İlk sahur 19 Temmuz Perşembe gecesi

11 ayın sultanı Ramazan, 19 Temmuz Perşembe gecesi ilk sahurla başlayacak. Perşembe gecesi saat 02.54’te imsak vaktinin girmesi ile Mübarek Ramazan’ı ilk Ardahan ili karşılarken, oruca en son başlayacak ilimiz ise saat 04.49 ile İzmir olacak.

İlk iftar 19.32’de Hakkâri’de yaşanırken, en geç oruç açacak ilimiz Edirne ise 20.19’da iftar edecek.

İlk teravih namazı da 19 Temmuz Perşembe akşamı kılınacak.

Camiler mahyalarla süslenecek…

Ramazan ayında camiler, mahyalarla süslenecek. “Camilerde iki minare arasına gerilen ipler üzerine kandil veya elektrik ampulleriyle yazı yazılması” olarak tanımlanan mahya, diğer Müslüman ülkelerde olmayan, Türklere mahsus bir sanat olarak biliniyor.

Ayet, hadis ve özlü sözlerin yer alacağı mahyalar, Ramazan gecelerine ayrı bir renk katacak. Bu yıl camilere asılacak mahyalarda yer alacak ifadeler şunlar:

“Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz.

Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.

Selamı aranızda yayınız.

En güzel örneğimiz, Sevgili Peygamberimizdir.

Cennet, cömertler yurdudur.

En değerli miras, güzel ahlaktır.

Güleryüz, sadakadır.

Hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çek.

Müslümanlar kardeştir.”

Diyanet

Helal Sertifikaya Sahip Ürün ve Firmalara Cep’ten Ulaşın (Android)

GIMDES* tarafından verilen helal sertifikaya sahip ürün ve firmalara bundan böyle cep telefonunuzdan ücretsiz olarak ulaşabileceksiniz.

Bu uygulama sayesinde alışverişlerinizde aldığınız ürünlerin islami esaslara göre hazırlanıp hazırlanmadığı endişesini gidermek istiyoruz. Dinen hiçbir sakıncası bulunmayan marka ve ürünleri seçerek kendimizi, ailemizi ve gözümüzün nuru çocuklarımızı haram ya da şüpheli şeylerden koruyalım diye GIMDES Helal Listesini cep telefonunuza taşıdık.

Helal-i Hoş Olsun

Uygulama Adresi : https://play.google.com/store/apps/details?id=com.alfabcsoft.helalgida

*GIMDES: Açılımı Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalama Araştırmaları Derneği olan kurum 2005 yılında Türkiye’de ilk defa helal gıda ve sertifikalaması üzerine çalışmaya başlamıştır. Bugün GIMDES helal sertifikası birçok islam ülkesinde geçerlidir.

Detaylı bilgi için:www.gimdes.org

Hidayet Öyküleri – Barihudâ (Tanrıkorur) Hanım

“Allah, Kendisine Yönelene Hidâyet Eder”

 İnsan, Cenâb-ı Hak’tan samimiyet ve ısrarla isterse, Allah ona cevap verir.

Barihudâ Tanrıkorur

İlk adı, Charmaine Angele Moo. Şimdiki ismi Şermin Barihuda Tanrıkorur. Ûdî bestekâr, yazar, merhum Cinuçen Tanrıkorur’un hanımı… 1946 yılında Jamaika’da doğdu. Üniversite eğitimi için Amerika’ya gitti. 1972-1975 yılları arasında Kaliforniya Eyâlet Üniversitesi’nde (Amerika) Güzel Sanatlar Bölümü’nün Heykeltıraşlık ve Tasarım kısmında yardımcı doçentlik yaptı. Daha sonra Türkiye’ye geldi. Sekiz yıl Konya’da yaşadı. Türkiye’de Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Bilkent ve Selçuk Üniversitelerinde İngiliz Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyeliği yaptı. 1984-2000 yılları arasında “Türk-İslâm Sanat Tarihi” üzerinde çalışarak “Mevlevî Mimarisi” adlı tez ile doktorasını tamamladı. 1995’ten beri İslâm Ansiklopedisi’ne Mevlevîhâne Mimarisi ve Mevlevîlik üzerinde maddeler yazmakta olan Barihuda Hanım, ayrıca üniversitelerin düzenlediği panel ve sempozyumlara katılarak tebliğler sunmaktadır. 2004-2005 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen UNESCO’ya takdim edilmek üzere «kültür mirası dosyası»nın hazırlanmasında görevli 65 kişilik ekibin başında bulundu. Bu heyetin hazırladığı “Mevlevî Âyin-i Şerifi” adındaki bu dosya, UNESCO tarafından dünya şâhseseri seçildi.

Doğduğum Yer

Ben Jamaika’da 1946 yılında doğdum. Âilece hıristiyandık. Âilem doğudan gelmişler. Annem de, babam da aslen Çinli… Beş çocuklu bir âilenin tek kızıyım.

Jamaika, 1,5 milyon nüfuslu bir ada… Orta Amerika’da, Antilles (Antilya) adaları arasında, Karayip denizinin içinde… Bizler, tabiatın içinde yaşadığımız için Allâh’a olan inancımız çok kuvvetliydi. Çünkü yaşadığımız yerde çok sık bir şekilde kasırga, sel, deprem gibi tabiî felâketlerle karşı karşıyaydık. Her zaman toptan yok olma tehlikesi vardı. O yüzden burada yaşayan insanlar, pek çok ölümlere çok yakından şâhid oldukları için Allâh’a duâları ile ayakta duruyorlar. Bu felâketlerin sonunda, insanlarda kadere teslimiyet, şükür ve tefekkür duyguları gelişiyor ve oradaki insanlarla Allah arasında güçlü bir bağ oluşmasına sebep oluyor. Bu hâdiseler bize Allah için imkânsız bir şeyin olmadığını, Allah’ın kudretini ve insanlara merhametini, duânın gücünü, kısacası Allâh’a îmânı öğretiyordu.

Memleketim Jamaika, İngiliz sömürgesi altındaydı. Okulumuzda İngiliz tarihi ve edebiyatı dersleri vardı. Bütün hocalarımız İngiltere’den geliyordu. Ancak kreşten üniversiteye kadar bütün eğitim hayatım boyunca, İngiliz sömürgesi altında bulunmamıza rağmen kız ve erkek okulları birbirinden ayrıydı. Daha sonraki yıllarda Türkiye’ye geldiğimde, kız ve erkeklerin karışık bir şekilde eğitim görmeleri beni çok şaşırtmıştı.

Okul yıllarımda okuduğum şiirleri hatırlıyorum da, tevhid inancının izleri vardı içinde… Şimdi geriye doğru bakınca anlıyorum ki, içinde bulunduğum toplumun tabiatla haşır neşir olması, insanlardaki Allah’a bağlılık, çocukluk yıllarındaki tevhid izleri, âdeta beni İslâm’a hazırlamış. Hazırlamış diyorum, çünkü bulunduğum adada İslâm dininin adını bile duymamıştık. Çünkü memleketime İslâm’a dâvet eden hiç kimse gelmemiş. Câmi yok, hoca yok!.. 1973 yılına kadar İslâm’dan haberim yoktu.

Amerika ve Arayış Yıllarım

1973’te Amerika’ya Los Angeles’a gittim. En çok din arayışına yönelişim bu zamanlarda oldu.

Kendi kendime soru sormaya başladım: Amerika’da her şey var, ama insanlar neden huzursuz ve bir arayış içinde diye… İnsanlar, bilhassa üniversite gençliği maddî şeylerde huzur bulamayınca, mânevî şeylere yönelmişler; onlarda huzur arıyorlar.

Her türlü din hakkında bilgi topluyor, düşünüyordum. Âdeta mânevî bir süpermarkete döndüm. Bazen de beni ısrarla kendi mensup oldukları din ve mezheplere çekmeye çalışan insanlar peşime düşüyordu.

Herkes âdeta kendi dininin satıcısı olmuştu. Budistler geliyor, dinlerine dâvet ediyor. Hinduizm’in temsilcileri geliyor:

“-Bizim dinimiz daha güzel!..” diyor.

Hepsi bende mânevî bir istidat gördüklerini söylüyorlardı. Gerçekten küçüklüğümden beri ben de bazı fevkalâdelikler yaşıyordum. Mesela olacak bir hâdiseyi, 3-4 gün öncesinden rüyamda görüyor ve etrafımdakilere haber veriyordum. Bunu fark eden herkes yanıma yaklaşıyor ve beni kendi dinine dâvet ediyordu.

Peşime düşen insanlar ve iç dünyamda yaşadığım sıkıntılar, artık dayanılmaz bir noktaya gelmişti.

“-Ben bittim, artık!..” dedim ve bir odaya kapandım. Üç aydan fazla kimseyle görüşmedim. Durmadan Allâh’a yalvardım:

“-Allâh’ım!.. Kaderimde hangi dini benim için yazdıysan, hangisi benim için hayırlıysa, beni o dine ulaştır. Ve bunun için bana bir işâret göster. Burada bütün dinler var. Ama hangisi gerçekten doğru bilemiyorum. Kaderimde ne yazıldıysa bana açıkla ve o çizgiye teslim olayım!..”

Bir yandan da sürekli düşünüyordum.

“-Dünyaya niçin geldim? Allah benden ne istiyor? Dünyada ne yapmalıyım?”

Biliyordum ki, ilâhî irâde ile cüz’î irâdem aynı istikamette olursa, o zaman gerçek huzur ve selâmete ulaşacaktım. Bunda muvaffak kılması için Allah’a çok yalvardım…

( devam edecek.. )

Halime Demireşik

Şebnem Dergisi

Ramazan’la ilgili en çok merak edilenler

Ramazan ayının yaklaşmasıyla başta oruç olmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kuruluna gelen soruların sayısında da ciddi bir artış gözleniyor. İşte oruçla ilgili en çok sorulan sorular ve cevapları:

Oruç fidyesi ne demektir?

Fidye, bazı ibadetlerin eda edilmemesi ya da edası sırasında birtakım kusurların işlenmesi hâlinde ödenen dinî-malî yükümlülüktür. İbadetlerle ilgili fidye, oruç ve hacda söz konusudur. İhtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan ve daha sonra da kaza etmesi mümkün olmayan kimse, oruç tutamadığı her güne karşılık bir fidye öder. Kur’an-ı Kerim’de, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir fakir doyumu kadar fidye öder.” (Bakara, 2/184) buyurulmaktadır.

Bir fidye miktarı, bir sadaka-i fıtır miktarıdır. Sadaka-i fıtır ise bir kişiyi bir gün için doyuracak yiyecek veya bunun para olarak karşılığıdır. Fidye vermek durumunda olan fakat buna maddi imkânı el vermeyen kimse Allah’tan af diler. Günler uzun olduğu için oruç tutamayan hasta ya da yaşlılar, kısa günlerde oruç tutabilirlerse tutamadıkları orucu kısa günlerde kaza etmeleri gerekir. Bu durumda olan kimselerin vermiş oldukları fidyeler sadaka sayılır. Oruç fidyeleri, Ramazan ayının sonunda toptan verilebileceği gibi, Ramazan ayı içinde günlük olarak veya Ramazan ayı başında da verilebilir.

Diyanet İşleri Başkanlığının web sitesinde Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından hazırlanan “Dini Soruları Cevaplandırma Platformu”nda yer alan fetvalara göre oruçla ilgili en çok merak edilen diğer konular ise şöyle:

Orucu bozan şeyler nelerdir?

Orucun temel unsuru ve anlamı, yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak, nefsi bunlardan mahrum bırakmak olduğu için, oruçlu iken bunlar ve bu anlama gelecek davranışlar orucu bozar. Yemek ve içmek, yenilip içilmesi mûtat olan her şeyi kapsamı içine alır. Sigara, nargile gibi keyif veren tütün kökenli dumanlı maddeler ile uyuşturucular ve tiryakilik gereği alınan tüm maddeler oruç yasakları kapsamına girer. Her ne sebeple olursa olsun, ağızdan alınan ilâçlar da aynı hükme tabidir.

Göz damlası orucu bozar mı?

Uzman göz doktorlarından alınan bilgilere göre, göze damlatılan ilaç miktar olarak çok az (1 mililitrenin 1/20’si olan 50 mikrolitre) olup bunun bir kısmı gözün kırpılmasıyla dışarıya atılmakta, bir kısmı gözde, göz ile burun boşluğunu birleştiren kanallarda ve mukozasında mesamat yolu ile emilerek vücuda alınmaktadır. Damlanın yok denilebilecek kadar çok az bir kısmının, sindirim kanalına ulaşma ihtimali bulunmaktadır. Bu bilgiler, değerlendirildiğinde, göz damlası orucu bozmaz.

Yıkanmak orucu bozar mı?

Ağız ve burnundan su girip sindirim cihazına ulaşmadıkça oruçlu kimsenin yıkanması orucuna zarar vermez. Nitekim Hz. Aişe ve Ümmü Seleme validemiz Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıklarını haber vermişlerdir. Bu itibarla, ağız ve burnundan su kaçırmamak şartıyla oruçlu kişi yıkanabileceği gibi, havuz veya denize de girebilir. Ancak yüzme esnasında su yutmaktan kaçınmak zor olduğu için ihtiyatlı davranmak uygun olur.

Nikotin bandı orucu bozar mı?

Kural olarak orucu bozan şeyler, vücuda normal yollarla giren maddeler ve cinsel ilişkidir. Vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu işlem yeme, içme ve beslenme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz. Bu açıdan sigarayı bırakmak isteyenlerin kullandığı nikotin bantları da orucu bozmaz.

Oruçlu kimse diş tedavisi yaptırabilir mi?

Orucun bozulması için yeme, içme ve cinsel ilişki ya da bu anlamları ifade eden bir fiilin işlenmesi gerekir. Bu sebeple sırf dış tedavisi sebebi ile oruç bozulmaz. Tedavinin ağrısız gerçekleşmesi için yapılan enjeksiyonlar da beslenme amacı taşımadığı için orucu bozmazlar. Ancak tedavi sırasında yapılan başka işlemler sebebi ile -mesela ağız su ile çalkalanırken- boğaza su, kan veya tedavide kullanılan maddelerden biri kaçarsa oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir.

Dış fırçalamak orucu bozar mı?

Boğaza su kaçırmadan ağzı su ile çalkalamak orucu bozmadığı gibi diş fırçalamakla da oruç bozulmaz. Bununla birlikte, diş macununun, misvak parçalarının veya suyun boğaza kaçması halinde oruç bozulur. Orucun bozulma ihtimali dikkate alınarak, dişlerin imsakten önce ve iftardan sonra fırçalanması uygun olur.

Sakız çiğnemek orucu bozar mı?

Günümüzde üretilen sakızlarda, ağızda çözülen katkı maddeleri bulunduğundan, ne kadar itina edilirse edilsin bunların yutulmasından kaçınılması mümkün değildir. Bu sebeple bu tür sakız çiğnemek orucu bozar. Ancak “kenger sakızı” gibi katkısı bulunmayan sakızlarla daha önce çiğnenmiş olup içinde hiç katkı maddesi kalmamış olan ve çiğnendiğinde hiçbir eksikliğe uğramayan sakızların çiğnenmesi orucu bozmaz. Bununla birlikte, oruçlu iken bu tür sakızları çiğnemek mekruhtur.

Aşı olmak ve iğne yaptırmak orucu bozar mı?

Oruç; yemek, içmek, cinsel ilişki ve bunların kapsamına giren şeylerle bozulur. Bu sebeple, besin değeri taşımayan aşılar orucu bozmaz.
Dinimiz, tedavi sürecinde olan hastaların oruç tutmamalarına ruhsat vermektedir. Bu nedenle, tedavisi devam eden hastalar, sağlıklarına kavuşup, tedavileri sona erinceye kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyor ve oruç tutmalarına da başka bir engel yoksa iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkâna sahip olmayanlar, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptırmak, damardan serum ve kan verilenlerin orucu bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir.

Oruçlu bir kimsenin morfinli veya morfinsiz olarak dişlerini tedavi ettirmesi veya çektirmesi orucu bozmaz. Ancak tedavi esnasında, kan veya tedavide kullanılan maddelerden herhangi bir şeyin yutulması ise, orucu bozar.

Gebelikte oruç tutulabilir mi?

Ramazan orucunu tutmamak için geçerli mazeretlerden biri de gebelik veya çocuk emzirmektir. Gebe veya emzikli olan kadınlar, kendilerine yahut çocuklarına bir zarar gelmesinden korkmaları halinde oruç tutmayabilirler Bunlar bir yönüyle hasta hükmünde oldukları gibi, onlara bu ruhsatı tanıyan hadisler de bulunmaktadır. Kendisi dayanabilecek ve çocuk da etkilenmeyecek ise hamile ve çocuk emziren anne oruç tutabilir. Bu konuda alanında uzman bir hekime danışılması uygun olur. Hamilelik ve çocuk emzirme gibi meşru sebeplerle oruç tutamayan bayanlar, tutamadıkları bu oruçlarını şartların elverişli olduğu başka zamanlarda kaza ederler.

Burun damlası orucu bozar mı?

Tedavî amacıyla burna damlatılan ilacın bir damlası, yaklaşık 0,06 cm3 tür. Bunun bir kısmı da burun çeperleri tarafından emilmekte, çok az bir kısmı mideye ulaşmaktadır. Bu da, mazmaza (guslederken ağzı su ile çalkalamada) olduğu gibi affedilen miktar kapsamında değerlendirilebilir.

Anestezi orucu bozar mı?

Lokal, bölgesel ve genel anestezi olmak üzere, üç türlü anestezi vardır. Küçük ameliyatlarda ameliyat bölgesinin yakın çevresine iletimi engelleyen ilaçların verilmesi ile oluşan anesteziye lokal anestezi (sınırlı uyuşturma) denir. Vücudun daha geniş bölgeleri, örneğin belden aşağısı veya bir yarısı iletimin omurilik düzeyinde engellenmesi için omuriliğe veya omuriliğe varmadan geniş bir sinir grubunun oluşturduğu bağlantı yerleri üzerine ilaç verilerek oluşturulan anesteziye bölgesel anestezi denir. Hastanın uyutulup ağrının duyulması beyin düzeyinde engellenirse bu tür anesteziye genel anestezi denir.

Anestezi, nefes yolu veya iğne ile vücuda ilaç verilerek oluşturulmaktadır. Nefes yolu veya iğne ile yapılan anestezi, mideye ulaşmadığı gibi, yeme-içme anlamı da taşımamaktadır. Ancak bölgesel ve genel anestezide, acil durumlarda ilaç ve sıvı vermek amacıyla damar yolu açılarak, bu açıklık işlem süresince serum vermek suretiyle sağlanmaktadır. Bu itibarla, lokal anestezi (sınırlı uyuşturma) orucun sıhhatine engel değildir. Bölgesel ve genel anestezide serum verildiği için oruç bozulur.

Akupunktur tedavisi orucu bozar mı?

Oruç, imsak vaktinden iftar vaktine kadar ibadet niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle yapılan bir ibadettir (Bakara,
2/187). Akupunktur ise; vücutta belirli noktalara iğne batırarak, çeşitli hastalıkları tedavi etme metodudur. Orucu bozan şeyler kapsamında olmadığı yani vücudu beslemesi ve gıdalandırması söz konusu olmadığından akupunktur yaptırmak orucu bozmaz.

Anjiyo yaptırmak orucu bozar mı?

Halk arasında anjiyo olarak bilinen operasyon, teşhise yönelik (anjiyografi) ve tedaviye yönelik olarak uygulanmaktadır. Anjiyografi vücut damarlarının görüntülenmesi demektir. Damar içine damarların görünür hale gelmesini sağlayan ve kontrast madde olarak tanımlanan ilaç verilerek, anjiyogram adı verilen filmler elde edilir. Anjiyografi sayesinde organları besleyen damarlar görüntülenerek damar hastalıkları veya bu damarlardan beslenen organlara ait tanı koydurucu bilgiler edinilir. Tedaviye yönelik olarak uygulanan anjiyonun klasik yöntemi anjiyoplastidir. Bu ise, dar veya tam tıkalı damarların balon ya da stent denilen özel araçlarla tekrar açılması için yapılır.
Bu bilgiler ışığında gerek anjiyografi, gerekse anjiyoplasti operasyonlarında yemek ve içmek anlamı bulunmadığından, oruç bozulmaz.

Böbrek taşı kırdırmak orucu bozar mı?

Oruçlu olan bir kimsenin, vücuduna şifa veya gıda verici bir madde enjekte edilmeden böbrek taşı kırdırması ile orucu bozulmaz. Bu operasyon esnasında böbreklere kan akması da orucu bozmaz.

Diyanet

 

Kadın – erkek eşitliği söz konusu mudur?

Bu soruya hemen “evet” veya “hayır” demek çok zor. Çünkü, soru bu haliyle yeterince açık değil. Onu bir başka soru ile açmak gerekiyor. “Nerede? Hangi konuda? Ne yönden?” gibi. Eğer, “hukukî açıdan” soruluyorsa, cevap olarak “evet” diyebiliriz.

Eğer, her hususta denilirse, o zaman, bu soruya cevap vermeye gerek kalmayacaktır. Zira, cevabı sorunun içindedir. Madem ki, iki ayrı cinsten söz ediliyor. Öyleyse mutlak eşitlik nasıl düşünülebilir?

Kadınla erkeğin eşit oldukları sahalar bulunduğu gibi, erkeğin kadını çok gerilerde bıraktığı, yahut onun çok gerisinde kaldığı sahalar da mevcut. Onun için, meseleyi sadece bir tek madde ile çözümlemek mümkün değil.

Şayet, “Kadınla erkek arasında iyi insan, üstün insan olma noktasında bir fark var mıdır?” diye sorulursa o zaman şunu hemen belirtmek isteriz: Hakimiyet başka, üstünlük ve fazilet daha başkadır. Bu ikincisinde hemen çalakalem şu yahut bu üstündür, demek çok zordur. Çünkü, kadın olsun erkek olsun, her insan Allah’ın kuludur. O, hangi kulunu üstün tutuyor, daha çok seviyorsa ve hangi kulundan razı ise üstünlük ancak onundur. İlahi ferman olan Kur ana baktığımızda, üstünlük ölçüsü olarak, karşımıza cinsiyetin değil takvanın çıktığını görüyoruz. Evet, Allah indinde üstünlüğün ölçüsü takvadır.

Nedir takva? En kısa ifadesiyle Allah’tan korkmak, günahlardan sakınmak, Onun razı olmadığı hareket, tavır, hal ve sözlerden uzak durmak. Onun rızasına ermeyi en büyük maksat bilip, bunu kaybetmekten son derece korkmak. İşte, kim böyle yaparsa üstün insan, faziletli insan odur. Bu noktada cinsiyete itibar edilmemiştir.

Takva dendi mi hemen salih ameli hatırlıyoruz. Salih amel, yani, hayırlı, güzel işler görmek. Onda da cinsiyete itibar edilmiyor. Mesela okunan her Kuran harfine karşılık on sevap verilmişse, bu bütün insanlar için böyledir. Kadına daha az, erkeğe daha çok sevap söz konusu değil.

Soruyu bir de psikolojik yönden ele alabilir ve şöyle sorabiliriz: Kadınla erkek arasında psikolojik yönden farklılık var mıdır?

Bu soruya hiç tereddüt etmeden elbette diye cevap veririz. Kadınla erkek arasındaki psikolojik farklılık kendini çocukluk çağından itibaren göstermeye başlar. Erkek ve kız çocukların oyuncakları farklıdır. Bir kız çocuğu en çok oyuncak bebekleri sever. Henüz evlilik nedir bilmediği o yaşlarda, bebeklerini bağrına basar, öper, elbiselerini değiştirir, beşikte sallar ve uyutur. Günün büyük bir kısmını onlarla geçirir. Erkek çocuk ise, taksi, uçak, tabanca gibi oyuncaklara daha fazla rağbet gösterir.

Bu çocuklar büyüdüklerinde bu defa, sohbetleri değişir. Erkeklerin toplantılarında daha çok, iş hayatı yahut politika konuşulurken, kadınlarda ön sırayı ev eşyaları ve örgüler alır.

Kabiliyet yönünden de iki cins arasında bariz bir fark var. Erkek, terkip ve tahlilde, kadın ise taklit ve ezberde daha ileri. Bir misal ile anlatmak gerekirse; erkek bir mimari eseri ortaya koymakta, onun bütün bölümlerini güzelce yerleştirmekte, kadından daha ileri. Kadın ise, o eserin herhangi bir bölmesini ince nakışlarla süslemekte erkekten çok daha hassas.

Erkek dış aleme daha açık. Şefkatte kadından geri, ama teşebbüs kabiliyetinde ileri. Kadın ise erkeğe nispeten daha içe dönük. Bunun en büyük faydası, yavrusuna ve yuvasına göstereceği ihtimam.

Bu iki cinsin zafiyetleri de farklılık gösteriyor: Erkekte, tahakküm ve baskı hastalığı mevcut. Kadında ise, gösteriş ve desinler belâsı.

Kadının en bariz bir özelliği de hassasiyetidir. Buna “teessürilik” deniliyor. Kadın, çevreden etkilenmekte erkekten daha hassas. Dolayısıyla, telkine kapılmaya, aldatılmaya ondan daha müsait.

Kadında sezgi gücü, erkekten çok kuvvetli. Değişikliğe ondan daha çok ihtiyaç duymakta, yenilik ve heyecana daha açık. Vücut büyüklüğü itibariyle ve güç ile kuvvet yönünden, kadın erkekten genellikle daha geri. Bunun neticesi olarak, sığınma ihtiyacı kadında kendini daha fazla hissettiriyor. Ama bazılarında bu ihtiyaç, aşağılık kompleksine dönüşüyor; bu da erkeklik kompleksi olarak kendini gösteriyor.

Kadın, hayat arkadaşına (ona nispetle) daha çok bağlı. Ondan daha vefalı. Dünya sevgisinde erkekten çok ileri.

Kadını bu psikolojisi içinde değerlendirmek ve onun erkekleşmesine değil, ideal bir kadın olmasına çalışmak gerekir.

Etrafımıza şöyle bir göz atalım. Bütün canlılarda bedenler ve ruhlar arasında mükemmel bir uygunluk var. Ceylan ruhunu, aslan bedenine sokmak ve onu aslanca davranmaya zorlamak, en başta o sevimli ruha zarar verir. Her kükreyişte ruhundaki letafetten birazını kaybeder; her hamlede kendi öz güzelliğinden bir parçayı harap eder. Kadın ve erkek eşitliği diyerek kadını erkekçe davranışlara itmek de en başta kadına zarar verir.

Aslında, bu vadide gösterilen kasıtlı ve yoğun faaliyetler, bir bakıma hiçbir şeyi değiştirememiştir. “Hüküm çoğunluğa göre verilir.” kaidesinden hareketle şöyle diyebiliriz: Kadınlar yine fabrikatör olmaktan çok işçi, hâkim olmaktan çok kâtip, amir olmaktan çok sekreter, pilot olmaktan çok hostes, patron olmaktan çok tezgâhtardırlar. Zira, yaratılışı değiştirmek mümkün değildir.

Maalesef, kadına lâyık olduğu yeri bir türlü veremedik. Ya onun rızkı bize bağlıymışçasına, kendisine aşırı derecede hükmetmeye kalktık, ona haksız muamelelerde bulunduk, yahut, kendisine çok fazla fırsat verdik, onu erkekliğe heveslendirdik ve mahvettik.

Prof. Dr. Alaaddin Başar

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version