Etiket arşivi: Dr.Selçuk Eskiçubuk

Öğretmenler Günü Ne Zaman?

Eğitim, bireyin hayatı boyunca, yaşayarak ve yaparak davranış değiştirmesine verilen isimdir. Eğitimde davranışlar yaşayarak, yaparak değişir ve bu süreç yaşam boyu devam eder.

Eğitim yalnız okulda olmaz, okul dışında da olur. Okulda alınan eğitim formaldir, okul öncesinden Üniversite ve yüksek okullara kadar devam eden biçimine örgün eğitim, kurslar ve hizmetiçi eğitim olarak alınan tarzına da yaygın eğitim denir. Formal eğitim süreci içinde yer alan öğretme faaliyetlerine ise öğretim denir. Okul dışında alınan eğitim şekline ise informal eğitim denir.

Eğitim ve öğretim faaliyetleri okullarda öğretmenler tarafından verilir. Bizim ülkemizde “24 Kasım Öğretmenler günü” olarak kutlanır. Her ülke kendi kültürel ve tarihi özellikleri ile okul tatil günlerine göre farklı tarihleri “Öğretmenler Günü” olarak belirlemiştir. Pek çok ülkede UNESCO’nun tavsiyesiyle 1994’ten beri her yıl 5 Ekim gününü öğretmenler günü olarak kutlanırken 12 Arap ülkesinde 28 Şubat’da kutlanmaktadır. Bu farklılıklardan anlaşılacağına göre evrensel bir gün yoktur.

Bugünlere gelişimizde fedakar öğretmenlerimizin payı çoktur. Ülkemizin kalkınmışlık düzeyinde farklılıklar olduğu, bazı yörelerimizin mahrumiyet bölgesi olduğu da bilinen bir gerçektir. Bir de buna eğitimin önünü kesmek isteyen terör olayları eklenince bu bölgede korkusuzca öğretmenlik yapan o fedakar insanları kutlamak gerekiyor ki bir kısım öğretmenler bu fedakarlıklarının bedeli olarak oralarda şehit edildiler, nur içinde yatsınlar.

Herkes çocuğunun iyi bir eğitim almasını, bir meslek ve iş sahibi olmasını ve kendinden daha iyi yerlere gelmesini ister,  bunun için çalışır ve fedakarlık gösterir. Çocuklar bunu ancak anne baba olunca anlar.

Anne ve babalardan başka fedakarlık gösteren, bütün insanlık için yol gösterici insanlar yok mudur? Evet elbette vardır ve onların başında Peygamberler ve dini kanaat önderleri gelir. Kur’anda 25 tane Peygamberin adı anılmasına karşılık hadislerde Hz. Adem ile Hz. Muhammed arasında 124 bin Peygamber gönderildiğinden bahsedilir.

Eğitim bireyin hayatı boyunca, yaşayarak ve yaparak davranış değiştirmesine verilen isim olduğuna göre insanlığın iyiyi, doğruyu ve güzeli bulması ve mutlu olması için nasıl yaşaması gerekir? İnsanlara zamanın şartlarına göre gönderilmiş Peygamberler yoluyla verilen emirler, yasaklar ve görevler bir informal eğitim sürecidir.

Adem Peygamber toprağı ilk işleyen Peygamberdir, eşyanın isimleri ona öğretilmiştir.  İdris ise ilk defa iğne ile dikiş diken ve elbise yaparak giyen, ölçü ve tartı aletlerini ilk defa kullanan Peygamberdir. İlk defa denizde yüzecek gemi yapan peygamber Nuh, Kurban kesmeyi bize öğreten İbrahim, rüyaları doğru tabir eden Yusuf, hastalıklara karşı sabrı gösteren Eyyup, güzel konuşma ve hitabeti Harun, hayvanların dilini bilmeyi ve cinleri hizmet ettirebilmeyi Süleyman Peygamber insanlara göstermiştir. Ayrıca her bir Peygamber Allah’ın izni ve müsadesiyle birçok farklı mucizeler de göstermiştir. Bu mucizeler insanoğlunu ulaşabileceği en son hedefleri onlara gösteren, çalışırlarsa onların benzerlerini yapabileceklerine birer işarettir. Çünkü ona yeryüzünün halifesi ünvanı verilmiştir.

Mesela Hz.Süleyman havaya binerek bir günde 2 aylık yol gitmiş, insanoğlu zamanla çalışarak uçaklar ve helikopterler yapmış Hz.Musa asasıyla su bulmuş, insanlar çalışarak artezyenle çok derinlerden su çıkarmışlar. Hz İsa ise Allah’ın izniyle anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirmiş ve ölüleri diriltmiştir. Günümüzde Tıp gelişmiş, görme engelliler için hayatı kolaylaştıracak yeni bir sürü aletler geliştirilmiş hatta görme bozukluğu yapan bazı göz hastalıklarında biyonik göz takmayı başarmıştır. Peygamber mucizelerinden örnek alınacak daha nice örnekler vardır.

Her Peygamber, Melek Cebrail kendisine Allah’dan hangi emirleri getirmişse onları ümmetlerine söyler. Cebrail başöğretmen, Peygamberlerin her biri öğretmen ve ümmetleri de öğrenci olurlar.

Emirlere uyan ümmetler olduğu gibi Peygamberlerini öldürenler de oldu. Vahşi insanları eğitmek kolay değildir. Peygamberler sabırla ümmetlerini eğitirler, bu uğurda eziyet çekerler, bu eğitim bazen yıllarca sürer bazen de çok kısa. Mesela Kur’an Hz.Muhammed’e 23 yılda indirildi, kötü alışkanlıklar yavaş yavaş terk edildi. Eğitim yaşam boyu devam etti ve 632 yılındaki veda hutbesiyle son buldu. Veda haccında 100 binden fazla Müslüman vardı. Ve sözlerinden bir bölümünde Peygamber şöyle seslendi:

“Ey müminler! “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allahın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir”

Ve sözlerini şöyle bitirdi:

İnsanlar! “Yarın beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz? Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler; “Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şehadet ederiz”.Bunun üzerine Resul”i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;

               “Şahid ol Yarab! Şahid ol yarab! Şahid ol yarab!”

Bizce en büyük öğretmen olan Hz.Peygamber’e onun razı olduğu ümmet olma dileğiyle, fedakarca yarının yöneticilerini yetiştirmeye çalışan ve bizleri yetiştiren tüm öğretmenlerin Öğretmenler günü kutlu olsun.        

Dr.Selçuk Eskiçubuk

Amerika’yı Yeniden Keşfetmeye Gerek Var Mı?

Tarih boyunca fen veya sosyal bilimlerle uğraşan herkes geçmişten faydalanmış, kendisi de bir şeyler katmış ve yeni şeyler üreterek insanlığa sunmuştur. Geçmişin fikirleri, deneyimleri günümüze böyle gelmiştir. Bazen geçmişte doğru kabul edilen şeylerin yeni araştırmalarla yanlış olduğu da ortaya çıkmıştır. Ama bazı olaylarda durum öyle değildir, “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok”tur.

Bir olayı önceden görmek, sakıncalarına herkesi inandırmak ve tedbir almak her zaman mümkün olmaz. İsteseniz de bazen yapamayabilirsiniz. Nitekim Gülen hareketi olayında da böyle oldu. Çok önceden bu harekete temelde karşı olanlar bu hareketi kötülerken, 60 lı yıllardan itibaren ülkemizde etkili iktidar veya muhalefetteki bütün siyasetçiler tarafından ise korundu, kollandı ama 2002 yıllarından itibaren de daha etkili konuma geldiler. Ancak sonra yollar ayrıldı ve iktidar ile “Gülen hareketi” birbirlerine karşı savaşa başladılar. Her iki tarafa da yakın olanlar önceleri yaşanan olaylara iktidarla Gülen hareketi arasında bir anlaşmazlık olarak baktı, zamana bıraktı ve düzeleceğini umdu. Ama bu iyi niyetli öngörüler gerçekleşmedi.

Nur talebeleri arasında, bu sitede veya başka sitelerde onlara hüsnü zanla bakanlar, makale yazanlar, röportaj verenler olduğu gibi, sessiz kalanlar veya baştan beri duruşunu hiç bozmadan karşı olanlar ve onları baştan beri Nur hareketinin dışında görenler de vardı.

Bu hareketin amacı 40-50 yıl gibi uzun yıllar içinde değişmiş, şimdi adı bir terör örgütü, “FETÖ” olmuştu. Siyasal iktidar bundan sonra onları terör örgütü olarak görerek mücadeleyi artırmıştı. Herkes kendi yaşadığı yıllara göre bu harekete bakmış, öyle değerlendirmiş olduğundan bu yeni ismi uzun zaman kabul edememişti. Evet burada her kesimin, kendi yanılgıları yatıyordu. Yıllarca bu hareketin içinde bulunan bazıları kopmaya başladı bazıları hala devam ettiler. Kafalar karışıktı. O cemaatten nemalanan kim yanıldığını kolayca itiraf edip kabullenebildi? Kim gururunu kırıp, “evet ben de yanıldım” diyebildi? Hatta hiçbir menfaati olmayanlar varsa eğer, ben yanıldım diyebildiler mi?

Siyasal iktidar bundan sonra onları terör örgütü olarak görerek mücadeleyi artırmıştı. En son ülkemiz 15 Temmuz da 2016 FETÖ tarafından organize edilen başarısız bir darbe girişimi yaşadı. Cumhurbaşkanının halkı sokağa çağırması, ihtilalcilere karşı koymalarını ve milli iradeye sahip çıkmalarını istemesiyle de halk, parti gözetmeksizin buna karşılık verdi, ölümü göze alarak sokaklara çıktı. Uçaklardan, helikopterlerden atılan mermilerden şehit oldu, gazi oldu, kimisi tankların altına yattı kimisi de tankların üstüne çıktı. Bu milletin 237 evladı şehit, 2191 evladı da gazilik mertebesine ulaştı.

Darbe teşebbüsün ardından 4 ay gibi bir zaman geçti, şifreli haberleşme ağları ele geçti, birçok itiraf oldu, örgüt çözüldü, abiler ablalardan bir kısmı yurt dışına kaçtı. Binlerce kişi kamudan atıldı, darbeye katılan asker, polis ile onları maddi olarak destekleyen işverenler tutuklandı. Her gün yenileri bu konvoya ekleniyor.

Siyaseten ve hukuken ciddi adımlar atılması gerekirken, 15 Temmuz öncesinde maalesef atılamamıştı. 15 Temmuzda ortaya çıktı ki onlara hüsnü zanla bakan herkes yanılmıştı. Herkesin bugüne gelmekte suçu vardı, kiminin az, kiminin çok. Ama bunu ölçmeye kalkışmanın hiç faydası yok. Evet yanıldık deyip artık ileriye bakalım.

Depremde bazı evler yerle bir olurken bazılar da zarar görür. Bu hareket ülkemizde sosyal bir deprem yaşattı. İslami bir kanaldan gelip FETÖ adı verilen örgüte evrildiği için bu ülkede yaşayan bazı kimseler, siyasetçiler, sol aydınlar veya bazı ilahiyatçılar(!) şimdi FETÖ dışındaki dini cemaatlere hem baskı yaptırmak için gayret gösteriyorlar hem de kamudan işlerine son verilen Fetöcü personellerin avukatlığını yapıyorlar. Aynı zamanda devlet dairelerinde çalışan personel arasındaki çeşitli cemaatlere mensup kişileri hedef tahtasına koydurup onları kamudan çıkarttırma gayreti gösteriyorlar.

Hukukta suçlar bireyseldir, kişi suçlu olduğu kesinleşene kadar masumdur. FETÖ örgütü için çalışan, maddi manevi onu destekleyenler ile onlarla yakından uzaktan ilgisi olmayan diğer cemaatlerin ne suçu var? Gülen hareketi bir terör örgütüne dönüştüyse başka bir cemaate bağlı olmak  niçin suç olsun? Devlet eyleme bakar, kimin eylemi suç ise onu cezalandırır, kim o suça ortak olmuşsa onu cezalandırır, kimseyi potansiyel suçlu olarak göremez.

Biz Müslümanlar için Kur’an’dan sonra sünnetler gelir. “Müminin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” hadisinin ışığı altında başkasının değil kendisinin ferasetine bakmalı, geçmişe dönüp, Gülen hareketinin bugünlere gelmesinde, FETÖ’ye dönüşmesinde kendisinin maddi manevi bir desteği olup olmadığını sorgulamalı. Bir katkısı olmuşsa hem Allah’dan, hem de şehitlerin ailelerinden, gazilerden af ve özür dilemekte acele etmelidir, yoksa tarih yine tekerrür eder değil mi?

Biz bu depremi yaşadık başka ülkeler bize iyi baksınlar, özellikle FETÖ örgütünün açtığı okullar, işyerleri o ülkenin geleceğini karartabilir. Çünkü FETÖ artık yalnız değil, onun arkasında bazı devletlerin gizli servis örgütleri var. Nerden mi anladık? Bu kadar sinsilik, bu kadar gizlilik, onca yıllar kendi belli etmeden takiyye yapmak bir kişinin aklı olamaz. Onların işleri önce ülkede bazı insanlara güven sağlanması için her türlü desteğin verilmesine çalışmak, ona güven sağlanınca devleti ele geçirmek için insanlarını devlete yerleştirmek ve vakti gelince ülkede huzursuzluk çıkarmak ve mezhep savaşlarını körüklemek, terörle ülkeyi kana bulamak, sonunda ülkeleri işgal etmek ve kendilerine hizmet edecek olan köle idarecileri seçtirmek veya ihtilalle başa getirmek.

Bu ortak akılla yapılan uluslar arası bir proje, ilk önce bizde denendi. Böyle projelerde önce hainler kullanılır zamanı gelince sonra feda edilir. Çünkü onlar yarın efendilerine de ihanet ederler.  Elbette vatanına, milletine, inançlarına ihanet edenlere güvenilmez. Peki onları ülkelerinde saklamakta ne zamana kadar devam ederler? Projeden tamamen ümit kesince.

Bu devletler kim mi? Yurt dışına kaçanların yaşadıkları ülkelere bakın, onları geri vermemek için ipe un serenlerin izini takip edin, onları buldunuz mu? Kaç ülke?

Bu ülke bizim tarihteki 16. devletimiz, bu vatanın her karışı bizim atalarımızın kanıyla sulanmış. Bu ülkeyi bizlerin de kanımızın son damlasına kadar koruyacağımızı 15 Temmuzda gördünüz. Biz buradayız, bekleriz.

Ey emperyalistler geleceğiniz varsa göreceğiniz de var. Vatan şairinin sözleriyle size sesleniyoruz:

Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin

Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten

Dr.Selçuk Eskiçubuk

Bediüzzaman’ın Penceresinden “Hastalıklar, Musibetler Ve Dini Musibetler “

“Evet mü’mini üzen, ona eziyet veren her şey musibettir”(Hadis-i şerif)

İnsanın başına ansızın gelen bela, sıkıntı, hoşlanılmayan şeylere, hedefine isabet eden mermi gibi insana şiddetle dokunan hâdise ve felaketlere musibet denir.

İnsanoğlu yaşadığı sürece başına bazen musibetler bazen hastalıklar gelebilir.  İnsanın canına da malına da musibet gelebilir. Deprem, sel, heyelan, Tsunami gibi doğal afetler, savaşlar birer musibettir.1. ve 2.Dünya savaşları yakın tarihin en önemli musibetleridir.

Bediüzzaman, Kur’an’da geçen Hz.Eyyub kıssasını 2.Lem’ada analiz ederken onun maddi hastalıklarına karşı bizim “batıni ve ruhi ve kalbi  hastalıklarımız” vardır, diyerek gözlerimizi bu hastalıklara çevirmemizi ister. Nedir bu hastalıklar? İslamın yasakladığı bütün işlerdir, yani yapılması günah olan işler, içki, kumar,zina gibi günahlar ile gıybet,gaflet ve bidatlar gibi günahlardır. Eğer günah işleyen hemen tövbe edip bu günahtan pişman olmazsa itikadi konularda akla gelecek şüpheler kişiyi inkara kadar götürebilir. Melekleri, Cehennemi inkar edip hatta Allah’ın varlığına ait bir şüpheyi bile delil olarak görmeye başlayabilir. Çünkü “Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. ”  dır. “işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.

Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor.”

Bediüzzaman’a göre dünyadaki en önemli musibet cana, mala gelen musibetler değil “batıni, ruhi ve kalbi hastalıklar” ile dine gelen musibetlerdir. Bediüzzaman bu konuyu da şöyle açıklar:

*Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler.

Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir. Rivayette vardır ki, “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.(LEMALAR, 2.Lema)

Dine gelen musibetler; en zararlı musibetlerdir ve 3 başlık altında incelenebilir. Bunların içinde İslamı hedef alan düşünce akımları, İslam hukukuna aykırı kanunları İslam toplumuna uygulama girişimleri ile devlet idarecilerinin Müslümanların dini hayatlarına zorla müdahale ederek yasaklar koymalar kabul edilebilir.

    A- FEN VE FELSEFEDEN GELEN DİNİ MUSİBETLER

Materyaliz, Darwinizm, Naturalizm ve Ateizm gibi dünyayı sarsan maddeci akımlar, dine karşı olan felsefi görüşler ve Fen bilimlerindeki ilerlemeler nedeniyle dinin söylemlerine karşı görüşlerin(örneğin Evrim teorisi gibi) yaygın bir şekilde devlet eliyle İslam dünyasını etkisi altına almış,  kalbe şüpheler atmış ve imanları sarsmıştır. Dinsizlik, bu asırda cehaletten gelmemiş, fen ve felsefe kapısıyla içeriye girmiştir. Bunlar son yüzyıl içindeki    “dine gelen musibetler” olarak kabul edilir.

*Eskide fen ve ilim ile dalalete girip inad ve temerrüd ile hakaik-i imana karşı çıkana nisbeten şimdi yüz derece ziyade olmuş. Bu mütemerrid inadcılar, firavunluk derecesinde bir gurur ile ve dehşetli dalaletleriyle hakaik-i imaniyeye karşı muaraza ettiklerinden, elbette bunlara karşı atom bombası gibi -bu dünyada onların temellerini parça parça edecek- bir hakikat-ı kudsiye lâzımdır ki; onların tecavüzatını durdursun ve bir kısmını imana getirsin.(15.Şua)

Bunlara karşı aklı ve kalbi ikna eden, imanların kurtarılması ve onu taklit mertebesinden tahkiki denilen sarsılmaz ve köklü bir iman seviyesine çıkarmak için asrın insanına Kur’an’ın hakikatlerini, akılları ve kalbi ikna edecek bir şekilde anlatmak gerekiyor.

*Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. (E.LAHİKASI)

*imanı kurtarmak ve imanı, tahkikî bir surette umuma ders vermek, (E.LAHİKASI)

  B-ZAMANIN GETİRDİĞİ MUSİBETLER

İslam toplumu içinde zamanın geçmesiyle olan bazı değişiklikler olmuş, Kur’an’ın hükümlerine karşı olan uygulamalara bazı müslümanlar kayıtsız kalmış, gereken önem ve bağlığı göstermemiş ama bazı Şeyhülislamlar gerçekleri padişah da olsa yüzüne haykırmaktan korkmamıştır. Mesela dönemin Şeyhülislâmı olan Zenbilli Ali Efendi, Kanuni’nin menfi batılılaşma hareketini tenkit eder.

Bu olayı Bediüzzaman şöyle anlatır:

*İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla(E.LAHİKASI)

“Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez. (SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ, Sekizinci Lem’a)

      C-DEVRİMLER ve REJİMLERİN GETİRDİĞİ DİNİ MUSİBETLER

İslamiyet Arap yarımadasında orta çıkmış, oradan dünyaya yayılmıştı. Ancak bazı ülkelerin rejimleri Müslümanların dini yaşamalarına dokunmazken belli zamanlarda o ülkedeki rejimler Müslümanlar için dini musibetlerin kaynağı olmuştur.

Bu konuda  aşağıda 4 örnek verilmiştir:

1-Endülüs’de kurulan Emevi devleti 1031 de yıkıldıktan sonra ardından kurulan beylikler, hanedanlıklardan sonra İspanya’da yönetim Kral 3.Felipe’nin eline geçti. Onun zamanında Müslüman halkın çoğu cami, kümbet, medrese, köşk, saray ve eşsiz yapıları yıkıldı veya tahrip edildi. Müslümanlar kadın, çocuk fark etmeksizin katledildi, din değiştirmeye, domuz eti yemeye veya İspanya dışına göç etmeye zorlandı.

2-Rusya’da 1917 yılında Bolşevik devrimden sonra  Marx ve Engels’in  bilimsel sosyalizm ideolojisinin dini tümden reddeden tutumu , Lenin ve Stalin’in Rusya’da bütün dinlere karşı oluşu nedeniyle Ortodoks kilisesi de baskı altına girdi, rejimin emrine girmesiyle baskılar azaldı ama  oradaki Müslümanlar uzun yılların  baskı altında yaşamalarına neden oldu.

 Camilerin kapatılması, dini bayramların ve orucun yasaklanması, din eğitiminin suç sayılması,kadınların örtünmesi gibi dini musibetler yaşandı. Ancak Ateist devletin din ile münasebetinin II. Dünya Savaşı zamanında değiştiğini kaydetmek gerekir. Çünkü bu savaşın ilk üç ayında bir kaç milyon asker (ölü veya esir olarak) kayıp verilir ve Kızıl Ordu yenilmeye başlar. İş ölüm-kalım safhasına gelince Sovyetler bir yönteme başvuruyorlar: kontrollü tarzda inanç hürriyetine kapıları açıyorlar. Alelacele ateizm propagandasıyla meşgul teşkilatlar ve idareler kapatılır, yıkılmayan camiler açılır, birkaç yasak kaldırılır ve sağ kalan din erbabından Diyanet Başkanlıkları oluşturulur. Ancak savaş bittikten sonra yine eskiye dönülür, baskılar başlar ve ateist toplum oluşturmaya kaldıkları yerden devam edilir, camilere el konur amacına zıt işlerde kullanılır.

3-Çin imparatorluğunun kuruluşu çok eskidir, m.ö  211 yılında kurulur ve 1912 yılında yıkılır. Aradaki geçen otorite boşluğundan sonra bu sefer de 1949 yılında Komünist bir rejim olan bir Çin Halk Cumhuriyeti kurulur. Komünist bir diktatör olan Mao, başa geçtiğinde 1966-1976 yılları arasındaki “Kültür Devrimi “ adını verdiği yeni bir idari tarz kurar. Bu dönemde Çin’de Müslüman halkı İslam’dan vazgeçirmek için her türlü yıldırma ve baskı yöntemi kullanır, camileri yıktırır, toplu ibadetleri yasaklar ve Kuran kurslarını kapattırır. Dini ilimlerin öğrenilmesi ve dini bilgilere sahip öncü kişilerin halkı eğitmelerini de tamamen yasaklar. Doğu Türkistan’da Uygur Müslümanlarına namaz, oruç ve başörtüsü takma yasağı,  lokantalara, oruç saatlerinde açık olma zorunluluğu getirilir.

4 Türkiye’de Cumhuriyetin ilanından sonra “Kemalist devrim” yapılır, 1932-1950 yılları arasında 18 yıl boyunca bütün Türkiye’de ezanın camilerden Arapça okunması yasaklanır, yerine zorla Türkçe ezan okutturulur. Arapça okuyanlara ceza verilir, sala da Türkçe okutturulur, Yıllardır cami olarak kullanılan Ayasofya camisi müzeye çevrilir ve orada da namaz kılmak yasaklanır.

Şapka kanunuyla devlet memurlarına zorunlu olarak şapka giydirilir, din alimlerine bile zorla şapka giydirilmeye çalışıldı. İskipli Atıf Hoca‘nın yazdığı «Frenk Taklitçiliği ve Şapka» adlı risalesi, kışkırtıcılığın etkeni olarak kabul edildi, hoca Ankara İstiklal mahkemesinde yargılandı ve asıldı.

Şapka kanuna muhalefetten Erzurum(Sıkı yönetim mahkemesi), Ankara, Sivas, Tokat, Amasya, Rize, Giresun ve Maraş İstiklal mahkemelerinde idam cezaları verilenler asıldı, hapis cezası alanlar yılarca hapis yatırıldı.

Kur’an öğretilmesi yasaklandı ama yine de gizli şekilde bu faaliyetler devam etti. Süleyman Hilmi Tunahan isimli bir din alimi İstanbul’da gizli bir şekilde 1924-1959 yılları arasında kendine has metotla din dersleri verdi, Kur’an öğretti. Ama bu arada birçok din alimleri(Bediüzzaman Said-i Nursi gibi)  de çeşitli bahanelerle memleketlerinden alınıp uzak yerlere, ücra köşelere sürgüne gönderildi.

Uzun yıllar TCK 163. madde balyozu Müslümanların tepesinde durdu,  “laikliğe aykırı hareket” bahanesiyle yıllarca Müslümanların okuduğu dini kitaplar, yaptıkları dini toplantılar suç sayıldı, tutuklandı ve hapse atıldılar ve sonrasında sürgün edildiler.

70 li yıllarda başlayan ve zaman zaman kalksa da ülkemizin Üniversitelerinde yıllarca başörtüsünün yasaklanması, ikna odalarında zorla kız öğrencilerin başlarının açtırılması da dine gelen bir musibet hareketidir. Başörtüsüne birilerine yaranmak için o günlerde füruat diyenlerin gerçek amaçlarının ne olduğu “15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü” ile ortaya çıkmış oldu. Çok şükür Türkiye’de milli irade, askeri vesayetlerden tam kurtulunca dini musibetlerden de kurtuldu derken başka bir musibete yakalanıyorduk.  Yıllarca din, iman, millet ve himmet diyenler bizi yeni bir musibete sürükleyeceklerdi, 241 şehidin ve binlerce gazinin sayesinde bu musibet akim kaldı.

Bugünlerin kıymetini iyi bilmek gerekir. Evet herkesin başına dünyevi musibetler gelebilir ama önemli olan o kişinin dini hürriyetlerine gelen musibetlerdir. İnananlar, dünyevi musibetlerin sıkıntılarında kurtulmak için yaptıkları mücadele ve sabırdan daha önemlisini dinlerine getirilen musibetlere karşı mücadelede göstermeli, zalimlere boyun eğmemelidir. Nemrut’lara, Firavun’lara ve Ebu Cehil’lere, Ebu Leheb’lere veya din hocası gibi görünüp, sinsice hareket edenlere, terör örgütü kurup onları idare edenlere ve bu örgütü maddi manevi destekleyenlere karşı eliyle, diliyle, kalemiyle veya seçimlerde kullandığı oyu ile savaşmalıdır.

Kur’an, dini musibetleri Müslümanlara yaşatanlar için şöyle diyor:

 “Allah’ın mescitlerinde, Onun adının anılmasına engel olan ve mescitlerin harap olması için çalışan kimseden, daha ZALİM kim vardır? Böylelerinin, oralara korku içinde girmekten başka bir hakkı olmaz. Onlar için dünyada bir rezillik, ahirette ise büyük bir azap vardır…” (Bakara, 114)

Son söz: “Zalimler için yaşasın Cehennem”(D.H.ÖRFİ)

Dr. Selçuk Eskiçubuk

Toprak Ana

BEDİÜZZAMAN’IN PENCERESİNDEN

”TOPRAKTAKİ ATOMLAR”

Yeryüzünün bir kısmı topraktır. Kayaçlardan bir cm kalınlığında bir toprak tabakasının oluşması için en az 300 yıl geçmesi gerekir. Dünyada 12 takım toprak bulunur. Toprak, katı, sıvı ve gaz halindeki maddelerden oluşmuş bir sistemdir. Toprağın yaklaşık yarısını katı kısmı oluşturur.

 Dünya’nın yaklaşık % 29’unu oluşturan karalar, Dünya’daki türlerinin yaklaşık % 86’sına ev sahipliği yapar. Bir kaşık toprakta yaklaşık 10.000 çeşit bakteri bulunur. 

Topraktaki gaz kısım; toprak havası, sıvı kısım da toprak suyu demektir. Bu maddeler, toprakta farklı oranlarda bulunabilirler. Toprak içerisinde su oranı %20 iken, hava oranı %30’dur. Su oranı %15 ise, hava oranı %35 olur. Yani topraktaki hava ve su oranının toplamı %50’yi tamamlar.

Toprağın katı kısmını kum, mil ve kil olarak adlandırılan mineral parçacıkları ve organik maddeler oluşturur. İyi bir toprağın katı kısmında %5 oranında organik madde, %45 oranında inorganik madde bulunmaktadır. Organik maddeler, toprak içerisindeki canlıların atık ve artıklardır. Bunlar da Karbon, Hidrojen, Oksijen ve Azot elementlerinden meydana getirilmişlerdir.

Azot gaz formuyla bitkiler tarafından kullanılamaz. Bunun için öncelikle toprak organizmaları tarafından bitkilerin kullanabileceği bir forma dönüştürülmeleri gerekir. İşte toprakta bulunan azot bağlayan bakterilere, azot gazını amonyağa dönüştürme görevi verilmiştir. Bakterilerin besinleri bitkilerin aracılığıyla sağlarken, bitkilerin gereksinim duydukları azot da onlara verilir.

Yerkabuğunun %98’i ise yalnızca sekiz elementten oluşur. Bunlar, oksijen, silikon, alüminyum, demir, kalsiyum, sodyum, potasyum ve magnezyumdur.

Toprak elementlerinden (lantanitler, itriyum ve skandiyum) nadir elementlerdir. Günümüzde yenilenebilir enerji kaynaklarında sıklıkla kullanılan kimyasalların başında gelirler. Güneş pillerinden rüzgar tribünlerine, elektrikli araçların bataryalarına kadar pek çok yerde bu elementler kullanılıyor. Bu elementler temiz enerjinin göz bebeğidir.

Toprak ve tohum; farklı bitkisel hayatların gözlemlenebildiği bir laboratuar alanı gibidir. Hayatın içinde tohumun ve tohumun içindeki hayatın toprak ile birlikteliği, bitki dünyasındaki güzellikler için bir sergi sarayı görevi yapar. Bir avuç toprak, her bir tohumun kapalı kapılarını tek tek açarak onlarda gizlenen sırları açığa çıkarır. Her ilkbaharda açılan sergi, sonbaharda tek tek kapanmaya başlar ve kışın beyaz örtüsüne bürünerek yeni bir baharı bekler. Ve bu döngü muhteşem bir şekilde devam edip gider. Karbon, Hidrojen, Azot ve Oksijenin farklı oranlarda birleşimleriyle yaratılmış ve birbirinden çok farklı dallardaki bu serginin farklı sanatkârları yoktur, üzerlerindeki imza tekdir ve bütün sergi bir tek Sanatkâra aittir.

*toprakta, her bir zerresi, kâbildir ki, muhtelif bütün tohumlar ve çekirdeklere medâr ve menşe’ olsun. (SÖZLER, 10.Söz)  

*Zerrelerden mürekkeb bir parça toprak, her bir çiçekli ve meyveli nebâtâtın neşv ü nemâsına menşe’ olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan; bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebâtâtın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvanâtın nutfeleri gibi ayrı ayrı şeyler değil, nutfeler bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellidü’l-mâ, müvellidü’l-humuzadan mürekkeb, mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle sırf mânevî olarak aslının programı tevdî edilmiş; işte o tohumları nöbetle o kâseye koysak, her biri hârika cihazâtıyla, eşkâl ve vaziyetiyle zuhur edeceğini, vuku’ bulmuş gibi inanırsın. (SÖZLER, 22.Söz)

*o şeyin zerrelerine, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiş ki, o zerre, cüz’ü olduğu zîhayata bakar. Onun nizâmına göre vaziyet alır. Belki o zîhayatın bütün nev’ine bakar gibi, o nev’in devamına yarayacak her yerde zer’ etmek ve nev’inin bayrağını dikmek için kanatçıklarla kanatlanmak gibi bir keyfiyet alır. (SÖZLER, 22.Söz)

Toprakta yetişen bitki, sebze ve meyveleri bazı hayvanlar yer, bun lara otçullar denir. Bazı canlılar ayrıca bitkiden başka  et ile de beslenir, bunlara da hepçil denir. Hayvanlar ve insanlar toprakta yetişen bitki, sebze veya meyveyi yediğinde onlardaki atomlar yeni bedenlere girer ve orada faaliyete başlarlar. Çekirdek ölür filiz olur, filiz büyür çiçek açar meyve verir. Meyveyi hayvan veya insan yer, o ölür hayvan veya insanın bir parçası olur. Sonra gün gelir onlarda ölür, toprak olur.

*Meselâ, bir incir ağacı ölse, dağılsa, onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâkî kalır. (SÖZLER, 29.Söz)

*Sâkin toprak, sâkin olan her bir zerresi, bütün çiçekli nebâtâtın ve meyvedar ağaçların tohumlarına medâr ve menşe’ olmak kâbil olduğundan, hangi tohum gelse ve o zerrede, yani misliyet itibâriyle bir zerre hükmünde olan bir avuç toprakta kendine mahsus bir fabrika ve bütün levâzımâtına ve teşkilâtına lâzım bütün cihazâtı bulunduğundan, o zerrede ve o zerrenin kulübeciği olan o bir avuç toprakta eşcar ve nebâtât ve çiçekler ve meyveler envaı adedince muntazam mânevî makine ve fabrikaları bulunması veyahut mu’cizekâr, her şeyi hiçten icad eder ve her şeyin her şeyini ve her cihetini bilir bir ilim ve kudret bulunması lâzımdır, veyahut bir Kadîr-i Mutlak, bir Alîm-i Küll-i Şeyin emir ve izniyle, havl ve kuvveti ile o vazifeler gördürülür. (SÖZLER, 30.Söz)

*meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır. (MEKTUBAT, 1.Mektup)

Dr.Selçuk Eskiçubuk

Talebelerin Ölümü

KOMPLO TEORİLERİ NEREDEN GELİYOR?

Evet, Enbiya suresi 35. ayetkullu nefsin zaikatülmevt” yani her nefis ölümü tadacaktır diyor. Bu dünyaya gelen her canlı buradan ayrılacaktır. Kimin nerede, nasıl ve ne zaman öleceğini ancak Allah bilir. Her kişinin ölüm nedeni de farklı farklıdır. Kimi savaşta ölür kimi barışta, kimi hastalıktan ölür kimi kazadan. Ama insanın insanı sebepsiz yere öldürmesi İslamda büyük bir günahtır.

Maide suresi 32.ayet de şöyle söylüyor:

“Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.”

Son günlerde ülkemizde yaşanan olaylarda 238 şehit ve 2191 yaralı gazimiz mevcut idi, inşallah şehit sayıları artmaz. Buna sebep olanlar topluma büyük bir şok yaşattılar. Kendilerini dini bir cemaat gibi gösteren ve yıllardan beri devlet içine yuvalanan bu grup, başlarda yurtiçinde ve dışında eğitime önem verip okullar, Üniversiteler açan, Türkçe olimpiyatlar düzenleyen bir hareket iken sonunda silahlı bir terör örgütüne dönüştü ve FETÖ ismiyle adlandırıldı.

Şimdi anlaşıldı ki ülke içinde birçok zulüm işledi, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla kendinden olmayan askerlere karşı kumpas kurdu, onların ordudan atılmalarına veya haksız yere hapis yatmalarına neden oldular.

Ve 15 Temmuz 2016 da bu ülkede darbeye kalkışarak birçok masum insanı şehit ederek cinayet işlediler. Mahkemeler bu cinayetleri ve zulümleri işleyenleri, onlara emir verenleri, azmettirenleri ve arkasında olan dış güçleri ve devletleri elbette ortaya çıkaracaktır. Kamuoyuna yansıyan itiraflar, bunun ucunun F.Gülen’e kadar gittiğini gösteriyor. O da yıllardan beri ABD nin Pensilvanya eyaletinde oturmakta ve CIA elemanlarıyla Gülen hareketinin adamları devamlı irtibat halinde bulunmaktadır.

Bütün bu olaylar yaşanırken basında bazı haberler çıkmakta, Bediüzzaman’ın yaşayan talebelerinden “abiler” olarak bilinen grubun son yıllarda peş peşe ölümlerini bu hareketle ilişkilendirmek isteyen siyasi bazı kişiler, bunu ima eden beyanatlar vermektedir. Bunlarda doğruluk payı olabilir mi yoksa bir komplo teorisi midir?

Bu soruya cevap vermeden önce son yıllarda vefat eden ağabeylerin ölüm nedenleri ve tarihlerine panoramik bir bakış atalım:

1-Bayram Yüksel(1931-1997): 19 Kasım 1997 de, 66 yaşında Bulgaristan’da Sofya yakınlarında geçirdiği bir trafik kazasında vefat etti. Beraberinde Ali Uçar ve Mehmet Çiçek de vefat etti. Barla mezarlığına defnedildi.

2-Mustafa Sungur(1929-2012): 83 yaşında vefat etti, İstanbul’da Fatih Üniversitesi hastanesinde vefat etti.  66 gün boyunca hastanede yattı beyin damarlarındaki daralmadan dolayı felç geçirmişti. 2 sene önce sağ tarafından, bu son kaldırıldığında da sol taraftan felç gelçirmişti. Son 15 gün boyunca felce ilaveten de akciğer yetmezliği olmuştu. Makineye bağlandı, 4 gün boyunca narkoz verildi, dört günün sonunda narkoz kesild,4 gün sonra da uyanması beklendi. Fakat uyanmadı.

3-Abdülkadir Badıllı:(1936-2014): 78 yaşında Ankara Gazi Üniversitesi hastanesinde vefat etti. 2011 yılında fıtık ameliyatı geçirmişti. 2013 yılında Ş.Urfa Harran Üniversitesinde kalın barsak tıkanması nedeniyle ameliyat edilmiş ve barsaklarının  büyük bir kısmı alınmıştı. Ayrıca eskiden beri böbrek yetmezliği vardı. Bilahere Ankara’ya sevk edilen hasta orada bir daha ameliyat edilmiş ve dışarı alınan barsaklar içeriye konmuştu.

2014 yılında ciğerlerinde su toplaması ve nefes darlığı nedeniyle son defa yatırıldığı Gazi Üniversitesi hastanesinde yapılan tedavilere rağmen 26 Aralık’ta vefat etti.

4-Ahmet Aytemur:(1924-2016): İstanbul Ataşehir Memorial Hospital’de bir süredir tedavi altındaydı. Solunum cihazına bağlı olan ve yaşına bağlı olarak organ fonksiyonlarında yetersizlik söz konusu idi.1 Şubat’da 92 yaşında vefat etti.

5-Said Özdemir(1927-2016):89 yaşında Ankara’da 27 Şubat’da vefat etti, 10 gün önce de eşi vefat etmişti. Hafta başında zatürre ve böbrek yetmezliği nedeniyle Ankara Numune hastanesine kaldırılan ve yoğun bakıma alınan Said Özdemir diyalize alınmıştı. Maalesef uygulanan tedaviye cevap vermeyince sabaha karşı hayatını kaybetmişti.

6-Abdullah Yeğin(1924-2016): 92 yaşında, 7 Temmuz da İstanbul Güngören hastanesinde kalp yetmezliğinden vefat etti. Uzun süredir tedavi altında idi. Zaman zaman hastaneye yatıp çıkıyordu.

Son yıllarda vefat eden “M.Sungur, A.Badıllı,A.Aytemur,S.Özdemir ve A.Yeğin abiler kamuoyunda Gülen hareketine karşı olmaları ve mevcut iktidarı desteklemeleriyle bilindiler. Risale-i Nurların sadeleştirme adı altında bozulmalarına hep karşı çıktılar, bunu yapan F.Glülen’i uyardılar ancak onlar yine bildiklerini işlediler. Bu nedenle Gülen hareketiyle araları hiçbir zaman iyi olmadı.

Şimdi kamuoyunda FETÖ’nün yaptığı başarısız darbe hareketinden sonra ağabeylerin ölümlerinde onların parmağı olabileceği gibi ifadeler bazı siyasi kişiler tarafından dile getirilmektedir.Bunlara nasıl bir cevap verilebilir?

1-Gülen hareketi kendini bu ülkede bir darbe yapmak için uzun yıllar hazırlamış ve uygun bir zaman beklemektedir.

2-Abilerin bütün karşı çıkışlarına rağmen onları ve Bediüzzaman’a bağlı Risale-i Nur talebelerini hiçe sayarak sadeleştirme hareketine devam etmişler ve bu tür kitapları bastırmışlar ve satmışlardır.

3- Vefat eden ağabeylerin yaşlarına bakıldığında 80 li 90 lı yaşlara kadar gelmişler ve her birinin de ayrı ayrı hastalıkları vardır. Farklı illerde ve hastanelerde vefat etmişlerdir.

4-Türkiye İstatistik kurumunun verilerine göre Türkiye genelinde, 50 yaşında olan bir kişinin kalan yaşam süresi ortalama 30,6 yıldır. Erkekler için bu süre 28,3 yıl iken, kadınlarda 32,9 yıldır. Başka bir deyişle erkekler en fazla 78.3 yaşına kadar yaşayabileceklerdir.

5-2016 yılını darbe yapma yılı olarak karar vermiş bir hareket kendisine hiçbir şekilde mani olamayan kişileri öldürmeyi niçin göze alsın? Çok büyük dünyevi hedefleri olan bu hareket şüpheleri üzerine niye çeksin?

6- Hukukta kanıtsız şeyler birer iddiadır, değeri yoktur. Kimin bir kanıtı varsa söylesin, herkes duysun öğrensin. Ülkenin çok önemli sorunları varken su-i zan üzerine kurulan bir komplo teorisi ile zihinleri meşgul etmek lüzumsuz bir şey değil midir?

7-Allah bu milleti bir daha böyle darbelerden korusun, bu ülkenin birliğine ve dirliğine göz diken ve kan dökmekten zevk alan FETÖ, PKK, PYD ve DAEŞ gibi bütün terör örgütlerinin şerrinden korusun, onları Kahhar ismiyle kahretsin, amin.

8- Bizlere de feraset versin, dostu düşmanı zamanında tanıma yeteneği versin, amin.

Dr.Selçuk Eskiçubuk