Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Marifet

bilim_teknolojiMarifet, insana makamını gösterir,

Gaflet uykusundan bizleri uyandırır.


Doğruyu gösteren marifet bir mercektir,

O hakkı batıldan ayıran bir gerçektir.

 

Sen  marifetle çok net, yolunu görürsün,

Ona sağlam tutunursan imanla ölürsün.

 

İlimlerin padişahı Marifetullahtır,

Eşyayı araştırıp Haliki bulmaktır.

 

Allah seni kâinata bir hulasa yaptı,

Bütün azalarını yerli yerine taktı.

 

O Halik, kâinatı küçültüp  seni yapmış,

İradeni eline vererek hür bırakmış.

 

Düşün güneşi senin için göğe O takmış,

Mumdarlık yapan ay’ı de oraya çakmış.

 

Bu insan bulmalı  hakiki Sahibini,

Mucize olan vücudunun  Banisini.

 

Düşün önüne kim serdi o nimetleri?,

Sonra kalp ile gönülden diz şükürleri.

 

O sana gözler verdi her şeyi göresin,

Sana akıl verdi cennetlere, yükselesin.

 

Buğday tanesi kadar senin dimağına,

kütüphaneleri kim sığdırıyor ona.

 

Mucize duygularını sana kim verdi?

Sonsuz nimetleri önüne kim serdi?

 

Düşün,  incele, acaba kim yaptı bunu,

Marifete sahip ol kullan şuurunu.

 

Ondan sonra sende basiret hasıl olur,

Aklın her şeyin ana sahibini bulur.

 

Bulduktan sonra o başın secdeye eğilir,

Kullukta ilerlersin tâ ki son gün gelir.

 

Abid olan kul insanlığın hakkını verir,

Sonra Allah’ına kavuşma günü gelir.

 

Allah’ı sevindirdiysen tebrikler sana,

Böylece kavuşursun Rabbin rızasına.

 

İnsan ancak onunla mutluluğu bulur,

Böylece hakiki muradına ermiş olur.

 

Sonra sonsuz mutluluklar durur önünde,

Zındandan kurtuluş başlar ölüm gününde.

 

Abdülkadir HAKTANIR

Allahın Varlığını İspat Eden Deliller

Başımızı kaldırıp fen gözlüğü ile feza alemine bakalım! Dünyamızdan 1.300.000 defa daha büyük güneşi bir şeye dayandırmadan, bir şeye bağlamadan hava boşluğunda durduran, ve  güneşe bağlı olan gezegenlerle birlikte her kül burcuna doğru hareket ettiren, O Yüce Kuvvet sahibi olan Allah’tan başka kimin işi olabilir.

Milyarlarca galaksiye milyarlarca yıldızı yükleyen, döndüren, götüren getiren, Yüce Allah’tan başka, bunu kim yapabilir?

Bahsettiğim bütün bu intizamlı vaziyetler, aklını yaradılış istikametinde kullanmak isteyenlere, uyanık olanlara büyük dersler verir. Evet! Bunlar manevi duyguları dumura uğrayanlara ne verebilir ki?!! Bahsettiğim bunlar kalp gözü gürenedir gürene. Köre ne? Çünkü kâinatta mevcut bütün yaratıkların bir yaradılış hikmeti de, insanlara ders vermek için. san’ata bakınca sanatkârı gören içindir, düşünmek içindir, Bütün bu varlıkların sahibini bulmak içindir. Yerinde durmayıp ilerlemek içindir. Allaha itaat lüzumunu hissetmek içindir.

İnsanın asıl vazifesi Allaha sığınıp Ona yalvarmaktan ibarettir.Ya Rab Kudretinle tanzim ettiğin vücudumuzun minimal faaliyetlerini, Ancak Sen takip ediyorsun demeli. Önümüze serdiğin eşsiz sanat eserlerine bakıp gördüğümüz zaman  ibret almak için, Sen bize göz verdin. Mesela: Çiçeği, ağacı, ineği, sineği, ayı, güneşi, ve bunlar gibi daha bir çok mahlukları mucize vari birer sanat olarak  önümüze serdin. Ayeti kerimenle:Allahın yaptığı herhangi eserde, ” Ferciil besare hel tera min futur” (Çevir gözünü bak göre bilecen mi bir çatlak herhangi bir kusur?) (Mülk ayet 3)  bu ayetle Allah bize bakmamızı ve ibret almamızı emreder. Çünkü: sarı samandan yeşil ottan beyaz sütü yapan inek, Profesör yapamaz. Tavuğun yaptığı yumurtayı insan yapamaz, O tavuk kimya mı tahsil etti ki, o güzelim kabuğuyla “pişirirsen aş olur pişirmezsen kuş olur” yumurtanın içi teçhiz edilen harika elementlerle o güzelim yumurtaya kabuğunu   ambalaj yapmasını Allah tavuğa öğretmiş. Yarım kilo bal için 38.000 k.m yol aldıran arıya: Bir taraftan zehir taşıttırıp, diğer taraftan Bal gibi balı yaptıran Allahtan başka kim olabilir.

Ya Rab! “Bize hakkı hak olarak göster ki ona bağlanalım. Batılı batıl olarak göster ki ondan nefret edip kaçma ihtiyacını hissedelim.” Ta insana layık işleri yapmaya çaba gösterelim. İmanımızı göçleştirmek için sebepleri arayıp bulmayı, şartlarına uymayı, kolaylaştır ki, helak olmayalım.

Elinde Kur’an-ı Kerim gibi eşsiz bir kitapla, alemlere rahmet olarak gönderdiğin  Peygamberimiz a.s.m. ın buyurduklarına hiç şüphe etmeden boyun eğip uyalım. Uymaya ihtiyaç duyalım.

Bu nankör insan! Ancak bir sebep olan annesini babasını çok sever. Mahalle muhtarını tanır. Belediye başkanını tanır. Patronunun ismi sorulduğu zaman hiç düşünmeden cevap verir. Başbakanın ismini sorsan, bakanların isimleriyle söyler de. Kendini yoktan var eden Allahın varlığına inanmazsa, Onun sıfatlarını bilmezse, böyle kudreti sonsuz olan bir Yaratıcının varlığına inanıp kabul etmezse? Allahın mucize olarak yarattığı mahlukatını tabiata veya tesadüfe havale ederse. O insan birkaç fakülte bitirse de, insanı insan eden ilimlerden hiç bir şey öğrenmemiş demektir. Yani o ilimlerden nasibini alamamıştır, hakikati görememiştir. Kendini mutlu edecek gerçek sebebi bulamamıştır. Ufak tefek ibadetleri yapmamak için nefis ve şeytanın desiselerine uyup  inkara sapan o kişi Allahın indinde  ancak bir zavallıdır.

Evet kardeşim! Bu gibiler çok acınacak haldedirler Çünkü önünde dimdik dikilen ölüm o insanı rahat bırakamaz. Devamlı korkutur. İçinden ya Müslümanların dediği gibi ölümden sonra tekrar dirilme olursa? Hayatın hesabını vermek gibi bir hadise karşımda durursa? Günahkarları yakmak için cehennem kurulursa halim ne olur. demez mi sanıyorsunuz.

İnkarcıların bu sorulardan kurtulma imkanı yoktur. Akıl ile inkar etmeye çalıştıkları şeyler, vicdanları onları daima azap içinde bırakır.

Asrımızda maddecilik  ve tabiatçılık fikri, eğitim sistemimiz olan okullarımızı etkisi altına almış, insanlara Allah’ı ve Ahireti unutturmak için ve insanları cehennem yolcusu yapmak için çalışmış, bir iki nesli imansız bırakıp, böylece yakıp kavurmuştur. Fakat Allah’ımıza ne kadar şükretsek azdır ki: Mevcut iktidar, bu olumsuz eğitim sistemini kaldırıp, hakikati ortaya serme çabasındadır Elhamdülil-lah. Bu hakikatin en iyisi Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri olan Risale-i nurlarda mevcut. Bunun için:

Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki,her kışın bir baharı, her gecenin bir nehari (gündüzü) olduğu gibi Allah Nurunu tamamlamak maksadı ile, insanları inkardan kurtarmak için bize, Bediüzzaman gibi bir zatı gönderdi. Hapishanede sürgünlerde, yanında Kur’anı Kerimden başka kaynak kitabı olmadığı halde, Risale-i Nur eserleri gibi 14 cilt kitap yazmış. O eserler sayesinde yalınız tahsilsizler değil, entelektüel tabakada, çok Profesörler de imanlarını kurtardılar. Bu eserleri okuyanlar, dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Bu sebepten Saygıdeğer  Başbakanımız Tayyip Erdoğan da bir konuşmasında: “Bediüzzaman Said Nursi olmasa idi Türkiye’miz maneviyatta geri kalırdı.” Dedi. Şimdi bu kitaplar yalnız Türkiye’de değil, dünyanın 60 diline tercüme edilip o milletlerde okuyorlar. Çünkü fen hakim olduğu devirde, nakiller değil ispat konuşur. Bu eserler de 2×2=4 eder derece o ispat vazifesini yapıyorlar.  İmanı  ispat ettikleri için yalınız Müslümanlar değil çeşitli dinlere mensup kişiler de okuyup Müslüman oluyorlar.Elhamdülil-lah.

Evet! Ölümle idam  edilme korkusundan kurtulup, iman hakikatine kavuşmak için her insanı onun aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi, her insan için geçerli olduğu gibi, bilhassa her biri bir şehit torunu olan vatandaşım için daha önemlidir. Çünkü ecdadımız asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yaptığı için, onların torunları olan bu millet bu hususta daha uyanık davranmalı. bu sebepten benim vatandaşım dinine sahip çıkıp yolunu bulması lazım. Aksi taktirde onlar diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalkacaklarını  unutmasınlar.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

İman Esaslarına İnanmanın Faydaları

İnsanı insan eden, onu yoktan var eden Allah’ına, sonra öldükten sonra tekrar dirileceğine, Allahın Meleklerine, Peygamberler vasıtasıyla  gönderdiği Kitaplara, Peygamberlere, Kadere ve Hayır ile şerri yalınız Allah’ın yaratabileceğine inanmasıdır.

Eskiden taklitle de olsa bu İman insanda devam edebiliyordu, fakat bugün o iman cevheri insanda delillerle, önce akılda, sonra akıldan süzülüp kalbe de damlayıp kökleşemiyorsa, bu iman  materyalist felsefe karşısında erimeye mahkûmdur.

İmanı eriyip o cevherden mahrum kalan mahlukatın en şereflisi olan bu insan, meleklerden üstün bir vaziyete çıkabilme şansını kaybetmesi şöyle dursun, vahşi hayvandan da aşağı bir mertebeye düşerek, aşağıların en aşağısı olan cehennem gayyasına düşme belasıyla da karşı karşıya kalabiliyor.

İşte bu sebeptendir ki, en şanslı insan, Allah’ını sıfatlarıyla tanıyıp sağlam bir inanca sahip olabilendir. Çünkü iki cihanda mutlu ve rahat olma yolu bu inançtan geçer. Böyle bir inanca sahip olabilen insanı, en sevindirici haller dahi fazla sevindirmediği gibi, insanı en kahredici, üzücü hallerde imanında şüphesi olmayanı fazla üzmez. Çünkü o edindiği sağlam iman sayesinde, sebepler arkasında, sebepleri yaratana inanır. Şayet ezici haller, hastalıklar onu fazla sıksa; o, bu kötü durum niye beni buldu diyerek şikayet etmez, belki onlara tahammül için, Allah’tan sabır ister. Hatta böyle sağlam bir inanca sahip olan bir Müslüman, bu dünyayı ahiretin ekin tarlası bilip, kızlar çeyiz sandığına herhangi bir şey ilave ederken sevindikleri gibi, o da sevap yaparken,  günah yapmamaya gayret edeceği gibi, Allah tarafından ona verilen hastalık ve dert gibi sıkıntıya sabrederek ahiret azığını artırdığı için sevinir.

Çünkü hanım kızın çeyiz sandığına attığı en kıymetli eşyası, onu yalınız geçici hayatta sevindirdiği için, İmanını marifetle (Allah’ı sıfatlarıyla tanımakla) pekiştirene yetişemez. Çünkü onunkinin ana maksadı sonu olmayan ebedi bir hayatın faydası içindir.

Hatta sağlam imana sahip olan bu kimse için, günahlardan korunabilmek sevap yapmaktan daha ehemmiyetlidir. Çünkü bu zamanda “Terki şer, celbi nef’a racidir” kaidesince,yani: (Şer olanı yapmamak, faydalı şeyleri yapmaktan önce gelir.) Evet günahlardan korunabilmek, ancak sağlam imana sahip olma neticesinde olur. bu imanlı kimse de Allah’ın azabından korktuğu için günahlardan kendini muhafaza edebilir. Artı günahlardan korunma sevabını, hiç zahmetsiz kazanmış olur.

Böylece sağlam imana sahip olup, Allah’ın emirlerini yaşamaya çalışan kimse, dünya hayatını de ötekilerden daha rahat yaşama şansı elde eder.  Çünkü bu efendi âhiret hayatında sonu olmayan bir müddet içerisinde mutlu olma ümidini taşır. Bununla beraber cehennem gibi müthiş bir ateşten kurtulma sevincini de elde edebilir. Bunlara sahip olmak içinde: ümit ile korku arasında yaşamak lazım olduğunu hatırından çıkarmaz.

Evet yukarıda işaret ettiğim gibi, insan, mutluluk âlemlerini kendinde taşıyan İslam atmosferine girmek için , ilk adımını kâinatın yüce yaratıcısını bulup tanımaya ve ona delillerle inanmaya gayret eder. Çünkü,  kafası çalışan, düşünen herkes şu sorulara cevap vermek zorundadır: Yani meyveyi gördü mü akılsız basit toprak, benim ona ihtiyacımı bilemez der,   “Bir iğne ustasız olmaz, bir harf kătipsiz olmaz, bir köy muhtarsız olmazken.” Nasıl olur da koskoca kâinat bu kadar nizam ve intizamıyla hareket ettiği halde onun arkasında Kudret Sahibi bir Allah olmasın de. O mikroskobik ince hesapla yapılan akıl almaz işler kendi kendine olsun.  Onu idare eden yüce bir kuvvet bulunmasın, bunun hiç imkânı var mı der? Akıllı insan bu sorulara olumlu cevap verip sağlam bir imanı  elde ettikten sonra,  inancın şartlarını tamamlama yönünde cesaretle adım atmaya yönelir.

Allah’ın varlığına inandıktan sonra,  öldükten sonra dirilme hadisesi de insan için ehemmiyetçe ikinci derecededir. Her ne kadar imanın altı şartı, biri diğerinden ayrılmaz bir bütünün parçalarıdır; fakat Allah’a ve öldükten sonra dirilmeye sağlam inanmak insan için çok mühimdir. Bunun ehemmiyeti şundan ileri geliyor:

Çünkü insanı en çok aldatan öldükten sonra tekrar dirilmeye inanma hadisesidir. Kafasını çalıştırıp ta düşünmeyenlere göre, kabre konulan o cenaze çürüyüp dağılıp, hormonları, molekül ve hücreleri, atomları nötronları ve protonları ya ot olmuş, veya yılan ve çıyanlara gıda olduktan sonra tekrar dirilmenin, imkânsız görünmesidir.

Öldükten sonra yeniden diriltme hadisesi Allah için hiç de zor olmadığını ispatlamak için deriz ki, başınızı geri çevirip ilk yaradılışınıza bir bakın.

Tıbbın tarif ettikleri incelikleri bir yana,  basit insanların da nazarına karşı net görünen sperma ve zigota denilen pis damlalardan yaratıp, insanı anne karnında 9 ay içerisinde yavaş yavaş inşa edebilen  Allahtan başka kim olabilir? Şimdi şekli şemalı belli olduktan sonra, insanı tekrar kolaylıkla yaratabileceği şüphe götürmez bir gerçektir. İnsan zan ediyor ki: O ölü insan dirilecek; yok kardeşim çürümüş etleri diriltmeye ihtiyaç yok. İnsan ölmüşse onun canı ölmemiştir. Ben çok kuvvetliyim diyenin canı çıktımı onda kuvvet mi var? Ondan sonra onu evde 24 saat tutmazlar, bir çukura koyup üzerine 1 ton toprak atıp teşyiciler mezarlıktan dönerken kendi kendilerine: Ölene hakkında, sen orada dünyada  yaptığını bulacaksın derler . Yani bütün kuvvet candadır.

Boşuna mi Allah Kur’anı Kerimde: “Kulirruhu min emiri Rabbi” buyurmuş; Yani: ( Onlara deki ruh-can benim emrimdedir.) Bu hikmet dünyasında insan gelişmesi için ana karnında 9 ay beklemesi lazım ama. Öbür hayat olan, Kudret dünyasında hiç beklemeden 33 yaşında gibi birer delikanlı  veya sağlam bir bakire olarak meydana çıkılacak, ve tıpış tıpış buradaki hayatımızın hesabını inceden inceye vermek için,  yaptığımız amelimize göre o çok uzun yolu kat edip gideceğiz.

Evet şuurlu insan gözünü açıp bu aleme baktığı zaman her şeyde bir hikmet eseri görecektir.Yaratıkların hiç birinde tesadüf eserine rastlanmadığı gibi, sevki tabi denilen (iç güdü) ile değildir. Çünkü Allahın yaptığı eserlerinde hiç birinde basitlik kabalık göremezsin ki tesadüfen, kendi kendine olmuştur diyesin. Belki her şeyde, atomlardan galaksilere kadar her şey Allahın yaratması neticesinde vücut buldukları gibi, onların sevk ve iradeleri de Allah’ın kudret ve iradesi ile olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.

Vücudumuzun yapılışındaki inceliklere bakıyoruz! onun inşasında kullanılan tuğlalardan, yani hücrelerden tut ta hücrelerin elementleri olan proteinlerin aminoasitlerin, DNA ve RNA moleküllerin ve bunların temel taşları olan atomlarına kadar, her şeyde görülen nizam ve intizam, bize diyor ki bu eser, ancak her şeyi hikmetle yaratan Allahın eseridir.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Bayram Yapalım Gel (Şiir)

Gel, önümüzdeki ki barikatları aşalım,

Hak davamızda beraber durmadan koşalım,

Hakkımız uğruna kardeşlerle destanlaşalım,

Kaybettiklerimizi arayıp bulalım  gel!..

 

Engel teşkil eden tabuları parçalayalım,

Bizim gerçek dost ve düşmanımızı tanıyalım,

Allahın yolunda birleşip beraber koşalım,

Dine âsilerden kurtulduk biz sevinelim gel!..

 

Kur’an okumak yasakları geride bıraktık,

Dinimize engel kanunların çoğunu attık,

Zaruri olan din dersini okullara kattık,

Bunların hepsine hep beraber sevinelim gel!..

 

Birkaç asır İslamiyet yayıldı bu Türkiye’den,

Maneviyat tahripçileri çıktı içimizden,

Bizlere zorla frenk ahlakını empoze eden,

Rabbimiz onları cezalandırsın diyelim gel!..

 

Namuslu bacıları elbisesiz bıraktılar,

İslam ahlakını hanımlardan alıp attılar,

Erkeğe namazda bile takke kodurmadılar,

Zorbalıktan kurtulduğumuza sevinelim gel!..

 

Mü’minlerin va veylaları o fikri def etti,

Müslümanlar zulümlere  senelerce sabretti,

Rabbimiz kötü hellerin çoğunu bizden çekti,

Dinsizlerin mağlup düştüğüne sevinelim gel!..

 

Mabedlerin çoğunu yıkıp ahır yapmıştılar,

Din dersi verilen mektepleri kapamıştılar,

Zikir hanelerin kapılarını  çakmıştılar,

Bunlar bizi ağlatmıştı artık sevinelim gel!..

 

Cumhuriyet onların dinsizliğine yaradı,

Müslümanlık namına ne varsa hep yasaklandı,

Zavallı mü’minler kalbinden gece gün ağladı,

Kardeşim biz yeter ağla”dık, şimdi gülelim gel!..

 

Üstadımıza yirmisekiz sene çektirdiler,

Kendisine on dokuz defa zehirlendirdiler,

İdam ettirmek için mahkemelere sürdüler,

Şimdi kurtulduğuna bizler bayram yapalım  gel!..

 

Allaha şükür o ızdıraplı günleri geçtik,

Hasret olduğumuz İslam’ın zemzemıni içtik,

Rabbin yardımıyla dindar liderler seçebildik,

Kalbi günülden bayram yapmak için koşarak gel!..

 

Şimdi, tenbellik yapma da Nur derslerine sen gel,

Yolunu kaybeden gençleri al dershaneye gel,

Nurlara sahip çıkmak için tüm engelleri del,

Şimdi nimetlere şükretmeye dershaneye gel,

Geceleri ihya edip Allaha bükelim bel!…

 

Abdülkadir Haktanır

ww.NurNet.org

Nur Talebesi Şevkat Kahramanıdır

“Onlar muhabbet fedaisidir.” Risale-i Nur Talebeleri bu hizmet başlayalı beri büyük sıkıntılara ve müşkilatlara ma’ruz kalmışlar, fakat bu onların bir diğer hasletlerini de gün yüzüne çıkarmıştır: Sabır, tahammül ve şükür. Said Nursi’nin bir risalede saydığı ve bu hizmetin lazımı dediği şevk-i mutlak ve şükr-ü mutlak Nur Talebeleri için bir hayat tarzıdır.

Onlar ne olursa olsun başlarına gelen her bela ve musibet karşısında hiç kimseyi suçlamadan kadere teslim olup Cenab-ı Allah’a tevekkül ve sabır içinde şükrederler. Onlar bela, musibet ve hastalıkları günahlarına bir keffaret, nefislerine bir şevkatli sille, gafletten uyanmaları için bir ikaz bilirler ve memnun olurlar. Hakiki kulluğun, sonsuz acz ve fakrını hissetmek olduğunu bilen kadir-şinaslar da Nur Talebelerinin sabır ve şükür mesleğini tam takdir etmektedirler.

İnsanı maneviyatta terakki ettiren en mühim sıfatlardan birisi sadakattir. Bu nokta-i nazardan baktığımızda hakiki Nur Talebeleri sıddıklar zümresine dahildir. Onlar, her zamanda ve her zeminde hedef ve gayelerini unutmadan din-i mübin-i İslam’a nasıl hizmet edeceklerini düşünürler. Bütün hayat safhalarında Rablerinin hoşuna gitmeyecek her halden şiddetle kaçınırlar. Kur’an-ı Kerim’e olan bağlılıklarının kırılmaması için Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyarlar. Biricik rehberleri olan Hz. Muhammed (A.S.V.)’ın peşinden  ayrılmamak için O’nun sünnetine sımsıkı sarılırlar. Onlar devamlı okudukları ve kabul ettikleri Kur’ani, müstakim ve mu’tedil Risale-i Nur’a sadakatsizlik etmekten ürperirler.

Nur Talebeleri iman ve islam hizmetinde kendilerine üstad kabul ettikleri Said Nursi’nin bizzat yaşadığı ve Risale-i Nurlarla çizdiği hizmet düsturlarından ayrılmamayı prensip edinmişlerdir .Böylelikle sadakat ve vefa duygusu bir Nur Talebesinin kalbine silinmeyecek şekilde kazınmıştır ve bu yüzdendir ki Nur Talebelerinin dostluğundan ne bir zarar ne bir vefasızlık gelir. Onların dostluğu ebede giden bitmez ve tükenmez ahiret kardeşliğidir.

Risale-i Nur Talebesini diğerlerinden ayıran taraf mühim bir fark da ilimdir. Zamanının en mühim alimi Bediüzzaman’ın ifadesi şöyledir: “Bir sene bu risaleleri anlayarak ve kabul ederek okuyan bu zamanın hakikatli bir alimi olur.” Okuyan ve anlayan her İslam aliminin tasdik ettiği gibi Risale-i Nur’dan süzülen Marifetullah yani Allah’ı bilmek ve O’nu isimleriyle, sıfatlarıyla tanımak ilmini apaçık, ikna edici bir üslubla ve herkesin anlayabileceği bir tarzda izah eden eşsiz eserlerdir. Risale-i Nurlar baştan aşağıya hususi bir Kur’an ilmini ve iman hikmetini terennüm eden mücevherat hazinesidir. İşte bu sebeple kendi tasını Risale-i Nur’dan doldurmuş her Nur Talebesi Cenab-ı Hakkı esma ve evsafı ile tanır, kainat kitabını mütalaa eder, insan simasındaki Nakkaş-ı Ezeli’nin nakışlarını görür ve Marifetullah’ın semasında seyeran eder. Bununla beraber bu marifet seyyahı karşılaştığı bir dinsizi Risale-i Nur bürhanlarıyla bir saat zarfında ikna eder ve imana getirir yahut karşısındaki münkir muannidse yani inatçıysa ilzam eder ve susturur, kaçacak hiç bir delik bırakmaz.

Nur Talebesi şevkat kahramanıdır. O; kaybolmuş evladını arayan annenin samimiyetiyle imansızlık yangınında yanan gençliğe sahib çıkar. Çünkü O bilir ki bu dalalet ve sefahet yolunun sonu ebedi bir hüsran ve hezimettir. O tertemiz fıtrata sahib her bir çocuğa Sani-i Zülcemalin kıymetdar bir sanat harikası nazarıyla bakar. Bu antikanın kaba demirciler çarşısında zayi olmaması için bütün varlığını seferber eder. Bir sanatın sahibine olan intisabıyla değer kazandığını bilen Nur Talebesi her insanın ancak yaratıcısı olan Allah’a iman ve intisabıyla büyük bir şeref ve kıymet kazandığını bilir. İman ve ubudiyet vasıtasıyla herkesin bu şeref ve kıymeti kazanması uğrunda cehenneme bile razı olan Said Nursi engin şevkatini şöyle dile getiriyor: “Eğer Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül, gülistan olur.”

Netice olarak şunu ifade edelim ki bu hasletler ve vasıflar hakiki ve hakikatdar Risale-i Nur Talebesinde bulunmakla beraber herkeste kabiliyetine göre ve Risale-i Nur’a olan intisabı nisbetinde bulunur. Şu da var ki hakiki Risale-i Nur Talebeleri bu saydığımız özelliklerin dışında Kur’an ahlakından tereşşuh eden daha zikretmediğimiz birçok güzel haslete sahipdir ve harika seciyeyle müzeyyendir.

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.org