Mustafa Sungur Ağabey Hastaneye Kaldırıldı

Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Mustafa Sungur Ağabey hastaneye kaldırıldı.

Bir süredir devam eden bazı şikayetleri üzerine hastaneye götürülen Sungur ağabeyin sağlık durumu doktorlar tarafından izlemeye alındı.

Sungur ağabey sevenlerinden dua bekliyor.

MUSTAFA SUNGUR Kimdir?

Mustafa Sungur ağabey 1929 Eflani doğumludur. Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsünü bitirmiş ve kendi köyünde bir müddet muallimlik yapmıştır.

 1946 senesinde Külliyatta adları geçen; Muallim Ahmed Fuat, Mustafa Osman, Hıfzı Bayram, Mehmed Feyzi (R.H. aleyhim ecmain) ağabeyler vasıtasıyla Risale-i Nurları tanıdı ve okumaya başladı.

1947’de Emirdağ’ında Bediüzzaman’ı ziyaret etti.

1948’de Afyon mahkemesi münasebetiyle hapishaneye girdi.

1953’de Samsun Büyük Cihad gazetesine gönderdiği bir yazı yüzünden Samsun’da tekrar hapse alındı.

1954 senesinde Isparta’da şimdi müze olan evde Üstad Bediüzzaman’ın yanında temelli kalmaya başladı. Defalarca mahkemeye verildi, hapis yattı. Bediüzzaman Hazretlerinin en yakın hizmetkar ve talebelerindendir.

risale haber

Sri Lanka’da İlk Medrese-i Nuriye Açıldı

Esselamu Aleyküm,

Amasya Cemaati olarak Srilanka’ya ikinci ziyaretimizi 26 Temmuz-16 Eylül 2012 tarihleri arasında gerçekleştirdik ve başkent Kolombo’da ilk dersanemizi açtık. Ramazanın büyük kısmını ve bayramı orada geçirdik.

Srilanka, bir diğer adı Seylan veya Serendip, Hindistanın 31 km güneyinde, Türkiye’nin dörtte biri alana sahip, çoğunluğu Budist, 21 milyon nüfuslu bir ada ülkesi. Resmi rakamlara göre müslüman oranı yüzde 8.

Bir sene önce bu ülkeye ilk ziyaretimizi gerçekleştirdiğimiz için tecrübeliydik ve hemen uygun bir dersane bulmak için çalışmalarımıza başladık. Bu süreçte bize yardımcı olabilecek çok şahıslarla ve cemaatlerle irtibata geçtik ve Srilanka’daki amacımızı ve Risale-i Nur hizmetlerini onlara anlattık. Aldığımız tepkiler hep pozitifti. Bizim Türkiye’den böyle bir gaye için gelmemize çok sevindiler.

İki hafta kadar sonra artık dersanemizi tutmuştuk. Gerekli eşyaları alıp yerleşmeye başladık. Artık misafirlerimizi yeni dersanemizde ağırlıyorduk. Tamilce, İngilizce ve Türkçe dersler yapılmaya başlandı. Derslere ilgi fazlaydı ve çok samimi bir ortam oluştu. Ayrıca Türkiye’de dersanelerimizde kalan Srilankalı üniversiteli öğrenciler ve İmam-Hatip Lisesi öğrencileri bu esnada Srilankada yaz tatillerini yapıyorlardı ve sürekli bize eşlik ettiler. Şunu da belirtmek gerekir ki, bu öğrencilerin sayısı her sene artıyor. Türkiye’de hizmeti öğrenip kendi ülkelerinde hizmeti ilerletecekleri yönünde ümitvarız.

Ülkenin ikinci büyük şehri olan Kandi‘yi ziyaret ettik. Orada ülkede camisi olan tek üniversiteyi ziyaret ettik. Bu caminin alt katı yaklaşık 35 kişi kapasiteli yurt olarak kullanılıyor ve bakıma ihtiyacı vardı. Cami yönetim komitesine camiyi onarıp yurdu aktif hale getirip orayı bir Risale-i Nur hizmet merkezi haline getirme planımızı belirttik. Olumlu karşılandı. İnşaallah bir dahaki ziyaretlerimizde buna yönelik çalışamalar planlıyoruz.

Bu ülkede yeni olduğumuz için öncelikle müslüman halkla irtibata geçtik. Türkiye’de olduğu gibi orada da farklı branşlarda hizmet veren cemaatler var. Bunları ziyaret edip geliş maksadımızı ve hizmetlerimizi anlattık. Müslüman okullarını ve bir İslami üniversiteyi ziyaret ettik. Türkiye’den getirdiğimiz hediyelerimizi, tanıtıcı broşürlerimizi ve kitaplarımızı takdim ettik. Bütün gittiğimiz yerlerde en iyi şekilde karşılandık. Türkiye’ye karşı geçmişten gelen bir hürmetleri var. Bunu gittiğimiz her yerde hissettik. Türkiye’ki gelişmeleri merakla takip ediyorlar ve kuvvetli ümitvarlar. Ayrıca bu ülkeye bizden önce Türkiye’den diğer cemaatlerden gelen kardeşlerimizi ziyaret ettik. Birlikte neler yapılabileceğine dair görüştük.

Yüzde yetmişe yakını Budist olan Srilanka özgürlüklerin yüksek olduğu, müslümanların kendi okul, mahkeme ve eğitim sistemlerine sahip olduğu hizmet için gayet uygun bir zemin. Burada mesajımızı iletmekle yükümlü olduğumuz milyonlarca insan var. Cenab-ı Allah muvaffakıyet nasip etsin.

Srilanka’da nurun birinci talebesi Asım Alawi abimizi unutmamak lazım. Şimdiye kadar Küçük Sözler, İhlas-Uhuvvet Risalesi ve Hutbe-i Şamiye’yi Tamilce’ye çevirdi. Çalışmalarına devam ediyor. İlk gidişimizde olduğu gibi yine bize büyük yardımları dokundu. İnşaallah Kurban Bayramından sonraki ikinci gelişimize kadar dersanemizde kalıp hizmetlerle ilgilenecek. Ayrıca şu an G.Antep’ten vakıf Ahmet Açıkgöz abimiz de dersanemizde kalıyor ve orada İngilizce kursuna devam ediyor. Kurban Bayramından sonra Filipinlerden kardeşlerle beraber tekrar Srilanka’ya gitmeyi planlıyoruz. Ve minallattevfik.

Amasya Nur Talebeleri

Bir önceki Sri Lanka Hizmet Mektubu için tıklayın

www.NurNet.org

İslâm hukukunda ‘aile reisliği’ anlayışı ve çalışan kadın hakları?

Soru: İslam’da ailenin reisi beydir. Bey aynı zamanda ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılamakla da yükümlüdür. Kadın, bu ihtiyaçları karşılamaktan sorumlu değildir. Kadının şahsına ait malı varsa kullanışı kendi tercihine bırakılmıştır. Bey bu malda tasarruf hakkına sahip değildir.

Bununla beraber, çalışan kadın, ailenin ihtiyaçlarını karşılamada beyine yardımda bulunmaktadır. Çalışan kadının bu katkısı mecburi midir, yoksa isteğe bağlı bir yardım mıdır? Ayrıca kadının maaş kartını alıp kendi kullanan beyler de görülmektedir. Kadın, kartını beyine vermezse bu bir itaatsizlik gibi yorumlanabilir mi? Beyin böyle bir hakkı söz konusu mu?

Cevap: İslam’da aile reisinin bey olduğunda ittifak vardır. Beyin ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya mecbur ve mükellef olduğu da kesindir. Ancak beyin kazancı ailenin ihtiyacını karşılamaya yetmezse hanımın çalışmasına izin vermesi de söz konusu olabilir. Bu takdirde şartların müsait olduğu yerlerde çalışan kadının, ailenin ihtiyaçlarını karşılama konusunda beyine yardımda bulunması hem hayat ortaklığının bir gereği hem de bir vefa ve saygı anlayışının icabı olarak görülmekte, böylece aile mutluluğuna da katkı sağlamaktadır.

Ancak bu sırada kadının rızası olmadan maaş kartını beyin kendi tasarrufuna alması gibi bir hakkı söz konusu olmamaktadır. Çünkü ailenin ihtiyacını karşılama mecburiyeti kadına değil, erkeğe ait bir mükellefiyet olduğundan, kadın beyin yetişemediği yerlerde yardımda bulunmakta, erkek bu yardımı mecburi bir mükellefiyet gibi görüp de maaş kartını da kendi tasarrufunda bulundurma hakkına sahip olmamaktadır.

Hayreddin Karaman Hocaefendi’nin (İslam’da Kadın ve Aile) kitabındaki aile reisliğinin istişare içerikli salahiyeti konusunda verdiği geniş bilgilerden şöyle bir özet çıkarabiliriz:

***

1- İslam’da ailenin reisi kocadır. Ancak kocanın bu reisliği bir amir-memur ilişkisi gibi katı ve sert değildir! Aile küçük bir cemiyettir, topluluktur; hiçbir cemiyet ve topluluk başsız yönetilemez. Aile reisliği de bu anlayışın bir gereği olarak öngörülmüş, bu reislik kavramının içi de, salahiyet görünümü içinde sorumluluklarla doldurulmuştur! Nitekim İslâm’da aile reisi, birliğini yönetirken birinci derecede karısı ile istişare ederek sürdürecektir yönetimini.

2- Ailenin geçimini (nafakayı) sağlamak kocanın sorumluluk alanına girer. Medeni Kanun’un 190. maddesine göre koca, karısının da geçim teminine, aile giderine bir ölçüde katılmasını isteyebilir. Ama (kadın haklarını korumadığı iddia edilen) İslâm hukukunda ise kocanın böyle bir hakkı da yoktur, kadın hiçbir şekilde aile giderine katılma mecburiyetinde tutulamaz! Bu durumda kadın, kocasının hazırladığı mütevazı hayata razı olur, şikâyeti söz konusu olmaz tabii.

3- İslâm aile hukukunda mal ayrılığı esas olduğu için kadının zengin, kocasının fakir olması ve gerektiğinde zengin kadının kocasına zekât vermesi de caiz görülmüştür. Öte yandan ailenin geçimini sağlamak kocaya ait olduğu için kocası zengin olan kadın da zengin sayılmıştır ve kendisine zekât verilmesi caiz görülmemiştir.

4- Kadın geçinmek için çalışmak istediği takdirde -İslâmî sınırları ve hükümleri çiğnemeden- çalışma hürriyetine sahiptir. Ancak aile birliği içinde bulunan kadının çalışabilmek için birlik başkanından izin alma mecburiyetini, birliğin dirlik ve düzeni gerekli kılmaktadır. Aile birliği içinde isteyen istediği zaman evi terk eder, istediği zaman döner, dilediği yerde, dilediği kadar bulunursa bu birliğin bozulmasını sonuç verir. Kadın bu konuda kendini başıboş gibi görmemeli, beyinin iznini alarak hareket etmeyi mükellefiyeti olarak bilmelidir.

5- Bütün bunlardan anlaşılan odur ki; aile içi yönetimde istişare ile karar vermeler esastır. Anlaşamadıkları yerlerde ise karı-koca kendi seçtikleri ‘Hakem Heyeti’ne anlaşmazlıklarını anlatarak verecekleri adaletli karara uymaları gerekir. Bu konulara elbette farklı yaklaşımlar da mevcuttur.

Ahmed Şahin / Zaman

Peygamberimiz, yakıp yıkarak yapılan savunmalardan memnun olmazdı!

Peygamberimiz’e saygısızlık yapan yabancılara karşı Müslümanların sokaklarda vurucu kırıcı intikam tepkileri göstermesi Peygamberimiz’i sevdirme mesajı vermiyor, insanlığın iftihar tablosu’nun eşsiz sabır ve tebliğ anlayışını yansıtma özelliği göstermiyor.

Halbuki öyle bir tepki göstermeliyiz ki, O’nun insanlığı hayran bırakan özelliklerini bu tepkilerle dünyaya duyurmuş olalım, O’nu gözden düşürmek isteyenlerin tam aksine, O’na duyulacak sevgi saygıyı artıran mesajlar sunalım… Ne yazık ki, Peygamberimiz’i savunma adına sokaktaki yakıp yıkma tepkilerinde böyle bir sevgi saygı duyurma mesajı söz konusu olmuyor. Tam aksine düşmanlarının hazırladığı tuzağa düşerek onları haklı çıkarma görüntüleri veriyor Müslüman bu türlü yakıp yıkma tepkileriyle…

Geçmiş senelerdeki karikatür saygısızlığında gösterilen bu türlü yanlış tepkiler üzerine Peygamberimiz’in insanlığa örnek olan özelliklerini anlatan bir kitap hazırlamıştım. “Günlük Hayatımızda Peygamberimizle Yaşamak” adını verdiğimiz bu kitapla yabancıların saygısızlıklarına cevap vermiş olmayı düşünmüştük. Gökkuşağı’nın dağıtımını yaptığı bu kitap çok okundu, Kutlu Doğumlarda dağıtılarak kısa zamanda 150 bin baskıya ulaştı..

İşte bu kitabın baş tarafına Hz. Hamza’nın, Peygamberimiz’e saygısızlıkta bulunan Ebu Cehil’den intikam alma olayını da kaydetmiştim. Günümüze ışık tutan bu intikam alma olayına Peygamberimiz nasıl bakmış bir görelim düşüncesiyle o tarihi hadiseyi bir daha arz etmekte fayda görmekteyim. Olayı bir daha okuyoruz.

Peygamberliğin altıncı senesinde Mekke’deki Safa Tepesi’nde istirahat etmekte olan Efendimiz’i gören Ebu Cehil, yanına gelip hakaret dolu sözler söylemeye başlar. Efendimiz bu saygısızlık karşısında davasının selameti adına sessiz kalmayı tercih eder cevap vermez. Ancak henüz iman etmemiş olan Hamza akşam avdan dönerken uğradığı Kâbe’yi tavaf sırasında Ebu Cehil’in söylediği hakaret dolu sözleri bir kadından dinler. Doğruca Ebu Cehil’in oturduğu yere yönelen Hamza, “Amcama hakaret eden sen misin?” diyerek elindeki ok ve yayla öyle bir vuruş vurur ki, başı yaralanan Ebu Cehil’in alnından aşağıya kanlar akmaya başlar. Taraftarları Hamza’ya karşılık vermek isterlerse de Ebu Cehil büyük bir dikkatle: -Hamza haklıdır, karşılık vermeyin.. diyerek adamlarını durdurur. Ancak Hamza uzaklaşınca yanındakilere şu uyarıyı yapar:

Hamza sıradan biri değildir. Ona karşılık verirseniz İslam’a girmesine sebep olursunuz. Cephemizden cesur bir adamımızı kaybetmiş oluruz.” der.

Hamza ise büyük bir mutlulukla gelip Efendimiz’e yaptığını anlatır:

Hiç üzülme! İntikamını aldım düşmanın Ebu Cehil’den! der. Ancak Efendimiz’den beklediği memnuniyet işaretini görmeyince sorma gereği duyar:

Ebu Cehil’den intikamını aldığıma sevinmedin mi yoksa?. Cevap çok manidar:

Ben der, intikam almandan değil imana gelmenden sevinirim. İntikam aldığın da imansızlıkta devam ediyor, intikam alan da hâlâ iman etmemiş halde bekliyor, ben bu intikamın neresine sevineyim?. Sözlerini şöyle bağlar:

Hamza! Beni sevindirecek olan senin intikamın değil imanındır, imanın!..

Yani sen sadece iman etmemden mi sevinirsin?

Ona hiç şüphen olmasın!.

Bu kesin cevaptan sonra Hamza düşünme devresine girer. İç dünyasında başlayan uzunca dalgalanmalardan sonra nihayet vicdanındaki değerlendirmeyi tamamlayan Hamza’dan gök gürültüsü gibi imana girme cümleleri duyulur:

Eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh!..

Efendimiz’den de aynı muhteşemlikte karşılık gelir:

İşte şimdi beni memnun ettin Hamza!. Ben hep iman etmelerden memnun olurum, intikam almalardan değil!.” Demek ki O’nu memnun etmek, sokaklara dökülüp rastgele vurup kırmalarla, yakıp yıkmalarla olmuyor. Keşke öfkesine mağlup kalabalıklar da bu örneği hatırlayarak intikam almayı değil de O’nu sevdirerek imana getirmeyi hedef alsalardı, doğru olan bu idi, demek istiyorum. Bilmem siz de böyle düşünüyor musunuz?

Ahmed Şahin / Zaman

Bir Hıristiyanın Müslüman Oluş Hikayesi

Okumuş olduğu bir kitapla önce aleminden İslamiyet’i silen…

Ardından şükürler olsun ki ben hiç bir müslümanla karşılaşmadım diyen…

Daha sonra hemen yanı başındaki petrolün yanındaki Mescid’i Spor Salonu zanneden.

Ve akabinde tanıdığı bir arkadaşının Müslüman olduğu görünce şaşan.

Ve nihayetinde arkadaşının daveti üzerine Cuma Namaz’ına arkadaşıyla camiye gitmek üzere hesap eden.

Ve Müslüman arkadaşının camiye gelmemesi ve camiye girişiyle başlayan İslamiyet macerası…

İşte video:

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version