Hindistan’da Nurlu Hizmetler

Aziz, Kıymetdar Ağabeylerimiz,

Hem müstecab dualarınızı celbetmek ümidi hem de uzun bir aradan sonra samimi sohbetlerinize iştirak etmek arzusuyla Hindistan’daki hizmete müteallik gelişmeleri sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Geçen şubat ayında Yeni Delhi de gerçekleştirilen kitap fuarı Hindistan hizmetleri için adeta bir milad olmuş, bu vesile ile Nurlar birçok müştak ellere ulaşmıştı. Fuar esnasındaki irtibatlarımız fuardan sonraki  hizmetlerin temelini oluşturmuştu. Bu vesile ile Risale-i Nur, akademisyenler, doktorlar ve hukukçular gibi eğitimli kimselere  de ulaşmış ve bunlardan bazılarının, İstanbul’da dokuzuncusu düzenlenen Bediüzzaman Sempozyumuna iştirak etmesine kadar uzanmıştı.

Beş kişilik bu heyetin Türkiye’ye gelişindeki asıl gaye Nur hizmetlerinin tesis ve tedbirine dair fikirler edinmekti. Onların fikir dünyalarında gerçekleşen inkılabı, insanlığa hizmet hususunda kalplerinde vuku bulan iştiyakı, his dünyalarındaki hareketlilikleri burada özetlemek çok zor. Türkiye’ye daha ilk adımlarını, sadece müslümanların değil bütün insanlığın hedeflediği  bir toplumun en kamil manasına  attıklarını düşünüyorlardı.

Her gittiğimiz şehirde, her uğradığımız semtte, her çaldığımız kapıda, nurani çehreleriyle bizleri hoş-amedi eden gençler tarafından karşılanıyorduk. Samimi yürekleri,  hasbi sohbetleri ve lisan-ı halleriyle “kahrolsun gençliğin gayr-ı meşru heva ve hevesatı” diyen, beklenen, özlenen, hayal edilen bir gençlik…

Hindistan’a dönüşümüz aynı gençliğe, aynı hizmete, aynı sevdaya burada da sahip olmak üzere tutuşmuş fikirlerle oldu. Türkiye’deki muazzam nur hizmeti ve garazsız, ivazsız her türlü riyadan uzak bu gönül hareketi bu toprağa ait insanlar tarafından kabullenilmiş ve sahiplenilmiş oldu. Bu vesileyle önümüzdeki dönemde Hindistan’da bir Risale-i Nur sempozyumu düzenlemek konusunda karar alındı.

Türkiye’ye sempozyum için giden heyet döner dönmez Bediüzzaman ve Risale-i Nur adı altında büyük bir üniversitede, bir konferans düzenleyerek Nurların tanınmasına vesile oldu. Konferansı müteakiben birçok akademisyenle tanıştık ve üniversite kütüphanesine Nurlar  hediye edildi.

Büyük bir cemaatin genel sekreteri bir gazeteye ülkemizdeki hizmetler konusunda mektubumuzun sonuna da eklediğimiz önemli bir röportaj verdi. (Ropörtaj için buraya tıklayınız)

Türkiye ziyaretimizin önemli meyvelerinden birisi de Hindistan halkına Nurları okutma gayreti ve bunun için de Risale-i Nur’u burada konuşulan dillere çevirmek için harekete geçilmiş olması oldu.Bu tercümelerin yapılabilmesi için bazı görüşmeler yaptık. Bu gayeye matuf Gençlik Rehberinin Hindistan’daki ilk basımını gerçekleştirmek nasip oldu.

Hindistan’ın 1.5 milyara yaklaşan nüfusu içerisinde İngilizce’nin sadece yüksek eğitimli insanlar tarafından anlaşılabildiğini göz önüne aldığımızda bir milyardan daha fazla bir nüfusa Nurlardan sunabileceğimiz bir kitap (tercümesi pek makbul olmayan 2-3 küçük eserin dışında) henüz mevcut değil. Risale i Nurun yerel Hint dillerine tercümesi ve neşriyatı en ehemmiyetli meselemiz ve gaye-i hayalimiz olması sebebiyle bu önemli konuda dualarınızı rica etmek için bu noktayı sizlerle paylaşmak istedik.

Birçok peygamberin gelip de ümmet dahi bulamadıkları bu zorlu topraklarda Feyyaz-ı Mutlak olan Allah’ın (C.C.) bahtiyar Anadolu halkı gibi buradaki kardeşlerimizin ruhlarını da Nurun feyzinden istifade etmesi ve bu halkın kendi içinden İslama ve Kur’an’a hizmet için Risale-i Nur’a daha çok talebeler, sahipler ve naşirlerini çıkarması için tekrar ve tekrar dualarınızı istirham ediyoruz.

HİNDİSTAN NUR TALEBELERİ

Nusret Ali’nin Hindistan’da yayınlanan “Türkiye ve İslami hizmet” ropörtajı

Türk halkının %80’i İslami değerler üzerinde güçlü bir imana sahiptir. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı her yıl kültürel aktiviteler yapmakta ve Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu da bunlardan birisidir. Bu yıl bu program 3-5 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirildi. Cemaat-ı İslamiye-i Hindî de bu programa davet edildi ve cemaati temsilen de Genel Sekreter Nusret Ali Bey bu uluslararası sempozyuma iştirak etti. 29 Eylül’de gidip, 8 Ekim’de geri döndü. Seyahati sırasında bu uluslararası sempozyum programına iştirak etmenin yanında önemli yerleri ziyaret edip çok önemli hadiseleri gözlemledi. Ziyaretinden sonra Dawat gazetesinin yayın yönetmeni kendisi ile izlenimleri ve gözlemleri hakkında bir röportaj yaptı. Bu görüşmeden bazı alıntılar aşağıdaki gibidir.

S1. Türkiye’yi ziyaretinizdeki asıl gaye ve temel konu neydi?

C. Aslında bu ziyaret İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından organize edildi. Bu vakıf Bediüzzaman Said Nursi felsefesi ve düşünceleri üzerine her yıl konferanslar düzenlemektedir. Bilim adamları, profesörler, din adamları, araştırmacılar ve farklı organizasyonların temsilcileri bu programlara katılmaktadırlar. Her sempozyumda o sempozyuma özgü başlıklar ve konular seçilmektedir. Bu entellektüeller, seçilen konular üzerinde tebliğlerini sunmaktadırlar. Bu zamana kadar 9 sempozyum gerçekleştirildi; Kur’anî anlayış, küreselleşme, ahlak, çok kültürlülük, inanç, dünyada barışçıl hayat ve Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nurdan günümüze öğretileri bugüne kadar  işlenilen konuların bazıları idi. Bu sefer İlim, İman, Ahlak ve İnsanlığın geleceği konuları işlendi

S2. Bu sempozyumun asıl önemi veya organizatörlerin asıl gayesi neydi?

C. Bu konferansın en belirgin özelliği ve büyük önemi yaşadığımız zamandaki mevcut gençliğin, yeni neslin temel insan ahlakı hakkında cahilleştiği gerçeğini işlemesiydi. Mevcut nesil materyalizme ve israfa sürüklendi. Gökyüzüne uydular gönderildi ve her yere gözetleyici kameralar yerleştirildi. Fakat aileler ise parçalanıp küçüldü insanoğlu uzayda yolculuk yaparken kendini, kendi içine giden yolları kaybetti. İnsan bağları arasındaki mesafeler genişliyor; fakat hak ve hakikat gizleniyor kayboluyor. İletişim teknolojisindeki gelişim ve değişim en uç noktalara ulaştı fakat psikolojik depresyon  sosyal adaletsizlik ve çevresel bozulma doruklara ulaştı. Dünya gittikçe küçülüyor ki; problemler bunun da etkisiyle çok hızlı yayılıyor. Ana sebep şudur ki, bilim materyalist ihtiyaçlarla çok daha fazla ilişkilendirildi ve ana teoriler bunun üzerinde bina edildi. İnanç ve maneviyat arasında bir boşluk bir ayrılık var ki bu işin sevdalıları tarafından bu programda insan fıtratına uygun, iyileştirici çözümler ortaya konuldu.  Kur’an öğretisi insanlığa, onları doğru yola kılavuzlamada etkili olabilir. Bediüzzaman’ın Risale-i Nur tefsiri ki; Kur’an ayetleri üzerine bina edilmiştir,  bütün bu problemlerin çözümüdür.

S3. Bu sempozyumun belirleyici ve ayırt edici nitelikleri nelerdir?

Bu sempozyumun  tarihi, başlığı, turu, konuları Şubat 2010 da bildirildi. Tüm dünyadan 300’ün üzerinde tebliğ gönderildi; lakin sadece 30 tanesi kabul edildi. Ve tebliğ sahiplerine davetiyeler gönderildi. Sempozyumda 62’den ziyade ülkeden yaklaşık 1500 katılımcı hazır bulundu. İlk gün toplam katılımcı sayısı 20.000’in üzerinde oldu.

Sempozyumda ayrıca Devlet Bakanı, Eğitim Bakanı,  İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı  ve T.B.M.M’nin bazı azaları ile Ak Parti’nin bazı millet vekilleri de katıldılar. Onların hazır bulunuşu Bediüzzamana karşı ne büyük bir saygıya sahip olup ne derece hürmet ettiklerini gösterir. Daha sonraki iki gün de tebliğlerin sunumu aynı anda üç farklı salonda devam etti. Başlangıçtan programın en sonuna kadar katılımcılar büyük bir heyecan gösterip tebliğlerini çok güzel sundular. Sunumlariın aynı anda Türkçe, Arapça ve İngilizceye tercümesi yapılıyordu bu nedenle dil problemi de yaşanmadı.

S4.  Said Nursi’nin yazıları ve öğretileri nelerdir?

C.   Onun kişiliği, yazıları ve düşünceleri çok genişti, sınırsızdı. Onun Türkiye’de çok önemli neşirleri var. Yeni Delhi’deki Merkez- i Mekteb-i İslamî Yayınevi de Türkiye’nin Büyük Kahraman’ı adlı bir eser yayınladı. Bediuzzaman okunmalı ki bugün Türkiye’de İslam’ın yeniden canlanması anlaşılabilsin. O’nun Türkiye’de İslam’ın yeniden yaşanılır hale gelmesindeki etkisi her türlü övgü ve onura layıktır.

O 1877’de Türkiye’nin doğusunda dünyaya geldi ve 1960 da vefat etti. Bu zaman şeridi Türklerin en karanlık dönemleriydi. Hilafetin sonuydu. Bu dönemde gücünü Avrupa devletlerinden alan, onlar tarafından desteklenen ateist rejim otoritesi kuruldu. Türkiye’nin doğusu Rusya’nın işgalinden kurtulduğu dönemde  Said Nursi’nin ülkesine hizmeti de kendisi gibi mükemmeldi. O İslami öğretileri Türkiye’nin sosyal hayatına, kendi hayat tarzıyla ders verdi. Onun mücadelesi kesinlikle siyasi değildi. O Risale- i Nur’un, Tuba-i Nurun mükemmel öğretileriyle Türkiye’nin toplum hayatında inancı muhafaza etti. Tabiatperestliğe ve materyalizme karşı Nur hakikatlerini izhar etti. Kur’an’ın temel sistemini en etkili ve suhuletli bir üslupla beyan etti. Bu beyanları ve öğretileri için hapislere atıldı ve zulümlere maruz kaldı. Onun hapis hayatı ise arkasında Risale i Nur’un büyük hazinesini bıraktı. Risale-i Nur, Türk halkı arasında inancı ve ahlakı yeniden canlandırmada, korumada harika bir silahtır. Onun  meyveleri şimdi herkes tarafından bilinir oldu. Bugün farklı insanlar farklı organizasyonlar Risale-i Nur hakikatleri etrafında ahenkle bir araya gelmektedirler.

S5.  Bu insanlar kimdir,  mevzu bahs organizasyonlar nelerdir ve ne gibi çalışmaları mevcuttur?

C.  Türk halkının neredeyse büyük bir çoğunluğu Nursi’nin düşünceleri ve öğretilerine bağlıdır. Bu bağlılıkla gerek bireysel olarak gerek cemaat halinde Nursi’nin öğretilerini neşretmeye çalışıyorlar. Herkese her detayı açıklamak imkansızdır fakat Nur cemaati insanlara her meseleyi detaylarıyla açıklayabilmekte ve her mesele bütün incelikleriyle tartışılabilmektedir. Bu cemaat Türkiye’de çok büyük bir tesire sahip. Ülke genelinde binden fazla medreseleri var. Bu medreselerde lise ve üniversite öğrencileri kalıyor. Bu medreseler talebeler için hem mesken hem muhafazaya vesile hem de ilim yuvası olmak vazifesini görüyor, medreselerde her akşam iki saate yakın sohbet yapılmakta ve insanlar maneviyat sahasında yetiştirilmektedirler. Ayrıca hafta sonları tüm cemaat bir araya gelmekte ve sohbetler bu şekilde de devam etmektedir. Bu sohbetlere o medresenin yakınında ikamet eden halk iştirak etmekte ve Nurlar okunmaktadır. Sair zamanlarda da insanlar yine bu dersanelere gelmekte ve Risale-i Nur ile iştigal etmektedirler

Bu medreselerde kalan talebeler üniversiteden sonra da hayatin her safhasında hizmet sorumluluklarını yerine getirmeye devam ediyorlar. Nur cemaatinin bir amacı da insanlara tebliğ ve irşaddır ki 14 eserden müteşekkil Nur külliyatı, bu hizmeti deruhte etmektedir. Risale- i Nurlar ayrıca 60’ a yakın dile tercüme edilmiştir ki cemaat diğer dillere tercüme işini Risale- i Nur’un mesajını tüm dünyaya yaymak gayesiyle yapıyor. Hakikatlerin bu şekilde yayılması tüm dünya Müslümanları arasında bir birlik oluşturabilir. Bu insanlar Müceddid- i Elf- i Sani’ye karşı (İmam-ı Rabbani R.A.) çok büyük bir muhabbet ve hürmet beslemektedir. Onu da Nursi gibi müceddid olarak kabul etmektedirler.

Türkiye’deki diğer grup ise Fethullah Gülen cemaatidir. Onlar da eğitim ve endüstri ve medya konusunda çalışıp ümmete bu yönde hizmet etmeye gayret gösteriyorlar. Türkiye’de 1200’den fazla okulları var dünyada da 67 ülkede okula sahipler. Banglore, Delhi ve bazı eyaletlerde de okulları mevcuttur. Kendi gazete ve TV leri de var. Bu grup özellikle Afrika ülkelerinde güçlü  ve etkili bir hizmete sahip. Nur Cemaati, Cemaat- i İslam-ı Hindî’ye karşı çok büyük bir hürmet ve muhabbet besliyor. Türkçe Nurlardan birinde Bediüzzaman’ın Cemaat-ı Hindî’nin liderine bir mektubu var. Nursi, cemaatlerin yardımlaşmasına, iş birliğine, uhuvvetine ehemmiyet vermiş  bunu övmüş ve geleceğe dönük büyük bir ümit beslemiştir.

S6. Bu sempozyuma katılmaktan başka ne gibi aktiviteleriniz oldu?

C.  İstanbul’a 29 Eylül’de gidip 8 Ekim’de geri döndük. 3- 5 Ekim arasında sempozyum devam etti. Bu süre içinde dünyanın birçok yerinden gelen insanlarla tanıştık. Program başlamadan önce bir deniz gezisi organize edildi. Katılımcıların hepsi bir araya geldi. Ve Nursi’nin okyanusunda 4 saat sürecek olan bir gezinti yapıldi. Farklı bölgelerden Müslümanların böylece bir araya gelmesiyle Nur organizasyonunun ve dava anlayışının Filipinler, Rusya, Brezilya, Güney Afrika, Kanada,  Amerika…vb ülkelerdeki tesirini, yankılanışını ve sonuçlarını gördüm. Bizim için  en önemli hadiselerden birisi de tüm katılımcıların Hintli Müslümanlara karşı olan ilgi ve tutumuydu. Hindistan’daki Müslümanlar hakkında bize çok farklı sorular yönelttiler.

İstanbul’da Ayasofya, Sultan Ahmet gibi tarihi mekanları ziyaret imkanı da bulduk. Hazret-i Ebu Eyüp el- Ensarî’yi de ziyaret ettik. Fatih Sultan Mehmet’in kabrini ve doğduğu yeri de ziyaret ettik. Ankara ziyaretinde ise bazı vekiller ve parlamento üyeleriyle görüştük.

S7. Türk halkı üzerindeki izlenimleriniz nelerdir?

C. Türkiye yüzde 98. 8 i Müslüman olan bir ülke. Geri kalanı da Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşuyor. Biz Türk toplumunu çok yakından gözlemleme şansı bulduk. Türk halkı çok misafirperver, çok mütevazı ve çok asiller. Nur talebeleri tüm yolculuğumuzda yardımcı olmak niyetiyle bizimle birlikte oldular. Bunu samimiyetle, alçak gönüllülükle ve hizmet amacıyla yaptılar. Biz oraya varır varmaz hal ve kal diliyle bize olan sevgilerini ifade ediyorlardı. Orada uhuvvetin en güzel örneğini gördük. Türkler çok büyük bir İslamî gayrete ve şevke sahipler. Umumiyetle namazlarını kılıyor ve Allah’ın zikrine, Onu hatırlamaya müthiş derecede önem veriyorlar. İslam alimlerine karşı ihtiramları ise hat safhada.

İstanbul, denizin ikiye böldüğü çok güzel bir şehir. Bir tarafı Avrupa diğer tarafı Asya’da kalıyor. İkisi arasındaki bağlantı deniz üzerine kurulan köprülerle gerçekleştirilmiş. İstanbul uluslararası bir şehir olmasına rağmen ahlaksızlık burada diğer toplumlarda olduğundan çok daha azdır. Bilakis bu şehir ahlaka ayrı bir değer kazandırmaktadır. Kamu alanlarında yasak olmasına rağmen kadınların büyük bir çoğunluğu başlarını örtmektedir. İki yıl önce hükümet bu yasağı kaldırmış olmasına rağmen yasak uygulaması devam ettirildi. Kız öğrencilerin büyük bir kesimi üniversitelerdeki yasağa ve problemler yaşamalarına rağmen bilinçli olarak ve isteyerek örtünmeye devam etmektedirler. Oysa Türkiye’nin ırkçı bir partisi bile hükümet binalarında baş örtmenin bir sakıncası olmadığına dair açıklamalar yapmıştı.

Bu arada Mevlana Mevdudi’nin ve Muallim Celaleddin Umera’ nın eserlerini de Türkçede bulmak mümkün.

S8. Türkiye’nin geleceğine dair fikirleriniz nelerdir?

C. Apaçık aşikardır ki özlenen ve mazinin nostaljisi olan bir Türkiye yeniden ortaya çıkıyor. Onların sahip olduğu büyük dünya görüşüne göre tüm Müslümanlar İslam’ın ana temelleri üzerinde bir araya gelmelidirler. Bu doğrultuda dünyaya İslam’ın bayraktarlığını yapıyorlar.

Materyalizme karşı İslami hakikatleri yüceltiyorlar. Türkiye, Filistin’e karşı büyük bir şefkate sahip. Ayrıca İran, Latin Amerika ve Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştiriyor, ekonomi sahasında da çok güçleniyor. Kişi başına düşen yıllık gelir 12000 dolar. Türk hükümetinin bu başarıları Türk halkının yaptığı faaliyet ve hizmetlerden kaynaklanıyor. Halkın hizmet sesine kulak vermeye devam ederlerse Türkiye kimsenin durduramayacağı büyük bir güç olacaktır. Irkçılık ve ateizm Türkiye için bir engel olamaz. Bu millet dünyada görülmedik bir potansiyele sahip. Ayrıca ülke olarak coğrafi değerleri tarihsel zenginlikleri stratejik önemi ile ahenk dolu bir mozaik görünümündedir. Eski Amerika Başkanı Clinton bir makalesinde Türkiye’nin doğu ile batı arasında sağlam bir köprü gibi işlev göreceğini belirtir.

Gerçek Hürriyet

Hürriyet: “Serbestlik, hür olmak, meşru dairede herkesin tam serbest olması.”demektir.

Ders kitaplarında çocuklarımıza öğrettiğimiz en yaygın hürriyet anlayışına göre, “insan başkasına zarar vermemek şartıyla dilediğini icra edebilir.” Yani, insanlar başkalarına zarar vermekte hür değildirler.

İslâm, bu vadide daha geniş bir çerçeve çizer. İslâm’da kişinin kendine zarar verme, kendi aleyhine iş görme hürriyeti de yoktur. Bu vücut, bu ruh, bu akıl hepsi insana emanettir. Ve insan bu emanetlere hıyanet etme hürriyetine sahip değildir.

İnsan intihar edemez, zira bu can onun şahsî malı değildir. Değil intihar etmek, bir tek parmağını dahi kesemez. Ve yine insan, içki ve uyuşturucu kullanamaz, zira bu aklı o yapmış değildir.

Bundan dolayı İslâm’a göre “gerçek hürriyet, insanın ne nefsine ne de başkasına zarar verme yetkisine sahip olmaması, iradesini ancak bu sınırlar içinde serbestçe kullanması” şeklinde karşımıza çıkar.

Madem ki, insan Allah’ın kulu, Onun eseri, Onun mahlûkudur. Ve yine, bu dünyayı kendisi döndürmüyor, baharı o getirmiyor; öyle ise bir genç kızımız , bir bahar günü, sokağa dilediği kıyafetle çıkıp, başkalarının şehvetini tahrik edemez. Onun Allah’a karşı isyan hürriyeti olmadığı gibi, başkalarını günaha sokma, onların ruhlarını yaralama, hayallerini ifsat etme hürriyeti de yoktur.

Hürriyetin, hem dünya hem de ahiret hayatına bakan yönleri var.

  • Ahirete bakan yönü; insanın kendi iradesini, hayır olsun şer olsun, dilediği sahada kullanabilmesiyle bu dünyada İlâhî bir imtihana tâbi tutulmuş olmasıdır.
  • Hürriyetin dünyaya bakan yönü ise, insanların değişik sahalarda faaliyet göstermeleriyle, bir tek canlı türü olan insandan sayılamayacak kadar çok meslek çeşidinin doğabilmesidir.

İnsanoğlu, dülgerlikten mimarlığa, ressamlıktan doktorluğa kadar nice meslek guruplarından dilediğini icra edebiliyor ve etmiş de. Manevî sahada da insanlar, farz ibadetler yanında, diledikleri nafileleri istedikleri kadar icra etme hürriyetine sahipler. İstedikleri ilim dalında ilerleyebiliyorlar. Farklı hayırlar, değişik ibadetler yapabiliyorlar. Bütün bunlar, her mümin için ahirette ayrı bir cennet makamı olarak tezahür ediyor.

İşte hürriyetin ahirete bakan yönü de bu şekilde karşımıza çıkıyor. Ahiret denilince elbette ki sadece cenneti hatırlamak eksik olur; onun bir de cehennem ülkesi var.

Bu noktada Bediüzzaman’ın “Zaman gösterdi ki; cennet ucuz olmadığı gibi cehennem de lüzumsuz değildir” cümlesi tam da bu manayı ifade etmektedir.

İşte hürriyeti yanlış anlayarak, hiçbir kayıt altına girmek istemeyen asi ruhlar, bu dünyada çok çeşitli günahlar ve isyanlar sergiliyorlar. Bunlar ise, cehennemdeki farklı azap menzillerini netice veriyor.

Hüseyin Emiroğlu / Zafer Dergisi

Farlılıklardan Kurulmuş Birliktelikler ve Meşveret

Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda ve 600 yıllık devamında en büyük  etken obalarda kurdukları meclislerden aldıkları kararlarla hareket etmesidir.

Bu gün ABD’ nin büyük olması adından da belli “birliktelik” devletlerin birliği.

Asya’ nın geri kalmışlığı “meşveretsizliktendir” diyor zamanımızın alimi..

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ,buradan çıkan sonuç şu;

Birlikte hareket etmek, birlikte hareket edenlere büyük fayda sağladığı şüphe götürmez bir gerçek

Afrika da kabileler bile ateş etrafında toplanıp karşılıklı konuşup çözüm üretebiliyorlar.

Eğitimin kelime manası benzerlikler üzerinden fikir üretmektir.

Benzerlikler ve farklılıklar hayatı algılamadaki unsurlardır bu benzerlikleri açığa çıkaracak farklılıkları izale edecek olan iletişimdir. Öyle ise iletişim köprüsünü kurmak zorundayız.

  • Birlikte düşünmek
  • Ortak akıl
  • Üretim
  • Zenginlik

Yukarıda da  görüldüğü gibi, refaha erebilmenin yolu bir olamaktan geçiyor. Alt alta gelen 1 ler 2 ederken yan yana gelen 1 ler 11 ediyor. Daha açık bir ifade ile iki kişi yan yana gelirse 11 kişi kuvvetinde ediyor.

Birbirimize ;

  • Güven ve itimat etmeli
  • Parçalar toplanıp bir bütün haline getirilmeli
  • Mesuliyetler yüklenilip kazanımlar elde edilmeli

İnsanın tabiatında çevresinin tasdikini alma eğilimi vardır ve iletişim burada yakıt görevi görür

Ortada bir cisim düşünün ki, sadece bir perspektiften bakarak cismi doğru tanımanız mümkün değildir. Fakat her yönde bir kişi olsa ne gördüklerini söylese cisim daha net anlaşılır.

Aynen bunun gibi yapacağınız her icraatta “biz havuzumuzu oluşturmalıyız

Farklılıklarımızı askıya alıp eşit seviyede, peşin hükümsüz dinlemeli anlamalı mutabakat üretmeye yönelik iletişimler kurabilmeliyiz.

  • fikir mücadelesiz
  • birbirini çürütmeden
  • yargılamadan
  • dışlamadan
  • hakaret etmeden
  • küçümsemeden
  • dayatmacısız

Bir şekilde toplu fikirler üretmenin yollarını aramalıyız.

Tek taraflı çözümler, o toplumun birbirine olan bağlılığını bozar, zarar verir

Bir yerde başarısızlık varsa kardeşlik ve dayanışmayı gözden geçirmek gerekir.

Bir arada durabilmek ilerlemedir.Birlikte çalışmak başarıdır

Başarı nasıl gelir;

•      Hayal et

•      Olumlu düşün

•      Planla

•      Hesaplı risk al

•      Çok çalış ve uygula

AKLIN İNANIPTA BAŞARAMADIĞI HİÇBİR ŞEY YOKTUR.

Çetin KILIÇ

luleburgaz@www.nurnet.org

Bazen, Hak Sözle Bâtıl Kastedilir

Bir söz vardır. Fevkalade düşündürücüdür. Şöyle denir bu sözde:

“Kelimetü hakkın yürâdü bihel-bâtıl” (Hak kelime ile bâtıl murad edilebilir.) Evet, doğru bir sözle eğri mânâlar kastedilebilir. Bir kısım bâtılları hak sözlerle ortaya atıp tahakkuk ettirmeye çalışanlar olabilir. Nitekim bu tip bâtılın kastedildiği hak sözler günümüzde oldukça yaygın vaziyettedir. Masum insanlar sözün haklılığına bakar, hemen taraftarı olurlar. Halbuki arkasındaki mânâ batıldır, hak sözle bâtıl ve yanlış şeyler yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Farkına varamazlar.Bir tanesine göz atalım:

“Bize Kur’an Müslümanlığı gereklidir.” Kur’an Allah’ın kelâmıdır, O’nun yanında kul sözüne gerek yoktur. İşte size hak bir kelime ki, onunla sünnet dışlanmak istenirse bütünüyle bâtıl maksat güdülmüş olunur. Halbuki sünneti dışlayan hiçbir söz hak olamaz, haklılığından söz ettiremez. Çünkü Kur’an’ı yer yer açıklayan sünnettir. Sünneti de yer yer çerçeveleyen Kur’an’dır. Yani Kur’an’la sünnet (Peygamberimzin sözleri ve hareketleri) birbirinden ayrılmaz.

İsterseniz şöyle bir hatırlatma yapalım da meseleyi birlikte düşünelim. Kur’an’da “Namazınızı kılın” buyurulmaktadır. Ama nasıl kılınacağını Efendimiz (s.a.v.); Namazınızı benim kıldığım gibi kılın, hadisiyle öğretmiştir.

-Zekâtınızı verin, buyrulmaktadır. Ama nasıl verileceğini Efendimiz (s.a.v.)’in izahıyla öğrenmekteyiz.

Hacca gidin, emri verilmiştir. Ama nasıl, ne türlü yerine getirileceğini Efendimiz bizzat hacca gitmesiyle göstermiş, aynen tatbik etmiş, sonra da; -Haccınızın usul ve adabını benden öğrenin, buyurmuştur.

Sünneti aradan çıkaracak olsak (hâşâ) namazın nasıl kılınacağını, zekatın nasıl verileceğini, haccın nasıl yapılacağını bilmemize imkân yoktur. Bu takdirde herkes aklına estiği gibi namaz kılacak, zekat verecek, hacca gidecek, yani çerçevesi, şekli belli olmayan korkunç bir kargaşa yaşanacaktır. Sünnettir ki, bu kargaşayı önlemekte, Kur’an’daki emirlerin çerçevesini, sınırlarını göstermektedir. İsterseniz aslı Kur’an’da bulunan hac konusunun uygulamasına ait hükümlerini sünnet nasıl açıklıyor bir örnek verelim:

Zengin insan hayatında hacca gider, borcundan kurtulur. Ya hastalığından, yahut da başka bir mazeretinden dolayı hacca gidemezse geride kalan yakınları onun yerine hacca gidebilir mi? Gidip de hac yaparsa onu borcundan kurtarmış olabilir mi? Kur’an-ı Kerim’de bunun açıklamasını bulmak mümkün değildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim meselenin aslını izah eder, ama yaşanma biçimini Peygamberimizin hayatı ve hareketiyle gösterir. Yani bu emrin uygulanmasını Efendimiz’den öğrenmek gerekir.

İşte Efendimiz’den öğrenme şekli:

Şehid Cafer-i Tayyar’ın hanımı Esma (r.a.) bir gün şöyle bir soru sorar. Der ki:

-Ya Resulallah, babam (Umeys) yatağından kalkamayacak kadar hasta. İyileşme ihtimali de görünmemektedir. Onun yerine hacca gidilse hac borcundan kurtulur mu?

Şöyle cevap verir Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri:

-Senin babanın bir insana borcu olsa da sen o borcu ödesen baban borçtan kurtulur mu?

-Kurtulur.

İşte Allah’a olan borcu da öyledir.

O ödeyemezse yerine vekil olarak giden başkası ödeyebilir. İşte özürden dolayı hacca gidemeyen hasta ve kötürümlerin yerine vekil gönderebileceklerine dair hüküm bu hadisle sabit olmuştur.

Peygamberimizin yaşadığı ve tatbik ettiği hayatı ortadan kaldıracak olursanız, bu gibi soruların cevabını bulamaz, dinî hükümlerin birçoğunun yorumunu keyfiliğe bırakmış olursunuz. Böylesine bir keyfilik ise kargaşadan başka bir mânâya gelmez. Öyle ise sadece söylenen sözlerin haklılığına bakmayıp, o sözlerin doğuracağı neticeleri nazara almak zorundayız. Tâ ki hak sözle bizi aldatıp bâtılı yerleştirmeye çalışanlara destek vermiş olmayalım.

Ahmed Şahin / Zafer Dergisi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version