Fetih toprak işgal etmek değildir!

Restorasyon çalışmaları tamamlanan Fatih Camii, İstanbul’un fethinin 559. yıldönümünde yeniden ibadete açıldı.

Açılış törenine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Raşit Küçük ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Açılış töreni öncesinde cemaate hitap eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, günümüzde yüreklerin işgal altında bulunduğunu belirterek, en büyük fethin, işgal altındaki yürekleri Allah’a açmak olduğunu söyledi.

Asıl fetih, gönüllerin fethidir

“Bugünkü en büyük fetih, işgal altındaki yürekleri Muhammed Mustafa’ya açmaktır. Tıpkı büyük fatihlerin şehirlerin kapısını imana, akla, ilme ve irfana açtıkları gibi” diye konuşan Başkan Görmez, şöyle devam etti: “Fetih, sıradan bir yere girmek değildir. Fetih, toprak işgal etmek ya da şehirleri, surları yıkıp ülkeler kurmak değildir. Asıl fetih, gönüllerin fethidir. Onun için bizim tarihimizde işgal yoktur. Bizim tarihimizde fetih vardır. Allah Resûlü’nün Mekke’yi fethettiği gün, onu Mekke’den kovanlar, ona Mekke’de her türlü zulmü reva görenler, ona her türlü kötülüğü yapanlar, ashabı Mekke’den çıkararak çeşitli yerlere göç etmek zorunda bırakanlar, sahabeden bazılarını katledenler ve Hz. Hamza’yı şehit edenler hep birlikte karşısına çıktılar. Allah Rasûlü onlara şöyle dedi: ‘Bugün Hz. Yusuf’un kardeşlerine söylediğini söyleyeceğim sizlere. Bugün benim size karşı ne kadar kerîm bir kardeş olduğumu göreceksiniz.’ Bizim bütün fetihlerimiz böyledir. Rasûl-i Ekrem’in Mekke’yi fethi, Selahaddin-i Eyyûbi’nin Kudüs’ü fethi, Tarık bin Ziyad’ın Endülüs’ü fethi, Alparslan’ın Malazgirt’i fethi ve Fatih Sultan Muhammed Han’ın İstanbul’u fethi, işte böyle fetihlerdir.”

Bizim medeniyetimizde işgal yoktur

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, konuşmasında “işgal” ile “fetih” arasındaki farka da değindi. İnsanoğlunun iki vechesinden örnek vererek fetih ve işgal kavramlarına açıklık getiren Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şöyle konuştu.

“İnsanoğlunun nasıl ki iki vechesi var. Fetihlerin de iki vechesi var. İnsanoğlunun hırs peşinde koşan bir vechesi var. İlahi aşkın peşinde koşan bir vechesi var. Kin, öfke, intikam, hırs, heves, tutku. Bunların peşinde koşan bir beden var. Bir de Allah, Muhammed Mustafa, iman, sevgi, aşk, muhabbet peşinde koşan bir ruh var. Eğer hırsın peşinde koşan beden, İlahi aşkın peşinde koşan ruha tabi olmazsa, o beden yeryüzünde sadece fuzûli bir işgaldir. Ama beden ruha tabi olursa, eğer beden ilahi aşkın yolunda olan ruhun emrine girerse o takdirde kâmil insan olur. Aynı şekilde fetihlerin de iki vechesi var.

Surların yıkılıp şehre girilmesini temsil eden maddi cephesi, toprağın, servetin fethedilmesi demektir. Ama fethin ikinci vechesi, gönüllerin fethidir. Zihinleri İslâm’a açmaktır. Kalpleri Kur’an’a açmaktır. Eğer bu iki fetih birleşmezse işgal olur. Bir fetihle bir yere iman girmiyorsa, insanî değerler, hak, hakikat ve adalet girmiyorsa onun adı işgaldir. Onun için Allah’a hamdolsun bizim medeniyetimizin fetihlerinde işgal yoktur. Bizim medeniyetimizin büyük fetihleri kalplerin, gönüllerin fethidir.”

İstanbul’un fethi, bir gönül fethidir

İstanbul’un fethinin bir gönül fethi olduğuna işaret eden Başkan Görmez, “Fetih, surları yıkıp, bir şehri bombardımana tutup, oraya hunharca girmek değildir. Fetih, aklın önünü açmaktır. Bu fetih aynı zamanda aklın önünü açtığı için de bir çağ kapanmış ve bir çağ açılmıştır. Fetih, zulmü sona erdirmek ve nuru, aydınlığı ortaya çıkarmaktır. İstanbul’un fethi, bunu gerçekleştirmiştir. Zulmü sona erdirmiş, zulmete son vermiş, nura ve ihyaya yol açmıştır” diye konuştu.

Fetihlerin görünmeyen fatihi, Hz. Muhammed’dir

“Bütün fetihlerin bir görünen fatihleri bir de görünmeyen büyük fatihi var. Görünen fatihleri, askerleri, orduları sevk ve idare eden fatihlerdir. Tıpkı İstanbul’un fatihinin Sultan Muhammed Han olduğu gibi. Selahaddin Eyyûbi’nin Kudüs’ün, Tarık bin Ziyad’ın Endülüs’ün fatihi olduğu gibi. Ama bizim bütün fetihlerimizin görünmeyen büyük bir fatihi var. O da Muhammed Mustafa (s.a.s)’dır. Çünkü bizlere fethin ruhunu Allah Rasûlü bahşetti. Biz fetihleri onsuz düşündüğümüz zaman fetihler işgale dönüşür.”

İstanbul’un fethi konusundaki hadis

Ahmed bin Hanbel ve Hakim’in naklettiği “Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker, ne güzel askerdir” hadisine de değinen Başkan Görmez, hadisle ilgili tartışmalar hakkında da şunları söyledi:

“Zaman zaman bazı hadisçiler bu hadisin isnadını masaya yatırırlar ve sahih midir, zayıf mıdır, uydurma mıdır diye tartışırlar. Benim onlara bir cevabım var: Bir hadis ki 11 defa İslâm ordularını büyük bir aşk ve büyük bir heyecanla İstanbul surlarının önüne kadar getirdi. Siz bu hadisin sahihlik derecesini neden ıslaha tabi tutuyorsunuz? Bu hadis Eba Eyyüp El- Ensari’yi İstanbul’a getiren hadistir. Onun için bu hadisin gücünü kitaplarda yer verilen isnatlarda ve ravilerde değil, İslâm ordularını 11 defa İstanbul surlarının önüne getiren güçte aramamız lazım.

Diyanet

İnternet üzerinden hatim kardeşliği

Birbirini tanımayan binlerce insan sanal âlemdeki hatim gruplarına katılıp Kur’an okuyor, cevşen hatmediyor. Sonra da okuduğuna dair site yönetimine bilgi veriyor. Duasını da yine üyelerden biri yapıyor. Üç aylar dolayısıyla hatim sitelerine ve sosyal medyadaki hatim gruplarına ilgi yoğunlaştı.

Çiğdem Kargin çocuklarını okula götürdükten ve ev işlerini yaptıktan sonra Kur’an-ı Kerim’ini alıp bilgisayarının başına oturuyor. Yetiştirmesi gereken cüzleri, okuması gereken cevşeni var çünkü. Cüzünü bitirince internete giriyor ve dua halkasındaki diğer arkadaşlarına e-mail atıyor: 15. cüz okundu… Kargin, sosyal paylaşım sitesinde oluşturulan dua grubunun moderatörü. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir tarafından, birbirlerini tanımayan ve dahi görmemiş olan bu insanlar sadece dua etmek ve Kur’an okumak için sanal alemde bir araya geliyor.

Mahallenin bakkalı sayesinde sanal hatme başladı

Çiğdem Hanım’ın hatim ailesi grubuna katılması da, grubun moderatörü olması da mahallelerinin bakkalı sayesinde olmuş. Şöyle anlatıyor: “Bir yıl önceydi. O sıralar hatim ailesinde Esma-ül Hüsna zikrediliyormuş. Aile bakkalımız İlyas Bey, alışverişe gelen çocuklara ‘Siz de çeker misiniz?’ diye sormuş. Bizim çocuklar da kabul etmiş. Sonra Facebook’tan birbirlerini eklemişler. Bir gün oğlumun sayfasına girdiğimde, İlyas Bey zikri çekip çekmediğini soran bir mesaj yazdı. Ben de durumu o sayede öğrendim ve hatim ailesinin üyeliğine katıldım.

Çiğdem Hanım çocukları küçük olduğu için evlerdeki ve camilerdeki hatimlere, mukabelelere katılamıyormuş. Evde kendi kendine okumaya çalışırmış. Şimdi Facebook’taki hatim grubuyla normal zamanlarda 15 günde bir hatim yapıyor. Özel durumlarda haftada bir hatim yaptıkları da oluyor. Hasta olan arkadaşlarının şifa bulması için ve de tüm dünyada eziyet gören Müslümanlar için ayrı hatim yapıyorlar. Hatim dışında birbirleri için dua da ediyorlar. Her akşam cevşen okuyup, belirledikleri tesbihleri çekiyorlar. Kur’an-ı Kerim okumayı bilmeyenler cevşen ve tesbihlere katılıyor. Grup bunun dışında meal ve hadis de okuyor. Böylelikle bilgilerini artırıyor. Grubun çok farklı özelliklerde üyeleri var: Genç yaşlı, evli, bekâr, Almanya’dan, Bursa’dan, İstanbul’dan, Laz, Çerkez, Kürt, göçmen, çalışan, çalışmayan, emekli… Çiğdem Hanım diyor ki; “Aramızda kan bağı yok ama can bağı var. Birimizin derdi hepimizin derdi. Aynı Allah’ın kulu, aynı Peygamber’in ümmeti olduğumuzun bilincindeyiz.

Vedat Denizer, Çiğdem Hanım’ın moderatörü olduğu hatim grubunun üyesi. Yoğun tempolu bir işi var. Ama diyor ki: “Gruba katıldıktan sonra ne olursa olsun okuyacağım dediğim cüzü okuyorum. Gece yatmıyorum veya gittiğim yerden erken ayrılıyorum ama o cüzü söz verdiğim günde bitiriyorum. Böylesi bir dua halkasında olmak bana çok keyif veriyor. Okuma azmimi artırıyor.

Hatim paylaşım siteleri bile var

Çiğdem Hanım’ın moderatörü olduğu grup gibi sosyal paylaşım sitelerinde onlarca hatim ve dua grubu var. Bir de sadece hatim yapmak isteyenleri buluşturan siteler var; ortakhatim.com gibi. Haberi hazırladığımız sıralarda sitede 4 bin 750’nci hatmin paylaşımı yapılıyordu. 37 bininci cevşen hatmi ise bitmek üzereydi. Oldukça profesyonel paylaşım yapan site, herkul.org’un takipçilerinin yoğun isteği üzerine kurulmuş. Site yönetimi duasının Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yanında yapıldığı hatim organize etmeleri için yüzlerce e-mail alıyormuş. Yoğun istek üzerine önce bir link oluşturmuşlar sonra da bu siteyi. Hangi cüzler veya sayfalar okunduğu veya okunmadığı, ne kadar sürece okunması gerektiği sayfada anında görülebiliyor.

E-mail adresiyle üye olanlar istedikleri sayfayı veya cüzü seçebiliyor. Okuduklarında da siteye şifreleriyle girip okundu şeklinde işaretleyebiliyorlar. Birbirini tanımayan, dünyanın dört bir tarafından insanlar ortak hatim yapıyor ve görmedikleri, bilmedikleri insanlar için amin diyor. Ortak hatim yapılan böyle siteler oldukça fazla. Dini içerikli birçok site de takipçileri arasında hatim paylaşımları yapıyor. Çiğdem Hanım’ın dediği gibi, televizyon, gazete, cep telefonu, bilgisayar ve interneti iyi ya da kötü amaçlı kullanmak bizim elimizde.

Gülizar Baki / Zaman Gazetesi

Kadınları, İyi Bir Döveceksin !…

Geçenlerde, tanıdığım bir özel oto servisine gitmiştim. Orada çalışan personel kendi aralarında bir şeyler konuşurken, birisi evindeki bir aksaklıktan bahsedince bir diğeri, biraz da gûya lâtifeli olarak “yok abiciğim öyle olmaz. Kadına yumruğu bir çakacaksın, duvara yapışacak. Bak bakalım ondan sonra böyle yapabilir mi?“ deyince kanım dondu, şaşırdım. Burada çalışanlarla birkaç senedir tanışıyorduk, bize karşı da sevgi ve hürmetleri vardı tabiî. Bunu söyleyen kişi, bir taraftan da bana bakıyordu.

Hemen onlardan tarafa döndüm ve “yumruğu çakacaksın” diyene, muhatabını da işaret ederek “bak şimdi, ikinizin arasında böyle benzer bir hadise geçse ve sen buna böyle söylesen, o sana ne der?” derken daha, diğeri atılarak ve ona doğru bir yumruk hareketi yaparak, “hele bir vursun, bak gözünün üstüne nasıl çakarım” diye birbiriyle itişip-kakışmaya başladılar.

İkisine de işaret ederek durmalarını söyledim ve “bak gördün mü? Demek ikinizin arasında öyle bir durum olsa, birbirinize kuvvet gösterisinde bulunacaksınız. Peki; hanımınızın, eşinizin, karınızın size gücü yetmediği için onu döveceksiniz öyle mi?” dedim. Baktım ikisi de süklüm-püklüm beni dinlemeye başladılar. “Bakın kardeşim, böyle bir tavır ne erkeklik, ne kahramanlıktır. Kadına el kaldıran aslında aciz biridir. Yazık değil mi yahu? O sizin akşama kadar evinizin, malınızın, namusunuzun bekçiliğini yapacak, size çocuk doğuracak, büyütecek, ondan sonra saçını süpürge yaparak evi, evirip-çevirecek. Ondan sonra da, ona yaptığı hizmetlerden dolayı mükafat verecekken, bir de küçük bir yanlışından dolayı döveceksiniz, olur mu hiç?” Susmuş, öylece beni dinlerlerken, dinleyici halkasına birkaç kişi daha eklendi. “Bakınız Peygamberimiz (asm) ne buyuruyor biliyor musunuz? ‘sizin en hayırlınız kadınlarınıza en iyi davranınızdır’ diyor. Ha, bizde olmuyor mu? Zaman zaman bizim evimizde de olur bazı tatsızlıklar ama, bunu ya konuşarak veya başka bir şekilde hallederiz. Bunu, hiçbir zaman kaba kuvvetle halletme cihetine gitmeyiz. Ben, hanımıma elimi kaldırıp, bir fiske vurduğumu hatırlamam. Bakınız, kadınlar bizlere Allah’ın birer emanetidir. Düşünün, sizin kız kardeşinize veya kızınız evlenince kızınıza böyle davranılsa ne yaparsınız?” Deyince, etraftakiler ve az önce o sözleri söyleyenler bizi tasdik ederek, “Osman ağabey, ne güzel anlattın ya, biz bunları bilmiyorduk, bizim yaptığımız eşeklik vallahi (affedersiniz)” manasında cevap vererek, davranışlarının bundan sonra değişeceğini ifade ederlerken, patronları da memnuniyetlerini bildirerek, “ağabey, çok hoş sohbetler yapıyorsun bize. Böyle sık, sık gel de istifade edelim” deyince, “yok ya, bizde bir şey yok, işte biz okuduğumuz eserlerden yaptığımız istifadeyi sizlere aktardık” diyerek oradan ayrıldım.

Osman Zengin / EuroNur

Ankara Arena’da İttihad-ı İslâm Ya Da “Ümmetin Birliği”

Saat 09.00’dan 19.00’a Risale-i Nur Milletlerarası Sempozyumu” afişini birkaç gün önce metroda görmüştüm.

Sempozyumun Ankara’nın yeni ve en büyük kapalı spor salonu Arena’da yapılacağı yazıyordu. Hayrat Vakfı’nın organize ettiği bu beşinci sempozyumun konusu “İttihad-ı İslam”dı.

Pazar sabahı namazdan sonra kerahat vaktinin çıkmasına kadar Kur’an ve Risale-i Nur okudum. Sonra gece yetmeyen uykumu tamamlamak için telefonun alarmını 08.30’a kurarak tekrar yattım.

Rüyamda önemli bir yere gitmeye hazırlanıyorum. Geç kalma endişesiyle telaşlı telaşlı koştururken gevşek davranan arkadaşlara “Ya Resulallah çağırdıysa!” diyorum. Saatin alarmıyla uyanır uyanmaz “Ya Resulallah çağırdıysa!” sözü zihnimde yankılanıyor.

Sempozyum 09.00’da zor başlar, pazar sabahı kim o kocaman salonu dolduracak, 10.00 gibi gitsem de olur diye düşünmeme ve bu yüzden gevşek davranmama karşın bu rüyanın bir uyarı olduğunu anladım. Hemen alelacele abdest alıp çıktım.

Salona gittiğimde 10 bin kişiden fazla insanın, orta platform da dahil salonu hınca hınç doldurmuş olduğunu gördüm. Birçok kişiyle beraber tribünlerde bir süre ayakta kaldım. 2 yıl önce İstanbul’da yapılan sempozyumdan sonra en geniş katılımlı toplantıydı (20 bin kişilik).

Ben gittiğimde açılış konuşması yapılmış protokol konuşmaları da bitmek üzereydi. Sonra peşpeşe Sudan’dan Gençlik Kolları Başkanı, Malezya’dan İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Temsilcisi konuştular. Fas’tan, Kudüs’ten, Afganistan’dan ve daha birçok yerden gelen konuşmacılar çok güzel şeyler söylediler ve birlik mesajları verdiler.

Kudüs mücadelesinin sembol isimlerinden Raid Salah’ın “Kudüs sizi çağırmakta! Şimdi bu salonu dolduran gençler, evlerine döndüklerinde anne babalarıyla vedalaşsınlar: ‘Hoşçakal anne! Hoşçakal baba! Mescid-i Aksa’nın bahçesinde buluşmak üzere!’ desinler” sözleri salondaki birçok kimse gibi benim de gözlerimi yaşarttı.

Afganistan Müftüsü’nün: “Bu sempozyum Devlet-i Osmaniye’yi hatırlattı. Ey Hilafetin Torunları! Sizden tekrar ümmeti idare etmenizi bekliyoruz.” sözleri ise salonu coşturup uzun uzun alkışlandı.

Daha sonra üç ayrı oturum halinde paneller yapıldı ve birçok bilim adamı tarafından İttihad-ı İslam’ın çeşitli boyutlarıyla ilgili tebliğler sunuldu.

Tebliğ metinlerinin sahnenin iki ayrı büyük perdesinden 4 ayrı dilde yansıtılması ve Hayrat Vakfı’nın herkese dağıttığı öğle yemeği paketleri sempozyumun ayrı güzelliklerindendi.

Dikkatten kaçmayan bir güzellik de panellerde akademik komplekse düşülmemesi, kariyerleri olanların yanında kariyeri olmayan vakıf temsilcilerinin tebliğlerine de yer verilmesiydi.

Rebiu’l-Arab denilen “Arab Baharı” birçok ülkede şimdilik yarım kalsa da bu sempozyum bana gösterdi ve artık iyice kani oldum ki İslam aleminin kışı bitiyor ve “Rebiu’l-Ümmet” yani “Ümmetin Baharı” geliyor…

Suud-i Arabistan’dan gelen bir doçentin ifadesiyle “İslam dünyasında ve Türkiye’de her alanda yaşanan gelişmeler Risale-i Nur’a medyundur.

Risale-i Nur ağacının, sosyalleşmeye en kapalı kalmış bir dalı olan Hayrat Vakfı’nın bu sempozyum vesilesiyle bu kadar çok meyvesini görünce sevincim ve ümidim arttı. Dost TV’de programımda bu sempozyumu dinleyicilerime duyurmuş ve onları davet etmiştim ama “Ya Resulullah çağırdıysa!” ikazından sonra İslam birliğinin adımları olan böyle organizasyonlara daha çok destek olma sözü veriyorum. Hayrat Vakfı’nı ve katkısı olan herkesi tebrik ediyorum.

Seyfettin BULUT
Dost TV Programcısı-Yazar

Cömertlik Delili (Ahirete İman)

Hiç mümkün müdür ki nihayetsiz bir cömertlik ve ikram, tükenmez servet ve bitmez hazineler; baki bir saadet diyarını ve ebedî bir ziyafet yurdunu ve içinde daimî bulunacak muhtaç misafirleri istemesin ve bu fâni dünya ve içindeki fâni misafirlerle yetinsin? Hayır, asla! Zira bu dünya, o cömertliğe ve ikrama hakiki yurt olamamakta, belki o cömertliğin milyon parçasından ancak bir parçasına mazhar olabilmektedir.

İşte bu hâl ispat eder ki, bu dünyaya sığmayan o cömertliğin, hakkıyla gözükebileceği baki bir memleket ve o baki memlekette ikamet edecek baki misafirler olmalıdır ve vardır.

Bu delili yine iki başlıkta inceleyeceğiz:

BİRİNCİ BASAMAK: KÂİNATTA GÖZÜKEN CÖMERTLİK VE BU CÖMERTLİĞİN SAHİBİ KİMDİR?

Kim şu âleme dikkat ile baksa görür ki, bu âlemde nihayetsiz bir cömertlik eli işliyor. Buna delil mi istersin? O hâlde bak:

Dünya yüzünü bu kadar süslü sanat eserleriyle süslendirmek,

Güneş’i bir lamba ve Ay’ı bir kandil yapmak,

Yeryüzünü bir nimet sofrası yaparak yiyeceklerin en güzel çeşitleriyle doldurmak,

Meyveli ağaçları birer kap yapıp, her mevsimde birçok defalar bu kapları yeniden yeniye doldurmak,

Zehirli bir böceğin eliyle bal gibi tatlı bir yiyeceği yedirip, ipek böceğinin eliyle ipek gibi yumuşak bir elbiseyi giydirmek,

Koyun, keçi, inek gibi hayvanları âdeta bir süt fabrikası yapmak,

Kemik gibi kuru ağaçları cennet hurileri tarzında süsleyip, o incecik dallarına gayet nakışlı ve süslü çiçekler takmak,

Her bir mahluku yoktan icat edip o mahluka son derece kıymetli aza ve cihazları takmak… Elbette, hadsiz bir cömertliği ve nihayetsiz bir ikramı gösterir.

Bilmiyoruz, acaba şu âlemdeki cömertliği anlatmaya gerek var mıdır? Acaba insan, değil âleme, sadece kendine baksa ve kendisine takılan cihazları, azaları, duyguları ve latifeleri tefekkür etse o cömertliği ve ikramı tasdik etmeyecek midir?

O hâlde şimdi soralım:

Kimdir bu cömertliğin ve ikramın sahibi?
Kim dünya yüzünü böyle süslü sanat eserleriyle donatmış?
Kim Güneş’i bir lamba ve Ay’ı kandil yapmış?
Kim şu yeryüzünü bir sofra ve baharı bu sofraya bir gül destesi yapmış?
Kim ağaçları çiçeklerle, meyvelerle ve yapraklarla süslemiş?
Kim zehirli bir böcekten balı çıkarıyor ve elsiz bir böcek ile ipeği giydiriyor?
Kim hayvanları bizlere bir süt çeşmesi yapan?
Kim şu hadsiz mahlukları yoktan icat ederek, her türlü aza ve cihazlarla onları teçhiz eden?
Kim? Kim? Kim?..

Allah’tan başka bu ‘kim’lere verilebilecek bir cevap var mıdır? Allah’tan başka kim vardır ki, mahlukatına böyle cömertçe muamele etsin ve onların her türlü ihtiyacını görüp onlara ikram etsin? Allah’tan başka kimde vardır böyle tükenmez hazineler ve bitmez servetler?

İşte nasıl ki Güneş’in ışığı, Güneş’in vücudunu ispat ediyor ve Güneş’i gösteriyor. Aynen bunun gibi, şu misilsiz cömertlik ve hadsiz ikram dahi, perde arkasındaki bir zatı “Cevâd” (cömert) ve “Gani” (zengin) isimleriyle bizlere tanıttırıyor ve O’nun varlığını ispat ediyor.

Şimdi sıra geldi, bu cömertliğin ahireti gerektirmesine…

İKİNCİ BASAMAK: ALLAH’IN CÖMERTLİĞİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ

“Böyle nihayetsiz bir cömertlik ve ikram, öyle tükenmez hazineler ve rahmet, hem daimî hem arzu edilen her şey içinde bulunan bir ziyafet diyarını ve saadet yurdunu ister. Hem kat’i ister ki, o ziyafetten lezzetlenenler, o saadet yurdunda devam etsinler, ebedî kalsınlar. Ta ayrılık ve ölüm ile elem çekmesinler. Çünkü elemin bitmesi lezzet olduğu gibi, lezzetin bitmesi dahi elemdir. Öyle bir cömertlik ise, böyle bir elem çektirmek istemez.”

Demek, nihayetsiz bir cömertlik ve bitmez tükenmez hazineler, ebedî bir cenneti ve içinde ebedî muhtaçları ister. Çünkü nihayetsiz cömertlik, nihayetsiz ihsan etmek ve nimetlendirmek ister. Nihayetsiz ihsan ve nimetlendirmek ise bu ihsana mazhar olan şahsın varlığının devamını ister. Yoksa ölüm ile acılaşan ve kısa bir zaman sonra sona eren cüz’i bir lezzetlenme, hem de kısacık bir zamanda, öyle bir cömertliğin muktezasıyla kabil-i tevfik değildir.

Madem o nihayetsiz cömertlik, nihayetsiz bir ikram ve ikram edeceği zatların bekasını istiyor. Hâlbuki şu dünya misafirhanesinde görüyoruz ki, herkes çabuk gidip kayboluyor. O cömertliğin ve ihsanın ancak az bir parçasını tadıyor, arzusu artıyor; fakat doymadan gidiyor. O hâlde başka ve baki bir memleket olmalıdır ve o memleketin baki misafirlerine nihayetsiz ikram ve ihsan edilmelidir, ta ki bu cömertlik hakkıyla tezahür edebilsin.

Şimdi bu delilde öğrendiklerimizi maddeleyerek bir daha tefekkür edelim:

Şu âlemde nihayetsiz bir cömertlik ve hadsiz bir ikram görünmektedir.
Bu nihayetsiz cömertlik ve ikram ispat eder ki, perde arkasında bir zat ve O’nun bitmez ve tükenmez hazineleri vardır.
Bitmez ve tükenmez hazineler ve nihayetsiz bir cömertlik, elbette nihayetsiz bir şekilde ikram etmek ister.
Nihayetsiz ikram edebilmek için de hem misafirhanenin hem de misafirhanedeki muhtaç misafirlerin varlıklarının devamı gerekir.
Dünya ise bahsedilen misafirhane olamaz, zira hem kendisi fânidir, hem de içindeki misafirler fânidir.
O hâlde başka bir memleket olmalıdır. O baki memlekette baki misafirler olmalı ve şu göz önündeki cömertliğin sahibi olan zat, o baki misafirlerine cömertliğinin şanına yakışır bir şekilde ikram etmelidir.
O hâlde diyebiliriz ki ahireti inkâr etmek, Cenab-ı Hakk’ı ve O’nun cömertliğini inkâr etmekle mümkündür. Allah’ı ve cömertliğini inkâr etmek ise göz önündeki şu cömertçe muameleye göz kapamak ve gözün gördüğünü aklın inkâr etmesiyle mümkündür. Bu da akıl sahipleri için mümkün olamaz.

Demek ki ahiretin varlığı, göz önündeki şu cömertliğin varlığı kadar katidir ve kesindir. Bunu inkâr edemeyen, onu inkâr edemez!

Kaynak: Ahireteiman.com

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version