Birlik ve beraberliğin sevdalıları…

Kainatta çokluk, çeşitlilik yani kesret görünür fakat bu kesrette bir vahdet vardır.

Bunun için her şey bir nizam içindedir. Nasıl ki Müslümanların yüz şekilleri birbirinden farklı ise İslami anlayışları da az çok birbirinden farklılık gösterebilir. Benim İslami anlayışımla oğlumun-kızımın İslami anlayışları bile farklı!

Nasıl ki güneşten gıdalanan bitkiler ayrı ayrı renklere, tada, lezzete sahipse Müslümanlar da İslam güneşinden gıdalanır; zekâsına, zevkine, kültürüne ve çevresine göre bir İslami anlayışa sahip olur. Müslümanların inancındaki, kültüründeki bu farklılıklar, farklı gruplaşmaları (cemaatleri) meydana getirir, vahdetten çok kesret hali görülür. Sahabe-i kiramın da İslami yaşayışı birbirinden farklı idi amma hepsi imanda, ibadette bütünleşmişti. İslam’ı yaşayan fertler ve cemaatler Allah’ın askeridir. Bölük bölük, tabur tabur bölünmeleri, öğretimin kolaylığı içindir. Cemaatler de bir ordunun bölükleri, taburları gibidir. Piyade ne kadar gerekliyse topçu da o kadar gereklidir. Eğer bu cemaatler birbirini selamlar ve birbirinin aleyhinde konuşmazlarsa ümmet olurlar, bütünlük gösterirler; kesrette vahdeti bulmuş olurlar.

Cemaatler, İslam üniversitesinin fakülteleridir. Edebiyat fakültesi öğrencisi, fen fakültesi öğrencisine karşı çıkamaz. Çıkması, akla ve mantığa aykırıdır.

Cemaatler ormana benzer. Seller ve fırtınalar, ormana zarar veremez. Ayrıca ormanlara yağmur çok yağar. Demek ki Allah’ın rahmeti cemaatler üzerindedir.

Seviyeli insanlar cemaate üstünlük kazandırırken, cemaat de fertleri korur.

Irklar için de durum aynıdır. Nasıl ki Bilal-i Habeşi (ra), Selman-ı Farisi (ra), ırklarını inkâr etmemiş, Peygamberimiz de (sas) onlara “ırkınızı söylemeyin” dememişse ve her ırktan kimseler İslamiyet’i öğrenip, anlayıp, yaşamakta bütünleşmişse, bizim de bugün yapacağımız şey aynıdır. Türk, Kürt, Laz, Çerkez… “Mü’minler kardeştir” ayetinde bütünleşecek.

Muhalefet duygusu her insanın içinde vardır. İnsan, bu duygusunu kanalize etmezse, günahlarına, din düşmanlarına muhalefet edecek yerde kalkıp Müslümanlara muhalefet ederse, muhalefet etmeyi üstünlük sayarsa, ne cemaat ne de ümmet gerçekleşir. Bugün Müslümanlarda muhalefet duygusu çok yaygın. Particilerden başlayıp cemaatlere ve fertlere kadar dalga dalga yayılmaktadır. Muhalefetin olduğu yerde ne ümmet ne de İslam devleti olur. Ümmet ve İslam devleti de herhangi bir yerden gelmez. Müslümanların İslamiyet’i yaşamasıyla kendi kendine teşekkül eder. Bunun için tenkitten çok takdim ve iltifat gerekir.

İman, bir enerjidir. Mü’mini gayrete getirir. Sırtında yumurta küfesi olmayanlar, istediği gibi hareket etse de, Müslüman’a yakışan, ağzına süzgeç koymaktır. Birlik ve beraberliğin sevdalıları bilirler ki, Müslüman’ı beğenmemek, İslam’ın şanına yakışmaz. Tenkit ve karşı çıkmak mutlaka yıkıcıdır.

Unutmamak lazımdır ki; İslam’ın “tenkit edin” diye bir emri yok, “tebliğ edin” diye bir emri vardır…

Bilhassa Risale-i Nur talebelerinin bu noktaya çok dikkat etmeleri lazım çünkü cemaat liderleri içinde sadece Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri İhlas ve Uhuvvet risaleleri yazmıştır…

Düşmanlara bayram ettirmemek lazım…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

Yıkıcı Tartışmalardan Kaçınmanın 10 Yolu

Barton Goldsmith, Ph.D.den çeviren psikolog İclal Eskioğlu

Her çift tartışır. Bazıları açıktan açığa birbirine bağırarak tartışırken; bazıları da ilişki ve iletişim kurmayı reddeder. Yöntemleri ne olursa olsun, sonuç aynıdır – duyguların incinmesi ve düş kırıklığı. Yapıcı bir şekilde tartışmanız için bazı ipuçlarım var; eğer doğru bir şekilde uygulanırsa, gelişme ve problemlerin çözümü için bir yol olabilir.

  1. Kızgınlığın kendisinin tahripkâr bir duygu olmadığını bilmek gerekir. Kızgınlıkla öfke arasında muazzam bir fark vardır. Bir kişi kızdığı zaman duygularını ifade etme ihtiyacı duyar, bir şeyleri ya da ilişkileri bozmaz – ki bu türlü bir davranış öfkedir.
  2. Sinirlenmeden önce duygularınızı ifade edin. Siz veya eşiniz olaya olduğu gibi yaklaşabilirse ve güvenli bir şekilde çözmeye çalışırsa, olay tartışma noktasına gelmeyebilir. Bazen bazı şeyler sadece ifade edilmeye ihtiyaç duyar ve eğer eşiniz sizin nasıl hissettiğinizi anlarsa, birçok tartışma önlenebilir.
  3. Sesinizi yükseltmeyin. Kırılmış duygularınız veya farklılıklarınızla ilgili meselelerin bir fısıltıyla çözülebilmesi oldukça şaşırtıcıdır. Birbirine bağıran eşlere sadece bir fısıltıyla iletişim kurmalarını tavsiye ederim ve böylece ilişkilerindeki kızgınlık faktörünü büyük ölçüde azaltmış olurlar.
  4. İlişkinizi tehdit etmeyin ve her tartışmayı ilişkinize karşı bir tehdit olarak algılamayın. Bu tarz duygusal şantajlarla karşıdaki panik ya da kaçış moduna girer. Siz ayrılmak istediğinizi söylerken, karşınızdaki yeni bir eş bulmak için planlar yapıyor olabilir. Bunun yanı sıra karşınızdaki kişi ailesini kaybetmek fikriyle öylesine yıkılmıştır ki şiddetli bir depresyon yaşayabilir ve bu sizi sonuca götürmez.
  5. Problemlerinizi biriktirmeyin. Biriktirdiğiniz takdirde, eski problemleriniz mevcut probleminizin çözümünü engelleyecektir. İlk önce mevcut meselenizin üstesinden gelin ve eğer gerçekten geçmişteki problemlerle ilgili karmaşık duygularınız varsa başka bir zaman onlarla ilgili konuşun.
  6. Kızgınlığınızı bastırmayın. Eğer hissettiklerinizi uzun bir sure içinize atarsanız, bir gün bu duygularınız patlak verir ve pişman olacağınız şeyler söylersiniz ya da yaparsınız. Kızgınlık sevgiyi azaltmaz; sevdiğiniz kişilere kızmanız normaldir. Aslında sevdiğimiz kişiler bizi en çok üzenlerdir; çünkü onlar en çok sevdiğimiz kişilerdir.
  7. Problemlerinizi kızmadan çözebileceğiniz yöntemler üretin. Konuşmanıza her biriniz beşer dakika boyunca duygularınızı ifade ederek başlayın; sonra yirmi dakikalık bir ara verip meseleleri düşünün ve geri gelip on dakika problemin çözümü için en iyi yolun ne olduğu hakkında müzakere edin. Ayrıca, problemin hemen çözülememesinin de normal olduğunu bilin.
  8. İstismara asla müsaade edilmemelidir. İstismar sözlü saldırıyı ve kapıları çarpmak, tabakları kırmak veya dayak gibi şiddet çeşitlerini içerir. Eğer tartışmalarınız istismar düzeyine ulaşırsa, evden ayrılmanız gerekir. Şayet eşlerden biri kaba kuvvete başvurursa polis raporu tutulması ve bir terapistten randevu alınması zorunludur.
  9. Her şeye reaksiyonda bulunmayın. Unutmayın ki aldırış etmemek de bir dikkattir. Eğer eşiniz sizi bir tartışmaya çekmek istiyorsa, uzak durun. Bazı insanlar hakikaten tartışmayı severler; çünkü bu durum onlara geçici bir güç duygusu ve haz verir. Bu kişilerin ilgiye olan ihtiyaçları içinde sıkışıp kalmayın.
  10. Vücudunuzu dinleyin. Kızdığınız zaman vücudunuzda, kendinize, eşinize ve ilişkinize zarar verici şekilde davranmanıza sebep olabilecek bazı kimyasallar salgılanır. Duygularınızı anlamayı ve kızgınlık sürecinin sizi fiziksel ve duygusal olarak nasıl etkilediğini öğrenin.

Araştırmalar gösteriyor ki, zamanlarının %20′sinden fazlasını tartışarak geçiren çiftler büyük bir ihtimalle ilişkilerini devam ettiremiyorlar. Ümit ederim bu ipuçları tartışmalarınızı kontrol altına almanıza ve tartışmalarınızın şiddetini düşürmenize yardımcı olur. Eğer bu ipuçları size yardımcı olmazsa ve ilişkinizi korumak istiyorsanız nitelikli bir evlilik terapisti bulmalısınız.

Kemal Sayar / kemalsayar.com

Din Stratejileri – Din Birliği ve Küresel Barış

Hutbe-i Şamiye Ekseninde İslam Birliği ve Küresel Barış Konferansı Tebliğidir.

Arabistan yarımadasında doğmaya başlayan İslam Güneşi, Hz. Ömer devrinde Ortaasya ve Kafkaslardan Bizans hudutlarına kadar çok büyük bir alanı aydınlatıyordu. Onlarca Arap olmayan kavim İslam dairesine girmiş Muhammedî hakikati ikrar etmekteydi.

Hz. Ali’nin Halifeliğine, iktidar hırsı yanında, aşiret ve kavmiyet taassubuyla karşı çıkılmasıyla başlayan fitne, “ittihad-ı İslam”ı parçalamaya başladı. Hz. Hasan’ın zehirlenmesi ve Hz. Hüseyin’in şehâdeti ile zirveye ulaştı.

Kutlu Nebi’nin beyanı ile İslam hilafeti 30 yılı zor da olsa tamamladı ve “ittihad-ı İslam” da unutulmaya başlandı.

Abbasi Halifesi Kâim Biemrillah’in çağrısı üzerine 15 Aralık 1055’te Bağdat’a girerek. Halife üzerindeki baskıyı kaldırıp, Büveyhoğulları’nın zulmünü sona erdiren Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin, İslam’ın Sancağı’nı eline alarak başlattığı İslam’ın Sancaktarlığı görevi yaklaşık 900 yıl sürdü.

16. yüz yıla geldiğimizde, İstanbul’daki medreselerde, bundan daha büyük, daha güçlü daha zengin devlet yok. İlimde, sanatta ve medeniyette daha büyüğü nasıl olabilir? “Bundan sonra okumaya ne gerek var” mantığı ortaya çıkmaya başladı. Süleymaniye ve Selimiye’nin yapıldığı sıralarda, “Medrese”lerde “geometri okumaya gerek yok” gibi, tartışmalar başladı.

Kâtip Çelebi’nin “Mizanü’l Hak” adlı kitabında eleştirdiği tartışmalarla başlayan ilimde gerilemeler, fen alanında da kendisini gösterdi. Asıl gerileme ilim ve fende oldu.

Bir zamanlar Haçlı Seferleri’nde başarılı olamayanlar, zenginliğini kaybetmeye başlayan Müslümanlardan yandaşlar, destekçiler bulmaya başladı.

Hırsız içerden olunca, öküz bacadan bile çıktı. Etnik milliyetçi, ırkçı düşünceler yanında farklı Müslümanlık anlayışları arttı ve batı Hıristiyan dünyasından bulduğu desteklerle güç kazandı.

Osmanlı küçülmeye başladı. 19. yüzyıla gelindiğinde, “bu kötü gidişe nasıl dur diyebileceğimiz”, soruları aklımıza geldi. İşte “ittihad-ı İslam” yani “İslam Birliği” fikri de bu arayışlardan biridir ve doğru bir taleptir.

Bu günlerde “üç kıtada toprakları bulunan son hükümdar” olarak anılan Sultan Abdülhamid Han “İttihad-ı İslam” için en çok çalışan ve bu fikri savunanlara en fazla destek vermiş “Hakan”dı.

İslam birliği konusunda Üstad Said Nursi’nin sözlerini hatırlayalım:

İki Mekteb-i Musibet Şehadetnâmesi” ismindeki eserimde tarif etmişim. Şimdi o kasr-ı muallânın bir taşını, bir nakşını göstereceğim. İşte, kâbe-i saadetimiz olan ittihad-ı münevver-i İslâm’ın Hacerül-Esved’i, Kâbe-i Mükerreme’dir; ve dürret-i beyzâsı Ravza-i Mutahhara’dır; Mekke-i Mükerremesi, Ceziretü’l-Arap’tır; medine-i medeniyet-i münevveresi, tam hürriyet-i şer’iyeyi tatbik eden Devlet-i Osmaniye’dir.

Eğer İslâmiyet milliyetini ve İttihad-ı İslâm’ın taşını ve nakşını istersen, işte bak! …”[2]

Tekraren söylüyorum ki, ittihad-ı İslâm hakikatında olan ittihad-ı Muhammedî’nin cihetü’l-vahdeti Tevhid-i İlâhîdir. Peyman ve yemini de Îman’dır. Müntesibîni umum müminlerdir. Nizamnâmesi, sünen-i Ahmediye’dir. Kanunu, evâmir ve nevâhi-i şer’iyedir. Bu ittihad âdetten değil, ibadettir. İhfa, havf; riyadandır. Farzda riyâ yoktur.

Bu zamanın en büyük farz vazîfesi, ittihad-ı İslâmdır.

İttihad–ı İslâm’ın bütün müminlere şâmil olduğunu, bunun tahsis ve tahdit kabul etmediğini ısrarla anlatan Bediuzzaman, Yavuz Sultan Selim’in, Arabistan’ı Osmanlı topraklarına katmasını bu mânâdaki İttihad–ı İslâmı hedef alıp tesis etme amacına yönelik bir çalışma olduğunu ve kendisinin de buna ittibâ ettiğini beyan eder.

19. asrın son çeyreğinde başlayan siyasi partiler serüveni, meşrutiyet ve Cumhuriyet’le devam etti. Birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra özellikle batıda yaygınlaştığını gördüğümüz demokrasi ve insan hakları uygulama ve iddiası İslam milletlerinin yaşadığı coğrafyaya ya eksik geldi, ya da hiç uğramadı.

Aslında bu iki kavram da Müslümanlara aitti. Kur’an ve Sünnet bunu tevsik etmekte; Veda Hutbesi tescil etmekte; “Raşit Halife”lerin seçimleri bunu tasdik etmekte iken bunları kaybettiğimiz veya unuttuğumuzu bile hatırlayamadık.

İsyana kalkışan Şeyh Said’e; “İttihad-ı İslam”ın yaşandığı 900 yıllık geçmişi hatırlayarak, “Türk milleti asırlardan beri İslamiyet’e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılıç çekilmez. Siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vaz geçiniz. Millet irşad ve tenvir edilmelidir”[3] diye mektup yazmıştı.

Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed ve O’nun ümmetinin yaşadığı bölgelere bol bol lütuf ve ihsanı olarak görülen yer altı kaynakları, özellikle petrol bulunduran bölgeler başta olmak üzere, küresel emperyalizmin ana hedefi olmaya başladı ve devam ediyor.

Halen yaşamakta olduğumuz 21. yüzyılın başında küresel emperyalizm, bizim dünyamızda, Müslümanlar arasında çatışmalar ve savaşlar çıkartma peşindedir.

Böyle bir zamanda “İttihad-ı İslam” yani İslam Birliğini konu alan bu toplantı, inşallah önce bizim, sonra da bütün İslam dünyasının uyanışına vesile olur.

İlk yıllarında siyasete olumlu bakan Bediuzzaman, daha sonra bu görüşünü değiştirir ve “Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalpler ıslah olsun, imanlar kurtulsun.”[4] der. Nur Allah’ın nuru’dur. Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği Kur’an’dır, İslam’dır.

Ancak batı destekli güzel süslenmiş yalan ve maddi menfaatle kamufle edilmiş sapık fikirler; ırkçı görüşler ve ayrılıkçı düşünceler ortalığı kaplamış; siyaset, dinin önüne geçmiştir.

Hâlbuki “siyaset bir nur değil, aksine bir topuzdur”. “Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp eder.

“Hem nur, hem topuz-ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz”[5] diyor.

Üstad gibi birinin yapamayacağını kim veya kimler başarır veya başarmaktadır?

Günümüzde en fazla üzerinde durulması gereken “imanî hakikat” budur.

Buraya bir bal mumu yapıştırarak meselenin günümüzle ilgili boyutuna da dikkatlerinizi çekmek istiyorum:

George Walker Bush’un Amerika Birleşik Devletleri’nin 43. başkanı olduğu 20 Ocak 2001 tarihinden sonra geliştirdiği ve ABD tarafından halen uygulanmakta olan bir anlayış ve siyaset var.

Bu siyaset, Haçlı zihniyetinin çağdaş versiyonu ve/ya bilimsel olanıdır denilebilir bir stratejidir.

Beyaz Saray çevresindeki uzmanlar, dünyanın en büyük ve güçlü devleti ABD olduğundan, dünyanın tek hâkiminin Tanrı gibi algılanması gerekir. Bunun için de Tanrı dünyayı ve insanları ne ile nasıl idare ediyorsa, ABD başkanının da öyle idare etmesi gerektiği şeklinde bir algıyı bilim ve strateji dünyasına ve ABD politikalarına taşıdı.

Sırf bu amaçla geliştirilen “strategy of Religion” Din Stratejisi, “strategy God ”Tanrı Stratejisi” çalışmaları, asıl hedefin, sömürülecek ve kullanılacak ana kitlenin Müslümanlar olduğunu ortaya koydu. Bu defa Müslümanların yaşadığı bölgelerdeki menfaatlerini koruyabilmek ve geliştirebilmek adına, İslam’ı nerede, kime karşı, nasıl kullanacağı araştırmalarına yönelmiş ve böylece “strategy of İslam” orta çıkmıştır.
Bu konuda ABD’de onlarla kitap ve makale yayınlanmıştır.

İslam’ın hangi mezhebini, hangi tarikatını, hangi cemaatini, ne zaman, kime karşı, nasıl kullanacağını ortaya koyan çalışmalardan İslam dünyasında kaç kişi haberdardır?

Unutmayalım ki, Küresel emperyalizmin hedefi, Müslümanların yaşadığı “İslam Dünyası”dır.

Küresel emperyalizm, tıpkı Sovyetlerin çöküşünün, bir tek mantar tabancası patlatılmadan başarılması gibi, -hiç masraf etmeden- Müslümanı Müslüman’a kırdırarak amacını gerçekleştirmek istemektedirler.

Bunu ortaya atanlara göre İslam aşırı, marjinal, anarşi ve terörü besleyen bir dindir. Onun için de bunun terbiye edilmesi ve aşırılıklarının törpülenmesi gereklidir.

Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Ortadoğu için icad edilip uygulamaya konulan ILIMLI İSLAM bu stratejinin en önemli uygulama bölümüdür.

21. yüzyılın başında içinde yaşadığımız tarih diliminde, İslam dünyasında çıkartılmak istenen Şii- Sünni ihtilafı veya çatışmasının kaynağı da aynı stratejidir.

– Çağın ilmini, fennini, sosyal, kültürel, siyasi ve diğer alanlardaki gelişmelerini bilmeden “ittihad-ı İslam” demekle bu birlik gerçekleşseydi, yaklaşık iki yüz yıldır çoktan gerçekleşmez miydi?

Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atını
Veriniz mesainize hem de son sür’atını

– Diyen Mehmet Akif’i can-ı gönülden dinlemiş ve yeteri kadar çalışmış olsaydık, bu durumlara düşer miydik?

2006 sonu haccıydı. Mekke’de, Türkçe adı ile ”Hz. Ali Evlatları Aile Önderleri Vakfı”nda, Vakfın o zamanki başkanı, Ummü-l Kura Üniversitesi Hukuk Profesörü Seyyid Abdullah ATTAS ile üç yarım gün süren “Ehlibeyt Sevgisinin, İslam kardeşliğinin ve İslam dünyasının güçlenmesindeki rolü” konulu konuşmamız sırasında demişti ki;

“- Şu anda reel olarak bir İslam dünyasından bahsedemeyiz. İslam ülkeleri gibi görülen devletler, emperyalizm denizine batmışlardır, sadece Türkiye’nin başı emperyalizmin dışındadır. Onun da bedeni emperyalizme batmış görünüyor.

Emperyalizmden kurtulma umudu olan tek İslam ülkesi Türkiye’dir.

– Bir Müslüman, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, hangi dili konuşursa konuşsun, kendisini koruyacağına inandığı bir güç olmasa, yüksek sesle ne “Müslüman’ım” diyebilir, ne de “Kelime-i Şahadet” veya “Kelime-i Tevhid”i okuyabilir. Mesela biz, Mekke’de, Kâbe’nin yanında bile bunu söyleyemeyiz. Emperyalizm bu derece etkilidir” dediğinde,

– Peki bu güç nedir, kimdir, bölgesel mi, küresel mi, diye heyecanlanmıştım. Cevap verdi:

– Bu güç sadece bir tanedir. Gücü, tarihi ve kültürel geçmişinden geliyor, dedi. Adı var mı diye sordum.

70 yaşındaki Seyyid cevap verdi:

– “Bu gücün adı, “ceyşu-l etrak” Türk Ordusu’dur. Kadere bakınız ki, Türkiye’nin İslamcıları bunun farkında değiller!

O, Hakk’a erdi.

Son din ve son peygamber, “”güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim“[6]

Ahlâk, Yaradan’dan başlayarak yaratılanı da sevmeyle başlayan, davranışlar bütünüdür.

Müslüman olarak diğer Müslümanları ne kadar seviyoruz?

Kutlu Peygamberin Eşi Hz. Marya Validemizin akrabaları olan Çingeneleri, Nakşilerle aynı silsileleri paylaşan Alevileri, en az bin yıldır beraber olduğumuz ve bölgede kurulmuş Türk devletlerinin vatandaşları olmuş Kürtleri, Arapları, Zencileri, Aptalları ve İslam’ın Sancaktarı olan büyük Türk Milletini ne kadar seviyoruz?

Sevgi olmadan birlik, ittihad, ne diyorsak, o nasıl olacak?

Şimdi, günümüzde, din adamları başta olmak üzere, hepimiz ahlâki problemler yaşamıyor muyuz?

Şimdi küresel emperyalizm, Müslümanlar arasında teslim alamadığı kaç şahıs ve organizasyon kalmışsa, onların peşinde koşmuyor mu?

– Müslüman olarak, diğer Müslüman’ın aleyhinde bulunmayı en önemli “tebliğ” zannedenlerimiz yok mu?

Mü’minler kesinlikle kardeştirler, (kardeşler arasında ihtilaf olduğunda) kardeşlerinizin arasını bulun, barıştırın, uzlaştırın onları. Ve Allah’tan çekinin ki, merhamet olunanlardan olun”[7] (Hucûrat:10). Ayetini başımız derde girmeden, toplumsal facialar ortaya çıkmadan hatırlıyor muyuz?

Kur’an Müslümanların temel kitabıdır ve Ahlâk, Kur’an ve Kutlu Nebi Hz. Muhammed’in örnek ahlâkı ile tamamlanmıştır.

Kendisini, misafir olarak hacca davet etmek için görevli olarak gittiğim bir Alevi vatandaş bana sordu:

– Davetinizi kabul edersem, bana harcayacağınız para, bana helal para mıdır? Helal değilse ve gitmeye karar verirsek, son kuruşuna kadar bütün paramızı ödemek şartıyla bizi misafir sayar mısınız?

Hacca misafir olarak davet edilmiş binlerce insan içinde, sadece bir kişinin sorduğu ve sorulanı donduran bu soruyu, her yediğimiz lokmada, hepimiz sorduğumuzda, İslam birliği kendiliğinden kurulacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum.

Bu ahlaki olgunluğa ulaşmak için, nefsimizden başlayarak, “Allah” diyen, “lailahe illallah” diyen, “Muhammedün Rasulullah” diyen herkesle barışmadan; paraya, ideolojiye; siyasete ve güce karşı zaaflarla “ittihad-ı İslam” lafta kalmaya mahkûmdur.

İslam’ı, elinde tutuyor gibi göstererek siyaset yapanlara ve İslâmî hassasiyetleri olanları da içlerine katmaya çalışanlara, hep birlikte Bediuzzaman gibi seslenmeliyiz:

İki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!”[8] demeliyiz.

Bunu diyebiliyorsa, mesele yok.

Hayır, bir elimle “nur”u, diğeri ile de ”topuz”u tutmaya devam edeceğim, diyorsak,

Acaba nurla beni celbedip, topuzla dövmek mi istiyorsun” diyenlere, verilecek cevabımız var mı?

Euzü billahi mineşşeytani ves siyaseh”.

Dr. Abdülkadir Sezgin / Risale Akademi

________________________________________
[1] Sosyolog (Soysal yapı ve Sosyal değişme Uzmanı), Diyanet Denetim Elemanları ve Uzmanları Derneği Genel Başkanı
[2] Münâzarât, s. 113

Bediüzzaman vefat yıldönümünde hatimlerle anılacak

Yakın dönemin büyük İslam alimlerinden Üstad Bediüzzaman Said Nursî, vefatının 52. yıldönümünde dualarla anılıyor.

Sevenleri, Bediüzzaman Hazretleri’ni vefat yıldönümünde 4444 hatim okuyarak anmaya hazırlanıyor. Suffa Vakfı‘nın organize ettiği hatim kampanyasının duası ise 24 Mart Cumartesi günü Süleymaniye’de bulunan Suffa Vakfı binasında yapılacak. Bediüzzaman Hazretleri’nin, ortaya koyduğu fikirleriyle Türkiye ve dünya için büyük bir değer olduğunu söyleyen Suffa Vakfı Genel Başkanı Mustafa Karaman, bu büyük değere vefa göstergesi olarak hatim kampanyası başlattıklarını dile getirdi. Bediüzzaman’ın her geçen gün daha iyi anlaşıldığını ve sevildiğini belirten Karaman, “Milleti için maddî ve manevî her türlü fedakârlığı göze alan, dünya namına kendisi için bir şey bırakmayan, çile ve ızdırap dolu bir hayat yaşayan Bediüzzaman, ortaya koyduğu fikirleriyle bugünün insanlarına büyük hizmetlerde bulundu.” dedi. Bir ay önce başlattıkları kampanyanın büyük ilgi gördüğünü ifade eden Karaman, herkesi bu hatim halkasına katılmaya davet etti. Karaman, hatim okumak isteyenlerin de 0212 512 12 02 No’lu telefon numarasına bilgi vermelerini istedi.

Zaman

2. Ulusal Bediüzzaman Said Nursi Sempozyumu

“Şiddet ve Tedavisinde  Bediüzaman Said Nursi’nin Müsbet Hareket Yaklaşımı”

Tarih: 25, 26, 27 Mayıs 2012 / Isparta

Düzenleyen Kuruluşlar:

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı & Isparta Kültür Eğitim Vakfı

TEBLİĞ ÇAĞRISI

Geçen yılki çağrımızı şu cümlelerle noktalamıştık : “Yurt dışında bunca çalışma ve ilgiye rağmen Türkiye’de Risale-i Nur’un mahiyet ve muhtevasına vâkıf pek çok akademisyen olmasına rağmen bu anlamda  yeteri kadar katkının yapıldığı söylenemez. Bu boşluğu doldurmak üzere İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından bu sene Türkçe olarak gerçekleştirilecek olan sempozyumun ana başlığı “Bediüzzaman Said Nursî Ne Yapmak İstemiştir?”

Bu çağrı ülke çapında geniş yankı buldu ve Türkiye’nin dört bir yanından akademisyenler İİKV çatısı altında İstanbul’da buluştu. 17 akademisyenin katılımı ile iki gün boyunca birbirinden değerli tebliğler Bediüzzaman’ın hayatı ve eserleriyle ortaya koyduğu ve insanları yönlendirdiği hedefi mercek altına alındı.

Bu sene ikincisi düzenlenecek olan bu sempozyumda ise, daha özelleşmiş bir konu; toplumumuzun ve insanlığın bütün kurumları ile çözüm arayışı içerisinde olduğu, insanlığı tehdit eden en tahripkâr problemlerden biri olan ŞİDDET ve TEDAVİ ÇARELERI ele alınacaktır. Bu anlamda zamanımızın önemli bir Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur külliyatı incelenmesi gereken önemli bir kaynaktır.

Birçok yönü ile incelenecek olan ŞİDDET konusu, Bediüzzaman’ın Kur’an’dan sunduğu çözüm önerileri ışığında, “Şiddet ve Tedavisinde Bediüzaman Said Nursi’nin  Müsbet Hareket Yaklaşımı” başlığı altında 25, 26, 27 Mayıs 2012 tarihlerinde Isparta’da tartışılacaktır.

Aşağıdaki alt başlıklar kapsamında hazırlanacak tebliğler konferans kapsamına alınacaktır.

Yer verilmesi olası fakat bunlarla sınırlı kalmayacak konular:

  • Şiddetin Kökenleri
  • Şiddet Zihniyet İlişkisi
  • Değerler Şiddet İlişkisi
  • Ahlak Şiddet İlişkisi
  • Eğitim Şiddet İlişkisi
  • Kültür Şiddet İlişkisi
  • Modernite / Dünyevileşme Şiddet İlişkisi
  • Liberal Ekonomi Şiddet İlişkisi
  • Psikolojik Şiddet
  • Fiziksel Şiddet
  • Siyasal Şiddet
  • Etnik Kökenli Şiddet
  • Aile içi Şiddet
  • Gençlik ve Şiddet
  • Kadına Yönelik Şiddet
  • Spor ve Şiddet
  • Eğlence ve Şiddet
  • Toplumsal Alanda Şiddet
  • Şiddeti Önlemi Yolları
  • İslami İlimlerde Şiddetin Önlenmesine Yönelik Yaklaşımlar

TAKVİM :

Özetlerin Gönderilmesi : 19.03.2012 – 20.04.2012

Tebliğ özetleri aşağıdaki bağlantıdan gönderilmelidir.

http://www.nursistudies.com/ocs/index.php/siddet/siddet/user/account

Kabul Edilen Tebliğlerin Açıklanması : 27.04.2012

Notlar:

1-Sempozyuma Tebliğle Katılımcıların Yol ve Konaklama Masrafı Sempozyum Organizasyonu Tarafından Karşılanacaktır.

2-Tebliğ Sunumları 20 Dak. Olacaktır.

3- Her Oturumda 40 dak. Serbest Müzakere Yapılacaktır.

4- Pazar Günü Isparta ve Barla’da Gezi Düzenlenecektir.

5- Sempozyum dili Türkçedir.

 

Bilim Kurulu:

Prof. Dr. Faris KAYA

Prof. Dr. Cahit KURBANOĞLU

Prof. Dr. Murat SARICIK

Prof. Dr. Yunus ÇENGEL

Prof. Dr. Saadettin ÇALIŞKAN

Prof. Dr. Ramazan ÖZCANKAYA

Prof. Dr. Faruk TURHAN

Prof. Dr. Ali KÖKÇE

Prof. Dr. Erdoğan KÜÇÜKÖNER

Prof. Dr. Himmet UÇ

Prof. Dr. Bünyamin DURAN

Prof. Dr. İlhan YILDIZ

Prof. Dr. Neşet TOKU

Doç. Dr. İshak ÖZGEL

Doç. Dr. Fahrettin ÖNDER

Doç. Dr. İ. Latif HACINEBİOĞLU

Doç. Dr. Ahmet KAYACIK

Doç. Dr. Kenan ÖREN

Doç Dr. Niyazi BEKİ

Yrd. Doç. Dr. Halim ULAŞ

Dr. Ahmet YILDIZ

Düzenleme Kurulu:

Prof. Dr. Murat SARICIK

Prof. Dr. Faris KAYA

Prof. Dr. İlhan YILDIZ

Doç. Dr. İshak ÖZGEL

Doç. Dr. İ. Latif HACINEBİOĞLU

Yürütme Kurulu

Ahmet UYAR

Zafer ALANAT

Cihan ZENGİN

Hakan GÜLERCE

İLETİŞİM :

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı

Kalenderhane mah. Cüce Çeşmesi Sok. No:6 Vefa Fatih İstanbul

0212 527 8181

Her türlü soru ve bilgilendirme için : hakangulerce@iikv.org veya  ishakozgel@hotmail.com

Tebliğ özeti göndermek için bu bağlantıya tıklayınız : http://www.nursistudies.com/ocs/index.php/siddet/siddet/user/account

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version