Etiket arşivi: Ayhan Küflüoğlu

Deterministik bir evrende Allahu Teâlâ ne iş yapar!?

Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatıkapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî Bilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Geçen haftaki Âlem-i Şehadet (Zahir / Somut / Mülk / Maddî / Fizik / Afak / Dünya / Kuvvet – Enerji) ve Âlem-i Gayb (Batın / Soyut / Melekût / Manevî / Metafizik / Enfüs / Ahiret / İlim – İrade – Kudret) ilişki, etkileşim ve ayrımı ve nerede başlayıp, nerede bittikleri konusuna ara verip; bu hafta şu sorunun cevabını aramaya çalışacağız:

Deterministik bir evrende Allahu Teâlâ ne iş yapar!? (*)

İlliyet ve nedenselliğin hâkim olduğu; yani herşeyin varlık ve devam ve çalışma sebebi, diğer sebep ve mekanizmalarla nedensellenip, açıklanabildiği ve nasıllanıp, tasvir edilebildiği böyle bir evrende Rabbimiz ne iş yapıyordur!?

Bilim’in iddia ettiği gibi; gerçekten, herşeyi başka nedenlere dayayarak nedensellediğimize ve nasıl işlediğini tasvir ederek açıkladığımıza inanıyorsak; böyle bir evren Rabbimiz’e hangi konuda muhtaçtır veya muhtaç mıdır acaba!? Peki böyle bir evrende “iman”a nasıl yer açacağız!? Maddenin perdesini aralayıp, Rabbimiz’e nasıl delil bulacağız!?

Kütle kazanımı Higgs’e; yerçekimi kütleye; yağmur, suyun buharlaşması vs. mekanizmalara; yaşam ve türler, evrim – elenme – adaptasyon – mutasyona; elhasıl herşeyi başka nedenlere verince Allahu Teâlâ’ya neyi vereceğiz!?

Rabbimiz bu kâinat makinasını ve yasalarını kurmuş, herşey bu mekanizma ve kurallar gereği otomatik olarak kendi kendine işliyor”dan fazla verecek bir cevabımız var mı!? Bunu geçtik, bu cevabın doğruluğuna herhangi bir delil – gözlemimiz var mı!? Yani bu sözümüz kâinatta karşılığı olan “bilgi” temelli bir söz mü, yoksa “inanç ve iddia” temelli bir ezberi mi tekrarlıyoruz sadece!?

Rabbim affetsin; ama Bilimsel Bilim’in kurguladığı evren modelinde (güya!) Rabbimiz’e ihtiyaç kalmamakta, âtıl kalmakta! Rabbimiz hakkında bu soruların nezih ve zarif olmadığının farkındayım ama konuyu daha kibar ve veciz özetleyen ve bizi sarsıp, şok edici; okuyanı kendine getirici başka bir üslûp ve ifade biçimi bulamadım!

Bu tür sorulara muhatap olan kişilerde; kâinatta iman’a yer açmak, böylelikle itikadını muhafaza etmek için; Rabbimiz’in bu kâinatla münasebet / ilişkisi, elektriğin bilgisayarla ilişki ve etkileşimine benzetilip; bu metafordan, Rabbimiz’in kâinattaki varlık, nesne ve işleyişin temel ve ana sebebi olduğu söyleniyor. Söyleniyor ama bu sözün altı doldurulmuyor; bu cümleyle ne demek istendiği bence söyleyen için bile açık değil! Soruya muhatap olanın, itikadını, deterministik evrenle tutarlı hâle getirmek ve böylece imanını muhafaza etmek için; ezbere söylediği, klişe bir söz bu! “Bilgi” temelinden yoksun; kâinata tespit edilip, delil – ispatlarla sabitlenmemiş, yani “inanç” bazında bir iddia olarak kalıyor bu! Yani bu sözün mantıkî ve rasyonel ve ilmî temelleri ve fizik – kimya içerisinde neye tekabül ettiği belli değil!

Örneğin: “Herşeyin bir nedeni var. Mes’elâ elma ağaçtan, ağaç topraktan, toprak kayaların ufalanmasından (kayaların ufalanması da ısı, basınç, nem vs.’den) meydana geliyor! Elmanın oluşumu ve başka şeylerin hangi nedenle ve nasıl oluşabildiğini Bilimsel Bilim zaten tasvir edip, mekanizmasını açıklamış! Sen ise bu elmanın Allah’ın eseri, in’âmı, ni’meti, rızkı olduğunu söylüyorsun; bir de elmayı Rabbinin terkip, inşa ve icad ettiğini söylüyorsun! Buna delilin nedir!? Elmayı ağaç, tabiât, sebep, mekanizmalar değil de Allahü Teâlâ’nın yaptığına ve sana gönderdiğine delilin nedir!? Bilim’in gösterdiği sebeplerin yaptığı ve yapabileceği elmayı, hangi mantıkî veya ilmî gerekçeyle, neden ve niçin Allah’a bağlıyorsun!? Yaptığın veya okuduğun hangi gözlem sonucu bu neticeye ulaştın!? Allah varsa bile bu işlere bakmıyor; mekanizmayı kurmuş, evrende işler tıkır tıkır işliyor; yani bu evrendeki herşey madde–enerjinin üretimi, dönüşümü; Allah’ın değil!” Sorusuna, çoğumuzun doyurucu ve karşımızdakini ikna edici bir cevabımız yok!

“İşte saydığın bütün bu şeyleri o nedenleri kullanarak zaten Allah yapıyor” gibilerinden bir sürü ezber ve hamasî cevaplarımız var muhakkak! İyi de benim de sorum bu işte: Allahu Teâlâ’nın bu nedenleri kullanarak, bu işleri yaptığını nereden biliyorsun!? Yani bu nedensel bağlantılar arasında Allah’ın rolü nedir!? Mevcut Bilim bize öyle bir evren senaryosu çiziyor ki, bu senaryoda Rabbimiz dahil değil! Bilim’in kurguladığı senaryoda Rabbimiz’e hiçbir iş, verilmesi gereken bir rol, müdahil olması gereken birşey kalmıyor!

Burada konu dışı bir not düşmek gerekiyor: Rabbimiz’in eşya ve işleyişiyle münasebeti konusunda, maâlesef Risale okuyan bizlerin de kafası karışık! “Kâinatın varlık ve devam ve işleyişi için, O’na muhtaç ve mecbur olduğunu göster! Bilim’in gösterdiği hangi neden ve sebep ve mekanizma yeterli gelmedi de; ‘şu işin şurasında Allah devreye girmeli ve giriyor’ diye iddia ediyorsun!?” sorusuna net ve açık bir cevabımız yok! Cevabımız yok, çünkü okuduğumuz Risaleler’i, diğer okuduğumuz veya uzmanı olduğumuz fizik, kimya gibi bilimlere bağlamamışız! Çünkü Risaleler’i beynimizdeki “din” klasörüne atmışız; fizik – kimyayı da “bilim / bilimsel bilim” klasörüne kaydetmişiz! Büyük ihtimâl kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de çoğumuz için “din kitabı” kategorisinde; “hayat ve yaşam kitabı” kategorisinde değil yani! “İslâmiyet”i de büyük ihtimâl sadece “Din Dersi”nde anlatılması gereken; hayatımızın diğer kısımlarına dokunmayan, diğer derslerden ve hayattan kopuk düşünüyoruz! Herhâlde Üstad’ın Medresetüz Zehra Projesini de; Anadolu Fen İmamhatip Okullarının, üniversite versiyonu gibi birşey zannediyoruz! Neyse asıl konumuz bu değil.

İşte Bedi’üzzaman Hazretleri’nin Risale-i Nur’la yaptığı en büyük devrim bence; Rabbimiz’in sadece metafizik, felsefe, ilâhiyyatın konusu olmadığını gösterip; aynı zamanda fizik, kimya, biyoloji, astronomi, coğrafya gibi deney – gözleme dayalı b/ilimlerin de konusu olduğunu göstermesidir! Yani eşyanın varlık ve işleyiş ve kendi arasındaki etkileşiminde; O’nun varlık ve fiil, tecelli ve etkileri olmadan; salt madde – enerji determinizm / illiyet ilişki – etkileşimleriyle hiçbirşeyin varlık ve devam ve işlemesinin açıklanamayacağı ve nedensellenemeyeceği ve tasvir edilip, nasıllanamayacağı gerçeğidir! (Da Vinci’siz Mona Lisa’nın nasıl ve hangi nedenlerle meydana geldiği boya, fırça, tuval ve bir takım enerjilerle hareket eden fırçalar ile ne kadar tasvir ve nedensellenebilirse o kadar!)

Böylece “ışık olmadan eşyayı göremem” veya “kulağım olmadan sesleri işitemem” veya “yeryüzündeki gündüzün kaynağı ve ısı – ışığın nedeni Güneş’tir” demek gibi; “Allahu Teâlâ olmadan ve ilim – irade – kudret eliyle eşyayı çekip çevirmeden; eşya kendi acziyetiyle, bu şeyleri yapamaz”ın farkına vardırmasıdır! Yani asıl neden, esas sebep, tek fail, biricik müessir, ikincisi olmayan yekta kuvvet / etki sahibinin sadece O olduğunu göstermesidir! Üstelik bu gerçeği; sadece duyularına tâbi olan, yani aklı gözünde olan insanlara da gösterebilmesidir! Yani bu gerçeği görmek ve farketmek için kâlp gözü, vicdan, sezgi, ilham, basiret – firaset gibi ek duyulara veya mikroskop – teleskop gibi yardımcı araç veya uzmanlık alanlarına ihtiyaç ve zorunluluk olmadan; sadece çıplak baş gözümüze bile bunu göstermeyi başarmasıdır!…

Burada, geçen haftalarda da tekrar ettiğimiz bir konuyu hatırlamamızda yarar var, şöyle ki: Kâinattan elde ettiğimiz ve edeceğimiz bilgiler sor(g)ularımızdan bağımsız değildir; yani neyi ararsak, onu buluruz mes’elesi. Evet, evrende bulduğumuz ve bulacağımız şeyler, aradıklarımızdan bağımsız değildir. Yani eşyaya bakarken sorduğumuz sorular, aradığımız şeyler ve deney – gözlem araçlarımız; farkedip, bulacağımız cevapları da belirliyor.

İşte geçen haftaki yazılarımızı; “Bilimsel Bilim’in yerine ‘İslâmî Bilim’i niçin ve neden tercih etmeliyiz veya tercih etmek zorundayız? Mevcut Bilim’e alternatif olduğunu iddia ettiğiniz bu yeni B/İlim Anlayışının farkı ve üstünlüğü nedir?” sorusunun cevabını arama niyetiyle okursak; yazılarda, bu sorunun kadraj ve kamera açısına giren cümle ve anlamlar netleşip, koyulaşır; diğer anlamlar odak noktasından çıkıp, bulanıklaşmaya başlar. Yazılardan hafızamızda kalacak olanlar da, işte zihin kameramızın zum ve objektif alanına giren bu alanlar olacaktır.

İşte zihin ve niyet kameralarımızın sayısını arttırdığımızda, bunların bir de açı ve yüksekliklerini çeşitlendirdiğimizde yazılarda şu nokta belirginleşmeye başlayacaktır: Herhangi bir düşünsel sistem içerisinde, mes’elâ Bilimsel veya Felsefî Yöntem ve dizge içerisinde ortaya çıkan bir problem ve soru; başka bir sistem içerisinde, mes’elâ Vahyî Yöntem içerisinde belki hiç karşılaşılmayacak bir problemdir. Dahası: Bir metodun, kendi kavram ve yöntemlerinin sonucu olarak doğan; yani yönteminin zorunlu sonucu olarak karşılaştığı problem ve soru(n)ları; Vahyî Yöntem ve enstrüman – kavramlarla cevaplamaya çalışmak doğru değildir. Çünkü problem, Nübüvvet / Vahiy Sisteminden doğmamış ki, o yöntem içerisinden cevap vermek zorunda olalım veya çözüm üretebilelim.

Demek istediğim: Bilimsel Yöntem veya Felsefî Düşünce Sistemi’nin kendi dar ve sınırlı kalıpları içerisinde cevaplamaktan aciz kaldığı veya cevabının doğrulama – yanlışlama ve sağlama’sından aciz kaldığı sorular; gene kendi düşünce sistem ve metodundan kaynaklanmakta olup; kendi yöntem ve kavramlarından kaynaklanan bu problemlere, gene o sistem içinde kalınarak veya başka sistemlerden devşirme usulüyle, eklektik / demonte çözümler bulunamaz. Çünkü parçası olduğu kendi sistemi içerisinde fonksiyonel olan bir çözüm veya uygulama, başka sistem içerisinde işlevini kaybeder; hatta çözüm yerine, ithâl edildiği sistem içerisinde yeni problemler üretip, zarar verebilir. Bir nevi doku uyuşmazlığı gibi.

Peki çözüm için ne yapmalı? Başa dönüp, sistem tekrar check ve revize edilmeli; belki paradigma değişimiyle, sistem tamamen terkedilmeli. Örneğin: Bilimsel Yöntem ve Kavramlarına bağlı kalındığı müddetçe “Rabbimiz, ahiret, melekler veya meleklerin eşya üzerindeki fonksiyonları veya ahiretin madde üzerindeki yansımaları” gibi konuların gözlem – delil – ispatı mümkün değil veya sınırlı ve yerin altından tünel açmak gibi zor (30. Söz 1. Maksad’taki temsile bakınız: http://www.erisale.com/#content.tr.1.738). Fakat İslâmî Bilim’in kendi yöntem, tanım ve kavramlarıyla bu mümkün ve gösterilebilir ve Risaleler’de zaten gösterilmiş. Yani kâinattaki hazineleri açacak anahtar, dilini tercüme edecek sözlük, şifresini çözecek kodlar önümüzde!

Yani mevcut Bilim teknoloji ve keşifleriyle insanlığı kısa bir zamanda belki 200 – 300 yıl ileriye götürdü ama kapatıp – göstermedikleri veya amaç – yöntem – tanımı icabı keşfedemedikleriyle de; bizi zekâ veya bilgi seviyesi soyut şeyleri ve manevî değerleri anlayamayacak binler sene önceki mağara insanlığına geri götürdü!

Evet çözüm mevcut bilim’de değil, zaten sorunun kaynağı kendisi! “Bilim” dediğimiz şey, “bilimsellik” dediğimiz yöntem; nötr ve tarafsız, evrensel ve objektif değil; daha doğrusu doğrudan taraf değil! Çünkü birşeyi “ya Yaratıcı ve Rabbi, faili ve ustası var(mış)” gibi inceler ve ifade ederiz veya “yok(muş)” gibi. Yani bu konunun ortası, tarafsız kalınacak objektif ve nesnel bir noktası yok.

Bu konuda gözlem yapıp, delil toplamak için, var – yok arası eşit uzaklıkta orta veya dış ölçüm ve yorum noktası ve a’rafta kalınabilecek tarafsız nötr ve yüksüz bölgesi olmadığı için ve zaten Bilimsel Bilim de taraf olarak “Allah var(mış)”ı kabul etmediği, hatta reddettiği için; mecburî istikamet “Allah yok(muş)” gibi ifadeler kullanır ve gözlem – ölçümlerini de öyle tasvir ve ifade eder! Yani gözlemlerinde sadece yatay sebep – sonuç ilişki / etkileşimlerine yakın çekim, zum yaparak; ateist ve materyalist, natüralist ve determinist odaklı bir dünyanın filmini çeker!

Sonra bu kurgu ve senaryoya göre; “yaratma” yerine “oluşma”; “Allah irade eder ve yapar” yerine “tesadüfen, rastgele oldu / oluyor”; “sevk-i İlâhî” yerine “içgüdü / sevki tabiî” gibi öznesiz ve failsiz [yani eşyanın varlık ve çalışma ve birşeylere sebep olmasında Allahu Teâlâ yokmuş; varsa bile O müdahale etmeden, zaten O’na ihtiyaç ve zaruret olmadan da işler yürüyebilir ve yürüyormuş gibi] kendi yöntem (Bilimsel Yöntem) ve kavramlarını (Bilimsel Kavram) kullanır! Üstelik, kâinattan keserek montajladığı ve senaryosunu yazarak, seslendirmesini de yaptığı bu “yapay animasyon”un gerçekliğine herkesin inanmasını dikte eder! Üstelik bunu; “Bilimsel Bilim’in objektif ve nesnel, inançtan tarafsız ve bağımsız olduğu” yalanıyla; bu şırıngayla zihinlere enjekte, bu ambalajla ilka ve telkin eder!

Bilimsel İfadeler’de saklı buna benzer Subliminâl Mesaj ve Gizli İknâ örnekleri, Birden çok Anlamlı Virütik Mesajlar; hemen hemen her ifadelerinde vardır; bazı örnekler için: http://www.metabilgi.org/hurafeornekleri/ linkine bakılabilir. Bu tür, yani şuurumuzun farkına varmadığı için, şuurumuz ve irademizce filtrelenmeyip, sorgulanmadan direkt bilinç ve bilinçaltımıza buyur ve kabul ettiğimiz derin ve gizli ve fısıltılı alt mesajları farkedip, korunmak ve içimizdekileri temizlemek için henüz antivirüs ve aşı ve tedavi programlarımız gelişmemiş! Bu tür parazitli, kirli mesajların tekrar ve telkini; bizde, bu mesajların doğruluğuna delilsiz – ispatsız inanma sürecini başlatır ve derinleştirir! Sinsice yayılan bu tür Yanlış Bilgi Virüsleri kendisini içimizde zihin ve kâlp klasörümüze, oradan tüm davranış kodlarımıza kopyalar; bizi ve tüm davranışlarımızı ele geçirir! Sonraki aşamada; “cami – namazda” ve “çarşı – namaz dışında” olmak üzere, çift değerli davranış ve algılayış kodlarıyla çalışan parttime müslümanlık dönemi başlar!

İleride lâzım olacak, bu noktaları zihnimizde tutarak konumuza devam edelim. Yani Bilim, önünde gördüğü masaya bakarak; “ben bunun; marangoz ve ustasını, fail ve öznesini denklem ve teorilerime dahil etmeden; nasıl nedenseller ve tasvir edip, açıklayabilirim?” sorusunun cevabı peşindedir! Üstelik Bilim; “kâinatta Allah’ın varlık ve icraatını gösteren ve ispat eden bir delil ve gözlemim yok! Bilâkis herşeyi O olmadan ve O’na ihtiyaç ve mantıkî zarurette duymadan, çok daha iyi tasvir ve nedenselleyebiliyorum!” iddiasındadır. Yani Bilimsel Yöntem ve ürünü olan Bilim; “Rabbimiz’in olmadığının, olsa bile kâinattaki bu işleyişte etki ve fonksiyonu olmadığının; zaten buna ihtiyaç ve zarurette bulunmadığının” delil – ispatı peşinde! Başta inandıkları veya doğru varsaydıkları “yok(muş)” olduğu için; ister istemez bütün gözlem – ölçümleri ve bunların Bilimsel İfadeleri; bu başlangıçtaki öninancın delil – ispatı olarak iş görüyor!

Bilimsel Makale ve yayınlarda; madde ve işleyişi için “madde – enerjinin dönüşüm ve hareketleriyle açıklanabilen deterministik bir kâinatta, Allahu Teâlâ gibi ek bir sebep ve neden, fail ve özneye ihtiyaç ve zaruret yok” hurafesi, sanki doğruluğu ispatlanmış ve tartışılmaz bir tezmiş gibi kâinat tasvirleri yapılır! Rabbimiz’i hatırlatan veya çağrıştıran, hatta ihtimâl dahiline alan en küçük bir kelime ve cümleye müsaade edilmez! Bilimsel Yöntem ve Yayın Kurallarının dayattığı bu otosansür mekanizmasıyla, hayâlde rafine bir ateist ve materyalist dünya inşa edilerek; okuyucunun bilinçaltı / bilinçdışı veya şuursuz bilincine, “bu sahte ve kurgusal gerçekliğe inanması, çünkü Bilim’in evrendeki varlık ve işleyişin birebir tasvir ve modelleme ve açıklamasını yaptığı” mesaj / komutu gönderilir!

Elhasıl ateist ve materyalist, determinist ve natüralist yanlış tarafı seçmesinden de anlaşılacağı gibi: Bilim’in aradığı “Allah” değil! Bilâkis “bilim(sellik)”in amaç, yöntem ve tanımı nedeniyle, özellikle olayları Rabbimiz’e bağlamaktan (tabir-i caizse; O’na en küçük bir rol vermekten bile) kaçınır! Bilim’in yola çıkarken, başlangıçtaki amaç ve niyeti bu olduğu için; mantıken ve zorunlu olarak “Allahu Teâlâ’nın olmadığı, olsa bile O’ndan bağımsız (yani kâinatın varlık ve devam ve işleyişinde O’na ihtiyaç ve zaruret duymayan) bir kâinat nasıl mümkün olabilir?” sorusunun cevabı peşinde! Bunun tasvir ve açıklama, nedenselleme ve ispatına çalışıyor!

Bu yetmezmiş gibi, bir de; sanki evrenin Rabbimiz’e ihtiyacı olmadığı delillendirilip, ispatlanmışta artık evrenin bunu nasıl başardığı araştırılıyormuş gibi; failsiz ve öznesiz Bilimsel İfadeler inşa eder! Bilimsel Yöntem bu hâliyle; aslında ateizm ve materyalizm, natüralizm ve determinizmin teori ve pratiğini yapıyor! Bu sebepten mevcut Bilim ve Bilimsel Yönteminin yolu ve amacı Rabbimiz’e giden yol üzerinde değil! Üstelik O’na giden yolları bile bozup, köreltiyor!

Elhasıl mevcut Bilim yanlış sorunun cevabı, yanlış iddianın ispatı peşinde! Yazının başında dediğimiz gibi; yanlış sorunun, doğru cevabı olmaz ve bulduğumuz cevaplar, sorduğumuz sorulardan bağımsız değildir! Çünkü neyi ararsak, onu buluruz; yani bulduklarımız da aradıklarımızdan bağımsız değildir. Bu sebepten önce yanlış olan soru düzeltilmeli, problem doğru olarak ifade edilmeli; ancak ondan sonra çözüm / doğru çözüme gidilebilir. Kâinatı gözlem ve ölçümlerimizde av ve keşif aletimiz olan “soru” ve kullandığımız “yöntem” ve “kavram / ayrımlar”; filtre ve ağımızın aralıklarını belirler. Aletlerimizi morötesi ışınları farkedip, bulacak şekilde ayarlamışsak; kızılötesi ışınları görmeyeceğiz demektir. Elinde çekiç olanın, her şeyi çivi olarak görmesine benziyor bu veya tüfeği bilmeyen yerlinin, ormanda tokmak veya değnek ararken, yerde bulduğu tüfeği bu aradığı iş için çok uygun olduğunu görmesine benziyor.

Bilim: “Madde ve işleyişini açıklamak ve nedensellemek için, kâinatta gösterdiğim bu fırça, tuval, boya ve bunların enerji ve hareketleri gibi madde – sebep – süreç – mekanizmalar yeterli; ayrıca ilim – irade – kudretiyle resmin hem her yerinde, hem de hiçbir yerinde olan (yani resimdeki zaman ve mekân sınırlarından münezzeh; yani metaresim, metafizik, doğaüstü) bir fail ve özne, usta ve ressam olduğunu varsaymak veya varlığını kabul etmek zorunda değilim” gibi gizli – açık mesaj ve ima ve ihsaslarla; “kâinatın varlık ve işleyişinde, her ân ve kesintisiz kendisine muhtaç ve ba(ğım)lı olduğu Allahu Teâlâ”yı kabul etmez, üstelik bunu gereksiz ve spekülâtif sayarak reddeder; yani hipotez bazında bile buna ihtimâl vermez, araştırmaya değer bulmaz! Elhasıl kâinattaki zengin veri ve bilgi çeşidinin, Bilimsel Bilgi ve Bilimsel Bilim’e indirgenip, daraltılması; ufkumuzu daraltıyor!…

Bu Bilim’e göre; “eskiden insanlar sebebini bil(e)medikleri tabiat olaylarını Yer Tanrısı, Gök Tanrısına veriyorlardı; sonra Bilim gelişip, herşeyin sebep – sonucu çözüldükçe, Tek Tanrılı İnançlara evrildiler ama ileride Bilim’in ışığı bu bilinmeyenleri de aydınlattıkça İlk Sebep Tanrısına atıf ve inanma için de mantıkî gerekçe veya zorunluluk kalmayacak!…” gibilerinden küçümseyici ifadelerle; müslüman olan bizleri güya çaktırmadan ilkel ve geri kalmış, imanları cehalet ve bilinmezlikten beslenen diye hakaret eder! Çünkü mevcut Bilim’in zihninde yonttuğu tanrı; Boşlukların Tanrısıdır! (Yani Bilim’in de bir teolojisi ve Tanrı tanımı var!)

Burada bir açıklama ihtiyacı doğdu. “Neden – sonuç / illiyet ve determinizmin hâkim ve genel-geçer olduğu bir evrende, Rabbimiz’in ‘rol ve fonksiyonu’ nedir?” soru ve cevabında biz; nisbeten basit nedensellik örneği olan “bilardo topları ve ıstaka” ilişki – etkileşiminden bahsetmiyoruz! Çünkü eğer masadaki topların hareketi, herhangi bir kanun nizama uymayan ve sürekliliği olmayan ve öngörülemeyen tesadüfî çarpışma ve hareketler olsaydı, zaten mevcut Bilimi de yapamazdık. Çünkü genelleyip, bağlayabileceğimiz bir düzen ve istikrar ve kanunlar olmazdı! O zaman ıstakaların tesadüf rüzgârlarıyla toplara tesadüfen vurabileceği ve vurduğunu ihtimâl alanına dahil ederdik ve araştırmalarımızı bu yönde derinleştirir, buna deliller arar, bunu ispatlamaya çalışırdık! (Yani “tesadüf”te delil – ispat sürecinden geçmesi gereken bir tez, bir inanç!) Fakat böyle bir evrende denge, ölçü ve düzen, bilinç ve yaşam da olmazdı; faraza olsaydı bile devam etmez, hemen silinirdi!

Çünkü dediğimiz gibi Bilim yapmayı sağlayan şey evrendeki bu istikrar ve genel-geçerliliktir. İstikrar ve ölçülü bir süreç veya nesnenin, istikrar ve denge nedeni ise, sistem ve sürecin kendi içerisinde aranmaz. Sürece dahil olmadığından sürecin dezavantajlarından etkilenmeyen, süreçdışı faktörler araştırılır! Süreci sürdüreni bulmak için (sürecin nedeni; yani süreçteki nesne, kuvvet ve diğer sebepleri harekete geçirip, kullanan; yani sebepleri sebep ve alet ve vasıta yapan asıl sebep ve fail kim anlamak için) sistem dışına atıf yapmak zorunludur! Yani resmin sebep ve faili olan ressam, resim içinde aranmaz; resmin uzağı – dışında da aranmaz! Resimdeki fırça, boyaları da sebep ve alet yapan asıl sebep ve fail, yani ressam (resimdekileri etkileyebilmek ve çizebilmek için) resimdeki herşeye hem en yakın; (resimdeki sınırlılık ve kayıtlardan etkilenmemek için de) en uzak olmalı! Yani çizdiği resimdekilerin cinsinden olmamalı!

Kâinattaki nedensellik ve determinizm ve Rabbimiz’in bu kâinatla nisbeti derken; görece basit nedensellik örneği olan “bilardo topları ve ıstaka” ilişki – etkileşiminden bahsetmiyoruz demiştik. Bizim bahsettiğimiz evrende sentilyonlarca top ve hareketleri birbirine karışıp, çarpışmadan ve hercümerce sebebiyet vermeden (Rabbimiz yönetmezse, her ân / mekân imkânsız gerçekleşiyor yani) ve belli kural ve ölçülerle hep girmesi gereken deliklere giriyor ve hep aynı sonuçların üretilmesi için çarpması gereken noktalara çarpıyor; durmaları gereken yerlerde de belli süre duruyor ve çalışıyorlar!

Yani; “o hâlde bilardo sopalarıyla, zerreleri kim gitmesi gereken hedeflere hareket ettiriyor ve durmaları gereken yerlerde sabitliyor?” sorusu halâ önemli ve öncelikli ve güncelliğini koruyor! Yani Bilim’in, bu “kim” sorusunu geçersiz ve gereksiz ve spekülâtif görmesi kendi inancı! Bunu bilgi’nin değil, inanç’ın konusu olarak görmesi de kendi amentüsü! Yöntem ve tanımı icabı “kim” sorusunu kendi konusu görmeyip; bunu ilmî ve gözlemsel bulmaması ve topu taca atar gibi konuyu metafizik ve felsefeye atması da kendi itikadı!

Mevcut teori ve çözemediği olay / olguları açıklamak ve çözümlemek için; şimdiki ân / mekânda olmayan ve mevcut teknolojisiyle de direkt veya indirekt gözlem yapamadığı ama “olmalı ve şu şu vasıflarda olmalı” diyerek, varsaydığı ve aradığı; hatta matematiksel olarakta teorisini kurduğu “10 – 12 Boyutlu Uzaylar, Alanlar, Sicimler, Paralel – Sonsuz ve Çoklu Evrenler, Boşluk (vakum) Enerjileri, Karanlık Madde, Karanlık Enerjiler, kütlesiz parçalar, dalgalar, antimaddeler, hatta Kütleçekim kuvveti veya Big Bang ve öncesi” gibi konuları belki metafizik görmüyordur! Belki mevcut Bilim için bunlar gayet somut ve ölçülebilir şeylerdir!…

“Bilimsel Bilim, tanım ve yöntem ve niyeti icabı ‘kim’ sorusunun bilimdışı görüyor, bilimsel kabul etmiyor, hatta reddediyor” demiştik. İslâmî Bilim’in, mevcut Bilimden en önemli farklarından birisi de, bu soruyu ana merkeze almasıdır. Örneğin: Bahçedeki bu elma ağacını buraya kim çizdi; zerrelerini tuğla gibi kim ördü!? Bundan daha acaibi: Şapkadan tavşan çıkması gibi, ağacın içinden yaprak – elma – çiçeği kim çıkartıyor!? Yoksa bütün bunların nedeni; bir takım kuvvet, rüzgâr – enerjilerin bu top ve sopaları hareket ettirmesinden başka birşey değil mi!? Ay’dan bakarsak, Dünya’ya uzay boşluğundan (Hazine-i Gayb’tan) her mevsim ağaçlardan tonlarca elma ırmakları, armut ırmakları; başka musluk ve kanallardan sütten, baldan ırmaklar akıtılıyor, yağdırılıyor, gönderiliyor!… Bütün bunların, zerreleri hariç, kendileri yokken var ediliyor!… Şapkadan tavşan çıkması gibi; yumurtadan kuş, insandan insan çıkıyor, gönderiliyor!… Uzaktan resmin bütününe bakınca görünen bu!…

Elhasıl bu tür soruların cevabını bulmak için dâhi veya dedektif, düşünür veya bilim insanı olmaya gerek yok! O’nu görmek için kâinatın uzak köşelerine, dışına veya başlangıcına veya atomun içlerine yolculuk yapmak veya karışık ihtimâl hesapları yapmakta gerekmiyor! Çünkü ve zaten olanlar “mümkün” olduğu için olmuyor; bilâkis olduğu için biz “mümkün(müş)” zannediyoruz o kadar! (Halbuki sentilyonlarca yüzlü bir zarı her attığımızda hep aynı yüzün gelmesi “mümkün değil”, sıfıra yakın ihtimâl!) Mevcut Bilim de yaptığı tasvir ve nedensellemelerle, bizi bütün bunların mümkün olduğuna inandırmaya çalışıyor! “Bak mümkün olmasa olur muydu, oluyor ki mümkün!” şeklinde yaptığı totoloji ve safsata, mugalata ve gözboyama, yanlış delil ve yanlış akıl yürütmelerle bizi de bu ilüzyona inandırmaya çalışıyor!

Aslında günümüzün otoriter ve totaliter mevcut Bilim anlayışı da; görünenden görünmeyene, somuttan soyuta, maddeden manâ ve kanuna, değişenden değişmeyene geçme; yani mahsusu, ma’kûl yapma sürecidir. Ama kâinat fizik – kimyayla işlemez; bilim’in “kanun ve yasalar” diyerek sebep gösterdiği mekanizma ve süreçler de, “sebep” değil, “sonuç”tur; daha doğrusu eşyanın davranış biçimi ve bunun tasviridir. Kanun, mekanizma, süreç denilen şey; maddeyi etkileyen ve belli bir davranışa zorlayan enerji ve kuvvet türünden bir varlık değil; sadece zihinde olup, bu sebepten maddeyi etkilemesi imkansız zihnî ve soyut bir kavramdır…

Bilim’in uzun geçmişte olup, yani şimdi – şurada olmadığı için gaybî ve metafizik kategorisinde olup, yani gör(e)mediği ve algılayamadığı ama “kızıla kayma, kozmik fon radyasyonu” gibi bir takım delil – ispatlarla varlığına emin olduğu Big Bang (Büyük Patlama) veya şimdi – burada olduğu hâlde bile hiçbir şekilde algılayamadığı ve göremediği yerçekimi (kütleçekimi) gibi kuvvetlerin varlığına bir takım etki ve delillerinden iman etmesi ve üzerine teori ve hesaplar kurması gibi; İslâmiyet, Rabbimiz ve ahiretin bu Big Bang ve Yerçekimi’nden çok daha fazla sayı ve çeşit ve nitelikte ve aletsiz çıplak gözle bile görünür somutlukta delil ve ispatları olup, gösterilebilir! Ama Bilim’in Bilimsellik Kriterleri’ne (yani sebep – sonuç yumaklarıyla ördüğü, madde – enerji dönüşümleriyle, kuvvet – tabiat – tesadüf – uzun zaman – evrim – mekanizma – süreç – kanun gibi operasyonel kavramlarıyla zihnimize kurguladığı ve gerçekten böyle işlediğine inandırdığı sahte kâinat ilüzyon ve metaforuna) bağ(ım)lı kalındıkça bu mümkün gözükmemektedir. Yani önce Bilim’in zihnimizdeki bu esaret, teshir, sihir ve manipülâsyonundan uyanmak gerekiyor. Bunun için de önce zihnimize bir antivirüs programı gerekiyor!…

Elhasıl gör(e)mediğimiz ve zaten görmemizin de mümkün olmadığı; Bilimsel olarakta gözlem, deney ve DNA testleri yapamayacağımız geçmiş ata, dede, ninelerimizin varlığını kabul edip, inanmadan; burada olan kendi varlığımızı bile açıklayamamız gibi; Allah olmadan da en küçük bir zerrenin varlık ve hareket ve devamını bile açıklayamayız!

Biraz yukarıda verdiğimiz bilardo topları örneğinde olduğu gibi; “yağmurun nasıl yağdığını tasvir etmek”te, “yağmurun neden ve niçin ve niye, hangi sebep ve faille yağdığını açıklamak ve nedensellemek” değildir! Çünkü tasvir; olayların hangi sırada ve ne surette olduğunu söylemektir; açıklama ve nedenselleme değildir! Hatta nasıl olduğunun tasviri bile değildir! Bu işleyişin (yağmurun) failsiz ve öznesiz olmasının mümkün olabileceği ve olduğunun delil – ispatı ise hiç değildir!

Nasıl ki aşçının hiç sözünü etmeden, sadece yemeğin tasvirini yaparak, aşçısız yemeğin varlık ve devam sebebini açıklayamaz ve nedenselleyemeyiz. Çünkü aşçı gösterdiğimiz sebep – neden – araçları bile “sebep / neden” yapan, asıl sebep ve fail ve ustadır. Aşçı olmazsa; yer – zaman sırasıyla sebep gösterdiklerimiz, yerinden kalkıp, hareket edemez ve organize olup, “sebep” bile olamaz! Yani Allahu Teâlâ gibi bir fail – sebep – özne – neden – usta – müessir olmadan; cansız nesneler canlı gibi hareket edip, “sebep” rolü ve alet edevat fonksiyonu bile kazanamaz! Yani aşçıdan bahsetmeden, yemeğin neden ve niçin ve niyesini açıklayamayıp, nedenselleyemediğimiz gibi; aslında ve hakikâtte aşçı olmadan yemeğin nasıl olabileceği ve olduğunu bile nasıllayıp, tasvir edemeyiz!

Bilimsel Bilim’in indirgemeci ve analiz / parçalamacı; herşeyi maddede arayıp, maddeye indirgemeye çalışan; manevîyatta kör olup, insan zihnini kesret ve çoklukta, madde ve tesadüfte boğucu bakışından kendimizi kurtararak; bir adım geriye çekilerek resmin bütününe (yani analitik yerine holistik) bakma zamanı geldi. (Biraz önce Ay’dan Dünya’ya bakmıştık.)

Bilim; “bu tencere, ocak, bıçak, ateş, soğan; (yani Bilim’in gösterdiği sebep, madde, tabiat, tesadüf, zorunluluk, kanun, kuvvetlerin) bu yemeği yapması mantıklı ve mümkün mü?” sorusunu gündeme bile getirmeden; “evet mümkün ve vaki, zaten olan da bu” anlamına gelen tasvir ve nedensellemeleriyle; “aşçı kim?” sorusunu bile doğmadan öldürmekte, böyle bir merakın doğmasına izin bile vermemektedir! Fail ve özneye ihtiyaç ve zaruret olmadan kâinatın varlık ve devam ve çalışması mümkün ve vakiymiş gibi yaptığı evren tasvirleri, yani soru daha bizde doğmadan verdiği hazır cevaplarla; bu soru ve merakın zihinde uyanmasına engel olmaktadır!

“Bilim’in tanımı ve Bilimsel Yöntem olarak ‘kim’ sorusunu sormayacağım; çünkü amaç ve niyetim olayların failsiz ve öznesiz olarak; yani doğal ve fizikî sebeplerle olabileceğini; yani bunların İlâhî değil, tabiî ve doğal hâdiseler olduğunu göstermek ve anlatmak!” Kendi yöntem ve tanım, niyet ve tarafını böyle seçen ve belirleyen Bilim; niyetinin doğal sonucu olarak neyi ararsa onu buluyor; sormadığı sorunun cevabını göremiyor; görse de farketmiyor, farketse de bozuyor! Olaylar Bilim’in prizmasında kırılıp, filtrelenerek; Rabbimiz’e çıkan ve çıkabilecek soru ve cevaplar, başka sahte fail ve sebeplerle; hiçbir sebep ve özne bulunamazsa; oluşan açık, görünmez ve herşeye muktedir “tabiât, tesadüf, uzun zaman (evrim), kanun” gibi operasyonel kavram ve soyut süreçlerle kapatılıp, köreltiliyor!

Buradan Bilimsel Makale ve ifadelerde; Sevk-i İlâhî, sevk-i tabiîye; yaratma, oluşmaya; Allah’ın mu’cizesi, doğanın mu’cizesine; Kanun-u İlâhî / Sünnetullah (yani İrade-i İlâhî), Fizik – Tabiat Kanunlarına dönüşüyor. Olay; mevcut kanun, teori veya modellerle açıklanamadığı için öngörülemeyen, hesaplarda çıkmayan istisnaî bir durumsa, “tesadüf” veya “Bilim ileride çözecek” inancına sığınılıyor!

Özet olarak: Eşyaya bakışımızı inşa ederken ve bu gözlemimizi ifade ederken; ya “fail Rabbi ve işleteni var(mış)” veya “yok(muş)” gibi bakılabileceği ve bunun (var–yok’un ortasının olmaması gibi) orta ve objektif bir noktası yok demiştik.

Mes’elâ yeryüzündeki gündüz, ısı – ışık ve aynalarda görünen Güneşler’in kaynağı ve sebebi gökteki tek “azametli” Güneş’in yansımaları olduğu kabul edilmeli. Aksi hâlde bu yansımaların gökteki tek Güneş’le bağlantısı inkâr edilirse; yerdeki her Güneşçik timsalinin, gökteki Güneş’le aynı sıfatlarda ayrı bir Güneş ve etraftaki bu ısı – ışığın kaynak, sebep ve faili olarakta, yerdeki bu Güneşçiklerin olduğuna inanma zarureti hasıl olmaktadır! Yani cansız ve şuursuz eşyada görünen “ilim, irade, hayat, bilinç” gibi ışıkların kaynağı ve doğum yeri bu “aciz” madde ve zerreleri kabul edilmeli! Yani madde denizinin geniş yüzeyinde ve her damlasında görünen bu ısı – ışık ve Güneşçiklerin Rabbimiz’den değil de; madde ve zerrelerinin kendi tabiat ve özelliğinden kaynaklandığı mantıksızlığı; delilsiz – ispatsız aksiyom olarak kabul edilmek zorunda kalınmalı!… Veya eşyadaki bu özellik ve sıfatlar, Rabbimiz’in isim ve sıfatlarının tecelli ve tezahürleri olduğu görülerek, bunun delil – ispatları gösterilmeli. Herşey bulunması gereken noktaya yerleştirilmeli.

Yani tek ve azametli Güneş’i kabul etmemek veya ret için; yani sadece Rabbimiz’e ait olabilecek ve olan mutlak özellik ve sıfatlar; yerdeki madde ve zerrelere dağıtılıp, böylece tek hakikî Rabbimiz’e inanmaktan kaçınırken; aslında ve hakikâtte sayısız zerre ve eşyaya İlâhlık ve İlâhlık Sıfatları vermek ve çarnaçar öyle de inanmak zarureti hasıl olmaktadır! Farkında bile olmadan insan ürünü politeist (çoktanrılı) bir din inşa edilmiş olunmaktadır! “Farkında olunmadan” diyorum, çünkü kâfir ve müşrikler de içine girdikleri durumun farkına varıp, bilselerdi; zaten pişman olup, tevbe – istiğfar eder; yanlıştan dönerlerdi!

Kısaca kâinatı ve madde – enerjinin varlık ve işleyişini nedensellemek ve nasıllamak (tasvir) için; tüm inanç ve inançsızlıklara eşit ve uzak mes’âfede konumlanıp, tarafsız gözlem ve ifadeler kurabileceğimiz bir gözlem noktası veya eşyanın agnostik olmamıza izin verebileceği nötr ve renksiz bir alan yok! Bu konuda kurulabilecek nötr, yani “inanç ve değer“den bağımsız ve ayrı bir cümle yapısı ve ifade biçimi yok! Başta dil ve mantığın yapısı izin vermez buna! Çünkü fiil fâilsiz; eser müessirsiz; isim müsemmasız; sıfat mevsufsuz ve san’ât san’atkârsız olamaz!

Elhasıl Bilim; kâinattaki “ilim, irade, kudret, güzellik, denge, ölçü, adalet, koruma, doyurma, temizleme” gibi fiil, isim ve sıfat ve kanun – hakikâtlerin sahibi ve faili olan Rabbimiz’i kabul etmekten, hiç değilse önvarsaymaktan, yani “var(mış)” gibi yapmaktan kaçındığı ve “yok(muş)” gibiyi varsaydığı için; sadece Rabbimiz’in olabilecek ve olan eşyadaki fiil, kuvvet, sıfat, özellik ve neden – sonuç, eserlerinin; gene maddenin kendi zâtında içkin, kendi tabiat ve özelliğinden kaynaklandığını kabul etmek zorunda kalıyor. Bu zorundalık sebebiyle; “madde–enerji + tabiat + tesadüf–zorundalık + hareket–süreç + uzun zaman (evrim)’in bütün bu işleri yapmasının mümkün olduğuna ve zaten olanın da bu mümkün’ün gerçekleşmesinin delili olduğu” totoloji ve kısır döngüsüne inanmak zorunda kalıyor ve bütün bu zorundalıklarının sonucu olarak; gözlem – deney, teori ve bilimsel ifadelerini de bu inançlarına göre şekillendiriyor!

Yani gözsüz – kulaksız eşyanın kabul etmeyip, bilâkis acziyetiyle reddettiği İlâhlık Sıfatlarını, eşyaya verme politeizminin dava ve savunuculuğunu yapmakta ve bunun farkına bile var(a)mamakta Bilimsel Bilim! Tıpkı eski putperestlerin; “putların maddesine tapmadıkları, bunlarda bazı mukaddes ve kutsal özellikler bulunduğu veya Âlemlerin Rabbi’nin dünyadaki işleri bu putlar gibi vasıta / sebeplerle düzenlediği ve bu putlar vasıtasıyla onlarla iletişime geçtiği” küfür ve şirki gibi!…

Evet putperestler de Allah’a inanıyordu, fakat kafalarında yonttukları bir antropomorfik (insan özelinde yaratılmışa benzeyen) İlâh’a Allah ismi vermiş ona inanıyor, yani kafalarındaki Allah tasavvuruna tapıyorlardı! Yani salt Allah’ın varlığına inanmaları, onları kâfir ve müşrik olmaktan çıkarmıyordu; çünkü gerçek ve reel Allah’a iman etmiyorlardı! (İnkâr etmemek ayrı, kabul etmek ayrı, iman etmek çok daha ayrı mes’elesi.) Yeri gelmişken; ateistler de kafalarında şuradan buradan okuyup şekillendirdikleri ve hayata bakıp tasvir ettikleri bir ilâh tasavvuru çiziyorlar zihinlerinde, sonra bu realitede olmayan Zihnî Tanrıyı inkâr ediyorlar!

Sonuç olarak: Bilimsel Bilim eliyle tutamadığı, gözüyle görmediği ve kavrayamadığı, yani zekâsını ve sınırlarını ve yöntemini aşan bazı soyut ve manevî şeyleri kabul etmediği için; hatta (herşeyi madde–enerjiye indirgemeye ve öyle açıklamaya çalışması ve bu konuda net ve emin ifadeler kullanmasından da anlaşılabileceği gibi) bunu reddettiği için; yani “kâinattaki fiillerin faili ve öznesi, eserlerin müessir ve ustası var(mış)”ı kabul etmediği için; “yok(muş)”u doğru kabul etmek ve bu önvarsayımı doğruymuş gibi “failsiz ve öznesiz” Bilimsel İfadeler kullanmakta ve ilk düğmenin yanlış iliklenmesi gibi, başlangıçtaki önvarsayım / inançlarının kendilerini zorunlu olarak bu yola sevketmesiyle; Rabbimiz’e ait isim – sıfatların, madde’den nedensellenip, doğduğu ve kaynaklandığına inanmaktadır.

Yani mevcut Bilim, ancak putperest ve müşrik, ateist ve materyalist insanların kullanabileceği dil ve argümanlarla hareket etmekte! Bunun sonucu olarak; Higgs Bozonu, Holografik Evren, Sonsuz (yani yaratılmamış veya sonsuz sayıda yaratılan) Paralel Evrenler, Sicim Kuramları, Çoklu Boyutlar, Boşluk Enerjisi, elhasıl Bilim’in keşfedip, bulduğu her “neden (sebep)” veya olmasını varsaydığı herşey; Rabbimiz’le aramıza bir perde sebep, uzaklığı arttıran bir mes’âfe daha eklemekten daha ileriye gidememekte!

Haftaya devam edelim inşâallah.

Ayhan Küflüoğlu

www.metabilgi.org

(*) İnsanlığın tüm felsefe ve bilim, din ve kelâm tarihinde belki en temelde tüm soru ve problemleri temel olarak bu soruya sadeleştirilebilir ve özetlenebilir veya bu soruya verdikleri cevaba göre sınıflandırma yapılabilir. Bu soruya verdikleri cevaba göre temel olarak; teizm, ateizm, deizm, idealizm, rasyonalizm, realizm, materyalizm, natüralizm, determinizm veya mu’tezile, cebriye, eş’âriye, maturidiyye veya katolik, protestan gibi yollara ayrılmışlar. Belki asıl soruları bu olmasa bile; farkında olmadan, bilerek veya bilmeyerek başlangıçta bu soruya verdikleri cevaba göre yollar ayrılmış. “O zaten yok ki evrenle bir münasebeti olsun!…” veya “O var, evren ve bizle ilişkisi de şöyle: …” diyerek verdikleri cevapların çeşitlerine göre ana ve sonra da diğer tâli yollar açılmış.

Ders Kitapları Neden Yeniden Yazılmalı?

Bilindiği üzere halen okutulmakta olan ders kitaplarında varlık alemi bir yaradılış projesi ile değil materyalist bakış açısı ile tanımlanır ve bunun bunun ispatını yapma endişesi ile kaleme alınır. Varlıkların mevcudiyeti tesadüf, tabiat, evrim, gibi sahte fail ve sebeplere bağlanır. Böylece eşya ile Allahu Tealâ arasındaki etkileşim ve nedensellik bağları; zihin ve algıda kesilerek kopartılır.

Örneğin, biyoloji kitaplarında; “Karaciğer 300’den fazla kimyevî reaksiyonu yapar” derken, reaksiyonları yapanın “karaciğer” denilen bir et parçası olduğu ifade edilir. Ağaç elmanın yaratıcısı gibi gösterilir.

Bilim dünyamız idolojinin bilim yerine konulduğu bu hadise karşısında sessizdir. Eğitim dünyamızda hakim olan bu yaklaşım tarzının ne zaman etkisini kaybedeceği sorunsalı ise halen çözelebilmiş değil. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu güne değin bir proje sunmadığı bu konuyu 20. Asrın başından önce ülke gündemine taşıyan Bediüzzaman Said Nursi kendi geliştirdiği özgün projesinin adını Medresetüzzehra olarak belirlemiş ve bir vasiyet haline getirerek dar-ı bekaya irtihal etmişti.

Biz bu makalemizde hala sorgulanamayan Bediüzzaman’ın geliştirdiği projeden hareketle yukarıda dikkat çekmeye çakıştığımız bilimsel görünümlü ideolojik anlayışın perdesini kaldırmaya çalışacağız.

Bazı şeylerin eşit uzaklıkta orta noktası; yani gözlem yapıp, karar verebileceğimiz tarafsız bir orta noktası yoktur. Yani kâinat ve içindekileri ya “Rabbi var(mış)” gibi gözleyip, ifadelendireceğiz veya “yok(muş)” gibi. Bunun orta noktası; yani deney – gözlemlerimizin objektif ve olgusal ve nötr ifade biçimi yoktur!

“Eşyanın yaratıcısı var(mış)” önvarsayım / hipotezini reddettiği için, mecburen “yaratıcısı yok(muş)” ateist – materyalist – natüralist ve determinist tarafında yer alan Bilim anlayışı ile çoğu hakikatler gizlenmektedir. İnceleme konusu olarak “madde”yi seçen; yani daha başlangıçta amaç ve tanım ve yöntem olarak “ben sadece madde’yi inceleyeceğim” diyen   bilim anlayışı ile çok hakikatler gölgelenmekte ve görünmemektedir.. Varlık ve faâliyetlerin telâffuz ve anlamını tercüme edemeyen,  yada yanlış ve eksik  gören; varlığa tek boyutta bakan bu  anlayışla birçok bilimsel gerçek gizlenmektedir.

Bilimsellik iddiasında bulunan bu anlayış asılsız iddialarını doğru göstermek için; eşyayı ilahi gerçeklikten bağımsız ve kopukmuş gibi anlatır. Başlangıçtaki bu “önvarsayım”, “varsayıma” ve son aşamada da “inanç esası”na döner! Bu inanç esası da,  esasen bilime değil batıl bir yaşam felsefesine dayanır. Kainatın varlık ve işleyişi için ilahi iradeye ihtiyaç olmadığını savunur; bu iki olguyu sebeplere bağlar. Kısaca “ateist – materyalist – determinist ve natüralist” (indirekt olarakta “agnostik”) inancın avukatlık ve sözcülüğünü yapmaya ve delillerini arayıp, ispatlamaya çalışır.

Yani Materyalist Bilimin “olgusal ve tarafsız bilgi, objektif ve seküler, lâik ifade” dediği şey; eşyayı “Allahu Tealâ yokmuş ve O’ndan bağımsız işleyebilmesi mümkün ve zaten öyleymiş gibi” anlatmak ve bunun ispatına çalışmaktan ibarettir. Mevcut Bilim’in felsefesi budur ve Bilimsel Yöntemi de buna göre şekillenmiştir.

Bu şablon ve bakış açısıyla kurgulanan Bilimsel İfadelerde, sürecin bizzat yapan fail ve öznesi olan Rabbimiz devreden çıkartılmış; sanki olay kendi kendine otomatik işleyen sebep ve mekanizmalarla işliyormuş imajı verilmiştir. Aslında Bilim’in bu ifadelerinde, Rabbimiz yerine “tesadüf, tabiat, içgüdü, madde, enerji, kanun” gibi başka failler atanmıştır. Bu ifadelerde; olaydan etkilenen / edilgen (yani ressamın elindeki fırça gibi bir araç / alet) olan nesne / sebep veya süreç / kanuna; “fail / özne” fonksiyon ve özelliği yüklenmiştir. Böylece Rabbimiz’in “ilim – irade – kudret” gibi özellik ve sıfatları; “Semi’, Basîr, Rezzak, Şafî, Âlim, Cemil” gibi isim – vasıfları; bir takım madde–enerji, sebeplere ve tabiat, tesadüf, kanun gibi vehmî ve soyut kavramlara yüklenmiştir!

Herhangi bir olayı, bu şekilde bir sebep–sonuç paradigmasına oturtarak tasvir etmek, “Bu işin Allahu Tealâ’yla bir bağlantısı yok; bu faaliyet ve sonuca Allahu Tealâ sebep değil, kâinattaki madde–enerji, kanunları temel neden” şeklinde bir çıkarsamayı gündeme getiriyor.  Örneğin Allahu Tealâ olmasa da taş veya yağmur, yerçekimi sebebiyle yere düşecek, doğaüstü ve metafizik bir sebep ve fail aramak mantıken gereksiz; yani böyle bir zorunluluk ve ihtiyaç yok!” talimat / kod / emir, yani Yanlış Bilgi Virüsü / Truva Atını, bilinçaltı kanallarla bilinç ve kâlbe gönderir. Sebep – sonuç kurgu ve şablonuyla paketlenmiş bu subliminal, saklı ve derin mesaj, bilinçdışı kanallarla iletildiğinden, bilincin filtrelerine takılmaz. Sesli olmadığı için kulak ve bilincin duymadığı bu gizli fısıltı, telkin sonucu; kişide farkında olmadan bir bilinç ve sonra da algı ve davranış değişikliği gözlenmeye başlar.

Günümüzde Türk toplumu, bilimsellik formatından geçmiş gibi kâinat ve hâdiseleri bu gözle okumakta; daha derin ve geniş ve zengin başka bir okuyuş olabileceğine ihtimâl bile verememekte Üstelik Bilim’in ve Bilimsel Yöntemin, bu hâliyle evrensel ve olgusal ve tarafsız olduğuna inanmakta

Bilim’in “yaratılıyor” yerine; “oluşuyor, oluşum” gibi nötr ve olgusal görünen ve arkasındaki ilahi gerçekliği göstermeyen her ifadesi; aslında “Allahu Teâlâ yok(muş), varsa bile bu işle ilgisi yok(muş)!” mesaj ve emrini, bilincimizin filtrelerine takılmadan; bilinçaltına kodlar ve bizim önce bakışımız, sonra sözümüz, en sonra da kâlp ve davranışımızı bu komuta göre programlayıp, yönlendirir!…

Nötr ve olgusal ifade ve inanç – değerden bağımsız bir bakış açısı olamaz: Dünya “ya dönüyor veya döndürülüyor”; “arı ya bal yapıyor veya yaptırılıyor”; “ağaç ya meyve yapıyor veya yaptırılıyor”; “insan ya yürüyor veya yürütülüyor!” Ortası, yani üçüncü bir ihtimâl; bakabileceğimiz objektif ve tarafsız bir koordinat / referans noktası yok!

Eğer “ben yürüyorum, yürütülmüyorum” diye bir iddianız varsa; “yürüme” eyleminin olabilmesi için, beyinden – ayak ve kollara kadar hücre hücre hangi reaksiyonları ve biyoelektrikîkimyevî ve fiziksel hâdiseleri nasıl yapabildiğinizi açıklayın! Yürümek eyleminde bizim yaptığımız ancak yürümeyi talep etmek, istemek, niyet etmek, amaçlamaktır.” Bu  irade ve kesbimiz üzerine, tüm fiil, amellerimizi) yaratan Rabbimiz’dir! Birşeyi nasıl yaptığımızı, nasıl gerçekleştiğini bilmiyorsak ve vücudumuzda gerçekleşirken bile şuurumuzla nelerin nasıl olduğunu fark edemiyorsak; “ben yapıyorum, kendimi ben yürütüyorum” iddiası pek anlamlı değil, doğru da değil!

İşte ateist ve materyalist ideolojiye alet edilen  Bilim’in  materyalist – determinist ve natüralist felsefesine göre kurgulanmış sözde bilimsel ifadelerindeki gizli ve derin anlam yüzünden kâinat ve içindeki mevcudat ve hâdiseleri yanlış gören ve okuyan günümüzün hasta insanı; kendisinin halis müslüman ve doğru fikirde olduğunu düşünmekte; eşyadan duyularına gelen mesajları doğru algıladığına ve anladığına inanmaktadır.     Ne yazık ki çoğumuzun imanında az veya çok, bu gizli – açık “şirk kirleri” veya “hakikâti örtme” anlamında küfür bulaşıkları var.

Doğru Cevaplar için Doğru Sorular

Ateist ve materyalist işgal altında kaldığından hakikatın yolunu şaşırtan ve Bediüzzaman’ın ifadesi ile evham halini alan bilimherşeyi ufalayıp, parçalayarak, indirgeme – analizlerle,  sebep perdesinin ardına ulaşamadan, hipnotik ilüzyon ve safsata noktasında tıkanıyor. Bir an için illizyondan çıkarak – uyanarak, başımızı kaldırdığımızda; sorulması gereken doğru soruyu yanı başımızda buluruz:  “Allah’tan başka hangi fail, hangi sebep, hangi neden, aynı topraktan türlü renk – koku – şekilde ni’metler ve tavuktan yumurta, arıdan bal, inekten süt gönderebilir!? Hıfzedici Allah’tan başka hangi sebep atmosferi başımızın üzerinde bir filtre ve kalkan yapıp; vücudumuzu deriyle, hücremizi ayrı bir zarla, ağacı kabukla korur ? Hangi sebep yeryüzündeki tonlarca suyu göğe kaldırıp, arıtıp, rüzgârla taşıtıp, tekrar muhtaçlara indirir? Rabbimiz’den başka hangi sebep, dişsiz ve sindirim sistemi gelişmemiş bebekleri önce karnına bağlanan bir kordonla, sonra het yavrunun özel ihtiyaçlarına göre bileşimi ayarlanan sâfi bir sütle doyurur? Allah’tan başka hangi tesadüf, hangi sebep, ıssız çöl ortası gibi koca boşlukta dönen Dünya’ya her gün tonlarca sütten ırmaklar gönderebilir!?…” Resmin bütününe tevhid / vahdet bakışıyla bakıldığında ve doğru soru sorulduğunda görünen manzara bu. Cevap da açık: evrende hiçbir şeyin tabiat – tesadüf – maddeye atfedilebilmesi imkansızdır

Kısaca özetlemek gerekirse, ateist – materyalist bilim; asıl ilâhın varlığını kabul etmemek için, nazarımıza sunduğu sahte sebep – sonuç, etken ve faillerle, aslında varlığın herbirini ilâhlaştırmakta; yani sadece Rabbimiz’in yapabileceği eserleri ve sadece O’nun olabilecek isim – sıfat, kudret ve özellikleri; diğer varlık ve süreçlere vermekte ve bunun hurafe ve batıl inanç olduğunu  farkedememektedir.

Örneğin; “Kayyum ve Samed” olan Rabbimiz’i inkâr ettikleri ve yoksaydıkları için, kâinatın Kayyum ve Samed ve yaratılmamış olduğunu varsaymakta ve bizim de böyle iman ve ifade etmemizi istemektedirler Ateist Bilim’in ana paradigması budur, bu inançlarını ispat etmeye çalışırlar ve sanki ispat etmiş gibi “oluşum, tesadüf, tabiat, içgüdü” gibi bilimsel ve güya tarafsız, olgusal ve objektif ifadeler kullanırlar!

Varlığın, varoluşsal niteliklerine, işleyiş ve sonuçlarına, Rabbimiz’i sebep olarak kabul etmemelerinin asıl nedeni: “Evren ve içindekilerinin mevcudiyet ve beka için Allahu Teâlâ gibi  bir sebebe gerek ve ihtiyaç olmadığı; eşyanın Allahu Tealâ olmadan da mevcud ve baki olabileceği, Allahu Teâlâ’ya iman etmek için aklî bir neden, bilimsel bir gerekçe ve mantıkî bir zorunluluk olmadığı” inancıdır. Evrenin maddede içkin bir kuvvet / enerjiyle, maddenin kendi zatında olan potansiyel bir özellikle, tabiat kanunlarının dayandığı otomatik mekanizma ve süreçlerle var ve mevcut olduğu zannediliyor.

Elhasıl herşeyin, İlâhî bir ilim – irade ve kudrete ihtiyaç ve zorunluluk olmadan, kendi tabiî özellik ve doğallığı içinde hareket ettiğine;   inanmamız istenmektedir. Bu inancı dinamik ve işler tutmak için de, başka bir inanç olarak; kâinat ve altsistemlerinin “otomatik ve elektronik işleyen bir makina ve matbaa veya bilgisayar”a  benzediği inancına yaslanılmaktadır. Başka bir deyişle, bilimin bir batıl inancı, başka batıl inançlarını   doğurmaktadır. Bu yanlış kâinat kurgu – tasvir ve mecaz / metaforuna göre; örneğin tohum “CD”ye ve toprakta “bilgisayar”a benzetilmektedir. Bu benzetmeye göre, tohumu toprağa atan ve süren insandan başka; şuurlu ve hayattar bir “fail”, bilgi ve irade sahibi bir “usta”; yani ilim – irade – kudret sahibi bir “özne” aramak gereksiz ve saçmadır!…

Çünkü, bilimsel olarak kurgulandığı söylenen evren inancına göre: “Evren, zaman / mekân / süreci tutan ve çalıştıran bir İlâh veya başka bir doğa dışı sebebi göstermemekte olup; madde ve faaliyetleri gene kendi içindeki sebep – sonuçlar, madde – enerjilere bağlanmaktadır. Madde – enerjinin, varlık ve devamında ve süreçlerinin çalışması ve sonuçlarında;  gösterilen sebepler dışında Tanrı gibi bir sebep veya faile ihtiyaç ve zorunluluk yok! Yani kâinattaki bütün bu fiiller, failsiz / öznesiz ve eserler, failsiz / ustasız olabilir ve olmaktadır!”…

Bilimsellik kılıfına geçirilen her ifade, terminoloji ve izahlar, hatta anadil ve diğer kültürel işaretler; kâinatın tasvir ve açıklamasına yönelik bir şema; öğrendiğimiz her yeni bilgiyi içine yerleştirebileceğimiz bir harita; içine dökebileceğimiz bir kalıp verir elimize. Kısaca her ifade, kendi dünya görüş ve inancını bize kodlar; kendi teoloji ve metafiziğini inşa eder…

Ders Kitaplarının Yeniden Yazılması (Bilimin Yeniden İnşası) İhtiyacı

Yeniden Kaleme Alınacak Ders kitapları, “ateist – materyalist – determinist ve natüralist” inançta olup, bir de bunun ispatına çalışan, üstüne üstlük “objektif ve tarafsız ve inanç / değerden bağımsızız” yalanını söylemeyecek artık. İkiyüzlü davranmayacak ve Allahu Teâlâ’ya nankör ve asi olmayacak! O’nun fiil ve eserlerinin te’lif hakkını yemeyecek; intihâller ve yanlış yere atıflar yapmayacak. O’nun icraat, İlâhî Kanun, Sünnetullah’ını; “tabiat, doğa – fizik kanunu, içgüdü, evrim, tesadüf, uzun zaman, enerji” diye isimlendirip, perdeleyerek ve çağrışımları kapatarak; sebeplere, maddeye dağıtmayacak. O’na çıkan yolları kapatmayacak; madde’yi şeffaflaştırarak, arkasındakini gösterecek.

Hiçbirşeyin kendi kendine ve tabiat, sebeplerle ol(a)madığı ve ol(a)mayacağı için; gördüklerine “oluşma, oluşum, varlık” değil; “yaratma, yaratılmış” diyecek. Yani herşeyi olması gereken yere koyup; ni’mete “ni’met”, rızıka “rızık”, rahmete “rahmet” diyecek! Güya objektif ve tarafsızmış rolü yapıp; kâinattaki mevcudat ve faaliyetleri isimlendirip, tasvir ederken, ateist – materyalist veya agnostik subjektiviteye düşmeyecek!

O hâlde daha başlangıçta, peşin hüküm olarak verilmiş ‘dünyanın yuvarlak (geoid) olduğu’ haber/önbilgisini doğru varsayarak; hipotez – gözlem – delil – deney – ölçme işiyle bu önbilginin delillerinin araştırılması” gibi; Rabbimiz’i de var ve her ân / mekân içi ve dışı aktif ve faâl asıl ve tek sebep ve fail kabul ederek; ders kitaplarının yeni baştan ele alınması ülkemizde acil bir önceliktir.  

Ayhan Küflüoğlu

ULEGDER