Hem gıybet, Hem iftiradır!

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Hani bir zaman da onlar: “Ya Rabbî, eğer bu Kur’ân senin tarafından gelmiş hak bir kitap ise hemen üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap ver!” demişlerdi.

Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azab etmez.

[Enfal Suresi, 32-33]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdular ki:

“Dua, ibadettir”, sonra şu ayeti okudu: “Rabbiniz: Bana dua edin ki size icabet edeyim. Bana ibadet etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler var ya, alçalmış ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.” buyurmuşlardır.

(Mü’min 69) (Ebu Davud, Salat 358)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır.

(22. Mektup’tan)

.…….

Cevşen’den ;

64-

Ey çok affeden Gaffar,
Ey bütün ayıpları örten Settar,
Ey her şeye galip gelen ve bütün düşmanlarını kahreden Kahhar,
Ey istediğini zorla yaptıran Cebbar,
Ey çok sabreden ve kullarına sabır gücü veren Sabbar,
Ey bütün rızka muhtaç olanları rızıklandıran Rezzak,
Ey her şeyi hikmetle açan Fettah,
Ey her şeyi çok iyi bilen Ahham,
Ey bol bol hediyeler veren Vehhab,
Ey bütün tövbeleri kabul eden Tevvab,

 Bütün kusurlardan uzaksın. Senden başka ilâh yok!

Affet bizi. Bizi Cehennemden kurtar

www.NurNet.Org

 

Niçin Risale-i Nur ve Bediüzzaman?

• 1960 Darbesinden sonra, konsey üyesi bir paşa, bir Nur talebesini sorguluyor:

Gazâli’nin, Mevlâna’nın ve Rabbâni’nin kitaplarını okumak yerine, niçin hep Risale-i Nur okuyorsunuz? Niçin Said Nursi’yi seviyorsunuz? Üstelik de bir sürü tatkibata, sorgulamalara, hapislere ve sıkıntılara rağmen, niçin bunda bu kadar çok ısrar ediyorsunuz?…

O Nur talebesi cevap veriyor:

—Ben de size şöyle bir soru sorsam: “Harp konusunda bir sürü zaferlere imzalar atmış olan, neredeyse hiçbir zaman mağlup olmayan Cengiz’in, Hülâgü’nün mücerreb savaş taktiklerini okuyup, o günün başarılı savaş aletleri olan, ok, yay, kılıç, kargı üzerine niçin tatbikat yapmıyorsunuz? Hem çok daha ekonomik olurdu! Bunun yerine binlerce kat maliyetli olan, tank, otomatik silâhlar, heronlar, helikopterler, F16’lar, veya rampa füzeleri, yüzlerce savaş gemilerinden oluşan donanmalara niçin bir sürü masraflar ediyorsunuz? Bu konuda niçin bu kadar ısrar ediyorsunuz?

Paşa kendinden gayet emin bir şekilde cevap verir:

—“O günün şartlarına göre en modern silahlar onlarmış! Muhatap düşmanlarda bile o silahlardan üstün silah yokmuş! Fakat; bugün düşmanlarımızın her birinde ok, yay, kılıç yerine, elektronik donanımlı ağır silahlar mevcuttur. Israrımızın sebebi de, düşmana mağlup olma ihtimalini ortadan kaldırmak için, günümüzün şartlarına göre en donanımlı bir orduya sahip olmaktır…”

O Nur talebesi tekrar cevap veriyor:

• -“İşte paşa, kendi sorunuzun cevabını kendiniz vermiş oldunuz.

İmamı Gazali veya Mevlâna Hz.’nin döneminde, halkın çoğunluğu kâmil bir imana sahip oldukları için, nâfile ibadetler, zikirler ve akâid konusunda talep edilen o eserlere ihtiyaç vardı. O kitaplar, o günün insanını sıratı müstakimde tutmağa çok rahat yetiyordu. Oysa bu gün, Erkân-ı İmaniyeye dolu-dizginolarak her yönden taarruz ediliyor. (Erkân-ı İmaniye: Allaha, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret gününe, Kadere v.d. iman şartlarıdır.)

Bediüzzaman Hz.’de işte bu günün şartlarına göre donanımlı bir şekilde gönderilmiş, seçkin bir İslâm âlimidir. Bu Risale-i Nur eserleri de sizin bu günkü modern savunma silâhlarınız gibi, en âcil ve mübrem ihtiyaçlarımızdır. Ateizme, anarşizme, tembelliğe, cehâlete, kısacası imansızlığa karşı modern ilim ve metotlarla donatılmış eserlerdir. İşte bu nedenle bizler, her ne bahasına olursa olsun, Risale-i Nur eserlerini okumada ısrar ediyoruz…”

***

Bu anekdotu daha yeni dinlediğim için, siz dostlarımla paylaşmak istedim.

Ancak konu konuyu açtığı için, ‘Bediüzzaman Hz.’nin uluslararası rağbet bakımından niçin zirvede olma sebebini’ de, bir nebze arz etmek istiyorum:

• Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.): “Allah c.c., bu ümmet için her yüz senede bir, dini tecdîd edip yenileyecek kimse(ler) gönderecektir” şeklinde müjdelemektedir.

Bu hadisi şerifin mûcibince, daha ilk asırdan itibaren müceddidler beklenmiş olup, birinci asır müceddidi olarak Ömer İbn-ü Abdilaziz kabul edilmiştir.

Çeşitli zâtlar da, müteakip asırların müceddidi olduğu, ehl-i ilim tarafından hep bilinmiş ve bildirilmiştir. Bâzı kimselerce, bir kısım ilim ve hamiyet sahiplerinin, yani farklı kişilerin müceddid bilinmesi veya zannedilmesi, din açısından ve sınav gereği normaldir. Kınamak, tahkir etmek ve hatâkarlıkla itham etmek mümkün değildir. Bu nedenle hiç kimsenin, kesin bir dille: “Falan asrın müceddidi falancadır” demeye, bir başka iddiayı bâtıllıkla itham etmeye de hakkı yoktur.

(Prof. Dr. İbrahim CANAN: Kütüb-ü Site Muhtasarı, 14. cilt, s.266)

İşte bu nedenle, her birini sırasıyla saymanın pek önemi yoktur. Bizler, sadece kendi asrımızın müceddidini sağlıklı bir şekilde araştırmak ve bilmek zorundayız.

Gâliben ve ittifakla kabul edilen müceddidlerden bir kısmını hatırlayalım.

Ömer İbnu Abdilaziz, İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe, İ.Şâfî, İmam Ebu’l-Hasan el-Eş’arî, Ahmed İsferanî, İ.Rabbanî, Celâleddînü’s-Süyûtî, İ.Gazâlî, Fahruddîn Razî, Takyuddin b. Dakîki’l-Iyd, İmam Bulkînî, A.K. Geylânî, Mevlânâ C. Rûmî, Hâlid-i Bağdadi, ve Bediüzzaman Said Nursi Hz.’dir…

• Bizler de; 15. hicrî asrın muâsırları olarak ve öncelikle, ittifakla kabul edilen Bediüzzaman Hz.’ni tanımak, ona kulak kabartmak ve onun açtığı ekolün birer talebesi ve sevdalısı olmak durumundayız.

Diğerlerini de bilmek ve sevmek elbette güzeldir. Ancak, asrımızın müceddidini çok iyi bilmek, onu tanımak, ona uymak ve açtığı ekolü yakından izlemek bir vazifedir ve zarurettir.

• Nasıl ki; İstanbul’un ilk valisinin Esad Bey, ikinci valisinin ise Ali Haydar Yuluğ olduğunu bilmek elbette güzeldir.

Fakat bugünkü valimiz olan HÜSEYİN AVNİ MUTLU’NUN her sözünü, her direktiflerini, emir veya yasaklarını yakından takip edip, ciddiye alarak uygulamak zorunluluğu vardır. Bunun için de, muâsır İstanbullu olarak onu “tanımak” şarttır.

İşte aynen bunun gibi, her Müslüman için de asrımızın bedîsi kabul edilen Bediüzzaman ve Risale-i Nur çok önemlidir.

• Bediüzzamanı tanımak ve Kur’ân’dan çıkardığı, asrımızı yakından ilgilendiren âyetlerin tefsirlerini ve Yüce Rabbimizin asrımıza ait mesajlarını ve reçetelerini çok iyi anlamak zorunluluğu vardır…

Asrımızın müceddidi kabul edilen Bediüzzaman Hz.’nin de, “sınav gereği” çok çetin mücadelelerle, hapislerle ve zehirlenmelerle geçen, çok ilginç, ibretlik ve çileli bir hayatı vardır. Bu gün sinemalarda (700 ayrı salonda) “HÜR ADAM” adıyla izlenmektedir.

Henüz bu filmi izlemeyenler için hatırlatıyorum: Bu film her Müslüman için çok önemlidir ve onu biraz olsun tanımak için büyük bir fırsattır…

***

• Bir başka ibretlik anekdot ile konumuzu taçlandıralım:

Yine o dönemde bir nur talebesi asteğmen, bir binbaşıya namaz kılarken yakalanıyor. Binbaşı omzundaki yıldızlarını göstererek, hiddetle; “..ben seni ‘burada namaz kılmayacaksın’ diye, daha önce ikaz etmedim mi?!…

Yedek subay gayet sakin olarak cevap verir:

-“Komutanım, bir taraftan Kâinattaki milyarlarca devâsâ yıldızların ve galâksilerin sahibi ve onları sapan taşı gibi eviren-çeviren Yüce Kudret bize, NEREDE OLURSANIZ OLUN, ŞU VAKİTLERDE NAMAZ KILINIZ buyuruyor. Siz ise o üç tane küçücük metal yıldızı göstererek, ‘burada namaz kılmayacaksınız’ diyorsunuz. Benim yerimde siz olsanız, ne yapardınız?…

Allaha Emanet Olunuz…

A.Raif Öztürk / Moral Haber

Bir Haftalık Evliya

Cüneyt Suavi ile hayatın içinden hikâyeler;

Televizyonda dini bir program seyrediyorum. Ekrandaki kişi, ilahiyat fakültelerinin birinde dekan olmalı. Eski asırlardaki maneviyat büyüklerinden bahsederken:

– Onlar, göz ucuyla da olsa nisa taifesine(kadınlara) bakmazlarmış, diyor. Nerde şimdi o büyük evliyalar?

Duyduğum sözler, damarıma dokunuyor. Ve her müslümanın yapması gereken bir şeyin hiç yapılmıyormuş gibi gösterilmesi, beni ta can evimden vuruyor. Biraz düşündükten sonra müthiş bir karar alıyor ve kendi kendime söz veriyorum: Hocanın “nisa taifesi” dediği hanımlara, konuşmak için bile olsa bir hafta boyunca bakmayacak ve zamanımızda da büyük evliyalar olduğunu ispatlayacağım.

Program bittikten sonra ekmek almak üzere dışarı çıkıyorum. Daha merdivenlerden inerken, alt kata yeni taşındığı söylenen kiracılarla karsılaşıyorum. Evde ne kadar kadın, kız, çoluk, çocuk varsa hepsi kapıda. Hanımlardan biri, benim Türkiye sınırlarını asan şöhretimi duymuş olmalı. Daha görür görmez:

– Vayyyy!… Cüneyd bey, diyor. Kızlarımın tarifinden tanıdım. Çay içmeye geleceğiz inşallah.

Ben aldığım karar gereği hemen basımı eğerken:
– Hoş geldiniz efendim, diyorum. İnşallah memnun kalırsınız komşuluğumuzdan.

Duyduğum seslerden, kalabalığın içinde bir de erkek çocuk olduğu anlaşılıyor. Ona bakayım derken
kazayla hanımları görürüm diye gözlerimi kaldıramıyorum yerden. Çocuk, ablası olacak kızlardan birine fısıldayıp:

– Ben sana, bu adamın kendini beğenmiş bir züppe olduğunu söylemiştim, diyor. Yüzümüze bile bakmıyor KASINTI.

Hemen arkasından yaslı bir kadın sesi:
– Vah evladım vah, diyor. Ne kadar da mahcupmuş zavallıcık. Anlaşılan küçükken çok dövmüşler.

Her evliyanın başına gelen sıkıntılar benim de basıma geliyor tabi ki.  Aceleyle merdivenlerden iniyor ve sokağa atıyorum kendimi. Metodum gayet basit: Yürürken sadece yere bakacak ve bana doğru yaklaşan kişilerin ayakkabılarından erkek olduğunu anladığımda, basımı kaldırıp rahatça yürüyeceğim.

Bu büyük buluşumu uygulamak üzere daha birkaç adim attığımda, neye uğradığımı şaşırıyorum. Moda mıdır nedir bilmiyorum ama hanımların çoğunda pantolon var. Altlarında da aynen benimkiler gibi ucu küt, tabanı geniş erkek ayakkabısı veya koca koca asker postalları. Anlaşılan dikkatli olmalıyım. Başımı hiç kaldırmadan giderken, yanımdan geçen kadınların seslerini duyuyorum.

Bir tanesi arkadaşına hitaben:
– Bu adamda bir tuhaflık var ayol, diyor. Boşuna dememişler ‘dost basa, düşman ayağa bakar’ diye.

Diğer kadın, daha farklı görüşte. Benden uzaklaşıp duvar dibine kaçarken:
– Benim de gözüm tutmadı kardeş, diyor. Belli ki çapkının teki. Yere bakan, yürek yakan cinsindendir mutlaka.

Ben, yine evliya sabrıyla ve ayni şekilde yürürken, birden ne olduğumu anlayamadan kendimden geçiyor ve ilaç kokulu bir yerde gözlerimi acıyorum.

Yattığım yerin etrafında, beyaz elbiseli genç kızlar dolanıyor. Verdiğim söz gereği hemen gözlerimi kapatarak nerede olduğumu kestirmeye çalışırken, hastanede bulunduğumu anlıyor ve başucumdaki hemşirelerin konuşmalarına kulak veriyorum. Kızlardan biri, gözlerimin kapandığını fark edince:
– Yine kendinden geçti zavallı, diyor. Bu üçüncü BAYILIŞI. Önündeki elektrik direğini görmemiş.

Hemşirelerin yanında bir de erkek hasta bakici olmalı. Sinir sinir gülüp:
– Biraz önceki elektrik kesintisi, demek ki bu yüzdenmiş, diyor. Adamın kafasındaki şişliğe bakılırsa, Allah bilir devirmiştir direği.

Ayağa bir kalkabilsem, ben neyi devireceğimi çok iyi biliyorum ama ne mümkün. Basım dönme dolap gibi donuyor, beynim feci zonkluyor.

Biraz sonra erkek doktor geliyor yanıma. Ve beni görür görmez:
– Geçmiş olsun Cüneyt abi, diyor. Çok fena çarptığın için sağ gözünü bandajladık. Bir müddet tek gözle idare et.

Neyse, zor da olsa biraz sonra çıkıyorum oradan. Ama artik akıllandığım için yere falan bakmak yok. Yeni metoduma göre sağlam kalan gözümle yol kenarındaki apartmanların üst katlarına bakacak ve karsımdan gelen insanları siluet olarak fark edip yolumu bulacağım.

Planımın oldukça başarılı olduğunu düşünürken, seslerinden anladığım kadarıyla manavdan alışveriş yapan bir kadın, yanındaki arkadaşına beni gösterip:
– Su terbiyesize bak, diyor. Tek gözlü olduğuna aldırmadan balkondaki kızları seyrediyor. Öbür gözün de kor olsun inşallah.

Can sıkıntısından sıcak sular boşalıyor tepemden. Ne kadar masum olduğumu nerden bilsin zavallı. Ben, söylenenlere sabretmeye çalışarak yine üst katlara bakarken, sanki o yükseklerden düşüyormuş gibi bir halle tekrar geçiyorum kendimden.

Anlaşılan yine hastanedeyim. Biraz önceki hemşirelerden biri:
– Hayret ya! diyor. Bu yine ayni adam. Kanalizasyon çukuruna duşmuş bu sefer.

Bir anda anlıyorum basıma gelen felaketi. Ustum başım çöplüklerden beter kokuyor. Bütün kemiklerimle birlikte sağlam zannettiğim gözüm de sızlıyor. Hastaneden bir an önce kaçabilmek ve eve dönüp temizlenebilmek için sağa sola bakınırken, bir turlu göremiyorum etrafımı. Yine ayni doktor:
– Boşuna uğraşma abi, diyor. Morardığı için öbür gözünü de bandajladık. Bir haftacık sabretmen gerekiyor.

Ben, bu süre içinde ne yapacağımı düşünürken, daha önceki hasta bakici, hemşirelere laf atarak:
– Cüneyd abi size fena tutuldu, diyor. Baksanıza saatte bir uğruyor.

Bu adama sinirimden ateşler basıyor yüzümü. İyileşir iyileşmez hastaneye uçuncu kez uğrayıp onun gözlerini de benimkine benzeteceğim kesin. Her neyse, beni bir ambulansa bindirip eve gönderdiklerinde alt kattaki komsularımıza rastlıyorum yine. Sanki beni bekliyorlar kapıda. Hanım ve kızları, “Geçmiş olsun” dileklerini ayrı ayrı iletirken, çocukları olacak o haylaz velet, yine haince fısıldıyor ablasının kulağına: “Bizim züppe cezasını bulmuş” diyerek.

Komşularımızın yardımıyla merdiveni çıkıp içeri girerken, kendi kendime verdiğim sözü bir hafta boyunca eksiksiz olarak tutacağım için yine de seviniyor ve “Evliya sözü, iste böyle olur” diye kasılıyorum.

Gözlerim açıldığında, ne yapacağımı şimdilik bilmiyorum. Ama bir haftalık da olsa evliyalık güzel bir şey değil mi?

Cüneyd SUAVİ

İşte her şeylerini kaybedenler..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Kâfirler, insanları Allah yolundan uzaklaştırmak için mallarını harcıyorlar. Daha da harcayacaklar!

Ama gayelerine ulaşamayacaklarından bu, onlara yürek acısı olacak, sonra da mağlup edilecekler.

İnkârlarında ısrar edenler toplanıp cehenneme sevk edilecekler, oraya sürülecekler.

Sürüklenecekler ki Allah murdarı temizden ayırsın ve murdarları birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya yığsın ve topunu birden cehenneme doldursun.

İşte her şeylerini kaybedenler bunlardır.

[Enfal, 36]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdular ki:

(Kıyamet günü) Hz. Nuh (as) ve ümmeti gelir.

Cenab-ı Hakk ona: “-Tebliğ ettin, dinimi duyurdun mu?” diye sorar.

Nuh (as): “-Evet, ey Rabbim” diye cevap verir.

Rabb Teâla bu sefer ümmetine sorar: “-Nuh (as) size tebliğ etmiş miydi?”

“-Hayır! Bize peygamber gelmedi” derler.

Rabb Teâla Hz. Nuh (as)’a yönelerek: “-Söylediğin şey hususunda sana kim şahidlik edecek?” diye sorar.

Nuh (as): “-Muhammed (Sallallahu Aleyhi Vessellem) ve ümmeti!” der ve Muhammed (Sallallahu Aleyhi Vessellem)’in ümmeti: “-Nuh tebligatta bulundu” diye şehadette bulunur.

Bu durumu şu ayet işaret eder: “Biz böylece sizleri vasat bir ümmet kıldık, ta ki insanlara karşı şahid olasınız”

(Bakara, 143) (Buhari, Tefsir)
.…….

Risale-i Nur’dan;

Hiçbir şey O’na (Allah’a) ağır gelmez. Bir baharı halk etmek(yaratmak), bir çiçek kadar Ona kolaydır. Cenneti halk etmek, bir bahar kadar Ona rahattır.

(21. Mektup’tan)

.…….

Cevşen’den ;

63-

Ey bekası daim olan,
Ey hataları bağışlayan,
Ey duaları işiten,
Ey ihsanı geniş olan,
Ey gökleri yükselten,
Ey belaları defeden,
Ey medh-ü senası büyük olan,
Ey varlığının parıltısı kadim olan,
Ey vefası çok olan,
Ey mükafatı şerefli olan,

 Bütün kusurlardan uzaksın. Senden başka ilâh yok!

Affet bizi. Bizi Cehennemden kurtar

www.NurNet.Org

 

Çocuklar çiçeklerinizdir; soldurmayın, öldürmeyin!

Çocuklarınız, Allah’ın, size sunduğu çiçeklerdir. Seven, sevdiğine çiçek uzatır; seni seviyorum, diye. Allah da çocuklarınızı bir çiçek buketi olarak sizlere sunmuş, “sizleri seviyorum” diye. Öyleyse onları, onların Yaratıcıları hesabına sevin; öpün, koklayın.

Zengin dostlarıma bir gün dedim: Bahçenizdeki çimenlerinizi ve çiçeklerinizi kurutmasınlar diye bahçivanlara sıkı sıkı tenbihde bulunur, talimatlar yağdırırsınız. Bakmayıp kuruttuklarında da cezalandırır, işine son verirsiniz; değil mi?

Ey insanlar ve ey Müslümanlar! Siz de, aile bahçelerine Allah’ın tayin ettiği bahçivanlarsınız. Allah, aile bahçenizin gülünü ve çiçeklerini (eşinizi ve çocuklarınızı) kurutmayasınız diye sıkı sıkı tenbihte bulunuyor ve şöyle buyuruyor: “Kendinizi ve aile efradınızı ateşten, (cehennemden) koruyun.”(1) Onları imansız ve İslamiyetsiz bırakarak kendinize, ailenize, devletinize ve milletinize düşman etmeyin; dünyada anarşist ve terörist yapmayın, ahirettede cehenneme atmayın. Allah onları size tertemiz emanet etti. Günahlarla kirletmeyin. Capcanlı verdi, kurutmayın, soldurmayın, öldürmeyin. Dünyada başınıza bela, ahirette de kendinize davacı etmeyin.

Bunun faturası, altından kalkamayacağımız kadar çok ağır olacak. Yanlış eğitimler sonucu, yanlış inanan, yanlış yaşayan nesiller cehennemde gözlerini açınca, acı acı çığlık atacaklar, cehenneme düşmelerine sebep olanlara beddua edecekler. Onların bu çığlık ve bedduasını, isterseniz gelin Kur’an’ın Sahibi’nden dinleyelim. Buyuruyor ki Yüce Allah: “Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, “Keşke Allah’a ve Rasûl’e itaat etseydik” diyecekler. Ve şöyle davacı olacaklar: Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de onlar bizi yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanete uğrat!”(2)

Allah’tan çicek almak, çocuk sahibi olmak güzel bir şey ama, işte böyle korkunç akibeti ve faturası da var bu işin. Onun için çocuğu olmayanlar “neden benim çocuğum yok, neden bana çiçek verilmedi” diye ağlamasınlar. Verilen nimetlere kanaat etsinlar. Allah’ın takdirine razı olsunlar. “Her şey kader ile takdir edilmiştir, kısmetine razı ol ki rahat edesin!” kuralını kulaklarına küpe etsinler.

Nimeti çok olanın şükrü ve sorumluluğu da çok olacaktır, olmalıdır. Çocuğu olanlar ve olmayanlar, Cenab-ı Hakk’ın şu açıklamasına teslim olsunlar: “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuğu, dilediğine de erkek çocuğu verir. Yahut hem kız hem erkek çocuk verir. Dilediğini de kısır yapar. O herşeyi bilendir, herşeye gücü yetendir.” (3)

SAHİBÜZZAMAN ANNE-BABALARI, ETKİLİ VE YETKİLİLERİ UYARIYOR!

Bazı anne-babalar, şiddetle çocuk isterler. Ama çocuklarına İslam terbiyesini kazandırmak için aynı şiddette titizlik göstermezler. Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle:

Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmez, dünya hapsinden kurtarmaya çalışır; Cehennem hapsine düşmemesi için dikkat etmez. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi bulması gerekirken dâvâcı eder: “Niçin benim imanımı kuvvetlendirmedin de bu azapla baş başa kalmama sebep oldun?” diye şikâyetçi bulur. Dünyada da, İslam terbiyesini tam almadığı için, ana-babasının harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.

Eğer anne-baba, hakikî şefkatlerini sû-i istimal etmeseler, (gençtir, gençliğini yaşasın, demeseler, günaha bulaştıkları ve namaz kılmadıkları için üzülseler, kılmaları için ellerinden gelen gayreti sarfetseler ve onları namaz kılan bir evlat yapsalar), biçare çocuğunu ebedî hapis olan Cehennemden ve ebedî idam olan inkâr ve sapıklık içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsalar, o çocuğun yaptığı Salih amellerin ve kazandığı sevapların bir misli, anne-babasının amel defterine geçer, onların vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirir, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ana-babasına mübarek bir evlât olur. (4)

Üstad Bediüzzaman bu izahıyla, çocuğun paşa mektebine ve diğer mekteplere gitmesine karşı olduğunu söylemiyor. Onun demek istediği şu: Çocuklarınızı nereye gönderirseniz gönderin, gönderdiğiniz her yerde hafızlık mektebinin ruhunu verin. Onları dinden, imandan ve Kur’an’dan yoksun bırakmayın. Dünya istikbalini kazandırmayı düşündüğünüz gibi, ahiret istikbalini kazanmalarını da ihmal etmeyin.

NE GÜZEL BUYURMUŞ EFENDİLER EFENDİSİ

Ne güzel buyurmuş Efendiler Efendisi (s.a.v): “Hiçbir (anne)-baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.” (5)

Kişinin öldükten sonra geride bıraktığı şeylerin en hayırlısı:

1-Kendisine duâ eden sâlih bir evlât,

2-Sevabı kendisine ulaşan sadaka-i câriye, (Allah’ın rızasını kazandıran hayır kurumları)

3-Kendisinden sonra halkın amel ettiği bir ilimdir.” (6)

Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına kavuşturur, koruyup kollarsa kıyâmet günü o kimseyle yan yana olacağız.” (7)

Her kim kız çocuklarını yetiştirme yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar, onu cehennem ateşinden koruyan bir siper olur.” (8)

Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz… Erkek, âilesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur.” (9)

Aman dikkat!!! Gençliğimizi, servetimizi, sihhatimizi, şöhretimizi, şehvetimizi ve evladımızı başımızın belası yapmayalım. Bu nimetleri Allah’ın razı olduğu yerlerde kullanalım, helal daire ile yetinelim. İslamiyet gibi bir cennetin ve nimetin içinde olduğumuzun farkına varalım. O nimetin ve cennetin sahibine hamd edelim. Hamd edelim ki Ebedî Saadetin ve Cennetin Sahibi, nimetini artırsın, sohbetine ve cennetine bizi layık eylesin.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Tahrim, 66 / 6

2-Ahzab, 33 / 66-68

3-Şûrâ, 42 / 49-50

4-Bkz. Nursî, Said, Lem’alar, (24. Lem’a, 1. Nükte), 209

5-Tirmizî, Birr, 33

6-Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36

7-Müslim, Birr 149; Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr 13

8-Buhârî, Zekât 10, Edeb 18; Müslim, Birr 147; Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr 13

9-Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version