Bediüzzaman Haftası – Adıyaman

Adıyaman, vefatının 52. yıldönümünde Bediüzzaman Said Nursi’yi çeşitli etkinliklerle yad edecek.

Bediüzzaman Haftasını Adıyaman Yeni Asya Vakfı ile Adıyaman İlim ve Kültür Vakfı düzenliyor.

Hafta süresince düzenlenecek programlar şöyle:

-23 Mart Saat 20.00. Yeni Asya Vakfı Seminer salonunda “Hatmi Şerif

-23 Mart Saat 20.30. ASU TV’de “Bediüzzaman ve Gençlik” konulu program. (Mehmet Özçelik, Zafer Akgül, Said İnan, Nureddin Gürsoy.)

-26 Mart Saat 20.00. Hisar Salonunda “Bediüzzaman ve Muhabbet” konulu konferans ( Araştırmacı-Yazar Metin Karabaşoğlu)

-29 Mart 2012 Saat 20.00. Adıyaman Samsat ilçesinde“Bediüzzaman ve Kur’an” konulu seminer. (Yazar Zafer Akgül)

Kur’an-ı okuyup Müslümanlığı öğrenmek istiyorum

Müslümanlığı araştırıyor

Hristiyan bir aileye mensup olduğunu, kendisinin de bu dine göre yaşamanı şekillendirdiğini bildiren Moritz, şöyle konuştu:

Ben, kilisenin söylediği her şeyi tam olarak kabul eden birisi değilim. İncili okudum. Ama kilise benim okuduğum İncil’den daha farklı şeyler söylüyor. Ben normalde çok inançlı birisiyim. Tanrı ve İsa inancı bende çok yüksek. Türkiye’ye geldiğimde herkes Müslüman olduğu için Kur’an-ı Kerim’i merak ettim. Kur’an-ı okuyup Müslümanlığı öğrenmek istiyorum. Şu sıralar İncil’i tekrar okuyorum ve bitirmek üzereyim. Ardından Kur’an-ı Kerim’i okumaya başlayacağım. Çünkü çok merak ediyorum.

Portekizce, İspanyolca, İngilizce ve Türkçe’yi akıcı bir şekilde konuşabilen Moritz, kendisi gibi ailesinin de Türkiye’yi çok sevdiğini, bu yüzden onların da sık sık Türkiye’ye geldiğini sözlerine ekledi.

Türkiye Gazetesi

Nevruz kutlamaları caiz midir?

Nevroz veya yeni yıl, noel kutlayan Müslüman dinden çıkar mı?

Nevruz’un lûgat mânâsı yeni gün demektir. Eski İranlıların yılbaşı olarak bildikleri günün adıdır. Nevruz, güneşin hamel (kuzu) burcuna girdiği gün olup, Milâdî Mart’ın 22’sine rastlar. Bugün, ilkbaharın başlangıcı, bitkilerin toprak yüzüne çıktığı, ağaçların yeşerdiği, hayvanların inlerinden, kuşların yuvalarından çıkıp dünyayı şenlendirdiği bir gün olarak bilinir. Bugün İran ve Irak’ta halen bayram olarak kutlanır.

Nevruz’un dinî bir mahiyeti olmamakla berebar, mahlûkatın yeryüzünü canlandırıp şenlendirdiği gün olduğu için bir nevi “bayram” havası yaşanır. Bugünün nasıl, ne şekilde ve nerede, kim tarafından tespit edilip bir bayram şekline getirildiği hususunda farklı görüşler vardır. Bazı rivayetlerde Cenab-ı Hakkın âlemi ve Hz. Âdem’i yarattığı gün olarak bilindiği gibi, şöyle bir rivayet de vardır:

İran sultanlarından Cemşid, dünyayı dolaştıktan, Azerbaycan’ı beğenip oraya bir taht kurduktan sonra sırtına süslü bir elbise giyip, başına da mücevherlerle işlenmiş bir taç koyup tahta oturdu. Güneş doğup, taca yansıyınca etrafı ışıklandırdı. Halk bu günü mesut bir gün sayarak sevindiler, o günü apayrı bir gün bilerek “Nevruz” dediler. Büyük şenlik yapıp ondan sonra her sene bu merasimi tekrarladılar. Buna “Nevruz-i amme” denilir.

Nevruz-i hassa” ise, “nevruz-i amme”den altı gün sonradır. O gün Cemşid tahta oturup devlet erkânına şöyle dedi:

Cenab-ı Hak hepimizi yoktan var ederek akıl ve fikirle diğer hayvanlardan mümtaz kıldı. Bu sebeple hepimize lâzım ve lâyık olan temiz su ile yıkanıp Allah’ın dergâhına secdeye kapanarak şükredelim. Sonra bu günü ve bu usülü yapmaya dikkat etmenizi isterim.

Cemşid’in bu isteği kabul edilerek ondan sonra her sene, iki nevruz arasında kalan bu altı gün kutlandı. O gün, kral herkesin arzusunu yerine getirir, millet bayram ederdi. Daha sonra bu âdet Selçuklular ve Osmanlılarda da devam etmiştir. Hattâ Osmanlı şairleri Ramazan, bayram, bahar ve kış vesilesiyle olduğu gibi, “Nevruz” için de kasideler yazar, “Nevruziye” adını verdikleri bu kasideleri takdim ettikleri devlet adamlarından “câizehediye” alırlardı. Yine Osmanlılar zamanında Nevruz’da değişik bir tatlı yapılarak başta saray erkânı olmak üzere halka dağıtılırdı. Bugün de yurdumuzun bazı bölgelerinde “Hıdırellez” gibi Nevruz günü de kutlanmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri de Nevruz gününe ayrı bir ehemmiyet verirdi. Talebelerinden Muhsin Alev bu hususta şöyle bir hatırasını anlatır:

Üstad gezmeyi, bilhassa bahar ve yaz aylarında kırlarda dolaşmayı çok severdi. Mahlûkatla, mevcudatla baş başa kalıp derin derin tefekkür ederdi. İstanbul’da Nevruz günü kıra giderken bizi de yanında götürürdü. Kırda,’Bugün mahlûkatın bayramıdır’ diye Nevruz’un önemini bize anlatmıştı. Kırda köpeklere ekmek parçası verip, “Bugün, bu Nevruz bayramından bu köpeğin bile bir hissesi vardır. Bahar mahlûkatın bayramıdır. Biz de onların bayramına iştirak edelim’ demişti. Çok sevinçli bir hali vardı Nevruz günü…

Baharı, haşrin, yani öldükten sonra dirilmenin bir nümunesi olarak bilen ve her baharda bitki ve hayvanların yeniden yeryüzüne çıkıp canlanmasını, haşri en güzel şekilde isbat eden bir delil olarak gören Bediüzzaman, “Nevruz günü bahar mevsimine işarettir” der ve haşrin isbatı hususunda baharı şöyle misal verir:

Haşr-i baharîde (bahar haşrinde) görüyoruz ki, (Cenab-ı Hak) beş-altı gün zarfında küçük ve büük hayvanat ve nebatattan üç yüz binden ziyade envaı (türleri) haşredip neşrediyor. Bütün ağaçların, otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen ihya edip (diriltip) iâde ediyor. Halbuki maddeten farkları pek az olan tohumcuklar o kadar karışmışken kemal-i imtiyaz (mükemmel olarak ayrılarak) ve teşhis ile o kadar sür’at ve vüs’at (genişlik) ve sühulet (kolaylık) içinde kemal-i intizam ve mizan ile altı gün veya altı hafta zarfında ihya ediliyor. Hiç kâbil midir ki, bu işleri yapan zata birşey ağır gelebilsin; semavat ve arzı altı günde halk edemesin, insanı bir sayha ile (sesle) haşredemesin, hâşâ!

Bahara ve mahlûkata bu gözle, îman dürbünüyle bakılırsa, bütün bahar günlerinden mânen istifade edildiği gibi, Nevruz gününden de istifade edilir. Ama bugün, kutlanacaksa bile, meşruiyet ve helâl dairesini aşmamak lâzımdır. “Nevruz’dur” diyerek başka zamanlar haram ve caiz olmayan şeyler meşrulaştırılamaz. Kırlara çıkmak, yemek içmek, helâl dairede eğlenmek, ziyaretlerde bulunmak mümkün ve güzeldir. Fakat hiçbir surette ne içki içmek, ne de nâmahremlik sınırlarını aşan davranışlar helâl olur.

Bu vesile ile şu hususu da hatırlatalım: Nevruz’da oruç tutmak mekruhtur. O gün oruç tutmamak daha faziletlidir. Çünkü bugüne dinî bir hüviyet verip, mübarek gün gibi görmek caiz görülmemektedir. Ancak Ramazan’a rastlarsa tutmak gerekir, çünkü farz oruçtur.

Sorularla İslamiyet

Budist Prens, ‘Kutlu Doğum’ programına katıldı

Tayland Veliaht Prensi Maha Vajiralongkorn, katıldığı Kutlu Doğum Haftası programında, Kur’an-ı Kerim dinledi, Müslümanlarla birlikte el açıp dua etti.

Tayland Veliaht Prensi Maha Vajiralongkorn, başkent Bangkok’ta düzenlenen Kutlu Doğum Haftası’na katıldı. Budist olan Vajiralongkorn, programda Kur’an-ı Kerim dinledi, Müslümanlarla birlikte el açıp dua etti.

Tayland’ı vuran sel felaketi dolayısı ile Kutlu Doğum Haftası bu yıl geç düzenlendi. Bangkok’ta bu hafta düzenlenen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) anma törenine ülkenin çeşitli bölgelerinden çok sayıda Müslüman katıldı. Kutlu Doğum Haftası’nın bu yılki açılışına ise Tayland Veliaht Prensi Maha Vajiralongkorn geldi. Vajiralongkorn’a eşi Prenses Srirasmi Akharapongpreecha eşlik etti.

Programda dünyanın değişik bölgelerinden gelen hafızlar katılımcılara Kur’an-ı Kerim ziyafeti sundu. Budist olan Prens Vajiralongkorn Kur’an-ı Kerim dinlerken, Müslümanlarla birlikte el açıp dua etti.

Tayland’da çarşamba günü başlayan Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri 4 gün devam edecek. Etkinlikler çerçevesinde katılımcılar gündüzleri düzenlenen programlara katılarak Kur’an-ı Kerim okuyor, dini seminerleri dinliyor. Geceleri ise etkinlik çerçevesinde düzenlenen pazarlara ilgi gösteriyor.

Dünya Bülteni

Müsbet Hareket Mektubunun Yazılması

İkinci ziyaretim, ilk ziyaretimden altı ay sonra, 1960 senesinin başlarında oldu. Üstad’ımız bundan 2,5 ay kadar sonra vefat etti.

Bu ziyaretim Emirdağ Lahikası’nın en sonundaki mektubun yazılması anında olmuştu. Bu mektup, Ankara Ulus’ta bulunan Beyrut Palas Oteli’nde yazıldı. İşte o sırada, yazıldığı anda Üstad’ın yanında idim. Mektup şöyle başlar:

Umum Nur Talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir.

Aziz kardeşlerim!

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değil¬dir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz… (devamını okumak için tıklayınız.)” diye devam eden, oldukça etkili uzunca bir mektuptur.

O zaman Ankara’da askerdim. Yedek subaylığım bitti ve çekilen kuram Manisa’ya çıktı. Ben evliydim. Diyarbakır’da olan evimi de Manisa’ya getirmeye karar vermiştim. Diyarbakır’a giderken önce Üstad’a uğrayayım dedim. Ve doğruca Isparta’ya gittim.

Karlı bir gündü. Bir otele indim. Bir gazetede “Bediüzzaman Ankara da” diye bir haber gördüm. Orada bir terzi vardı, onu buldum beni Üstad’ın evine doğru götürürken, oradan geçmekte olan Tâhirî Ağabey’i gösterdi. Bak “Tâhirî Ağabey geçiyor” dedi.

Tâhirî Ağabey, velayeti büyük bir zattı. Beni görünce “Kardeşim seni gökte ararken yerde bulduk” dedi. “Buyurun ağabey” dedim. Üstad Ankara’dadır. Bir emanet götürecek birini arıyorduk, onu Üstada sen götür” dedi. “Siz emaneti terziye bırakın, ben götürürüm” dedim. Hakikaten bırakmışlar. Emaneti aldım. Emanet, bir bohçaydı; içinde yumuşak bir şeyler vardı. Muhtemelen çamaşır gibi şeylerdi.

O kış günü Isparta’ya gelmişken Hüsrev Ağabey’i de ziyaret edecektim: heyecandan unuttum.

Trenle yalnız gittim Ankara. Kompartımanımda bir polisin beni takip ettiğini fark ettim. Başımda Mehmet Kayalar ağabeyin takkesi vardı. Onun takkesi değişiktir. Sarık vazifesini de görecek şekilde dikilmiştir.

Ankara garında iner inmez doğruca medreseye gittim. Medrese Ulus’ta, Murat Lokantasının üstüydü o zaman. Belki 500 kişi vardı içeride. Kayalar Ağabey kürsüde oturmuş ders okuyordu. Beni görünce şaşırdı. Kalktı, kucakladı. Ben, “Emanet getirdim. Buyurun” dedim. Kayalar Ağabey üç defa öptü, başına götürdü ve Said Özdemir Ağabey’e verdi. O da dolaba koydu. Kayalar ağabey dersten sonra oteline gitti. Biz cemaatle oturduk akşama kadar oradaydık.

Sonra öğrendim ki Üstad Hazretleri Diyarbakır’da bulunan Mehmet Kayalar’a ‘Acilen gel” diye bir telgraf çekmiş. Yani Kayalar Ağabeyi hususi olarak çağırmış Ankara’ya. Bu arada Üstad’ın İstanbul’a gittiğini duyduk. Gitmeden Mehmet Kayalar Ağabeyle biraz görüşmüş, “İstanbul’a gidiyorum, bekle döneceğim” demiş. Biz de Üstadı bekliyorduk.

Gece, saat tahminen 00.30 gibiydi. Beyrut Oteli’nin önünde Üstad’ı bekliyorduk. Etraf tenha idi, pek fazla kimse yoktu. Birden “Üstad geliyor!” dediler. Nereden geldi bilmiyorum; aniden mahşerî bir kalabalık çıktı ortaya. O kalabalığın nereden geldiğini hâlâ çözmüş değilim.

Üstad çok şatafatlı geldi. Hani kortejle, eskortla liderleri karşılıyorlar ya, sanki onun gibi… Üstad’ın arabasının etrafında motosikletler, ışıklı arabalar vardı. Bütün bunlar çok ihtişamlı geldi bana. Ancak birazdan anladık ki bunlar Üstad’ı kontrol ve takip için görevlendirilen emniyet kuvvetleri imiş.

Üstad’ın arabası otelin önünde bir ileri bir geri yaptı hızla, “tak” diye tam önümde durdu. Etraf gazeteci kaynıyordu. Ben hemen arabaya yaslandım. Üstad’ı görmeyi başardım. Hemen şemsiyeler açıldı. O halde bile Üstad’ın elinde Cevşen olduğunu fark ettim. Arabadan inerken kapattı. O patırtının farkında değildi sanki. Said Özdemir, Üstad’ın koluna girdi, otele çıkardılar. Polisler içeri kimseyi sokmuyordu. Said Özdemir beni tanıdığı için polise “bizdendir” diye işaret etti ve beni de içeri aldırdı. İçeri girmesine girdim, ama yine Üstad’ı göremedim.

BU DERS MEHMET’İN DERSİDİR

Sabahleyin, namazdan sonra Kayalar Ağabey ve diğer yakın talebeleri, toplam 13 kişi vardı. Bu 13 kişinin hepsini tanımıyordum. Hatırımda kaldığı kadarıyla Mehmet Kayalar, Zübeyir, Sungur, Said Özdemir Ağabeyler vardı. Onların içinde ben de vardım.

Üstad, ayakları yerde, karyolasının üzerinde oturuyordu. Mehmet Kayalar’ın iskemlesini karşısına çektirdi. Kayalar Ağabeyin dizleri Üstad Hazretleri’nin dizlerine değiyordu. Bizler de yanda sıralanmış oturuyorduk, iki-üç kişi ellerinde kâğıt kalem Üstad ne derse anında yazıp kaydediyordu. Üstad bir ara bize baktı ve “Bu ders Mehmet’in dersidir. Bunda asla enaniyet yoktur” dedi. Üç kere “Bunda asla enaniyet yoktur” diye tekrar etti. Sonra birden, “Bırak kardeşim, cehennemi onlar doldursun!” dedi. Üstad konuştukça oradaki talebeler mütemadiyen yazıyorlardı. Toplantı böyle devam etti. Sonra biz dağıldık.

Bu hâdiseden benim anladığım, Üstad Hazretleri, Mehmet Kayalar’ı cemaate tanıtmak için bu toplantıyı yapmıştı. Yalnız ondan sonra Sungur Ağabey, Kayalar Ağabeyin odasına girdi. “Ağabey elini öpeceğim. Şimdiye kadar seni anlayamamışız. Üstad’ın bu dersinden sonra anladık” dedi.

Üstad Hazretleri, bu hadiseden üç ay kadar sonra Urfa’da vefat etti. Allah onun hizmetinden bizleri ayırmasın, âmin.

İrfan Haspolatlı’nın hatıratıdır….

Ömer Özcan / Ağabeyler Anlatıyor 3

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version