Etiket arşivi: amel
Tereddüt De Güzeldir Bazen
“Özgürlüğe yönelen irade boşluğa düşer.” Thomas Mann, Mario ile Sihirbaz’dan.
Taberanî’de nakledildiğine göre; İbn Sa’d es-Saidî (r.a.), Resulullah aleyhissalatu vesselamın şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Müminin niyeti, amelinden daha hayırlıdır. Münafığınsa ameli, niyetinden daha hayırlıdır.” Abdurrahim b. Yahya el-Esved, bu hadisi izah sadedinde der ki: “Müminin ameldeki ihlası amelinden daha hayırlıdır.” Ebu Talib el-Mekkî aynı hadisi şöyle yorumlar: “Niyetler gizlidir ve gizli amellerin sevabı kat kat verilir. (…) Aynı zamanda Allah Teala, bir kula niyeti bahşettiği zaman ihlası da bahşeder ve o kişiyi niyetine gelebilecek afetlerden korur.”
Daha bunlar gibi pek güzel izahlar var. Bir tanesini de ben işitmiştim. Diyordu ki: Mümin, bir amele niyet ettiğinde, niyetinde bir saflık vardır. Ama o niyetle amel ettiğinde, işlediği amel, niyetindeki kadar saf kalmayabilir. Örneğin: Bir insan, tam bir ihlas ile cihada niyet edebilir. Ama cihad ederken yaptığı kahramanlıkların ardından insanların iltifatları karşısında (öz nefsinin beğenisi de dahildir buna) ihlasını aynı saflıkta koruması zordur. Yine mesela: Allah rızası için sadaka vermeye niyet eden adam, niyeti amel oluncaya kadar safiyetini bihakkın koruyabilir. Ama amel ortaya döküldüğünde, şahid olanların kendisine göstereceği teveccüh/iltifat karşısında, riyakâr bir tereddüte düşmesi muhtemeldir.
Bütün bu insanî endişelerin yanısıra, ‘Kusur insanın imzasıdır.’ Yaptığı her amele atar onu. Kendisinin olduğunu belli eder. Bu sebeple; niyetken, hayalken veya tasavvurken sorunsuz olan kimi düşler, sahada tamamen insanî vartalarla kusurlu hale gelebilirler. Sen cihad diye kılıcını sallarken, Allah korusun, belki önüne bir masum denk gelir, haddini bilemezsin, incinir. Yahut sadaka niyetiyle bağışta bulunurken, takındığın kem bir tavır, bir fakirin gönül sarayını incitir. Veyahut namaz kıldığın yer necistir, dikkat etmemişsindir, namazına zarar gelir vesaire.
Bana öyle geliyor ki; mümin, ameli ve niyeti arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsa, oyunu mutlaka niyetinden yana kullanır. Güvenmez yani amellerine. Ucba düşmez. Hadiste kendisine nasihat edildiği şekilde ‘daha hayırlı olanın’ niyet olduğunu bilir. Amelinden niyetine kaçar. Böyle bir bakış sahibinin, zararlı amelini terketmesi kolaydır. “Niyetim iyi idi. Fakat ne de olsa insanım. Belki de yanlış yaptım/yapıyorum” demesi kolaydır. Çünkü söylem ile eylemin, niyet ile amelin birebir ölçüşmediğini, hadis-i şeriften güzelce ders almıştır.
Mümin, elinden ve dilinden insanların emin olduğu insandır. Fakat aynı mümin, diğer bir yönüyle, asla kendisinden ve akıbetinden veya amellerinden emin olmayandır. Ömerî bir tereddüt taşır içinde her zaman. “Bütün insanlar cennete, bir tek kişi cehenneme gidecek olsa, korkarım ki ben olayım!” der. Zaten onu diğerleri için zararsız hale getiren de bu insanî tereddüttür. “Ya ben yanlıştaysam?” sağlıklı endişesidir. Bu endişe, onu, masivaya karşı daha merhametli, Rabbine karşı daha tevbekâr ve hakikate daima aç bir hale getirir.
Buharî’deki meşhur fitne hadisinde bahsedilen ‘koşanı yürüten, yürüyeni durduran, ayakta olanı oturtan, oturanı yatıran, yatanı uyutan… ‘ müminane tereddüt budur. “Hatalı olan ben miyim?” sorgulamasıdır.
Fakat münafıkta, hadisin de altını çizdiği gibi, işler böyle yürümez. Münafık ahlakının bir yanı ikiyüzlülükse, diğer yanı amelini sorgulatmamaktır. Evet, münafık, konuştuğumuz örneklerden hareketle izah edersek, “Elinden ve dilinden emin olunamayan, ama kendisi her işinin doğru olduğundan kesinlikle emin olan…” insandır. Kalbini de amellerini de sorgulatmaz bu yüzden. İyi niyetli olmasının(!) amellerinin iyi olması için yeterli olduğunu düşünür. Temiz kalbine(!) o kadar inanmıştır ki, elinden yanlış işler sudur edebileceğine ihtimal vermez, verdirmez. İhtar edenleri tekdir, hatta tekfir eder. Bakara sûresinde şöyle anlatılır onların bu hali:
“Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. İyi bilin ki, asıl bozguncular kendileridir, fakat farkında değillerdir. ‘Siz de herkesin inandığı gibi inanın’ dendiğinde, ‘O beyinsizler gibi mi inanalım?’ derler. Oysa beyinsizlerin tâ kendisi onlardır, lakin bunu da bilmezler.”
Görüyorsunuz ya, ne kadar açık. Amellerinin sahada sorunlar çıkardığı, bozgunculuk yaptıkları, yanlışta oldukları kendilerine hatırlatıldığında nasıl da daha hayırlı buldukları amellerinin yanında yer alıyorlar! O kadar kendilerinden ve yaptıklarının doğruluğundan emin bir halleri var ki.
“Bakın bütün insanlar sizden farklı bir şekilde düşünüyor. Onların sözlerine kulak verin. Onlar gibi bakın/düşünün/iman edin!” denildiğinde de tepkileri nasıl oluyor? “Yahu acaba biz mi yanlıştayız?” diyeceklerine, farklı düşünenleri aşağılamayı seçiyorlar: “O beyinsizler gibi mi inanalım?”
Halbuki aslında bu ‘seçilmişlik algısıyla’ aptallıklarını ortaya koymuş oluyorlar. Tıpkı ters yönde giden Temel gibi: Radyoda “Bir araba ters yöne girmiş. Otobanı birbirine katıyor!” diye duyduğunda “Kardaşum ne bi tanesu? Ha bunlarun hepisu ters yolda!” diyebiliyorlar. Halbuki Bediüzzaman demiyor mu: “Gayr-i meşru tarik ile bir maksada giden zat, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat.” Bunların da gayrımeşru tarikleri/yolları onları en nihayet hezimete götürüyor.
O yüzden sen sen ol amellerinden emin olma. İnsanî bir tereddüt hep bulunsun yüreğinde. “Ya ben yanlışsam?” de. “Ya ben yanılıyorsam?” Bu Cenab-ı Hakkın bir lütuf olarak kalbimize bıraktığı, bizi insan kılan, kıymetli bir tereddüttür. Empatiyi ve merhameti arttırır muhataplarımıza karşı. İtirafa ve tevbeye kapı açar. O münafıklara ahlakça benzeme ki; küçük bir zümredirler, ama doğru yolda yalnız kendilerini bilirler, kendi doğrularına uymayan herkesi de tıpkı ayette geçtiği şekilde aşağılarlar. “Ümmetim dalalet üzerine birleşmez!” buyuruyor Allah Resulü aleyhissalatuvesselam. Ümmetin adamı ol. Ümmetle birlikte yürü. Sıradanlığın içinde huzuru bulursun. Bu arada, cadde-i kübraya bir tarif arıyorsan, belki son paragrafı tekrar okumalısın.
Ahmet Ay – hicbisey.com
Kabir (Şiir)
Ya da cehennemlerden çukurun bir tanesi
Oraya giren kişi ameliyle baş başa
Kabirde bir haksızlık mümkün değildir hâşâ
Bütün o sevdikleri bırakır tek başına
Kabre konulmak için hiç bakılmaz yaşına
Kimisi amelinden sıkıntılar çekiyor
Salih insanlar ise orada ferahlıyor
Münker ve Nekir gelir sorarlar ahvalini
Ancak Yaradan bilir o mevtanın halini
“Rabbin kimdir?” diyerek ilk soruyu sorarlar
Sonra “Resulün kimdir?” diyerek sorgularlar
Buna benzer sorular gelir arka arkaya
Allah yardım eylesin oradaki mevtaya
Kişi cevap verirse “Ne mutlu sana!” derler
O kişiyi müjdeler ve de tebrik ederler
Cevap vermezse şayet kabir daralır birden
Kemiklerini kırıp sıkıştırır her yerden
Yılan ve akrep dolar o şahsın mezarına
Kimseler kulak vermez onun ah-u zarına
Ameliyle baş başa kalacaktır orada
Kıyamet kopana dek bekler o dar odada
İsrafil’in suruyla mahşer dolup taşacak
Ölen bütün zihayat orada buluşacak
Ya Rabbi kabrimizi “Cennet Bahçesi” eyle!
Dünyada cümlemizi birer Salih kul eyle!
Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR
Niyet denilen “Maya”nın Amel’e etkisi nedir?
Niyet eşyanın mahiyetini değiştirir. Günahı sevaba, sevabı günaha çevirir. Niyet; adî, ama ibadet kastıyla yapılan bir hareketi ibadete; gösteriş için yapılan bir ibadeti de günaha dönüştürür.
“Mesnevî-i Nuriye’de geçen, ‘Nazarla niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalb eder.’ cümlesini açar mısınız? Niyet sevabı günaha, günahı sevaba nasıl çevirir?”
Sizin de aktardığınız gibi, Bedîüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle niyet eşyanın mahiyetini değiştirir. Günahı sevaba, sevabı günaha çevirir. Niyet; adî, ama ibadet kastıyla yapılan bir hareketi ibadete; gösteriş için yapılan bir “görünüşte ibadeti” de günaha dönüştürür. Meselâ, varlıklara sebeplerin yaptığı şeyler niyetiyle bakılırsa cehalet olur; Allah’ın yarattığı şeyler niyetiyle bakılırsa marifet olur, ilim olur, irfan olur; imanı olgunlaştırır.2
Yine meselâ yoldaki taşları Müslüman’ın ayağına takılmasın ve zarar vermesin niyetiyle kenara atmak sevaptır, hayırdır, güzeldir, ibadettir. Bu işi yaparken, dikkat etmesine rağmen sehven birisine zarar verse özür diler, zarar verme kastı ve niyeti olmadığından, günahtan da muaf olur. Yine bu işi yaparken yolun sertleşmesi ve oturması için döşenmiş taşları da sehven ayıklamış ve atmış olsa, bilgi eksikliğinden doğan zararı telâfi eder. Niyetinin sıhhatinden dolayı günahkâr olmaz, sevabında eksilme de olmaz.
Fakat aynı davranışı kötülük yapmak ve zarar vermek niyetiyle yaparsa, yaptığı iş ibadet olmaz, günah bir fiil olur.
Peygamber Efendimiz (asm) bu hususu şu veciz hadisiyle ifade buyurur: “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır. Münafığın ameli ise niyetinden hayırlıdır. Herkes kendi niyetine göre amel işler. Mü’min hayır ve iyilik niyetiyle bir amel işlediğinde kalbinde bir nûr ve feyiz bulur.” 3
Bu hadislerin tefsiri sadedinde Üstad Saîd Nursî Hazretleri, niyetin sıradan âdetleri ve adî davranışları ibadete çeviren pek acîp bir iksir, bir mâye ve bir ruh olduğunu, ölü halleri ibadetle canlandırdığını kaydeder. Bediüzzaman’a göre niyetin ruhu ihlâstır. Öyle ise gerçek kurtuluş ancak ihlâs ile mümkündür. Az bir ömürde, bütün lezzetleriyle ve güzellikleriyle Cennet ancak böyle bir halis niyetle kazanılır. Çünkü niyet ile insan daimî bir şâkir olur, daimî şükredici olur; daimî şükür sevabı kazanır.4
Niyetin mahşerdeki yansımasını Peygamber Efendimizden (asm) dinleyelim:
* “İnsanlar niyetlerine göre diriltilecek ve hesaba çekilecektir.”5
* “İnsanlar niyetlerine göre dirilirler ve haşrolunurlar.”6
* “Kıyamet gününde aleyhinde ilk önce hüküm verilmek üzere, şehit olduğu bilinen bir kimse getirilir. Allah ona olan nimetlerini anlatır. O da mazhar olduğu nimetleri hatırlar. Allah:
“Ne amel işledin?” diye sorar. Adam:
“Allah’ım, Senin yolunda cihad ettim ve nihayet senin için şehid düştüm.” der. Allah:
“Yalan söyledin. Sen cesaretlidir desinler diye savaştın. Senin için öyle de denilmiştir.” buyurur ve ameli kabul görmez.
Sonra ilim öğrenmiş, öğrendiğini başkasına öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kimse getirilir. Allah ona da nimetlerini hatırlatır, o da itiraf eder. Sonra Allah ona:
“Ne amel işledin?” diye sorar. O da:
“Allah’ım, Senin rızan için ilim öğrendim. Onu başkalarına öğrettim. Senin için Kur’ân okudum.” der. Allah:
“Yalan söyledin. Sen âlim denilmek için ilim öğrendin. Ne güzel okuyor desinler diye Kur’ân okudun. Hakikaten senin hakkında bunlar da söylendi.” buyurur ve amelini kabul etmez.
Sonra Allah’ın kendisine her çeşit maldan bolca verdiği bir kimse getirilir. Allah ona nimetlerini hatırlatır. O da hatırlar. Sonra Allah ona:
“Ne amel işledin?” der. Adam:
“Allah’ım, verilmesini istediğin yerlere senin rızan için bolca verdim.” der. Allah:
“Yalan söyledin. Benim için vermedin. Ne cömert bir kimsedir desinler diye verdin. Nitekim hakkında böyle de denilmiştir.” buyurur da amelini kabul etmez.7
Süleyman KÖSMENE
Dipnotlar:
1- Buhârî, 1,50; Müslim, İmâre, 155; Riyâzu’s-Sâlihîn, 1; Câmiü’s-Sağîr, 1/1
2- Mesnevî-i Nûriye, s. 45
3- Câmiü’s-Sağîr,4/3810
4- Mesnevî-i Nûriye, s. 61
5- Câmiü’s-Sağîr, 1436
6- Câmiü’s-Sağîr, 3890
7- Müslim, İmâre, 152
Dünya Ahiretin Mezraasıdır.
Günümüz insanı aslında çok şanslı fakat bu şansını çoğu zaman boş işlerde kullanır. Ahretini çok basit amelleri yaparak belki kazanabilir. Fakat onu yapamıyor. Bazen saatlerce televizyonun karşısında bazen saatlerce kumar masasında, bazen saatlerce topun arkasında bazen de bilgisayarın karşısında geçirir.
Günler geçer, haftalar ,aylar, yıllar geçer ahireti düşünmez. Bir gün bakar ki ahir ömrü gelmiş. Artık ne ayak, ne el ne de vücudun diğer azaları artık tutmaz olur.
Daha gencim yaşlanınca ibadet ederim. Yaşlanınca hacca giderim diyerek-sanki yarına kadar kalacağına dair senedi var-diye kendini avutur. Bir bakmışsınız ki ölüm meleği onu yakalar.
Artık çok geçtir. Dünyadaki hiçbir mal, dost, arkadaş, çoluk, çocuk kar etmez. Hayırlar ve şerler sayılmaya başlanır. Böyle bir adamın durumunu yıllar önce okuduğum bir hikâye çok güzel anlatır.
Adamın biri, genç yaşta ölüvermiş. Yakınları, onu en kısa yoldan mezara koyduktan sonra, arkalarına bile bakmadan uzaklaşmışlar. Biraz sonra iki melek görünmüş ve hoş mu yoksa boş mu geldiğini anlamak için adamı sorgulamaya başlamışlar.
Meleklerden biri:
—Bundan sonraki durumun, vereceğin cevaplara bağlı, demiş. Hazırsan başlıyoruz. Adam, televizyondaki yarışma programlarına hiç katılmamış olmasına rağmen onları ekran başında takip ediyor ve soruları gayet güzel cevaplıyormuş. Bu yüzden de eminmiş kendisinden. Önce ”Rabbin kim?”, ”Dinin ne?” ve ”Kitabın hangisi?” gibi klasik sorular sorulmuş. Aşırı heyecandan olacak ki, adam kem küm bir şeyler gevelemiş.
Diğer melek:
—Pek olmadı ama her neyse, demiş. Hüküm elbette ki Rabbimizindir. Melekler, kısa bir ara verdikten sonra:
—İkinci grup sorulara geçiyoruz, demişler. Buna kültür soruları diyebilirsin. Adam, meleklerin dünya ile alâkalı sorularını bu sefer tıkır tıkır cevaplamış. Hem de çok fazlasıyla ve bin türlü ilaveyle.
Melekler, soru faslı bittiğinde:
—Senden önce sorguladığımız bir genç, ikinci grup soruların hiç birini bilemedi, demişler. O şeylerden haberi bile yoktu.
Adam:
—Herhalde bu yüzden cezalandırıldı, diye atılmış. Öyle değil mi?
Melekler, birbirine bakıp gülümseyerek:
—Hayır, demişler. O soruları bilemediği için Cennet’e gitti.
Adam, inanmamış duyduklarına. Ama işin ciddi olduğunu fark edince:
—Bilenlerle bilmeyenler bir olmaz deniyordu, demiş. Her sorulan soruyu bilmedim mi?
Melekler:
—Elbette ki bildin, demişler. Dünyada kaç çeşit kumar olduğunu ve nasıl oynandığını, içkilerin tat olarak neye benzediğini, hangi mankenin hangi sanatçı ile gezip, kaç gün sonra ayrıldığını, televizyonlarda hangi dizilerin oynadığını, hortumlama yollarını, faiz ve repo oranlarını falan yani. Kabirde makbul olan, bunları bilmemektir. Biz gidiyoruz; sana kolay gelsin.
Evet bazen boş işlerle uğraşmak ve boş şeyleri bilmek bir yarar değil zarardır. Sırat köprüsünden geçecek olan insan için bir ağırlıktır. Onun için kullandığımız zamanın ve bildiğimiz şeylerin hesabını vereceğimize bilmeli ve öyle yaşamalıyız.
Hamit DERMAN