Etiket arşivi: A.Raif Öztürk

“OY”larımız, Sorumluluğumuzdur. Kime Oy Vermeli? Seçim Kriterleri Nelerdir?

Bu hassas konuda hem çok temkinliyim, hem de çok müsterihim. Çünkü bu konuda çok ciddi araştırmalar yaptım ve ‘Sempozyum Tebliği’ hazırlayarak, K. Üniversitesinde Rektör ve akademisyenler huzurunda bu tebliğimi sundum. Sizler de müsterih olunuz…

Bediüzzaman Hz. R. Nur talebelerini, “İman ve Kur’an hizmetleri adına” siyasetten men ediyor. Ancak, seçimden seçime ‘bir nebzecik ilgilenmekle bile doğru karar verebilmemiz’ için, bize ŞABLON hükmünde prensipler veriyor. İşte ilki; Münazarat eseri, 51 ve 52. Sayfalar:

– “Muhali taleb etmek, (olmayacak bir şeyi istemek) kendine fenalık (kötülük)etmektir. Zerratı günahkarlardan mürekkeb bir hükumet, (her bir ferdi günahlarla karışık bir hükümet,) tamamıyla masum (günahsız-kusursuz) olamaz. Demek, nokta-i nazar, (bakış açımız) hükumetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur.

(..yani tercih sebebiniz, hükümetin iyi işlerinin ve icraatlarının, kötü işlerinden fazla olmasıdır.) Yoksa seyyiesiz (günahsız-kusursuz) hükumet, muhal-i adidir.(Az düşünenlerin de bile bileceği, asla mümkün olmayan bir hükümettir.) Ben öyle (düşünen) adamlara, ANARŞİST nazarıyla bakıyorum.

Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, adeta mümkün hükumetin hangi suretini görse, (her türlü hükümeti denese) hülya (tatlı düş, hayal, kuruntu) ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meyl-üt tahrib (kırıp, döküp, tahrip etmek eğilimi) ile o sureti (mevcut gidişatı) bozmağa çalışacaktır…”   Bediüzzaman

Şimdi şu paragrafın, mesaj yani şablon yönünü özetleyelim: “Kusursuz bir hükümet bulmak imkansızdır. Oy vermedeki bakış açımız; mevcut hükümetlerin iyi işlerinin ve icraatlarının, var olan kusur ve günahlarından fazlalığına bakmakolmalıdır. Eğer iyi işleri, günah ve kusurlarından fazla ise o hükümete zarar vermeye çalışmak, bir nevi ANARŞİSTLİKTİR, bozgunculuktur.

Artısı, eksisinden fazla olan hükumetleri beğenmeyenlere, ANARŞİST nazarıyla bakılabilir. Çünkü her fert kusurlarla dolu olduğu için, fertlerden müteşekkil hükümetin kusursuz olmasını beklemek, tatlı bir hayaldir ve imkansızdır. Böyle davrananlar ise bozgunculuklarıyla, öncelikle kendilerine kötülük etmiş olurlar…”

Bugün; özellikle iç ve dış mukaddesat düşmanlarının, ülkemizin “İslam alemine lider olmasından ürktükleri için”, kurdukları haçlı seferleri gibi sinsi tuzaklara karşı, hareket tarzımızı belirlemek maksadıyla, Bediüzzaman Hz.’nin bu konudaki engin ilmine müracaat ettik. Onun müthiş ve anlamlı cevabı işte böyleydi! Aksi halde her kafadan farklı sesler çıkacağı için, bu bölünme ve parçalanmadan, sürekli ŞER GÜÇLER istifade edecekler…

· Suriye, Mısır, Filistin ve diğer kan ağlayan İslam ülkelerinin ahvali, işte böyle sinsi planlarla “bölünerek”, o tuzaklara düşmelerinin bir neticesidir. 57 İslam ülkelerinin tamamının, şer güçler tarafından işgali de, o İslam ülkelerinin ümit bağladıkları Türkiye’nin de güçsüzleştirilerek, pasifize edilmesine bağlıdır.

Bu nedenle ülkemizde estirilen şu fırtınalar, kara bulutlar, sinsi oyunlar, gezi olayları, 17 ve 25 Aralık darbe girişimleri, vb. olaylar, hep bu sinsi planın sahnelenmiş halleridir. Bazı figüranlar; ablalarımız, abilerimiz veya kardeşlerimiz (!) de olsa, durum maalesef böyledir!…

İşte bu gerçekler ışığında, 7 Haziran seçimleri çok büyük önem arz etmektedir. İç ve dış tüm şer güçlerin ve İslam düşmanlarının hedefi; elli küsur İslam ülkelerinin ümidi olan Türkiye’nin gücünü kırmaktır. Ülkemizi koalisyonlara sürükleyerek, emir verebilmektir…

Bu gücü kırdıktan sonra, gerisi çorap söküğü gibi ‘emir altına alınacağı’ planlanmış olup; haram-helal, yalan-iftira, doğru-yanlış, hak-hukuk tanımadan, sınırsız YALAN VAADLERLE, icraatlara KÖR, habbe kusurları-KUBBE göstermeler, sınırsız iftiralarla, her türlü saldırılara geçilmiştir. Hatta Paralel-PKK arasında bile gizli anlaşmalar ifşa olmuştur. Dış tüm ŞER güçler tarafından verilen emir ve talimatlar da bu doğrultudadır…

· Bu tablo karşısında her aklıselimin, mutlaka SAVUNMASI gereken son ve TEK KALE, Türkiye’dir ve ürktükleri ve korktukları bugünkü istikrar ve iktidardır…

Evet, Bediüzzaman Hz.’nin buyurduğu gibi bu iktidarın da birçok kusurlarının ve yanlışlarının olduğunu da kabul edeceğiz. Bütün bunlara rağmen; İslam’a, Kur’ana, Ülke kalkınmasına, sağlık reformlarına, ekonomiye, dev ulaşım yatırımlarına bakacak ve diğer yüzlerce önemli icraatlarını da dikkate alacağız.

Diğer partiler içinde, güven verebilen tek bir alternatifinin dahi olmadığını da düşüneceğiz. Şimdi bu duygularla Bediüzzaman Hz.’nin, bu konudaki diğer sözlerine de, dikkatlice kulak vererek konumuzu noktalayalım:

“..Hayat-ı içtimaiyeye (sosyal hayatımıza) ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin (CHP’NİN) iktidara gelmemesi için, (o günkü-1950-60) Demokrat Parti’yi, Kur’an-ı Kerim, vatan ve İslamiyet namına muhafazaya çalışıyorum.” (Emirdağ Lhk.-2.)

Bediüzzaman Hz.’nin oy verme konusundaki şablonu çok nettir: “Yüce Dinimizin men ve reddettiği Irkçılığı savunmayan (!), İslam’a müsamahakar olan, muhafazakar, KİTLE ve SAĞ bir partiye, tereddütsüz OY verilmelidir.”

Bu günkü AKP bu şablona, o günkü DP’den çok çok daha uygun olduğu, çok net ortadadır. (İsimler değişebilir fakat bu şablon değişmez.)

KİTLE’den maksat: Küçük partilere oy vermek, hükümet olacak KİTLEYİ zayıflatarak, koalisyonlara veya güçsüz iktidarlara sebep olacağı için, hükümetleri ‘baronların oyuncağı’ yapacağı ve ‘ülkeyi dış ve iç ŞER GÜÇLERE PEŞKEŞ ÇEKMEK’ olacağından, bunlara da asla itibar edilmemesidir.

Merhum Lider Muhsin Yazıcıoğlu’nun önceki seçimlerde, “Bu kritik dönemde İktidarın %2 oy kaybı olmaması için İTTİFAK yapmadığı” çok anlamlıdır. Halkta da var olan bu akıllı ve ferasetli anlayış, bugünkü egoist ve cüce başkanlardamaalesef yok.

(NOT: Küçük parti, kötü parti demek değildir. Çok ‘ehl-i takva’ da olabilirler. Mesela, o gün “İttihad-ı İSLAM Partisi” vardı. Küçük parti; Halk çoğunluğundan rağbet görmeyen parti demektir.)

NETİCE: Seçim sandığı önümüze her konduğunda OY VERMEK, askerlikteki NÖBET kadar kutsaldır ve araştırılıp, ölçülüp, tartılıp, DOĞRU KARAR verilmesi gereken bir vatan borcudur. İşte bu nedenlerle çok ciddi araştırmalar yaparak,araştırma fırsatı olmayanlara yardımcı olmak istedik. Böylesine sağlam belgelere göre hareket eden kişiler yanılmaz. Yanlış yapmaz ve yapamaz. Neticeden de mes’ul ve sorumlu olmazlar. Çünkü bu tespitler, çok ciddi istişarelerin neticesidir. MÜSTERİH OLUNUZ… Vesselam.

EK: Benim bu konuda yazı yazmamın sebebini merak ederlere, BediüzzamanHz.’den bir hatıra ile cevap vermek istiyorum. M. Fırıncı Ağabey anlatıyor: Bediüzzaman’ın o günkü Demokrat Parti LEHİNDE açıkça tavır almasını, muhalif basın diline dolayınca, talebelerinden birisi bundan tedirgin olmuştu. Üstad da ona şu cevabı vermişti: “Ne var bunda? Demokratlar dine yardım etti, din de Demokratlara yardım ediyor.”.. Bizler de Yüce dinimize, vatanımıza, milletimize böylesine müthiş imkanlar sunan bir iktidarı takdir ediyor, Allah cc rızası için destekliyoruz…

A. Raif Öztürk

İçki Yasağını, Allah’a Havale (!) Eden Zihniyet

Bu kişi için sizler de “çok ilginç, akıl ve mantıktan yoksun ve özellikle de tamamen CEHALET fışkıran bir kişi” dediniz ve acaba kimdir diye de merak ediyorsunuz, değil mi? Şimdi hayretiniz iki katına çıkacak, hazırlıklı olunuz.

İçkiyi yasaklayan Allah cc olduğu halde, Hükümetin (genç nesli korumak amacıyla) bazı yerlerde içkiyi ve satışını sınırlamasını, akıl baliğ olmayan çocuklara alışverişini yasaklamasını, bu cümlelerle protesto eden o kişi bir chp Milletvekilidir.

Üstelik bu cümleyi T.B.M. Meclisi kürsüsünden haykırmıştır. Kim bilir belki de bazılarınız “bu zihniyetten, böyle çıkışlar elbette beklenir ama bu kadar da CEHALET olmaz ki” diye hayıflananlar olacak. Belki de inanmak bile istemeyeceksiniz. İnanmakta zorlananlar için, haberin linkini de manşetini de aynen veriyorum.

Buyurunuz: www.haberler.com/alkolu-yasaklayanlari-allah-a-havale-4668638-haberi/

Haberin manşeti: TBMM’de alkol ile ilgili düzenlemelerin görüşülmesi sırasında CHP’li Veli Ağbaba’nın, “Bu yasağı getirenleri Allah’a havale ediyorum” sözü, düzenleme ile ilgili tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı. Özellikle sosyal medyada en çok yorumlananlar arasına girdi. (Haberler.com)

Bu acınacak hal ve dramatik mizahi olay nedeniyle, hazır içkiden konu açılmışken, bu saçmalığı, mantıksızlığı ve cehaleti bir yana bırakarak, bu konuda birkaç ciddi kelam edelim.

Evet dostlarım, içkinin her çeşidi; insanlığa çok ciddi sosyal yaralar açtığı için, Kur’an içkiyi üç aşamada resmen yasaklamıştır. İçkinin bütün kötülüklerin anası oluşu ve şeytanın da en çok kullandığı bir tuzağı olduğu da tüm ilim ve din adamları tarafından sık sık vurgulanmaktadır. Örnek, olay veya kıssalarla anlatılanlar kalıcı etki bıraktığı için, ben de öncelikle bu konuyla ilgili çok önemli bir kıssa arz edeceğim, şöyle ki:

Şeytan’ın, herkes için apayrı tuzakları ve herkesi saptırıcı, birbirinden farklı iğvaları vurgulanırken, şu kıssa çok anlatılır: Bir abid, sürekli Allah’a cc. ibadet eder ve hep O’nun cc. en sevgili kulu olmak isterdi. Şeytan bir gün, yaşlı bir bilgin ve evliya zat kılığında bu abidin evine gider. Abid onu veli bir zat sanarak misafir eder.

Şeytanla muhabbeti koyulaşır. Şeytan abide; “ALLAH’ın en sevgili kullarından olmanın şartının (ve en kısa yolunun) bir günah işlemek ve tövbe etmektir, çünkü Allah Tövbe edenleri sever” diyerek ikna eder ve ona şu tercihleri sunar: “Ya içki içeceksin, ya zina edeceksin, yada cinayet işleyeceksin.” Abid ise en ağırlarını eleyerek, içki içip tövbe etmeyi tercih eder.

Gizlice bir meyhaneye gider ve orada sarhoş olana kadar içer. Abid oradan dönerken, şeytanın aveneleri de genç ve fahişe bir kadına vesvese vererek, onun dönüş yoluna getirirler. Tenha bir yerde abid o kadını görür ve aşırı sarhoş olduğu için de nefsine aldanarak onunla zina eder.

O anda onlara bakan birisini fark eder ve “beni herkese anlatır” endişesiyle o kişiyi öldürür. Sonra bu olay ifşa olunca abid yakalanır ve mahkemeye sevk edilir. Nihayet abidin idamına karar verilir.

Tam idam için götürülürken, şeytan yine bilgin ve veli zat kılığında yanında belirir ve ona, “..ben sana bir günah dedim, sen üç büyük günah işledin ve mahvoldun. Şimdi bana ibadet edersen, ben seni bu beladan kurtarırım” der. Tamamen çaresiz kalan o eski abid, bunu da yapar ve MÜŞRİK olarak idam edilir…

Allah cc hepimizi şeytanın iğvalarından korusun. Amin.

Nasıl, içkinin “Bütün kötülüklerin anası” olduğu, şimdi daha iyi anlaşıldı, değil mi?

Trafik kazalarının en önemli bir sebebi olduğunu ve en önemlisi de kendilerini yaktıkları gibi, zincirleme kazalara sebep olduklarından, tamamen masum aileleri de perişan ettiklerini, her günkü haberlerde izliyoruz.

SORU: Yukarıdaki haberde görülen zihniyettekiler, “efendi-efendi içersek ne zararı var ki” diye de çokça itiraz ediyorlar. Bu masum gibi gözüken şeytani cümle ile bazı safları da aldata biliyorlar. Buna ne dersiniz?

CEVAP: Bu zıkkımın efendiliği olmaz!… Çoğu haram olanın, bir damlası da haramdır. Çünkü, bunun çok önemli sebepleri de vardır. Orman yangınlarının veya diğer büyük yangınların tek bir izmaritten veya küçücük bir kıvılcımdan çıktığı unutulmamalıdır. Tıbben de sabittir ki, vücuda giren her içki damlası alışkanlık yapıp, daha çok istek uyandırıyor. İradesi biraz zayıf olanların frenleri de birkaç denemeden sonra tutmaz oluveriyor. Yukarıda “İçkinin her çeşidi” derken, bira’dan tutunuz da bonzai’ye kadar yüzlerce cazip (!) çeşitleri kast edilmiştir.

İnsan sağlığı, aile huzuru, sosyal barış ve birçok menfaatler getiren içki yasağı veya en azından sınırlanması, çok akıllıca ve geç kalınmış bir çalışmadır. Bu konuda gayret gösterenleri tebrik ediyor, karşı çıkanları ise keyif verici ve sarhoş edici her çeşit içkiyi yasaklayan Yüce Allaha havale ediyoruz.

İşte doğrusu da budur!… Vesselam.

A. Raif Öztürk

Ayrı Dünyaların İnsanları mıyız?

Önce benim gibi düşünen ve inandığı gibi yaşamaya çalışan azınlığa, sonra da bu azınlığın haricinde kalan insanlara bakıyorum da, çok şaşırıyorum. Bazen hayretler içinde kalıyordum. Şu soruları hiç kimseye soramıyordum ama kendi kendime çok düşündüm, paylaşacağım.

1. Acaba şu koca kainat, sadece beni ve şu bir avuç insanı sınamak için mi kuruldu? Geri kalan çoğunluk, şu bir avuç bizleri sınamak için yaratılmış figüranlar mı acaba?

2. Acaba bunlar niçin çok rahatlar ve niçin başıboşmuş gibi yaşıyorlar?

3. Acaba sadece ben ve şu bir avuç inanmış insan mı ahirete sevk edileceğiz? Diğerleri, niçin sürekli dünyada kalacaklarmış gibi davranıyorlar?

4. Acaba bizler, ayrı dünyaların insanları mıyız?

Bunları ve benzer soruları düşünürken, inanınız ki kesinlikle “acaba ben mi yanılıyorum? Ben de onlar gibi davranamaz mıyım?” diye hiç düşünmedim çok şükür. Düşünemezdim de!

·        Çünkü; benim öğrendiğim gerçekler, öyle sıradan insanlardan değil, düşmanlarının bile “en doğru sözlü insan, en güvenilir insan, tek bir kere dahi yalan söylemeyen insan” dediği, Hz. Muhammed’ül Emindendir. SAV.
..Ve O’nu da SAV, bizleri ve şu kainatı da yaratan Yüce Allah c.c. konuşturuyordu.

Mü’min S. 79. Ayette: “..Hiçbir peygamber Allah‘ın izni olmaksızın, herhangi bir ayeti kendiliğinden getiremez.”.. Buyruluyor.

· İşte bu nedenle de kılavuzumuz Hz. Muhammed SAV olduktan sonra “asla yanılmış olamam” diyorum…
***
Bugün niçin bu kadar hüzünlüyüm ve niçin bu konuyu seçtim, arz edeyim:

· Şu geçtiğimiz Ramazanda, çok çeşitli yerlere iftarlara davet edildim. İmkanlarım nispetinde ve müsait olduğumda, çoğuna da gitmeye çalıştım. Ancak, birçoğunda hayal kırıklığına uğradım.

Şöyle ki: Her Müslüman’ın bildiği gibi, iftara yarım saat kala sofra hazırlıkları yapılırken, diğer yandan ulvi sohbetler yapılır veya TV’lardaki Kur’an-ı Kerimler, mealleri, kasideler-ilahiler ve sohbetler dinlenir. İftara 3-5 dakika kala da sofraya oturularak, o açlık ve susamışlık hissinin verdiği bir hazla, bizlere bahşedilen nimetlere bakarak, İkram eden Mün’im-i Hakiki  tefekkür edilir ve kendisine şükürler edilir.

Sofrada bulunan saygıdeğer ilim erbabını, konuşmaya sevk ederek, anlattıkları huşu ile dinlenir. Ezan okunmaya başlayınca, huşu içinde dualar edilir veAllahümme lekesümtü ve bike êmentü, tevekkeltü vealarızkuke iftartü” diyerek oruç açılırdı. Bu sene ben iftar sofralarında, hep izlemeyi tercih ettim.

· İnanınız ki, iftara birkaç dakika kala bile, bazılarında televizyonlar maçlar için açıktı bir yandan maç izlenirken, diğer yandan bilindik heyecanlı yorumlar tartışılıyordu.

· Bazılarında haberler için açık olup, yine sıradan ve siyasi yorumlar yapılıyordu.

· Bazılarında TV kapalıydı, fakat araba markaları ve modellerinin tartışması veya siyasi gündem, o olması gereken ulvi havaya fırsat tanımıyordu.

“Bu kadar da sessiz kalmamalıyım” düşüncesiyle, birkaç kez İFTAR muhabbeti açmaya çalıştım. Adeta; “Havamızı bozma, ne güzel konuşuyoruz” der gibi anlamlı bakışlarla kestirme cevaplar verip, bir dakika içinde demagoji yoluyla başka konular açılıveriyordu. Bu durumlara üzüldüğüm için, ısrarlı davranamadım ve bu garabetleri izlemekle yetindim.

İftarlardan sonra ise bir kısmı “duman zehirlenmesi gecikmesin” diye kalkıyor ve çeşitli kuytulara gidiyorlardı. Zoraki sofra duası yapmaya çalıştığımda, “yine n’oldu” der gibi bakışlarla dinlemeye çalışıyorlardı.

Cemaatle akşam namazı kılabilmek için yaptığım teklifler, “aptesimiz yok (!), biz sonra kılarız, bizim hemen çıkmamız lazım, sen kılıver, bize de dua et..” gibi basit cevaplarla ya sonuçsuz kaldı. Veya 20-30 kişiden, 1 veya 2 kişi namaz kıldı…
 
Bakınız tekrar hatırlatıyorum, bu topluluk sokaktan rast gele gelip-geçenlerden oluşmuyordu. Gayrimüslim de değillerdi. Allah cc. adına (!) oruç tuttuğu için, iftara gelmiş kişilerdi bunlar. Ben şaşırdım kaldım ve kendi kendime şu soruları sormaya başladım.

·        Acaba bu durum ne kadar normal?
·        Böyle bir Müslümanlık, hangi kitaplarda var?
·        Müslüman’ları İslam’dan, böylesine koparan ve başkalaştıran sebepler nelerdir?
·        Acaba ben mi fazla ileri gidiyorum?
·        Acaba ben mi farklı bir dünyanın adamıyım?
.. Ve bu sorulara cevap aramaya başladım.

İlk aklıma gelen İ.Şafi Hz.’nin şu “SEN HAK İLE MEŞGUL OLMAZSAN, BATIL SENİ İŞGAL EDER”  veciz sözü, sorularıma ışık tutmaya başladı.
 
Peki, bundan sonrasını birlikte düşünelim; batıl bizleri işgal ettiğine göre,“..bizleri Hak ile meşgul olmaktan alıkoyan sebepler nelerdir?”

Ben birkaç sebep sayayım, sizler eklemeler yaparsınız.

1.     Ailemizi geçindirmek için çalıştığımız işler.
2.     Okul hayatı ve ders çalışmalar.
3.     Televizyon, internet v.s. ..meşguliyetler.
4.     Futbol, basketbol, voleybol v.b. ..diğer meşguliyetler.
5.     Çoluk çocuğumuz için yaptığımız çalışmalar.
6.     Çarşı, Pazar, market, Pazar v.s. ..meşguliyetler.
7.     ……. Dikkat ettiyseniz, haram, muzır ve gayrimeşru meşguliyetleri almadım.

Tam bu noktada, bir genç tarafından şu “hocam, basket oynamak günah mı?”sorusuna, H.İhsan Kasım hocamızın müthiş cevabı aklıma geldi.

-Kardeşim sen lise öğrencisisin, değil mi? Bir gün sonra ciddi bir sınavın varken, bir arkadaşın sana gelse ve “gel basket oynayalım” dese, sen ne yaparsın?

Genç cevap verdi: “Şimdi sırası değil, çok önemli bir sınavım var,” derdim.

Hocamız müşfik bir sesle:

– Kardeşim, bizler her an çok ciddi bir sınavda değil miyiz? Her sayfamızın(yani dakikamızın veya saniyemizin) hesabını verecek değimliyiz? Bu sınavımızın neticesine göre ya ebedi Cennetler veya ebedi Cehennem azapları bizleri beklemiyor mu? Üstelik de her insanın şu kısacık ömründeki sınavının asla tekrarı da yok, değil mi? ..burada genç araya giriyor ve şöyle konuşuyor.

-Evet hocam, çok iyi anladım. Hatta kafamdaki diğer sorularımın bile cevaplarını aldım. Allah cc. sizden razı olsun… ..diyordu.

NETİCE: Kendimizi Batıla işgal ettirmemek için, her zaman HAK ile meşgul olmak zorundayız…

A. Raif Öztürk

Allah’ı (c.c) En Çok Sevmenin SAĞLAMASI

Önceki haftalarda “Yaşantımı Değiştiren AYET” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazı en çok okunan ve hakkında en çok soru sorulan yazılardan biri oldu.

Hayatımda ciddi değişikliklere sebep olan o ilginç ayetin etkisi, üzerimde aynı sarsıntıyı yapmaya devam ettiği için, bugün de özellikle o ayeti seçerek, o ayet hakkında en çok sorulan bir soruya, birlikte cevap bulmaya çalışacağız:

İşte o ilginç ayet-i Kerime: Tevbe suresi, 24. Ayet; (EY Muhammed) De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada (iflasa) uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden evleriniz, size Allah’tan ve Resulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten(Allah rızası ve İslam uğrunda çaba göstermekten, O’nun emir ve yasaklarını tanıtmada mücadele etmekten) daha sevimli ve önemli ise. ..o halde Allah (azap)emrini gönderinceye kadar bekleyin!…” Yani azabı hak etmiş olursunuz.

Ahzap S., 6. Ayette de, “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır.” Bu ayetin Hadis-i Şerif ile açılımı: “Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz beni, kendi nefsinden, malından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek mümin olamaz.” (Buhari, İman, 8; Müslim, İman, 69-70)

Bu iki ayetlerde bizlerden istenen “Sevilmeye en çok layık olan, bizleri tamamen YOKTAN var eden, bizlerin tüm ihtiyaçlarımızı her an karşılamak için tüm varlıkları ve canlıları bizler için seferber eden, Rahim ve Kerim olan”Allah’ı cc ve Hz. Muhammed’i SAV en çok sevmemizdir.

-“En çok kimi seviyorsun” diye, hangi Müslüman’a sorulsa “Elbette Allah’ı cc. ve Rasülünü (s.a.v.) her şeyden çok seviyorum” diye cevap veriliyor. Fakat hareketlerimizle bunu ispat edemediğimiz, hatta bazı durumlarda bu sözümüzü yalanladığımız çok net görülüyor.

İşte en çok sorulan soru da bununla ilgili: “Acaba; Allah’ı cc ve Resulünü en çok sevdiğimizi doğrulayan veya Allah’ı cc. Ne kadar sevdiğimizi gösteren bir sağlama var mı?…” Veya başka bir ifadeyle, “En çok Allah’ı seviyorum” diyen ne acaba kadar doğru söylüyor?

Her şeyin sağlaması olduğu gibi, Allah’ı cc. ve Resulünü SAV, her şeyden çok sevdiğimizin sağlaması da elbette var. Mesela:

1. Kişi, sevdiğinin nelerden hoşlandığını tespit eder ve sevdiğine karşı onları uygular. Allah cc. ve Resulünün Nelerden hoşlandığı ve nelerden razı olduğu Kur’anda bildirildiği gibi, Elçisi vasıtasıyla da detaylandırıp açıklanmıştır.Acaba bizler bunların ne kadarını titizlikle öğrendik ve ne kadarını aksatmadan uyguluyoruz?…

2. Kişi, sevdiğinin nelerden hoşlanmadığını da tespit eder, sevdiğine karşı onlardan çok sakınır. Allah cc. Nelerden hoşlanmadığını ve nelerden razı olmadığını Kur’anda bildirdiği gibi Elçisi vasıtasıyla da detaylandırıp açıklatmıştır. Bizler bunların ne kadarını titizlikle öğrendik ve ne kadar sakınıyoruz?…

3. Kişi, sevdiği ile her zaman beraber olmak ister. Sevdiğinden ayrı olduğu zamanlar ona zindan olur… Allah cc. ile beraber olmak olan Esma-ül Hüsnasının tüm varlıklar üzerindeki tecellilerini tezekkür ve tefekkür etmeyi, ne kadar uyguluyoruz? Allah cc ile HEMHAL olmadığımız zamanlar için ne kadar üzülüyoruz? O’nun cc Resulüne SAV her gün ne kadar Salavat-ı Şerife getiriyoruz?…

4. Kişi, sevdiğinden eğer ayrı ise onunla yazışmak veya bir vasıtayla, illa ki konuşmak ister. Allah cc. ile konuşmak olan “Kur’an okumayı” acaba günde kaç defa uyguluyoruz? Eğer az okuyorsak, Allah’ı cc. En çok sevdiğimizi nasıl iddia edebiliriz?

5. Kişi, sevdiğini incitecek davranışlardan şiddetle kaçınır.  Bizler Allah cc. veResulünün hoşuna gitmeyecek davranışları iyice tespit ettik mi? Acaba ne kadar kaçınıyoruz? Herhangi bir iş yapacağımız zaman, “..Acaba Allah cc ve Resulü bu konuda ne buyurmuşlar?” diyerek araştırma ve işimizde ayarlama yapıyor muyuz?

6. Kişi sevdiğini başkalarına da tanıtmak ve sevdirmek ister. Sevdiğini her zaman her yerde över ve takdirlerini, üstünlüklerini ve meziyetlerini herkese anlatmaya gayret eder. Bizler Yüce Rabbimizi Esma ve sıfatlarıyla, acaba ne kadar tanıyoruz? Allah’ı cc ve Resulünü, başka kullara ne kadar tanıtma ve sevdirme gayreti içindeyiz?…

7. Kişi sevdiğinden gelen herhangi bir haberi veya kendisi hakkında yolladığı bir mektubu çok merak eder. Tekrar tekrar okur, öper, koklar ve bağrına basar. Sevdiğinin bu mektubunda ne demek istediğini kusursuz ve eksiksiz anlamak için, edebiyatçılardan bile yardım ister. İsteklerini de mutlaka yerine getirir.

Acaba bizler Yüce Rabbimizden bizlere gönderilen Kur’an’ın anlamlarını ne kadar merak ediyoruz? Meal ve Tefsir olarak kaç defa tamamını okuduk? Tam anlayamadığımız derin ve şifreli manaları, kaç uzmana sorduk? Emir ve yasaklarını, acaba ne kadar yerine getiriyoruz?…

8. Kişi hakiki manada sevdiklerini taklit etmek ister. Bizler Hz. Muhammed’in SAV yaşantısının ne kadarını öğrendik ve acaba ne kadarını titizlikle taklit ediyoruz?…

Eğer bu 8 madde içinden eksiğimiz, hafife aldığımız veya pek önem vermediğimiz bir madde var ise O’nu cc çok sevdiğimizi nasıl söyleyebiliriz ki? Eğer buna rağmen Allah’ı cc, her şeyden çok sevdiğimizi söyleyebiliyorsak, yalancılardan olmaz mıyız?…

Oysa yukarıdaki Tevbe Suresi, 124. Ayette bizlere Allah cc. Ve Resulünün her şeyden çok sevilmesi gerektiğini ikaz etmiyor mu?…

Bu konular; “bilsek te olur, bilmesek te olur veya uygulasak ta olur, uygulamasak ta olur” cinsinden konular değil…! ..KUL olmanın gereği, bilinmesi ve uygulanması ŞART olan konulardır. Çok ihmal edildiği için, bu konuyu seçmek zorunda kaldım. Duanızı beklerim…

A. Raif Öztürk

Yılmak Yok, Mücadeleye Devam!

Bir proje üzerinde çalışmaktan vazgeçen öğrenciye profesör sorar:

– Evlâdım, Mecnun Leyla’sından vazgeçti mi?

– Hayır hocam.

– Kerem, Aslı’dan usandı mı?

– Hayır.

– Ferhat, dağları delmekten korktu mu? Vazgeçti mi?

– Hayır.

– Edison 2000 küsur denemeden sonra pes etti mi?

– Hayır

– Ya Kocadağlı Ahmet?

Bir süre suskunluktan sonra genç:

– O’nu hiç duymadık ki hocam, deyince profesör son darbeyi vurur.

– Tabii duymazsınız!… Çünkü o senin gibi vazgeçmişti…

..Unutma ki evlâdım; vaz geçenler değil, daima sürekli mücadele verenler kazanırlar ve tarihe geçerler…

  • Bir örnek de manevî hayattan verelim, sonra da önemli konumuza geçelim:

Ehl-i takvâ bir zât temiz elbiselerini giyerek, yatsı namazına camiye gitmek için erkenden yola çıkar. Normal yolda yürürken tökezlenir ve düşer. Üzerinin kirlendiğini fark edince eve döner, ihtiyâten yeniden abdest alarak, diğer temiz elbiselerini giyer ve yine cami yoluna koyulur.

Daha çok dikkat ettiği halde, karanlıkta bir şeye takılıp ikinci kez düşer. Hiç üşenmeden, yine eve giderek aynı şekilde abdest alır, temiz elbise giyerek yine namaza yetişmeye çalışır. Bu sefer de aceleyle yine aynı âkıbete üçüncü defa duçar olur, fakat yine de PES etmez. Yine eve döner ve temiz elbiseler giyerek namaza yetişmek için caminin yolunu tutar.

Aynı kararlılıkla camiye doğru birkaç adım ilerledikten sonra, elinde lâmba ile yolunu aydınlatan bir kişiyle karşılaşır.

“Herhalde benim bu perişan hâlimi evinden gördü ve bana onun için yardım ediyordur” düşüncesiyle, birlikte camiye doğru yürürler.

Lambayla kendisine ışık tutarak yardım eden kişiye, bu jestinden dolayı minnet duyduğu için, “namazı kendisinin kıldırmasını” teklif eder, fakat o kişi şiddetle reddeder.

O zât bu kadar kesin reddin sebebini merak ettiği için, “SEBEBİNİ” sorar. O kişi:

-“..Çünkü, ben ŞEYTANIM” deyince, o ehl- takvâ zât adetâ şok olur.

-“Nasıl olur? Bir şeytan beni camiye yetiştirmek için, niçin yardım etsin ki?” diye sorar. Cevap çok ilginç ve bizlere ulaşacak kadar ibret doludur. Şeytan der:

-“Seni, camiye gitmekten MEN etmek için, her seferinde düşüren bendim. Şimdi sana yardım etmeme gelince: Seni ilk düşürdüğümde “nasılsa bir mazeretim var, üstüm kirlendi” diye düşünüp vazgeçeceğine, senin eve dönüşünden sonraki, camiye gidiş kararlılığın için, Allah senin tüm günahlarını af etti. İkincisinde de “pes edersin” diye düşünmüştüm. Sen yine aynı kararlılığı gösterince, Allah senin tüm aile efradının günahlarını af etti. Üçüncü kararlılığında ise tüm cami cemaatini bağışladı. Bunlar hep benim zararıma oldu. İşte bu nedenle senin namaza yetişmene yardım ediyorum…”

  • Evet dostlarım. Hiçbir zorluk veya engel, bizleri hayırlı işleri yapma kararlığından vaz geçirmemelidir. Her iki örnek de bizlere bu masajı veriyor. Zorluklar ve engeller, genellikle şeytandandır…

Bu konuyu ..Evet, dînî sohbetler ve NUR TERAPİLER güzeldir ve faydalıdır da, bazen de bildiğimiz aynı konular tekrar ediliyor vs. diyerek nazlananlar için ve de çalıştıkları işyerlerinde sürekli aynı temizliği yapanlar, veya monoton ve aynı işi yaptığı için usananlar için seçtim.

  • Bir sandaldaki balıkçının, kürekleri hep ayni hareketlerle çekmesi onu usandırırsa, menziline asla ulaşamaz.
  • Yumuşacık su damlalarının o sert mermeri delmesi, elbette suyun sertliğinden değil, usanmaksızın sürekliliğindendir…

Ömrü Allah yolunda geçmiş olan ihtiyar bir zâta:

“-Efendim, artık yaşlandınız! Ömrünüz hep Allah için hizmet gayretiyle geçti. Lütfen artık kendinizi fazla yormayınız, biraz istirahat ediniz!” denilince o ârif gönüllü zât bu teklife şu hikmetli cevapla mukâbelede bulunmuş:

“-Evlâdım! Bir düşün bakalım. Meselâ siz bir sınava veya önemli bir yarışa katılmış olsaydınız, sınavın bitiş emri de gizli olsa, hedefinize iyice yaklaştığınızda istirahat eder veya hiç yavaşlar mıydınız?”…

  • İnşirah Sûresi, 7. Âyet: “O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş.”…

Yani, yılmak, usanmak, pes etmek yok. Çalışmaya, işe, vb. mücadeleye devam… 

A. Raif Öztürk