İsteyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Kim Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkarsa bilmeli ki Allah’ın cezası çetindir.

{Enfal, 13}

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdular ki:

Aziz ve celil olan ALLAH diyor ki: ‘Kim, Kurân-ı Kerim’i okuma meşguliyeti sebebiyle benden istemekten geri kalırsa, ben ona, isteyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm.’

(Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’an 25)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Ölümün hakikatini gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler. Daha ölüm gelmeden ölmek istemişler.

(7. Söz’den)

…….

Cevşen’den ;

58-

Ey sevgilisi olmayanların sevgilisi,
Ey tabibi olmayanların tabibi,
Ey isteklerini dinleyip cevap verecek kimsesi olmayanların nasibi,
Ey sefkat edecek kimsesi olmayanların şefkat edicisi,
Ey arkadaşı olmayanların arkadaşı,
Ey şefkat edecek kimsesi olmayanların şefiği,
Ey imdadına koşacak kimsesi olmayanların imdad edicisi,
Ey yol gösterecek kimsesi olmayanların yol göstericisi,
Ey rehberi olmayanların rehberi,
Ey merhamet edecek kimsesi olmayanların merhamet edicisi,

 Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,

Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

www.NurNet.Org

Kabağın Sahibi !

Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir.

Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.

Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden  de arınması gereklidir.. .

Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.

 – Vur usturayı berber efendi, der.

Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.

Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:

– Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.

Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.

Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.

Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:

 ‘Kabak aşağı, kabak yukarı.’

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.

Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir.

Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.

 Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:

 – Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?

 Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:

 – Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!

Kibirlilerin ve zalimlerin kulakları çınlasın!

Ali Nureddin

www.NurNet.Org  

İlme Saygı ve İlmin İzzetini Korumak (İmam Malik ve Bediüzzaman)

Bugün, İmam Malik’in hayatından ibretli kesitler arz edeceğim:

İmam Malik, Medine-i Münevvere’de doğmuş (m.712), orada büyümüş, o mübarek beldenin ufuklarından yıllarca bütün İslam âlemine ilim ve hikmet nurları yaymış, yine o temiz beldede ahirete irtihal etmiş (1) (m.795), Bakî kabristanına defnedilmiştir.(2)

İslam âleminin iftihar ettiği dört büyük imamın ikincisidir. İmam-ı Azam’dan 13 sene sonra dünyaya gelmiş, 17 yaşına kadar tahsil ettiği ilimle Medine’nin eşsiz âlimi olmuş, bu yaştan itibaren ders verip çevresini irşada başlamıştır. İmam-ı Âzam’ın aksine o yoksulluk içinde yaşamıştı. Yüzüğünün kaşında “Allah bize yeter” anlamına gelen “Hasbunallahu ve nimelvekil” yazısı bulunuyordu. Sabır ve teslimiyetinin karşılığı olarak bilahere maddî ve manevî birçok nimetlere kavuşmuştur.

Doksan seneye varan ömrü boyunca hem okudu, hem okuttu. Peygamberimizin sözlerini toplayan meşhur “Muvatta’” kitabı onundur. Bu kitap ilk hadis (3) ve ilk fıkıh (4) kitabı olma özelliği taşır. İmam Malik, bu kitabını 100.000 (yüz bin) hadisden seçtiği 4000 (dört bin) hadisle meydan getirmiştir. Bu kitap, imamın 40 yıl çalışmasının ürünüdür.

O varken kimse fetva veremezdi. Fetva vermede acele etmezdi. Çok kere “bilmiyorum” derdi. Medine-i Münevvere’de her gittiği yere piyade olarak yürür, soranlara da:

-Şanlı Peygamber’in kabr-i şerifleri, bu şehirde bulunmaktadır. Nasıl olur da ben Peygamberin bulunduğu bir şehirde hayvana binerim?

Birisi yüksek sesle konuştu mu hemen: “Peygamberin sesinin üstüne seslerinizi yükseltmeyiniz!” (5) mealindeki ayeti okur: “Medinede Rasulullah vardır, onun huzurunda böyle bağırarak konuşulmaz!” der, Peygamberimizi hayatta imiş gibi kabul ederdi.

Halife Harun Reşid, İmamı hilafet merkezi olan Bağdat’a davet etti. İmam’ın cevabı enteresandır:

Ey Mü’minlerin Emiri! Peygamberimiz, benden sonra dünyayı isteyenler Medine’yi terk edeceklerdir. Ben o kimselerden olmak istemiyorum. Yine Peygamberimiz buyurmuşlar ki: “Medine kötüleri dışarı atar.” Ben o kötülerden olmak istemiyorum.

İmam Malik hazretleri ilme çok kıymet ve büyük bir mevki verirdi. Bir tarihte Medine’ye gelen halife Harun Reşid, İmam Malik’i huzuruna çağırttı. “Gelsin Muvatta kitabından bize hadis dinletsin.” diye haber gönderdi.

Hazret-i İmam’ın cevabı çok enteresan:

İlim ayağa gitmez, ilmin ayağına gidilir. İlme talip olanlar ilmin ayağına gitmelidirler. İlmi yanlarına çağırmamalıdırlar.

Halife’nin veziri Bermekî, bu mesajı Halife’ye anlattığı sırada İmam da arkasından içeriye girdi. Harun Reşid:

-Ey İmam! Bize karşı gelişin sebebi nedir? İmam Malik şu açıklamayı yaptı:

Ey Mü’minlerin Emiri! Bu ilim senin mensub olduğun Peygamber ocağından çıkmıştır. Maksadım size karşı gelmek değildir. Maksadım, ilmin itibarını aşağı düşüren bir halife olmanıza engel olmaktır. İlim hepimizden yücedir. Onun yanına gitmeliyiz.

Bunun üzerine Halife Harun Reşid kalktı, birlikte İmam Malik’in medresesine geldiler. İmam Malik ders yaptı, hadisler okudu. Halife de dinledi. (6) Fakat Halife dinlerken duvara yaslanarak oturmuştu. Bunun üzerine İmam Malik ikinci ikazını yaptı:

Ey Mü’minlerin Emiri! İlme hürmet, Allah’ın Rasûlü Peygamberimize hürmettendir. İlmi büyük tanımak, Peygamberimizi büyük tanımaktandır” diyerek Halife’nin dikkatini çekti. Halife de derlenip toparlandı, İmam Malik’in önünde diz çöküp oturdu. Bundan sonra İmam Malik hadis okumaya başladı. (7)

Bir ara Halife, oğulları “Emin” ile “Me’mun”un İmam Malikten hadis dinlemelerini istemişti. İmam da bunu şu şartla kabul etmişti:

Evet gönder, gelsinler, fakat nerede yer bulurlarsa hemen orada otursunlar, biz Halife oğullarıyız diye halkın boyunlarına basarak meclisin başına geçmeye çalışmasınlar.

Emin ile Me’mun bu şartla hadis-i şerif meclisine devam etmeye başladılar. (8)

İşte ilmin izzetini koruyan âlim ve işte ilme hürmetkâr halife hanedanı!

İLMİN İZZETİNİ KORUMAK, ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’DA FARKLI BİR ŞEKİLDE TECELLİ ETMİŞTİ

İsterseniz bu hususu, kendisinden dinleyelim:

Hayat tarihimi bilenlere malûmdur: Ellibeş sene evvel ben, yirmi yaşlarında iken, Bitlis’te merhum vali Ömer Paşa’nın ısrarı, ve ilme fazlasıyla hürmetkâr oluşu sebebiyle evinde iki sene kaldım. Vali beyin altı tane kızı vardı. Üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyük kızını, iki sene beraber bir evde kaldığımız halde, birbirinden ayırt edip tanıyamadım. Çünkü onlara tanıyacak kadar da olsa bakmıyordum. Bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden farketti, tanıdı. Herkes bendeki hale hayret ederek sorarlardı:

-Neden bakmıyorsun? Ben de:

İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor, derdim.

Hem kırk sene evvel İstanbul’da Kâğıthane şenliğinin özel gününde, köprüden tâ Kâğıthane’ye kadar Haliç’in iki tarafında binlerce açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbul’lu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum milletvekili Molla Seyyid Taha ve milletvekili Hacı İlyas ile beraber bir kayığa bindik. O kadınların yanlarından geçiyormuşuz. Benim hiç haberim yoktu.

Meğerse Molla Taha ve Hacı İlyas beni tecrübe etmeye karar vermişler: Bir saat biri, bir saat biri olmak üzere nöbetleşerek beni gözetleyeceklermiş. Hatta gözetlediklerini itiraf ederek dediler:

– Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın, neden?” Cevap verdim:

Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akibeti hep acı ve kederdir. Bu günahlı zevklere dalıp ta acı ve kederlerin içinde boğulmak istemiyorum.” (9)

Bakmak ne kadar günahsa, açılıp, saçılıp baktırmak da ondan bin kat daha büyük günahtır. Çünkü bakan bir günah işliyorsa, baktıran bakanların sayısınca günah işlemektedir.

Bunun için olsa gerek ki Allah Rasulü Efendimiz (s.a.v): “Cehennem bana gösterildi. Baktım, ordakilerin çoğu kadınlar!” buyurarak tesettürsüz kadınların vahim haline ve korkunç akibetlerine işaret buyurmuşlardır.

Ey akıl sahipleri ibret alın!

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Bilmen, Ömer Nasûhî, Hukuk-i İslamiyye ve Istılahat-ıFıkhiyye Kamusu, I, 380

2-Şahin, Ahmet, İslam Büyükleri, 35-36

3-Aynı yer

4-Keskioğlu, Osman, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, 112

5-Hucurat, 49/2

6-Şahin, Ahmet, İslam Büyükleri, 43

7-Kehhale, Ömer Rıza, Mu’cemü’l- Müellifin, VIII, 168

8-Bilmen, Ömer Nasûhî, Hukuk-i İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, I, 384; Şahin, a.g.e, 38

9-Nursî, Said,Tarihçe-i hayat, 519

Her İnsanın Bir Gayesi Olmalı…

Risale-i Nur’da buyrulmuş ki: “İnsanın elindeki cüz’i ihtiyari ile işledikleri ef’allerinde, Cenab-ı Hakk’a ait netaici düşünmemek gerektir.” Çiftçi, çiftçiliğin esaslarına dikkat eder. Tarlayı sürer ve eker. Ne kadar buğday çıkacağı, Rezzak-ı Kerim olan Allah’a aittir.

Böyle yapmayıp, “Ben buğday eksem bir kısmını böcekler yer, bir kısmı çürüyüp gider, yeşerdiğinde de hayvanlar yer, harman yaparsam yakarlar, öyleyse ben buğday ekmeyeyim” derse işte o çiftçi Allah’ın işine karıştığı için fakir olur.

Diğer çiftçi, “Benim vazifem tarlayı iyi sürmek, buğdayı ekmek, vakti gelince sulamak; gerisi Allah’a kalmış” der ve para kazanır.

“Bize gayret yaraşır, merhamet Allah’ındır

Hükmü âti ne fakirin ne de şeyhin şahındır”

Bir çocuk hikâyesi vardır: Bir süt tenceresine iki kurbağa düşmüş. Biri demiş ki: “Tencerenin kenarlarını aşıp dışarıya çıkamayız, burada öleceğiz.” Böyle düşününce başını süte daldırmış ve ölmüş. Diğeri “benim vazifem yüzmektir” demiş, yüzmüş. Yüzdükçe sütün yağı çıkmış. O yağ taneleri birbirine yapışmış, bir top yağ olmuş. Kurbağa da o yağın üstüne çıkmış dışarıya atlamış, böylece kurtulmuş.

Her insanın da bir hedefi bir gayesi olmalı. O hedef onu koşturur. Mesela 1967’de Minyeli Abdullah’ı yazıyordum. Bazı Ağabeyler dedi ki: “Roman gâvur işidir, onu yazmayı bırak!”

Cervantes, Gogol, Anatole France, Victor Hugo, Shakespeare, Aleksandr Dumas gibi Batılı sanatkârlar, insanların iç dünyasına nüfuz edebildikleri için sınırları aşabilmişler. Sanat, Allah’ın Sani sıfatına istinat eder, Kur’an-ı Kerim, erişilmez bir belagat örneğidir. ‘Kur’an’da kıssalar var. Kıssalar romanın çekirdeği değil mi? Roman yazmanın nesi İslamiyet’e uygun değil?’ dedim ve yazmaya devam ettim.

Yazmak kanunen de suç sayılıyordu. Edepsiz gazeteler çıplaklığa sınır tanımıyor, İslamiyet’i anlatmak suç!.. Bunun için bir günde ne kadar yazmışsam yatsı namazından sonra yazdıklarımı toplar, saklardım. Ondan sonra yatardım.

Benim bir gayem vardı: Romanla İslamiyet’i anlatmak.

O gayeye koşarken eşimin, arkadaşlarımın, devletin karşı çıkmalarına bakmadan devam ettim. Allah’ın lûtfu inayetiyle Minyeli Abdullah romanı çıktı.

Hedef seçmek, bir şeyi gaye edinmek genellikle, ilhamen olur. Nasıl ki yuvadaki kuş yavruları, durmadan bağırıp ağızlarını açarlar, annelerini beklerlerse, gayesi olan kişi de aynı şekildedir. Bekliyor, o gayenin gerçekleşmesini bekliyor… O gayenin gerçekleşmesi, kuş yavrusunun annesinden gıda alması gibidir.

Kâinattaki nizamı açıkça görüyoruz. Kâinat durmadan çalışıyor. En ufak bir yavaşlama, bir kaza olmuyor. Yıldızlar birbirleriyle çarpışmıyor. Güneş sisteminde en ufak bir hata yok… Bu nizamı kuran ve devam ettiren Allah’tır. Hiçbir şey başıboş değildir. İlahi plan bir dantela gibi çekilmiş, dikkat edilirse dantelanın altındaki gerçekler görülebilir.

Hekimoğlu İsmail

Harabolmuş bir ev gibidir..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

İnsana her ne zaman nimet versek, Allah’ı anmaktan yan çizer, umursamaz. Başına bir dert gelince de ümitsizliğe düşer.

İsra Suresi 83. Ayetlerin Meali

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdular ki:

Hafızasında Kur’an’dan hiçbir ezber bulunmayan kişi harabolmuş bir ev gibidir.

(Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’an 18)

.…….

Risale-i Nur’dan;

En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesâtına esir olmayıp gaflette boğulmayandır.

Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki, gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister, çocukçasına hevesât-ı nefsâniyeye tâbi olur.(nefsinin heveslerine, arzularına uyar)

(23. Mektup’tan)

…….

Cevşen’den ;

57-
Ey semada azameti görülen,
Ey yerde ayetleri tecelli eden,
Ey her şeyde delilleri bulunan,
Ey denizde acayip sanatları bulunan,
Ey mahlukatı ilk defa yaratıp öldükten sonra tekrar dirilten,
Ey dağlarda hazineleri bulunan,
Ey yarattığı her şeyi en güzel yapan,
Ey bütün işler kendisine dönen,
Ey her şeyde lütfu açıkca görünen,
Ey mahlukatına kudretini tanıtan, Bütün kusurlardan uzaksın.

Senden başka ilâh yok! Affet bizi… Bizi Cehennemden kurtar.

 www.NurNet.Org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version