azap tarihleri

  1. 1361 – M. 1942
  2. 1351 – M. 1932
  3. 1331 – M. 1915

 

* [21] Resail-in Nur müellifi tedristen, te’lif vazifesine..

  1. 1318 – M. 1900

 

* [22] İstihzarat-ı Nuriye Devri

  1. 1316 – M. 1898

 

* [23] Risalet-ün Nurun intişarının fevkalede parlaması

  1. 1347 – M. 1928

 

 

* [24] Müellifin Hikmet-i Kur’aniyeye teveccühü

  1. 1322 – M. 1906

 

* [25] Müellifin Kur’an Dersini aldığı tarih

  1. 1302 – M. 1920

 

* [26] Müellif Dar-ul Hikmette

  1. 1338 – M. 1920

 

* [27] Risale-i Nur Talebelerinin zuhuru

  1. 1344 – M. 1926

 

* [28] Risale-i Nur Talebelerinin ilimleri

  1. 1360 – M. 1941

 

* [29] Mevlana Halid ve Bediüzzamanın Talebeleri

  1. 1212 – M. 1797

 

* [30] ilm-i Hakikatte Çalışan Taife

  1. 1344 – M. 1926

 

* [31] Risale-i Nur Kur’anın Bir Bürhanıdır

  1. 1360 – M. 1941
  2. 1340 – M. 1892

 

* [32] Risale-i Nurun etrafa intişarı

  1. 1346 – M. 1930

 

لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَ شِفَاءٌ dur. Şu şifalı âyet çok zamandır benim derdlerimin şifası ve ilâcı olduğu gibi eczahane-i kübra-yı İlahiye olan Kur’an-ı Hakîm’in tiryakî ilâçlarından, Risale-in Nur eczalarının kavanozlarından alarak belki bin manevî derdlerime bin kudsî şifayı buldum ve Resail-in Nur şakirdleri dahi buldular. Ve fenden ve felsefenin bataklığından çıkan ve tedavisi çok müşkil olan ve zındıka hastalığına mübtela olanlardan çokları onunla şifalarını buldular.

 

* [33] Risale-i Nur Talebelerinin Envar-ı Kur’aniyeyi Neşretmeleri

  1. 1349 – M. 1930

 

* [34] Risale-i Nur Talebelerinin Zahiri mağlubiyetleri ve ihlas/metanetle kurtulmaları

  1. 1350/1/2 – M.1934/5/6

 

* [35] Risale-i Nur Talebelerin istiğfar dersini vermeleri

  1. 1360 – M. 1941

 

* [36] Risale-i Nur Bu asrın hastalıklarına şifa olması

  1. 1339 – M. 1921

 

 

* [37] Risale-i Nur Müellifinin istihzarat-ı Nuriyesi

  1. 1316 – M. 1898

 

* [38] Risale-i Nur Müellifinin İnkılab-I Ruhisi

  1. 1316 – M. 1898

[39] H. 1316/7 – M. 1898/9

 

* [40] Risale-i Nur Müellifinin Ulumu tahsil gayesi

  1. 1316 – M. 1898

 

* [41] Risale-i Nurun Telifi

  1. 1316 – M. 1898

            [42] H. 1345 – M. 1927

 

* [43] Kur’anın Tenziliyle çok alakadar bir nur

  1. 1342 – M. 1926

* [44] Risale-i Nurun en nurani cüzlerinin meydana çıkması

  1. 1342 – M. 1926

 

* [45] Risale-i Nur ilhamdır vahy değildir

  1. 1342 – M. 1926

 

* [46] Risale-i Nurun fevkalede intişarı ve zuhuru

  1. 1370 – M. 1950/1

 

* [47] Risale-i Nur Müellifinin Besmele-i Hayat-ı Dünyeviyesi

  1. 1293/4 – M. 1877/8

 

* [48] Risale-i Nur Müellifinin mebadi-i uluma besmelekeş olması

  1. 1304 – M. 1886

 

* [49] Risale-i Nurun Bir derece tekemmülü

  1. 1354/5 – M. 1936/7

 

* [50] Kudsi ve Semavi bir teselli..

  1. 1352 – M. 1936

 

* [51] Kur’an hizmetkârlarından bir taifenin ashab-ı Cennet ve ehl-i saadet olduğu..

  1. 1349 – M. 1930

 

* [52] Kur’anı Söndürme emelinde Avrupa müstemlekesine Müellifin tepkisi..

  1. 1316/7 – M. 1898/9

 

 

* [53] Avrupanın Kur’anın Nurunu söndürmeyi planladıkları tarih..

  1. 1324 – M. 1908

 

* [54] Avrupanın Kur’anın Nurunu söndürmeyi planladıkları tarihlerde Müellif-i Nur ve talebeleri

  1. 1324 – M. 1908 (Şarkta irşad faaliyetleri)
  2. 1334 – M. 1915 (1. Dünya Savaşı)
  3. 1354 – M. 1935 (Barla ve Kastamonu hay.)

* [55] Avrupanın ifsadına karşı çalışan irşad heyeti

  1. 1284 – M. 1867 (Mevlana Halid k.s.)

 

* [56] Avrupanın islam güneşini muvakkaten küsufa tutturması

  1. 1293 – M. 1877

 

* [57] İşarat-ül i’caz’ın telifi..

               H.1338/9 – M. 1919/20

[58] R.1334 – M. 1918

 

* [59]  İşarat-ül i’caz’ın Müftülere gönderilmesi..

  1. 1339 – M. 1920

 

 

 

 

* [60] Bu asrın (1900ler) zulümleri ne vakte dek sürecek..

  1. 1375 – M. 1952

            [61] H. 1370 – M . 1950/1

 

* [62] Kur’andan Gelen bir Nur ile insanlar karanlıktan aydınlıklara çıkacak..

  1. 1345 – M. 1926 (Müellif Barla’da)

 

* [63] Risale-i Nurun Mebde-i Zuhuru..

  1. 1341 – M. 1922

 

* [64] Tağilerin tuğyanı vakti..

  1. 1327 – M. 1909
  2. 1359 – M. 1940

[65] H. 1360 – M. 1941

 

* [66] Ecnebi Kanunlarının Adliyeye girmesi..

  1. 1209 – M. 1794

 

* [67] Vazife-i Risaletin Naibi olan Müellif-i Nur..

  1. 1318 – M. 1900
  2. 1328 – M. 1910
  3. 1351 – M. 1933
  4. 1358 – M. 1939
  5. 1368 – M. 1949
  6. 1351 – M. 1933

 

* [68] Vazife-i Risaletin Naibi Olan Taifenin Ayağa kalkıp tebliğ ve irşad faaliyetleri..

  1. 1328 – M. 1910

 

* [69] Envar-ı imaniye ve Kur’aniyeye Muhtaç olunan zamanda Risale-i Nurun zuhuru..

  1. 1357 – M. 1938

 

* [70]/[71] Kadınların hayat-ı içtimaiyeye karışışması ve Risale-i Nurun Tesettürü savunması (Tesettür Risalesinin Yazılması)..

  1. 1347 – M 1928

 

* [72] Risale-i Nurun tiryaklarına sarılma tarihi..

  1. 1357 – M. 1938

 

* [73] Risale-i Nurun Kur’ani ilaçlarının istiğmali

  1. 1500 – M. 2077

 

* [74] Yeis’e düşen ümmete müjde veren zatın zuhuru..

  1. 1323 – M. 1907

 

* [75] İslamiyeti inhisafa tutturma planlarının tarihi..

  1. 1356 – M. 1840

 

* [76] Risale-i Nurun Küre-i arzı tenvir tarihi..

  1. 1380 – M. 1960 (Müellifin vefaatı)

 

* [77] Müminlere müjdele.. ( 2. Dünya Savaşı )

  1. 1359 – M. 1940

 

* [78] Müminlere Bir fazlullah..

  1. 1554 – M. 1940

 

 

* [79] Merhaleler..

  1. 1506 – M. 2082
  2. 1542 – M. 2117

 

            [80]H. 1500 – M. 2077

  1. 1506 – M. 2082
  2. 1542 – M. 2117
  3. 1545 – M. 2120

 

            Geçen tarihleri bilaistisna burada aldım.

 

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Risale-i Nur Araştırma Merkezi

Yozgat / Ocak 2015

 

www.NurNet.org

 

 

[1] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 73 )

[2] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 73 )

[3] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 73 )

[4] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 73 )

[5] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 74 )

[6] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 89 )

[7] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 129 )

[8] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 75 )

[9] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 77 )

[10] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 76 )

[11] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 76 )

[12] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 76 )

[13] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 77 )

[14] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 78 )

[15] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 77 )

[16] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 87 )

[17] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 80 )

[18] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 80 )

[19] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 81 )

[20] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 81 )

[21] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 82 )

[22] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 83 )

[23] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 83 )

[24] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 84 )

[25] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 84 )

[26] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 84 )

[27] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 85 )

[28] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 85 )

[29] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 85 )

[30] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 85 )

[31] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 86 )

[32] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 87 )

[33] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 87 )

[34] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 88 )

[35] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 89 )

[36] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 89 )

[37] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 90 )

[38] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 90 )

[39] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 92 )

[40] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 90 )

[41] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 91 )

[42] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 93 )

[43] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 97 )

[44] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 97 )

[45] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 97 )

[46] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 97 )

[47] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 99 )

[48] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 98 )

[49] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 98 )

[50] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 98 )

[51] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 100 )

[52] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 101 )

[53] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 102 )

[54] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 102 )

[55] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 102 )

[56] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 102 )

[57] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 103 )

[58] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 106 )

[59] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 106 )

[60] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 104 )

[61] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 128 )

[62] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 104 )

[63] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 106 )

[64] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 108 )

[65] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 134 )

[66] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 108 )

[67] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 109 )

[68] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 123 )

[69] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 124 )

[70] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 125 )

[71] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 125 )

[72] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 125 )

[73] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 124 )

[74] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 128 )

[75] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 128 )

[76] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 129 )

[77] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 130 )

[78] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 130 )

[79] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 130 )

[80] Osm. Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 131 )

Çobanyıldızı’nda Bir Gün Yaşamak!

“De ki: “Göklerde ve yerde ne var? Bir bakıverin.” (Yunus, 101)

Evrende milyarca yıldız bir araya getirilerek Galaksi adı verilen yıldız kümeleri oluşturulmuştur. Galaksilerin yaklaşık % 80 kadarı disk biçimlidir. Dünyanın da içinde bulunduğu yıldızlar kümesine Samanyolu Galaksisi(gökada) denir. Bunlar büyük galaksilerdir. Bir de sayısız Cüce Galaksiler vardır.

Güneş sistemi, güneşin çekim kuvvetinin etkisiyle; gezegenler, gezegenlerin uyduları, kuyruklu yıldızlar ve meteorların yine güneş etrafında birikmesiyle oluşan gök cisimleri topluluğudur.

Bir yıldızın etrafında dönen gök cimine Gezegen(seyyare) denir. Güneşin etrafında bugün için bilinen 8 gezegen(Merkür, Venüs, Mars, Dünya, Jupiter, Satürn, Uranüs ve Neptün) vardır. Gezegenleri güneşin etrafında dönen dönme dolaba benzetebiliriz, ama çok özel bir dönme dolab, hangisine binsen farklı şeyler yaşatan. Bir hayal edin bakın nasıl zevk alacaksızız, derin derin düşüneceksiniz.

Bir de Güneşin etrafında Cüce gezegenler vardır. Pluton, Ceres ve Eris gibi. Mesela Ceres cüce gezegeninin 1 günü 9.5 saat, güneş etrafındaki 1 turu ise 4.6 yıldır.

Gezegenlerin etrafında dönen gökcisimlerine Uydu(peyk) denir. Dünya’nın 1, Mars ve Neptün’ün 2, Uranüs’ün 6, Satürn’ün 10 ve Jüpiter’in ise 12 uydusu vardır. Merkür ve Venüs’ün ise uydusu yoktur.

Güneş sisteminin dışında olan bulunan yıldızların etrafındaki gezegenlere ise Ötegezegen denir.

Gezegenlerin kendi ekseni etrafında dönme hızı ile Güneşin etrafındaki dönme süratleri farklı farklıdır. Güneş çevresinde dolanma süreleri, Güneş’e olan uzaklıklarına bağlıdır. Dünya yılı cinsinden bu değerler şöyledir: Merkür: 88 gün, Venüs: 224 gün, Dünya: 365 gün 5 saat 45 dakika 46 sn, Mars: 687 gün, Jüpiter: 12 yıl, Satürn:29.4 yıl, Uranüs: 84 yıl, Neptün: 164 yıl dır.

Gezegenlerin kendi etrafında dolanma sürelerine ise belli bir kural konulmamıştır. Dünya günü açısından o zamanlar ise şöyledir: Merkür: 58 gün, Venüs: 243 gün, Dünya: 1 gün, Jüpiter: 10 saat Mars:1 gün 37 dakika, Satürn: 10 saat, Uranüs: 11 saat, Neptün: 17.24 saat

Gezegenler hem kendi ekseni etrafında hem de güneşin etrafında batıdan doğuya doğru dönerler.  Güneş ve ay’dan sonraki en parlak gezegen Venüs (Çobanyıldızı, Çolpan, Zühre)dür.  Ancak Venüs tüm gezegenlerin aksine doğudan batıya doğru döner. Yani Venüs’te Güneş batıdan doğar. Ekseni etrafındaki bir turu 243 günde tamamlarken Güneş çevresindeki tam turunu 224 günde tamamlar. Yani Venüs’te bir gün bir yıldan daha uzundur.

Bu gezegenin büyüklüğü Dünya ile benzerlik gösterdiğinden Dünya ile kardeş gezegen veya dünyanın ikizi olarak da bilinmektedir. Ama ekvatordaki sıcaklığı 500°C‘nin üzerine çıkabilmektedir. En çok uydu gönderilen gezegendir. Bu sıcaklıkta orada yaşamak mümkün değilse de hayalen orada bir gün yaşayabiliriz. Güneşin batıdan doğup doğudan battığını görmek, daha 1 gün dolmadan 1 yaş yaşlanmak hangi gezegende mümkün ki? Allah size hayal gibi bir duygu vermiş, ona binerek yakıt harcamadan, trafik kazası ihtimali olmayan bir yolda, gidin gidebildiğiniz yere kadar…

Her insan gibi her yıldız, her gezegen ve her uydu da özeldir. Ama Venüs bir başkadır. O, ezber bozan, gaflet perdesini yırtan ve akılları bir daha düşünmeye sevk eden bir gezegendir. Yırtın bütün perdeleri, miraçda gibi yükselin, O’nu bulun.

*Semâvâtta hiçbir deverân ve hareket yoktur ki, böyle intizâmıyla Senin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin. (LEMALAR, Münacaat)

Devletler, anayasalarla kanunlarla idare edilir, kanunları koyan da değiştiren de kaldıran da Parlamentolarıdır. Evrende ise kanunları koyan onları yaratandır. O, kendi iradesiyle istediği kanunları koyar istediğinde kendi iradesiyle o kanunların dışına çıkar ama kainatı da bir düzen içinde idare eder. O, bu davranışıyla sebeplerin arkasındaki “sebeplerin yaratıcısı” na dikkatleri çeker. İnsanlar kanunları göre göre bazen duyarsızlaşır, vurdumduymaz olabilir. Kanunların istisnalarını, kural dışıları da yaratarak bu gaflet perdesini kaldırmak ister. Günü geldiğinde de O, bütün kanunları kaldırır, evreni bozar ve yeniden inşa eder. O’nun işlerine hiçbir tesadüf karışamaz.

*Kadîr-i Alîm ve Sâni-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla, kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf, işine karışmadığını izhâr ettiği gibi, şüzûzât-ı kanuniye ile, âdetinin hârikalarıyla, tegayyürât-ı sûriye ile, teşahhusâtın ihtilâfâtıyla, zuhur ve nüzûl zamanının tebeddülüyle meşîetini, irâdetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyârını ve hiçbir kayıt altında olmadığını izhâr edip, yeknesak perdesini yırtarak ve herşey her anda, her şe’nde, herşeyinde Onamuhtaç ve Rubûbiyetine münkad olduğunu i’lâm etmekle, gafleti dağıtıp, ins ve cinnin nazarlarını esbâbdan Müsebbibü’l-Esbâba çevirir. (SÖZLER, 16.Söz)

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version