Etiket arşivi: çocuk yetiştirme

“Yapma!” ile Büyütülen Çocuklar

Günümüz anne babalarının çocuklar ile ilgili en büyük sıkıntılarının başında; söz dinlememeleri ve ders çalışmamaları gelmektedir. Çocukların söz dinlememenedenleri ve çözüm yollarını Ensar Neşriyat’tan çıkan; “Tabakaları Ayırdık Çocuklar Söz Dinlemez Oldu” kitabımda ele aldığım için bu yazıda bundan bahsetmeyeceğim. İsteyen okurlarımız adı geçen kitabımdan faydalanabilirler.

Anne babaların rahatsız oldukları diğer bir konu da çocukların ders çalışmamalarıdır. Bugün çocuklarının ders çalışmasından hoşnut olan anne baba sayısı, parmakla sayılacak kadar azdır. Anne babaların büyük çoğunluğu, çocuklarının yetenekli olduğu ancak istenilen şekilde ders çalışmadıklarından şikâyetçidirler.

Çocukların ders çalışmamasının birçok nedeni olsa da temelinde girişimcilik ruhlarının engellenmesi ve sorumluluk duygularının gelişmemesi yatmaktadır. Çocukların bu duyguları anne babaları tarafından geliştirmek bir yana engellenirse, çocuklarda ister istemez ders çalışmak istemeyeceklerdir.

Girişimcilikleri Engellenen Çocuklar

Cenab-ı Hakk: “Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl, 16/78)buyurmaktadır.

Çocuklar; anne karnından hiçbir şey bilmezken doğduklarına göre duygu, düşünce ve davranışlarının şekillenmesinde anne babasının katkısı büyüktür. Bu çocuklar, her şeyi tanıyarak ve deneme yanılma yöntemiyle öğreneceklerinden gördükleri her şeyle oynamak isteyeceklerdir. Çocukların bu istekleri, anne babalarıtarafından evin düzenini bozmak olarak algılanacağından özellikle de annelerin olmaz ve hayır tepkileriyle karşılaşacaklardır.

Çocuklar yürümeye başlamadan önce ellerine aldıkları her şeyi ağızlarına götürürler. Çocukların bu davranışının temelinde her şeyi ağızlarıyla tanımaya çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Bu dönemde çocukların girişimcilik adına tanımaya çalıştıkları şeyleri yasaklamak yerine yutamayacağı ve zararsız olanlardan elleyebileceği, ısırabileceği, oynayabileceği değişik materyallerden vermek gerekir.

Yine çocuklar özellikle de yeni yürümeye başladıkları zaman zihinsel gelişimlerinin bir özelliği olarak,evdeki her şeyle oynamak isteyeceklerdir.  Çocukları tanımak için her şeyle oynamak isteği, anne-babalar tarafından evi karıştırmak olarak algılandığından, çocukların girişimcilik duyguları engellenecektir.

Oysa bu çocukların küçük yaştan itibaren zihinsel gelişimlerinin bir gereği olarak her şeyle oynamak isteyişi anne babaların, ona dokunma, onu elleme, oraya gitme, yapma, etme gibi emirler çocukların girişimciliklerini olumsuz etkilemektedir. Bunun sonucunda bu çocuklar, okula başlayınca da ders çalışmayan, araştırma yapmayan, çevresini incelemeyen, kitapları karıştırmayan birer öğrenci olacaklardır. Bu çocuklar büyüdükleri zaman sadece etrafı gözlemleyen, araştırma şevki kırılmış, ne yapacağını bilmeyen, iş beğenmeyen insanlar olacaklardır.

Çocuklar girişimcilik ruhlarını daha iyi anlayabilmek için aşağıdaki deneyi iyi okuyup iyi değerlendirmek gerekir.

Berkley’deki California Üniversitesinde, iki psikolog, bir biyo-kimya ve bir de anatomi uzmanından oluşan ekibin yaptığı araştırmalarda, yeni doğmuş on iki ikiz fare deney için ayrılıyor. Bu ikizlerden birer tanesi bir araya toplanıyor. İkiz eşleri ise tek tek kafesler kapatılıyor. Bunlara kafeslerinden çıkma, çevreyi tanıma imkânı verilmiyor ve bakıcıları da ancak yiyecek verme zamanlarında farelerle ilgileniyorlar.

Bir araya toplanmış olan fareler ise, bol ışıklı, kalabalık, gürültülü bir laboratuvardaki kafese yerleştiriliyorlar. Kafese merdivenler, döner tekerlekler ve daha başka “beş duyuya yönelik” fare oyuncakları konuluyor. Her gün otuzar dakika fareler kafesten çıkarılarak diledikleri gibi dolaşmalarına izin veriliyor. Fareler büyüdükçe, onlara çeşitli öğrenme görevleri yükleniyor ve öğrendikleri her yeni şey için şekerle ödüllendiriliyor. Bu uyarı ve eğitim programı seksen gün sürdürülüyor.

 Uyarıcı ve eğitici çevrede büyüyen farelerle öteki fareler bir araya geldiğinde, birinci gruptakilerin ötekilerden daha zeki ve problem çözmede daha becerikli olduğu ortaya çıkıyor. Daha sonra bu farelerin beyinleri inceleniyor. Ve uygun çevrede yaşayan farelerin beyninin öteki farelere oranla daha büyüdüğü, kıvrımlarının fazlalaştığı ve ağırlaştığı görülüyor. Beyin hücreleri çoğalıyor.

Anne Babalar Neler Yapmalı?

Anne babaların ellerinde yazılı olamasa da sözlü olarak, evde dokunulmaması ve ellenmemesi gereken kurallar listesi vardır. Başka bir ifadeyle çocuklara evde yapabileceklerinden daha çok yapamayacakları şeyler söylenmektedir. Bu süreçte her hareketine elleme, dokunma, yapma, etmelerle karşılaşan çocuğun gelişimi de sağlıklı olmayacaktır.

O kadar yapılmaması gerekenler içinde evde hiç dokunulacak ya da yapılacak bir şey yok mu dediğimizde anne babalar: “Gitsin oyun oynasın, internete girsin ya da televizyon seyretsin!” demektedirler. Tamam, oyun oynasın, internete girsin, televizyon seyretsin de nereye kadar. Her şeylerine karışılan, yapması gerekenlerden daha çok yapmaması gerekenler söylenen çocuklarda yapması gereken dersleri de yapmayacaklardır.

Anne babaların yapacağı ilk şey,  evin düzenini çocuğa göre düzenlemedirler. Çocuk kırıp dökecek diye çocukların hareketlerini kısıtlamamak gerekir. Sadece çocuğu yaralayacak eşyalarla, kırılıp dökülecek şeyleriortada bulundurulmaması gerekir. Yoksa her şeyi ilginç bulacak olan çocuklar; bunlarla oynayacak bu da hem kendisine hem de eşyalara zarar vermesine neden olabilecektir.

Çocukların zihinsel gelişimler gereği evdeki uygun eşyalarla oynamak isteği engellemenin aksine teşvik edilmelidir. Özellikle evde kullanılmayan eşyaların kullanmalarına müsaade edilmeli ve bunlardan yeni şeyler yapması içinde özendirilmelidirler.

Sonuç olarak;

Yukarıdaki fare deneyinde de olduğu gibi çocukların zihinsel ve psiko-sosyal gelişimlerinin sağlıklı olabilmesi için öncelikle çocukların kabul görülmeleri gerekir.  Çocukların kendilerini değerli hissetmeleri ve sosyal kabul görülmeleri içinde çocuklara uygulama olanakları verilmelidir.

Çocuklara evde çok fazla müdahale etmeden dilediği şekilde hareket etme özgürlüğü imkânı sağlandığında kendilerinin değerli olduğunu hissedeceklerdir. Kendilerinin önemli olduğunu hisseden çocuklarda girişimcilikleri gelişecektir. Bu da çocuklara güven getirecek ve bir şeyleri yapabileceği inancını geliştirecektir. Başka bir ifadeyle yeni denemeler için risk almaktan korkmayacak ve yeteneklerini fark etmeye başlayacaklardır.

Mehmet Emin Karabacak

Kaynak: cocukaile.net

Duygusal Acı Veren Her Türlü Eylem Şiddettir

“Yeter artık intihar edeceğim, öldüreceğim kendimi”, “Atarım seni aşağıya”, “Seni bohçacılara vereceğim”, “Babandan ayrılacağım, sizi terk edeceğim”… gibi söylemlere, kişinin psikolojisini bozacağı, ağır travmatik hâller yaşatacağı için psikolojik şiddet diyoruz.

Duygusal şiddet ise annenin çocuğuna küsüp “Seni sevmiyorum, bıktım senin yaptıklarından” demesidir ve kişide suçluluk, yetersizlik ve değersizlik gibi üç temel duyguyu uyandırır.

Mesela çocuğa yaptığı hatadan dolayı “Bu kaçıncı yanlışın? Yine beceremedin işte!” demek çocuğa hem suçluluk hem de yetersizlik hissi verir.

Ebeveynlerin sıklıkla başvurdukları “Ben senin yaşındayken okulda çok başarılıydım. Ama sen bir türlü sınavlardan yüksek puan alamıyorsun” tarzındaki büyüklenmeler de duygusal şiddete girer.

Çocuğun herhangi bir konu hakkındaki fikri, duruşu ya da söylemi için ona aşağılayıcı bakış atma, dudak büzme, “of, bıktım senden” deme de değersizlik hissini uyandırır.

Benmerkezci anneler çocuğuna şiddet uygulayanlar kategorisinde ilk sıralarda yer alır.

Çünkü böyle ebeveynler çocuğunun yaşamını da kendi arzusuna uygun şekillendirmeye çalışır, ortak bir paydada buluşmayı asla aklına getirmez.

Her şeyin en iyisini, en doğrusunu bildiğini zanneder. Hayata zihninde tasarladığı kalıplardan bakar ve tek doğrunun ona ait olduğunu sanır. Çocuğunun da okulda başarılı olmasını, ödevlerini vaktinde yapmasını, arkadaşlarıyla çatışmasız bir okul hayatı sürmesini, kardeşini kıskanmamasını ister.

Yaşam içinde herhangi bir sorunla karşılaştığında da alt üst olup resmen çılgına döner ve arkasından hemen şiddet gelir. İçindeki öfke azalıp yok olana kadar şiddetin her türlüsünü dener.

Bu tarz durumlarda ise en çok çocuklar yara alır.

Şiddete maruz kalan çocuklarda ise üç farklı çocukluk hâli görürüz.

Birincisi edilgenliktir. Çocuk ihmal edildikçe ihmal eden kişiye karşı yoğun bağlanma hisseder. Aslında bağlanmayı gerçekleştirmek, ihmal edilmişliğini giderebilmek için kendince çaba harcar. Toplumda “şımarıklık”, “yılışma” diye tabir edilen anlamsız hareketleri sırf ebeveynle yakınlaşmak için yapar. Bazen de onların hoşuna gidecek hâl ve tavırlar içine girer, şirinlik gösterir. Aslında tüm bunlar en acı çocukluk dramıdır.

Anne hâlâ sertliğini koruyorsa bu sefer de evde oradan oraya atlar, bedenine ya da eşyaya zarar verir, bir bardak suyu alıp annesinin yüzüne döker. Bunları yaparken de hep anneye erişmeye, içindeki duygusal ihmali gidermeye çalışır aslında.
Anne zorlamaya, şiddete devam ediyorsa çocuk tüm bu olumsuzluklardan kurtulmak için bu kez de kendisinden ne istenirse onu yapar. Sonuç yine hüsransa içiyle dış dünyasını ayrıştırmaya başlar ve sahte benlik oluşur. Yine evin cici kızı-oğludur ama kardeşine annesinden nefret ettiğini söyler. Kendisi hakkında çocuğunun düşüncelerini öğrenen ebeveyn ise bu sefer de onun yalanını yakalamaya çalışır. “Kardeşine benden bıktığını, nefret ettiğini söylemişsin. Doğru mu?” diyerek çocuğun içini didik didik eder.

Sonuçta çocuğun yapacağı bir şey kalmaz; anneyi duymamaya, onu hissetmemeye başlar ve duyarsızlık evresine girer. Hâsılı şiddete maruz kalan çocuklar adım adım edilgenleşir, sahte benlik oluşturur, sonra da duyarsızlaşır.

En sağlıklı insan “kendi gibi olabilen insandır”. Kendi gibi olmak insani özellikleri taşımak, mizacını bozmadan gelişim sürecini sürdürmek demektir.

O hâlde anne babaların çocuk yetiştirirken en temel sorusu “Fıtratını bozmadan çocuğumu nasıl büyütürüm?” olmalıdır.

Şiddet, ihmal, suiistimal insan fıtratını bozan en temel faktörlerdir.

Şiddet deyince daha çok fiziksel şiddet akla gelir ve dayak yiyen çocuklar hatırlanır. Hâlbuki şiddetin insan fıtratını bozan tarafı duygusal etkisidir. Hiç bir çocuk yediği tokadın acısıyla ağlamaz. Duygu dünyasında hissettiği acı sebebiyle gözyaşlarına boğulur. Zira o an kendini güçsüz, beceriksiz, sevilmeyen, önemsenmeyen, yapayalnız karanlık bir kuyuya atılmış, kimsesiz biri gibi hisseder.

Her fiziksel şiddetin duygusal karşılığı insanın içinde vardır. Mesela dayak atılmayan çocuk aşağılanarak duygusal şiddete maruz kalabilir. Bunu da ebeveynlerin çoğu bilmeden yapar. Çocuk beş yaşındadır. Ona göre konuşur, şakalaşır, zaman zaman enteresan yorumlar yapar. Eğer anne baba ona beş yaş değeri vermiyor; anlattıklarını, önemsediklerini dikkate almıyorsa bu şiddettir.

Annenin kendini çocuğundan esirgemesi de şiddettir. Yahut çocuklar arasında kıyas yapmak, birbirlerini kıskandırmak da aynı etkiye sahiptir. Bu yanlışların hepsi bir araya geldiğinde ise insan fıtratı bozulur.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuk terbiyesinde dua ihmal edilmemeli

“Pedagojinin temel kaidelerine uymak binanın süsleme kısmıdır. Çocuk yetiştirmenin özü, yani o binanın temeli duadır. Çocuğu duasız şekilde yetiştirirseniz, temelinde dua olmazsa, o binayı ne kadar boyasanız da pudralasanız da güzel görünüşlü bir bina olduğu halde, temeli çürükse en ufak bir sarsıntıda yıkılacaktır.” 

Her anne-baba çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek ister. Bunun için de elinden gelen gayreti gösterir. Tüm anne- babaların hedefi bellidir: Çocuklarının içinde var olan potansiyeli en iyi şekilde ortaya çıkarabilmek.

Peki, bu yapılırken acaba anne-babaların ne yapması, nelere dikkat etmesi gerekiyor? Çocuğumuzun içindeki dehayı ortaya çıkarabilmek için yapılması gerekenler nelerdir?

Konuyu görüştüğümüz Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi Uzman Pedagog Adem Güneş, anne-babalara önemli ipuçları vermesinin yanı sıra farklı bir konuya dikkatlerimizi çekiyor: Dua…

dua eden cocukSizin öncülüğünü yaptığınız Anadolu Pedagojisi’ne göre her çocuk bir Fatih, bir Itri, bir Mimar Sinan potansiyeli taşır. Ebeveynlerin bu potansiyeli keşfetmeleri için neler yapmaları, nelere dikkat etmeleri gerekiyor?

Sorunuzun cevabına geçmeden öncelikle şunu belirtmek isterim ki, Allah her insanı ayrı yarattı ve her insanın içine kendisine has bir fıtrat koydu. Bir çocuk kendi fıtrî halini yaşarsa o zaman ortaya Allah’ın “mükemmel” dediği ve “Halife yarattım” dediği insan ortaya çıkar.

Günümüzde arızalı, hastalıklı, topluma zarar veren insan modellerine baktığımız zaman bunların daha çok fıtratı, özü, mayası bozulmuş ve bu bozukluğun kendi ruhundaki karşılığını etrafa yansıtan insanlar olduğunu görüyoruz. Biz inanıyoruz ki insan çok acizdir ve Allah’ın birçok sıfatını kendi üzerinde barındırıyor. Dolayısıyla fıtrî haliyle kalabilen bir insan topluma, dünyaya, insanlara zarar veremez. Çünkü Allah onu vicdan, akıl, bellek, muhakeme gücü ve benzeri birçok donanımla birlikte yaratmıştır. Tüm bunlara baktığımızda insan bu hali özümseyip, bir şekliyle Yaratıcısına teveccüh edecek vaziyettedir.

Peki, sizin “topluma zarar veren insan modeli” dediğiniz kişiler biraz önce sözünü ettiğiniz durumun dışına nasıl çıkıyor?

Gelişim sürecinde çocuğun iyiye doğru gitmesini isteyen anne-baba biraz kaygılarından, biraz çocuğu tanımamasından dolayı çocuğun vicdanını öldürüyor, duyularını öldürüyor. Çocuğun kendisi olmasına izin vermek yerine korku ve panik içerisinde kendi istediği modele çevirmeye çalışıyor. Böylelikle sanki Allah’ın fıtrata koymuş olduğu o öze itiraz eder gibi, kabullenmez gibi, başka bir insana dönüştürmeye çalışınca ortaya şikâyet edilen insan tiplemesi çıkıyor. Bugünün temel problemi budur. Bu tip insanlarla toplum olarak boğuşuyoruz.

Veya modern hayatın getirdiği, kendisi iyi yetiştirilmiş olsa da paranın, makamın, popülerliğin, nefsin fıtrat bozucu haline yenik düşmüş insanlarla şu anda toplumlar olarak boğuşuyoruz. Her şeyi anne-babanın omuzuna yüklersek orada da ciddi bir hata yapmış oluruz. Çünkü anne-babanın da ötesinde çocuğun yetişmesinde çevrenin çok büyük tesiri vardır.

Bunları belirttikten sonra sorunuzun cevabına geçebiliriz.

Buyurun…

“Ben iyi bir anne-baba olmak istiyorum” diyen anne-babaların ilk yapacağı şey; çocuğuna doğduğu günden itibaren güven ve emniyet sunmasıdır. Fıtratın inkişaf etmesindeki en temel faktör bunlardır. Bu güven ve emniyetin içerisini doldurmaya kalktığımızda çocuğun hiçbir zaman anne tarafından yalnız bırakılmamış olması, emme süresince çocuğun mutlaka anne tarafından emzirilmiş olması, gece yatarken çocuğun yanında mutlaka annenin de bulunmuş olması, çocuğun her ihtiyacı olduğunda, inlemesi, ıhlaması durumunda bile annenin mutlaka karşılık vermesi çocuğu şımartmaz, çocuğu bağımlı hale getirmez. Çocuğa emniyet ve güven içerisinde olduğu hissi aşılar.

Çocuk kendini emniyet ve güven içinde hissediyorsa o takdirde fıtrat gelişir. Bir ağaç fidanının gelişmesinde su ve güneş ne ise, çocuğun gelişmesinde emniyet ve güven aynı şeydir.

Anne-baba çocuklarına “dokunma”, “etme”, “koşma”, “zıplama” diye engelleyici tavırlar takınmak yerine etrafı, eşyayı tanıması için güven vermiş olsa her an yanında bulunmuş olsa çocuğun fıtratının yeşermesi güvenli ve emniyetli olacak. Çocuk dışarıda karşılaştığı olaylarda veya evde yaşadığı olaylarda eğer anne-babadan emniyet hissediyorsa o takdirde fıtrat gelişir.

Aşırı koruyucu olmamak, çocuğun yapabileceği bazı şeylere izin vermek de gerekiyor. Bazı anne-babalar çocuğun üzerine öyle bir kapanıyor ki, üst kattaki komşu çocuğu hafif itelemiş olsa, güven vereceğim diye gidip o komşu çocuğunu incitiyor. Böyle bir durumda çocuk güven yerine güvensizlik alır. Çünkü anne-babasının bir başkasına zarar verdiğini gören çocuk, bir süre sonra kendisine de zarar verileceğinin kaygısına kapılır.

Peki, güven ve emniyet duygusunun verilmesinde doğru davranış ne olmalı?

Güven ve emniyette anne-babanın tutumu şu olmalı: Anne-baba bir sükunet ve sekine içerisinde yaşamalı. Çocuk oynarken tabii ki düşecek, arkadaşı ile itişecek de  tepişecek de… Bunlara izin veriyor olmak çocuğun gelişimine de destek veriyor olmak demektir.

Çocuğun güven ve emniyet içerisinde hayata tutunabilmesi için anne-babanın rehber olması gerekir. Anne-baba rehberlik görevini başarırsa çocuk güven ve emniyet içerisinde olduğunu hisseder, bu da fıtratın inkişafına sebep olur.

Bunu biz madalyonun iki yüzü olarak düşünürsek, bunlar anne-babanın fiili olarak yapması gerekenlerdir. Güven sunacak, emniyet sunacak ve çocuğun fıtratının gelişmesine izin verecek. Ancak bir şey eksik olursa arıza oluşması muhtemeldir. Anne-baba emniyet ve güveni sağlasalar da o çocuğun yolunu açacak olan Allah’ın inayeti de lazımdır.

Çocuk terbiyesinde yaptığımız her şey bir fiilî duadır. Yapmamız gerekenler zaten mesuliyetlerdir. Onları yapmazsak Allah’a karşı saygısızlık yapmış oluruz. Bunu yapmadan hayırlı bir evlat beklemeyelim. Fiilî duayı yaptıktan sonra bu çocuk mükemmel olacaktır diye beklemek de olmaz. Kâinatın sevk ve idaresi, duaların kabul makamı Allah’tır. Fiilî duanın arkasından bir de mutlaka kavlî dua gelmesi lazımdır.

Aslında burada çok yeni ve ilginç bir konuya temas ettiniz. Günümüzde anne-babalar çocuklarını mükemmel yetiştirmek için her türlü fedakârlığı yapıyorlar. Kitap okunması gerekiyorsa okuyorlar, pedagoga gitmek gerekiyorsa gidiyorlar, psikoloğa gidiyorlar ve en iyi okullarda yetiştirmeye çalışıyorlar. Fakat az önce dediğiniz kavlî dua kısmı günümüzde ihmal mi ediliyor?

Pedagojinin temel kaidelerine uymak binanın süsleme kısmıdır. Çocuk yetiştirmenin özü yani o binanın temeli duadır. Çocuğu duasız şekilde yetiştirirseniz, temelinde dua olmazsa o binayı ne kadar boyasanız da pudralasanız da güzel görünüşlü bir bina olduğu halde temeli çürükse en ufak bir sarsıntıda yıkılacaktır.

Çocuğunun zarara uğramaması konusunda, yolunun açılması noktasında, hayırlı bir vazife verilmesi noktasında, insanlığa hayır işlemesi noktasında anne-babalar nasıl  güven ve emniyet sunuyorsa, aynı şekilde güven ve emniyet hissini çocuğun içinde inkişaf ettirecek olan, çocuğun içerisinde duyuracak olan Allah’a da müracaat etmelidir. Ben çocuğa güven ve emniyet veriyorum diye anne-babanın iyi davranması önemli değil, önemli olan bu hissin Allah tarafından o çocuğun içine yerleştirilmiş olmasıdır. Çocuğa dışarıda gelebilecek bir bela ve musibeti onun peşinden giderek engel olmak değil; kâinatı kudret elinde tutan Allah’a yalvarmak, zihnî ve fiziksel bela ve musibetlerin Allah tarafından önleniyor olması için anne-babanın dua etmesi gerekir.

Çocuğumuzu sabah okula uğurlarken veya bir yere yollarken hakkında hayır dualarda bulunmak “Yavrum Allah zihin açıklığı versin, Allah yolunu açık etsin, Allah yolundaki engelleri kaldırsın” gibi dualar da bahsettiğimiz dua kısmına girer mi?

Ağzı dualı bir anne-baba mutlaka çocuğunu okula gönderirken, okuldan alırken, dersinin başına oturttururken, arkadaşlarıyla bir yere yollarken ve benzeri güncel yaşamın içerisinde mutlaka hayır dualarda bulunması ve mutlaka çocuğun bunu duyması lazımdır. “Allah yolunu açık etsin evladım” duasını mutlaka her annenin söylemiş olması gerekir. “Allah sana hayır işler yaptırsın, Allah’ın razı olduğu kullardan olasın kızım” dualarını her çocuğun duyması gerekir.

Anne-babalar günün koşturmacası içinde yoruluyorlar, sinirlenebiliyorlar; bu yorgunluk içerisinde olumsuz cümleler kurabiliyorlar. Mesela; “Allah senin cezanı versin”, “Allah seni bildiği gibi yapsın” veya “Allah sana da senin gibi bir evlat versin de gör bakalım dünyanın kaç bucak olduğunu” gibi beddua diyebileceğimiz dualar ediyorlar. Bu noktada bu söylenenlerin de hem çocuk üzerinde hem de dua babında manen baktığımızda bir etkisi var mıdır?

Çok önemli bir konuya temas ettiniz. Maalesef anne-babalar duanın gücünü çok bilmiyorlar. Çocuğun bir ruhsal yapılanmasının olduğu ve bunun çok hassas olduğunu günlük yaşantı içerisinde gözden kaçırıyoruz. Bırakın çocuğa bedduayı, hayvana dahi beddua ettiğinizde hayvan hırçınlaşıyor. Evde yaşayan bir çiçeğe beddua ettiğinizde çiçek soluyor.

Anne babalar çocuğuna “Allah senin belanı versin” diye bir söz söylediğinde o çocuğun içerisine zehir akıttığını ve gerçekten de Allah’ın o çocuğa bir bela zemini gibi bir zemin hazırlayacağını bilmeleri gerekir. Beddua hayvana, bitkiye dahi edilmez, kaldı ki anne-babalar çocuklarını terbiye etmek için onlara beddua ediyorlar. Bu çok acınası bir haldir. Allah onun da karşılığını verir.

Bu aynı zamanda çocuğa yapılan bir saldırıdır, değil mi?

Evet, çocuğa pedagojik olarak, psikolojik olarak öylesi şiddetle yaklaşan bir anne, çocuğun psikolojik olarak ruhunu bozar. İlahiyatçı değilim ama her anne-babada anne-babalık hakkı vardır. Bir anne çocuğunu dokuz ay karnında taşımış, acılar içerisinde onu dünyaya getirmiş, onu emzirmiştir. Tüm bunlar karşılığında Allah, anneye bir “annelik hakkı” mahsus tutuyor. Bu hakkın karşısında anne-babaların edeceği duaların karşılığının verileceğini bilmemiz gerekir. Anne-babalar bu hakkı hayır dua için kullanırsa Allah muhtemel ki annelik hakkından dolayı hayır verecektir. Ama bu hak, beddua için kullanılırsa, Allah bedduanın karşılığını verecektir. Anne-babaların bilmesi gereken en önemli şey budur. Siz istediğiniz kadar pedagojik olarak çocuğunuzu yetiştirin, hakkınızda şer istemişseniz, şerrin üstüne inşa ettiğiniz bir çocuğunuz olacaktır.

Dua olmadan pedagoji yarım kalır. Pedagojinin dua boyutu ihmal edilmemeli. Çocuk terbiyesinde duanın gücüne inanmak lazım. Anne-babalar anne-babalık hakkını Allah’tan hayır için isterse Allah hayır, şer için isterse Allah şer verir. Anne-babaların dikkatli olması lazım.

 

Fatihlerin yanında bir rehberi olmalı

Fatih Sultan Mehmet’in başarılarının arkasında bir Akşemsettin, bir Molla Gürani var. Mehmed’in Fatih olarak yetişmesinde ona rehberlik edecek kişilerin bulunmasını bir pedagog olarak nasıl değerlendirirsiniz?

Günümüzde anne-babalar çocuklarını bizzat kendileri yetiştirmeye çalışıyor. Bu çok defa bir çocuğun yetiştirilmesinde eksiktir. Hiçbir annenin gücü tek başına bir çocuğu yetiştirmeye yetmez. Çocuğun belli bir kıvama getirilmesi anne-baba ile olur. Kıvama geldikten sonra çocuk kendi fıtratının karşılığı olan bir kişiyle veya kendi fıtratını destekleyen birileriyle gelişim sürecini tamamlaması lazım.

Osmanlı dönemine baktığımızda 11-12 yaşına yani ergenlik dönemine kadar anne-babayla olan çocuk bir süre sonra onlardan ayrılıyor. Fıtratının karşılığı olan bir yerde başkalarının destekleriyle yoluna devam ediyor, sonra tekrar anne-babasının yanına geliyor. Ergenliğe giren bir çocuk evde anne-babayla çatışır. Bu noktada mutlaka çocukların belli bir kıvamdayken, belli kişilerin yanında onların rehberliğiyle devam edip sonra tekrar anne-babanın yanına gelmiş olmasında büyük faydalar vardır.

Bu söylediklerinizden Osmanlı’da 8-10 yaşında şehzadelerin anne-babasından ayrılarak kendisine her bakımdan rehber olacak, kendi alanında uzman kişiler tarafından yetiştirilmesinin günümüzde bir model olarak alınması gerekli olduğunu mu anlamalıyız?

Kesinlikle model alınması gerekir. Bugün ergen problemi denen şeyi bizim ecdadımız çocuğun bu döneminde kendisine rehberlik edecek, fıtratını inkişaf ettirecek bir başka kişinin yanında geçirttirmiş. Sonra anne-babasının yanına gelmiş. Bu mutlaka örnek alınması gereken bir modeldir.

Burada görev yine anne-babaya düşüyor. Çocuğunun fıtratına göre onu destekleyecek insanları bulup çocuğunu onların yanına gönderme ve onunla vakit geçirmesini sağlaması gerekiyor değil mi?

Evet. Burada şunu tavsiye edebilirim: Çocuk yaz tatilinde bazen bir manavın, bazen bir terzinin yanına gönderilebilir. Burada maksat çalışmayı öğretmek değil. Gönlü açık bir terzinin yanında sükûn içerisinde onun hallerini gözlemleyebilirse, yeterlidir. Bu yaşlara geldiğinde mutlaka rehberlik edecek bir kişinin yanında olmalı. Olmazsa çatışmalar bir sonraki dönemin yeni problemini oluşturur.

Çocuk, yanına gittiği kişide fıtratının bir boyutunu geliştiriyor olması lazımdır. O kişinin sadece işini iyi yapıyor olması ve sükûnet içerisinde olmasından daha ziyade onun da manevî derinlikleri olursa çocuk bu ikinci rehberinin yanında çok daha iyi gelişir.

Pedagog Dr. Adem Güneş

Hayırlı evlât hayırlı ailede yetişir!

Anne ve baba, iyi evlât yetiştirme konusunda mutlaka mutabakat sağlamalıdırlar.

Çocuk yetiştirme kabiliyet ve istidadı olmayan, olsa da sorumluluk yüklenmeyen bir anne ve onların hiçbir problemiyle meşgul olmayan bir babanın vesayetindeki çocuklar, anne ve babaları olsa da yetimdirler.

Allahın, şefkat, merhamet, incelik ve hassasiyetle donattığı, donatıp çocuklarını yetiştirme konusunu tabiatının bir derinliği haline getirdiği anne, ruhundaki bu potansiyeli mutlaka onları hakikî insanlığa yükseltme istikametinde kullanmalıdır. Zaten o, fıtratı itibarıyla bir muallime, bir mürebbiye ve bir mürşidedir. Onun en önemli vazifesi çocuğunu yetiştirmek olmalıdır. Allah, anne ile çocuğunun arasını ayıranı kıyamet gününde sevdiklerinden ayırır. (Hâkim, Müstedrek, 2/55) hadisi de annenin çocuk terbiyesindeki müstesna rolünü gayet net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Anne, donanımının gereğini yerine getirirken baba da hilkat ve konumunun icabı daima temkinli, dirayetli, kiyasetli ve dikkatli olması gerekmektedir. O siyasetle, memuriyetle, ticaretle, ziraatle vb. işlerle meşgul olur ve biraz da tabiatının gereği ailedeki ayrı bir boşluğu doldurur. Evet, o, gücü, mukavemeti ve farklı yapısıyla ayrı işlere namzettir. Zaten kadimden beri o hep hususî bir sorumluluğun insanı olagelmiştir. Ormandan ağaç kesmeden alın da, saban sürmeye; arpa, buğday ekip biçmeden inşaatlardaki ya da fabrikalardaki bütün ağır işlere kadar her şey ona bağlı devam edegelmiştir. Böyle ağır işlere, bedeniyle, iradesiyle mukavemet edebilecek erkek bence yerini korumalı, kadın işleriyle kadınlaşmamalı ve kadını da takatini aşkın ağır işlerle uğraştırmamalıdır.

Şefkat Kahramanı Anneler

Ayrıca erkek, bir mukavemet abidesidir ama bir şefkat kahramanı değildir. Şefkat, annenin en önemli derinliğidir; o, dokuz ay karnında gezdirir çocuğunu. Dünyaya getirir yüz zahmetiyle, bakar büyütür bin meşakkatiyle. Gece inlediği zaman hemen kalkıp imdadına koşar.. Ağladığında da bağrına basar. Tabiatından kaynaklanan bir iştiyak ve insiyakla onu yaşatmak için yaşar. İşte bir tarafta kadın diğer tarafta da erkek, teşkil ettikleri aile vahdetiyle cennet saraylarını hatırlatan öyle bir yuva kurarlar ki bu yuvanın çehresinde öteleri temaşa edebilirler.

Günümüzde erkek bir dairede, kadın da bir dairede çalışır. Bu durumda çocuklar ya başkasının yanında ya da çocuk kreşlerindedir.. Evet, erkek ve kadın da çalışınca, çocuklar belli ölçüde de olsa yalnızlığa, sahipsizliğe terk edilirler. Sonra bu insanlar kendi kendilerine şöyle teselli olurlar: Orada çok şefkatli, bilgili kimseler var. Çocuklara bizden daha iyi bakıyorlar. Oysaki çocuğun, bütün bunların ötesinde istediği daha başka şeyler vardır.

Kreşte çocuğun elbisesini yıkayabilirler.. Yemeğini vaktinde yedirebilirler, teneffüs etmek istediğinde dışarıya çıkarıp gezdirebilir ya da lunaparklarda elinden tutup dolaştırabilirler; ama bunu yapanlar hiçbir zaman çocuğun annesi, babası olamaz, onun en çok muhtaç olduğu şefkati ona veremezler. Şefkat, çocuğun, annesinin yüzünde okuduğu, sinesinde bulduğu, babasının kucağında hissettiği cibillî alâkadır. Bunu vermedikleri takdirde onu başka hiçbir fanteziyle tatmin edemezler.

Böyle eğitim yuvaları veya kreşlere terk edilen çocuklar bir yana, çıraklık devresinde bir ustaya veya kalfaya teslim edilen çocukları ele alalım; eğer bu usta ve kalfa şefkatten uzak ve biraz da haşin ise, mütemadiyen huşunet gören bu çocuklar, zamanla öylesine duygusuz, öylesine katı ve öylesine merhametsiz yetişirler ki; yabancılar şöyle dursun, annelerine babalarına karşı dahi kaba davranmadan geri durmazlar. Böyle sert insanların, çıraklık devresinde, o masum çocukların mülayim ruhlarında icra ettiği menfi tesir bu ölçüde olumsuz neticeler doğurursa, daha dünyaya gelir gelmez götürüp yabancı kucaklara teslim ettiğimiz çocukların, o yabancı nazarlar altında ne hâl alacaklarını kestirmek zor olmasa gerek.

Her zaman kendisini bize Rahmân ve Rahîm olarak tanıtan, Kurân-ı Kerimde tam yüz on dört defa Bismillahirrahmanirrahim kelâm-ı mübecceli içinde Rahmâniyet ve Rahîmiyetini anlatan Allah (cc), bu mübarek isim ve sıfatlarıyla annede tecelli etmiş gibidir. Evet, Allahın (cc) Rahmâniyet ve Rahîmiyetiyle bir haneye tecellisini, annenin binbir ihtimamla çocuklarının üzerine eğilmesi ve onları görüp gözetmesi şeklinde mütalâa edebiliriz. Böyle bir mazhariyetin dünyada hiçbir şeyle değiştirilemeyecek kadar yüce olduğunda şüphe yoktur.

Bir dönemde üniversitede eğitim gören, hatta yüksek lisans ve doktora yapan, ama terör odaklarının eline düşmüş bazı gençler oldu ve anneyi babayı ağlatan, onların ciğerini dağlayan merhametsiz, duygusuz nesiller yetişti; ancak bunlar birer istisna idi ve okumanın, okutmanın aleyhinde delil teşkil edecek şeyler değildi. Kimse evlâdını, bir kurşunla vurulsun ya da toplumun huzurunu kaçırsın diye yetiştirmez; yetiştirmez ama bazen onların hiç beklenmedik cereyanlara kapılıp gitmelerini de önleyemez. İşte ister böyle sürpriz olumsuzluklar, ister muhtemel tehlikeler karşısında anne-baba her zaman yuvayı bir koruyucu sera gibi kullanmalı, çocuklarının ahlâkî eğitimlerini öncelikli hedef yapmalı ve çocuklarının zayi olmasına fırsat vermemelidirler.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, anne-baba, hisli, şuurlu, vatanına milletine, dinine sımsıkı bağlı bir neslin yetişmesi için gerekli olan her şeyi yapmalı ve onun aklî, kalbî, hissî, mantıkî boşluk yaşamasına fırsat vermemelidirler. Şayet anne-baba dindar, Kurâna bağlı, İslâmı bilen kimseler ise çocuklar da şuurlu yetişecek ve milletlerinin ikbal yıldızını parlatacaklardır.

1- Çocuk yetiştirme kabiliyeti olmayan, onların hiçbir problemiyle meşgul olmayan bir ana-babanın vesayetindeki çocuklar öksüz ve yetim sayılırlar.

2- Kadın, yaratılışı itibarıyla bir öğretmen ve bir terbiyecidir. Bu açıdan bir annenin en önemli vazifesi çocuğunu hayırlı bir şekilde yetiştirme olmalıdır.

3- Ana-baba yuvayı koruyucu sera gibi kullanmalı, çocuklarının ahlâkî eğitimlerini hedef yapmalı ve onların zayi olmasına fırsat vermemelidirler.

ZAMAN