İlaç kutusunu duvara asmakla hasta iyileşmez…

Hafta sonu öğretmen hanımlar ziyaretime geldi. Sordukları bir soru okurlarımın genelini ilgilendiriyor diye köşemde yazmaya karar verdim. “Evlatlarımıza manevi anlamda nasıl faydalı olabiliriz? Bilhassa gençlere İslamiyet’i anlatınca ilgisiz kalıyorlar.” dediler…

Evvela şunu belirtelim; zaman enaniyet zamanı, devir Peygamberimiz’in hadisleri ile tarif edilen ahir zamandır. Böyle bir zamanda İslamiyet’i anlatmanın en güzel yolu “hal ile tebliğdir“. Yani, mukavemeti olmayan tebliğ… Davayı yaşamak, yaşayarak anlatmak…

Bu prensipten hareketle yirmi senelik askerlik, 50 senelik evlilik hayatımda susabildiğim kadar sustum; İslamiyet’i yaşayabildiğim kadar yaşadım. Çok kere şu sözü duydum; “İslamiyet buysa, herkes Müslüman olsun!..

Bu devirde ehli dalalet kendini cazip anlatıyor; ehli iman cazip olamıyor. Devir artık İslam’ı sevdirme devri. Çocuklarımızın İslamiyet’i sevmesi için evvela anne-babasını sevmesi lazım. Amma çocuk ebeveyninde haramla helali iç içe görünce o zaman boşluğa düşüyor. Bir filozof demiş ki; “Ne olduğun kulağımda öylesine çınlıyor ki, ne dediğini duyamıyorum!” Melek gibi konuşup şeytan gibi yaşarsak bunun bir tesiri olmuyor. Bu durumda aklımıza şöyle bir soru geliyor: “Çocuklarımıza din namına ne verdik ki, ne isteyelim?

Milyonlarca lira kıymetindeki gözlerimiz, beynimiz, kalbimiz seksen sene için verilmemiştir. Organlarımızın kıymeti gösteriyor ki, biz ebede namzediz. Ağacın her halini bir çekirdeğin içine yerleştiren Allah, insanın her sözünü, her işini ve her halini amel defterine yerleştiremez mi? Bu durumda insan evvela kendi defterine ne yazdığından sorumludur…

Bu sırrı anlayan insan kendi vücudunu cami yapmalıdır. Nasıl ki camilere içki, kumar ve diğer haramlar sokulmuyorsa, Müslüman’ın vücudu da camiler kadar temiz olmalı, günah pisliklerinden uzak kalmalıdır. Akıl müftü; kalp imam; hücrelerimizin bütünü cemaat… Zaten biz kendimizi Allah’a beğendirmeye çalışırsak en iyi sonuç sağlanacaktır.

Kasas Sûresi, 56. ayette buyrulmuş ki, “Şüphesiz ki sen sevdiğin herkesi doğru yola yöneltemezsin fakat Allah dilediği kimseyi doğru yola yöneltir. Zira O, kimin doğru yola girmek istediğini çok iyi bilir.

Kur’an-ı Kerim’de Lut’un (as) karısından, Nuh’un (as) oğlundan, Peygamberimiz’in (sas) amcasından bahsedilir. Bununla demek istenir ki, Ey Müslüman; senin karın Lut’un karısı gibi olabilir. Oğlun Nuh’un oğlu gibi olabilir. Akrabaların Hz. Muhammed’in akrabaları gibi olabilir. Bütün bunlara rağmen senin vazifen İslamiyet’i öğrenmek, anlamak ve yaşamaktır. Kişi, hakla batılı ayırmak zorundadır.

Bir zamanlar Allah demek küçücük odalarda bile yasaktı. 1924’te yazılan hutbe kitapları 1950’ye kadar değiştirilmeden aynen okundu. Hiçbir mesele, fikir, aksiyon getirmeyen hutbeler… O zaman karşımıza Üstad, Bediüzzaman çıktı… Said Nursi’nin en yakın talebeleri bütün zerratlarıyla üstadlarına bağlıydılar. Çünkü Said Nursi, inandığı gibi yaşıyordu. Böylece beyni ve kalbi doyuruyordu. Müspet hareket edin diyordu; yani kimseye zarar vermeyin. Hediye kabul etmiyordu. Mevki, makam istemiyordu. Şöhret olmaktan kaçınıyordu. İslamiyet’i yaşamaktan, anlatmaktan başka bir gayesi yoktu, bunun için de başına gelen her çileye katlanıyordu. Kendisini mahkeme mahkeme dolaştıranlara, hapishanelerde yer hazırlayanlara hakkını helal ediyordu.

Yani Said Nursi’nin hayatı eserlerinden daha tesirliydi.

Hayatı mıknatıs gibi insanları kendine çekti, eserleri beyinleri fethetti. O zaman anladım ki, bitkiler yavaş yavaş büyür. İslam’ı yaşamayan yakınlarımla mücadele etmeyeceğim. En büyük savaşım nefsimle olacak. Müslüman’ın vazifesi tebliğdir. İmanı, ibadeti nasip edecek olan Allah’tır.

Sözün özü, ilaç kutusunu duvara asmakla hasta iyileşmez. Kur’an ve sünnet, maddi-manevi her derdimize derman olacak iki ilaçtır. İlacı evvela biz kullanacağız. Bu ilacın bize deva olduğunu görenler de elbette ilaca rağbet gösterecektir…

Allah, her şeye ve herkese hakimdir…

Hekimoğlu İsmail / Zaman

 

İşte Size Kıyamet Alâmetleri..

Kıyamet, insanlığın gündemine Kur’ân ile girmiş ve zihnine Kur’ân ile nakşolmuş bir gelecek olayıdır. Kıyametin ne zaman kopacağı ve alametleri herkesin ilgisini çekmektedir.

Lügatte ayağa kalkmak, kıyama geçmek demek olan kıyamet, terim olarak kâinât düzeninin Allah’ın emriyle bozulması, her şeyin alt üst olması ve yine Allah’ın emriyle her şeyin yeniden yaratılması, ölenlerin diriltilerek ayağa kalkıp mahşere doğru, Allah’ın huzuruna doğru yönelmesi demektir. Bu durumda kıyamet hem genel bozuluşu, genel yıkılışı, hem de yıkılıştan sonra genel dirilişi ifade etmektedir.

Kıyamet, insanlığın gündemine Kur’ân ile girmiş ve zihnine Kur’ân ile nakşolmuş bir gelecek olayıdır. Kur’ân’da kıyamet bir sûreye de ad olmanın yanında, bir çok âyette bahsi geçen bir konudur. Önceki peygamberler ve kitaplar, bir büyük olay olarak Son Peygamberin (asm) gelişini ana haber konusu yapmışlardı. Kur’ân ise kıyametin geleceğini ana haber konusu yapmıştır.

Kur’ân’da kıyamet saati için, vâkıa (kesin meydana gelecek olay), saat (kesin gelecek saat), Et-Tâmmetü’l-Kübrâ (en büyük felâket), hâkka (gerçek olacak olay), gâşiye (şiddetiyle korku veren ve sarsan), Kâria (kapıyı çalacak gerçek) gibi isimler de kullanılmıştır.

İşte Kıyamet Sûresinden birkaç âyet:

Yemin ederim kıyamet gününe. Yemin ederim kendini kınayan nefse. İnsan öldükten sonra kemiklerini toplayamayacağımızı mı sanıyor? Biz, parmak uçlarına varıncaya kadar onu derleyip toplamaya kâdiriz. Doğrusu insan, ömrünü günahla geçirmek ister. Kıyamet günü ne zamanmış diye sorar. Gözler kamaştığı, ay tutulduğu, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman. İşte o gün insan, ‘Kaçacak yer neresidir?’ der. Hayır, sığınılacak hiçbir yer yoktur. O gün varılacak yer, ancak Rabbinin huzurudur. Yaptığı ve yapmayıp geri bıraktığı her şey o gün insana bildirilir.”

Kıyamet gününün ne zaman geleceği bildirilmemiştir. Kur’ân bu konuda şöyle buyurur: “Kıyamet vaktine dair bilgi Allah katındadır.” Bir diğer âyette: “Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: Ona dair bilgi ancak Rabbimin katındadır. Ondan başkası onun vaktini açıklayamaz. O gökler ve yer için çok büyük bir olaydır. Size de ansızın geliverir. Sanki onun vaktini biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Ona dair bilgi ancak Allah katındadır. Lâkin insanların çoğu bunu bilmezler.”

Üstad Bediüzzaman Hazretlerine göre, dünyanın eceli olan kıyamet saati bilinseydi, ilk ve orta çağdaki insanlar gaflet içine gömülürler, son asırlar ise, kıyamet saatine yaklaştıkça korku ve dehşet içinde kalırlardı. Oysa imtihan sırrı kıyamet saatinin bilinmemesini gerektiriyor.

Müslüman için esas olan kıyamet vaktini bilmek değil, bir Kur’ân haberi olan kıyamet saatinin geleceğine kesin olarak inanmak ve dünyanın geçici olduğunu kabul ederek, kıyamet saati ile birlikte geleceği asla şüphe götürmeyen kendi küçük kıyameti olan ölüme, dolayısıyla ebedî hayata hazırlık yapmaktır.

Kıyametin zamanı bildirilmemekle beraber, Peygamber Efendimizin (asm) haber verdiği, kıyamet saati ile ilgili olarak bir kısım alâmetler ve işaretler söz konusudur.

Kıyamet alâmetlerini dört kısımda inceleyeceğiz:

1-Kıyametin İlk Habercileri: İnsan iradesi dışında gerçekleşen, Allah’ın din ile ilgili tasarrufları. Yani, son peygamberin (asm) gönderilmesi, son kitabın indirilmesi, son dinin gelmesi, Allah’ın, kıyamete doğru, bizim için haber ve işaret taşıyan ilk tasarruflarını teşkil eder. Başka bir ifadeyle, Peygamber Efendimiz (asm) hakkında “Ve hâteme’n-Nebiyyîn” (peygamberlerin sonuncusu) buyuran Kur’ân, bu hükümle bildiriyor ki, peygamberlik halkasının sonuncusu olan Peygamber Efendimiz’in (asm) şahsı, vazifesi, kitabı ve dini ilk kıyamet alâmeti ve habercisidir. Keza, “İkterabeti’s-Saati” (Kıyamet yaklaştı) buyuran Kur’ân, bizzat bir kıyamet alâmetidir.

2-Kıyametin Küçük Alâmetleri: Kıyametten önceki zamanlarda değişik yoğunluklarla meydana gelen ve genelde insan iradesinin eseri olan olumsuz olaylar zinciridir. Meselâ, ehliyetsiz insanın söz sahibi olması, adam öldürme olaylarının artması, dinin ihmâl edilmesi, ahlâkın bozulması, savaşların artması, depremlerin artması, dünyaya dalınması, şarabın açıktan içilmesi, zinanın yaygınlaşması, cehaletin artması bunlardan bazılarıdır.

3-Kıyametin yaklaştığını haber veren, doğrudan inançla ilgili hadiseler zinciri:

1-Deccalın çıkması: Kıyametin yaklaştığını haber veren doğrudan inançla ilgili hadiselerden birisi deccalin çıkmasıdır. Deccal, Allah inancını inkâr eden, dinde nifak tohumları atan bir cereyanın başı olarak boy gösterecek, elinde istidrac denilen bir takım olağan üstülükler bulunacak, bununla insanları etkisi altına alacak, yalanla ve aldatmayla iş görecek ve insanları dinsizliğe ve dünyevileşmeye çağıracaktır. Deccalın ve ektiği dinsizlik tohumlarının Hazret-i İsa tarafından öldürüleceği de bildirilmiştir.

2-Hazret-i Mehdinin gelmesi: İnsanlık tarihinde fitne ve fesat tohumlarının atıldığı ve insanların topluca dinsizliğe kaydırıldığı hiçbir dönem yoktur ki, Allah (cc) o döneme özgü olarak hak yolu gösteren bir tebliğci, hakikatin mücadelesini veren bir peygamber göndermemiş olsun. Son peygamberle beraber peygamberlik kapısı kapandığına göre, deccalın meydana getirdiği dinsizlik rüzgârına karşı Cenab-ı Hakkın hiçbir kimseyi görevlendirmeyeceğini düşünmek gerçekçi olmaktan uzaktır. Şu halde, deccal fırtınasına karşı Allah’ın âdeti ve imtihan sırrı bir kişinin görevlendirilmesini gerekli kılacaktır ki, Hazret-i Mehdi o kimsedir. Nitekim Hazret-i Mehdinin geleceğini, takva ehline imam olacağını, deccalın tahribatına karşı dinde tamirat yapacağını, deccalın ektiği fitne tohumlarını kurutarak umumi sulhu temin edeceğini, Hazret-i İsa’nın da kendisine tabi olacağını Peygamber Efendimiz (asm) Cenab-ı Hakkın vaadine dayalı olarak bildirmiş bulunmaktadır. Bediüzzaman’a göre, bu manalar şahs-ı manevî çerçevesinde tecelli edecektir.

3-Hazret-i İsa’nın (as) gökten inmesi: Hazret-i İsa’nın, İslamiyet’ten bir önceki din olarak kendisinin getirdiği, fakat bozulmuş olan Tevhid dinini Allah’ın rahmetiyle yeniden Tevhid çizgisine çekmek ve dinini İslamiyet ile omuz omuza getirerek, dinsizliğe karşı İslamiyet ile bir güç birliği oluşturmak gibi bir görevle gökten ineceğini Peygamber Efendimiz (asm) bildirmiştir. Bediüzzaman konuyla ilgili hadisleri, Hıristiyanlıktaki tahrifattan arınma ve tasaffî sürecine dikkat çekerek ve yine şahs-ı manevîyi öne çıkararak yorumlamıştır.

4-Kıyametin Büyük Alametleri: Kıyametin başlaması esnasında görülecek, insan iradesinin dışında gerçekleşen olaylar zinciridir.

Bu alametleri sıralayacak olursak:

1-Dabbetü’l-Arz adında bir canlı türü çıkacak ve insanlığı tehdit edecektir. Kötü ahlâkı olmayan iman ehli, iman bereketiyle bu canlı türünün tehditlerinden korunacaktır.

2-Ye’cüc ve Me’cuc adında topluluklar yer yüzünde fitne ve fesat çıkaracaklardır.

3-Kıyamete çok yakın bir süre kaldığında mü’minlerin ruhları topluca kabzedilecek ve artık “Allah, Allah” diyen kalmayacaktır. Kıyamet kafirin başına kopacaktır.

5- Güneş batıdan doğacaktır. Bediüzzaman Hazretleri bu konuda der ki: “Küre-i arz (dünya) kafasının aklı hükmünde olan Kur’ân onun başından çıkmasıyla zemin divane olup, izn-i İlahi ile başını başka seyyareye (gezegene) çarpmasıyla hareketinden geri dönüp, garptan (batıdan) şarka (doğuya) olan seyahatini irade-i Rabbani ile şarktan garba tebdil etmekle güneş garptan tulua (doğmaya) başlar, Hem müsademe (çarpışma) neticesinde emr-i İlahi ile kıyamet kopar.”

Demek, Allah’ın emri gelince güneş aklını kaybetmiş gibi yolunu şaşıracak, yer küre bir başka kürenin çarpmasıyla rotasını değiştirecek, tersine dönmeye başlayacak ve böylece güneş batıdan doğacaktır. Güneş batıdan doğduktan sonra artık tövbe kapısı kapanacaktır. Çünkü artık imtihan dünyası kapanmış olacaktır. Çünkü artık kıyamet saati gelmiş olacaktır.

Süleyman KÖSMENE

Cemaatte Kadınların Durumu Nedir?

Allah Resulu cemaatle namaz kılmayı hep teşvik etmiştir. Camide, mescitte, evde ve her yerde cemaat olunması önemli görülmüştür. Sadece erkekler değil, kadınlarında cemaate katılmaları istenmektedir.

Cemâat kelimesine “İslâm’ın kardeş kıldığı ve özel bir dayanışma çerçevesinde topladığı küçük büyük insan topluluğu” mânasını verirsek bu cemaat ilişkilerinde kadın ile erkeğin yeri, durumu, sınırları gibi konular önümüze çıkar.

Burada cemaatten maksadımız “namaz ibadetinde cemaattir“. Beş vakit namaz, Cuma ve bayram namazları, cenaze namazı, teravih namazı gibi cemaatle kılınan namazlarda kadınların vazifeleri ve durumları fıkıhçıları meşgul etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’e ve Sünnet kaynağına bakıldığında kadınları cemaate katılmaktan meneden bir nassa rastlamak mümkün değildir. Aynı kaynaklar mü’minlere cuma namazının farz, beş vakit namazda cemaatin en azından müekked (güçlü) Sünnet kılındığını ifade ederken erkekleri muhatap almaktadır. Kadınlara Cuma ve cemaat farz kılınmamakla beraber yasaklama da bulunmadığına göre geriye iki ihtimal kalmaktadır: Ya teşvik edilmişlerdir, onlar için de namazı cemaatle kılmak efdaldir, daha sevaplıdır; yahut da cemaate katılmaları caiz olmakla beraber namazlarını evlerinde kılmaları evlâdır.

İslâm müctehidleri delilleri farklı değerlendirerek bu iki şıktan birini tercih etmişlerdir. Mesela Zahiriyye mezhebinin imamlarından biri olan İbn Hazm’e göre kadınların farz namazları cemaatle kılmaları, evlerinde tek başlarına kılmalarından efdaldir; cemaati teşvik eden hadisler hem erkeklere hem de kadınlara hitap etmektedir, kadınların namazlarını evlerinde kılmalarının daha üstün olduğunu ifade eden rivayetler sabit değildir. (Muhallâ, III, 129 vd.) Diğer müctehidlerin çoğu ise hadislerden ziyade “fitne“; yani “cinsel duygu, düşünce, fiil günahına girme ihtimali” gerekçesine dayanarak genç kadınların namazlarını evlerinde kılmalarının daha iyi olacağı hükmünü benimsemişlerdir.

Bize göre bu fitne gerekçesi, şartlara bağlı ve değerlendirilmesi izafi (göreceli) bir gerekçedir; iyi niyetli, edepli ve hayâlı İslâm kadınlarının bugün camilere gitmesinde, cemaatle namazlara katılmalarında, yer müsait olduğu takdirde cuma ve bayram namazlarını erkek saflarının arkalarında saf tutarak kılmalarında önemli faydalar vardır.

Hz. Aişe’nin imamlığında kadınların cemaatle akşam ve teravih, Ümmü Seleme Validemizin imamlığında da teravih namazı kıldıkları, Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatı boyunca, beş vakit namazda, cemaate -mecbur kılınmamakla beraber- kadınların da katıldıkları, cenaze namazına kadınların da erkeklerin arkasında katılabilecekleri, erkeklerin bulunmaması halinde cenaze namazını kılma vazifesinin kadınlara düşeceği, hanımların bayram namazlarına katılmalarının Efendimiz tarafından teşvik edildiği, hatta hayızlı ve lohusa olanlarının bile -namaza katılmamakla beraber- namazgâha gelmelerinin, dua ve niyaza iştirak etmelerinin istendiği sahih hadislerle sabittir, bilinmektedir.

Kadınların, içlerinden birini imam yaparak kendi aralarında cemaat olup namaz kılmaları -bazı müctehidler mekruh olur demişlerse de- caiz kılan, hatta teşvik eden hadislere dayananlarca caiz görülmüş, iyi olur denilmiştir.

Kadınların erkeklere imam olmalarının caiz olmadığı konusunda ittifak vardır. Ümmü Varaka isimli bir sahâbî hanıma Hz. Peygamber’in (s.a.) izin verdiği ve kendisine bir müezzin de tahsis ettiği sabit ise de bu iznin, Peygamber Mescidine uzakça bir yerde oturan o hanımın “kendi aile efradına imam olması ile sınırlı bulunduğu” bilinmektedir.

Cemaatle namaz kılarken kimlerin hangi safta ve sırada duracakları konusu Hz. Peygamber (s.a.) tarafından belirlenmiştir. İmamın arkasında yaşlı, bilgili, saygı gören erkekler, onların arkasında yaşlılardan gençlere doğru diğer erkekler, arkada kadınlar dururlar. Bu düzenin bozulması, kadınların erkeklerle aynı hizada ve yanyana cemaat olmaları Sünnet’e aykırıdır, mekruhtur, caiz değildir. Hanefî mezhebi müctehidleri bu hususta daha da ileri giderek “aynı imamın arkasında aynı namazı kılmak üzere kadınlarla erkekler -aralarında bir ayırıcı rahle vb. bulunmadan- yanyana dururlarsa kadının iki yanındaki erkek ile arkasındaki erkeğin namazları sahih ve muteber olmaz” demişlerdir.

Maksadı üzüm yemek (ibadet etmek) olan kadınlarımız için camiye gitme, camide veya evde cemaatle namaz kılma, Cuma, bayram ve cenaze namazlarına -onlara ayrılan yerde ve saflarda- katılma konularında bir engel bulunmadığı -eskiden beri ilgili kitaplarda açıklandığı gibi- yukarıdaki özet açıklamalardan da anlaşılmış olmalıdır.

Maksadı bağcıyı dövmek olanlara gelince küçük bir uyarımız olacak: Bağcı o eski bağcı değil, dayak yiye yiye uyandı, tedbirini aldı, dövmeye giden dövülebilir, başkasına kuyu kazan kendisi düşebilir!

Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN

Kaynak: Nurdergi.com

Zindanlar, Allah’a yaklaşınca sarayım oldu!

Çete suçundan yaklaşık 7 yıl mahkum hayatı yaşayan Hüseyin Çalık (38), hapishanede geçirdiği günleri manevi hayatının dönüm noktası olarak görüyor. 12 farklı suçtan yargılanan ve yıllarca mahkumiyet yaşadığını anlatan Çalık, abdest alıp namaz kılınca huzur bulduğunu hissetmiş. Çalık, Allah’a yaklaştıkça zindanların kendisine saray olduğunu ve hayata bakış açısının değiştiğini söyledi.

Bir zamanlar elinden silahı düşürmeyen ve karıştığı bir çok suçtan hapse giren Hüseyin Çalık, şimdi Konya’nın Meram ilçesinde nezih bir mekanda köftecilik yapıyor. Gençliğinde arkadaş çevresi nedeniyle sık sık suça karışan Çalık, 7 yıl süren hapis hayatından sonra adeta hayata yeniden başladı.

Çalık, işlediği suçların temelini baba baskısına dayandırıyor. Babasından sık sık şiddet gördüğünü söyleyen Çalık, henüz çocuk yaşlardayken evi terk etme kararı almış. Daha sonra edindiği çevrenin ise kendisini suça sürüklediğini aktaran Çalık, işlediği suçlar nedeniyle 3 farklı davadan aldığı cezalar sonrası aftan da faydalanıp 7 yılda hapisten çıkabilmiş. Hayatının en dinamik günlerini demir parmaklıklar ardında yaşadığını söyleyen Çalık, tutuklandığında 26 yaşında olduğunu aktardı.

Meram Yeniyol Köftecisi isimli iş yerinin sahibi Hüseyin Çalık, zindanlardaki günlerini, hayatının kayıp günleri olduğu kadar manevi bir kazanç olarak da değerlendiriyor. Çünkü hapse girdikten sonra Allah’ı daha iyi tanıma fırsatı bulmuş. Sıkılıp daraldığı günlerde abdest alıp namaz kıldıkça manevi bir huzur bulduğunu hissetmiş. Daha sonra Kur’an-ı Kerim ve tefsir de okumaya başladığını anlatan Çalık, cezaevindeki arkadaşlarının bir süre sonra kendisine ‘hocam’ diye seslenmeye başladıklarını aktarıyor.

Çalık, cezaevindeki arkadaşlarının aralarında çıkan anlaşmazlıklarda kendisine danıştıklarını dile getiriyor. Çalık, hapisten çıktığı günü ise hiç unutamadığını şu sözlerle anlatıyor: “Bir gün akşam namazını kılmış tesbih çekiyordum. O sırada gardiyan geldi ve tahliye olduğumu söyledi. Meğerse 2005 yılında çıkan yeni TCK’dan yararlanmışım. Halbuki mahkeme ilk önce yararlanamayacağımı açıklamıştı. O anı hiç unutamıyorum’ diyor.

Cezaevindeki sürede kendisinde büyük değişiklikler hissettiğini anlatan Çalık, “Kendime söz vermiştim. Bir daha asla suça bulaşmayacak ve helal rızıktan başka malı düşünmeyecektim. Şimdi çok şükrediyorum. Hapisten çıkınca bir süre işsiz kaldım, zor günler yaşadım. Ama sabrettim. Sonra seyyar satıcılık yaptım, araba yıkamacılığı yaptım ama şimdi güzel bir iş yerim var. Allaha şükürler olsun” dedi.

Cezaevlerinde yatan mahkumlara da bazı önerilerde bulunan Çalık, içerde yatan vatandaşların Allah’tan helal rızık dilemelerini istiyor. Hüseyin Çalık, ‘Her şey hemen olmuyor, biraz sabretmek gerek. Yeter ki Allah’a inanın ve sabredin.’ diyor.

Cihan

Camiler ve Din Görevlileri Haftası, Kur’an ve ezan ziyafeti ile başladı

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından her yıl 1-7 Ekim tarihleri arasında kutlanan Camiler ve Din Görevlileri Haftası, Bursa’da düzenlenen Kuran’ı Kerim ve ezan ziyafeti ile başlatıldı.

Camiler ve Din Görevlileri Haftası münasebetiyle Nilüfer Mevlana Camisi’nde Kur’an ve ezan ziyafeti sunuldu. Programa Nilüfer İlçe Müftüsü Durmuş Ayvaz’ın yanı sıra, 7’den 70’e bayan erkek yoğun bir cemaat katıldı.

Programın düzenleyicilerinden Bursa Mevlana Camii İmamı Oktay Çakmur, her yıl Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 1-7 Ekim arasının Camiler ve Din Görevlileri Haftası olarak kutlandığını hatırlattı. Çakmur, “Bu yıl da camimizin yeni ve sadece iç kısmının tamamlanmış olması nedeniyle, Nilüfer Müftülüğümüz ve Mevlana Cami Derneği’nin organizasyonu ile bir Kuran ve ezan ziyafeti tertip ettik. Camimizin böylelikle insanlara duyurulması, bittiğinin anlatılması ve bazı eksiklerinin de karşılanması adına hayırseverlerin ilgisini celbetmek üzere böyle bir program tertip etik. Nilüfer Müftülüğümüz bu haftanın açılışını buradan yaptı.” dedi. Türkiye’de Kuran’ı Kerim ve ezan okuma yarışmalarında derece yapmış hafızların etkinliğe katıldığını kaydeden Oktay Çakmur, programa destek veren herkese teşekkür etti.

Programa katılanlar arasında bulunan; Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma Türkiye 1.’si İstanbul Nakipoğlu Kur’an Kursu Öğretmeni Sefa Taşkesenlioğlu, Şehzadebaşı Camii İmam-Hatibi Ercan Çakıroğlu, Hafız Aziz Hardal, Kur’an-ı Kerimi Güzel Okuma Türkiye 1.’si Bursa Mihraplı Camii İmamı Kurra Hafız Musa Coşkun, Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma Türkiye 3.’sü U.Ü.İlahiyat Fak.Öğretim Görevlisi M. Şevket Öztürk, 2011 Yılı Ezanı Güzel Okuma Türkiye 1.’si Kastamonu Kuzeykent Ulu Cami Müezzin-Kayyımı Kadir Demirci, 2009 Yılı Ezanı Güzel Okuma Türkiye 1.’si İstanbul Çinili Camii Müezzin-Kayyımı Dursun Şahin ve 2011 Yılı Ezanı Güzel Okuma Türkiye 3.’sü Bursa Mevlana Camii İmamı Oktay Çakmur cemaate Kur’an ve ezan ziyafeti sundu.

Cihan

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version