Etiket arşivi: Dr.Selçuk Eskiçubuk

Karınca Cumhuriyetinde Yaşamak

Batı dillerinde Cumhuriyetin bir anlamı da bir milletin kendi kendini yönetmesidir. Bu yönetim şekli yalnızca tek tabanlı değildir, sosyalist, demokratik, laik veya dindar temelli de olabilir. Geçmişte İslam dünyasındaki dört halife dönemi, Rusya, İran ve Libya devletler bunlara örnek olarak verilebilir.

Dört halife döneminde seçimle iş başına gelen halifeler, hem halife hem de cumhurbaşkanı olarak gerçek adaleti ve şer’i hürriyeti taşıyan dindar cumhuriyetin örneğini vermişlerdir.

*Hulefâ-i Râşidîn; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.(ŞUALAR, 14.Şua)

Hayvanlar dünyasında da tek başına yaşayanlar, sürü halinde yaşayanlar olduğu gibi cumhuriyetçi bir yaşam sürenler vardır, mesela arılar ve karıncalar böyle bir sistem içinde yaşarlar.

*Orada benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Ben de dedim: Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayat’ım ispat eder. Hulasası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hali bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu  karınca  ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum. (T.HAYAT)

Karınca bir böcek türüdür. Dünyada en fazla bulunan ve en çalışkan canlı türlerinden biridir. Günümüzde yaklaşık olarak 12 bin karınca türü tespit edilmiştir.  Karıncalar insanlara oranla yaklaşık 20 milyon kat daha fazladır. Evet karıncalar o kadar çoktur ama bir tanesi bile dünya gibi cansız varlığa değişilmez, çünkü o küçüktür ama canlıdır ve şuurludur.

* Hayat sebebiyle karınca küreden büyük olur

Ger mîzanü’l-vücudla karıncayı tartarsan, onda çıkan kâinat küremize sıkışmaz.

Bence küre hayvandır. Başkaların zannınca meyyit olan küreyi ger getirip koyarsan,

Karıncanın karşısına, o zîşuur başının nısfı bile olamaz.(LEMAAT)

Yaşayış tarzları ise çok ilginçtir. Birbirleriyle dayanışma içinde olan karıncalar, örgütlenerek topluluklar halinde yaşamaktadırlar.  Karıncalar sosyal varlıklardır. Karıncalar arasında rekabet diye bir şey yoktur. Herkes uzmanlaştığı işi en iyi şekilde yerine getirir. Karıncalarda ben duygusundan önce biz duygusu vardır. Karıncaların hayatına bakıldığında onlar sanki bir emir almışlar ve onu yerine getiriyorlar gibidir. Herkes kendi görevini yapar.

* Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz bırakmayan Kudret-i Ezeliye;(H.ŞAMİYE)

* karınca o memuriyet cihetiyle Firavunun sarayını harap ediyor.(A.MUSA)

*masnuatın bütün kabileleri mikroptan, karıncadan tâ gergedana, tâ kartallara, tâ seyyârâta kadar Sultan-ı Ezelinin gayet vazifeperver memurları olduğu bilinmesi (ŞUALAR, 2.Şua)

*…karıncalar gibi, cenazeleri toplayan sıhhiye memurları (LEMALAR, 30.Lema)

Kraliçe karıncaların tek görevi soyu devam ettirmektedir.  Birden fazla kraliçe aynı kast da bulunabilmektedir. Bu kraliçelerin asıl görevi üremeyi sağlamak ve kast içindeki karıncaların sayısını arttırmaktır.

Erkek karıncalar, kraliçe karıncaların üremesi için dölleme görevini yerine getirirler. Ancak neredeyse tamamı da kraliçeleri dölledikten sonra ölmektedir.

Asker karıncalar, koruma ve avlanma görevi yaparlar.

İşçi karıncalar, hepsi dişidir. Temizlik, besin arama ve yuva inşa etmeyle görevlidirler. 

İşçi karıncalar sosyal varlıklardır, buldukları bütün yiyecekleri alıp yuvalarına götürürken çok hırslıdırlar, yetecek miktarın çok üstünde yiyecek toplarlar. Halbuki arılar kanaatkârdır bu yüzden sanki başlar üstünde uçarken karıncalar bazen ayaklar altında kalır ve ezilirler.

*Hattâ, hayat-ı içtimaiyeye sahip olan mübarek karınca dahi, güya hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış, ezilir. Çünkü, kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday kâfi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlâhî ile ihsan eder, yedirir. (MEKTUBAT, 28.Mektup)

Karınca gibi sanatlı ve çalışkan bir hayvanı bilerek çiğnemek de dinimizce yasaktır, hayvanları gereksiz yere öldürmek de. Bu nedenle bizler, dilimizde kullanılan “karıncaezmez” sözüne uygun bir yaşam sürmeliyiz.

*Acaba bir şeriat, “Karıncaya bilerek ayak basmayınız”dese, tazibinden menetse, nasıl benî adem’in hukûkunu ihmal eder? (BEYANAT VE TENVİRLER)

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Çobanyıldızı’nda Bir Gün Yaşamak!

“De ki: “Göklerde ve yerde ne var? Bir bakıverin.” (Yunus, 101)

Evrende milyarca yıldız bir araya getirilerek Galaksi adı verilen yıldız kümeleri oluşturulmuştur. Galaksilerin yaklaşık % 80 kadarı disk biçimlidir. Dünyanın da içinde bulunduğu yıldızlar kümesine Samanyolu Galaksisi(gökada) denir. Bunlar büyük galaksilerdir. Bir de sayısız Cüce Galaksiler vardır.

Güneş sistemi, güneşin çekim kuvvetinin etkisiyle; gezegenler, gezegenlerin uyduları, kuyruklu yıldızlar ve meteorların yine güneş etrafında birikmesiyle oluşan gök cisimleri topluluğudur.

Bir yıldızın etrafında dönen gök cimine Gezegen(seyyare) denir. Güneşin etrafında bugün için bilinen 8 gezegen(Merkür, Venüs, Mars, Dünya, Jupiter, Satürn, Uranüs ve Neptün) vardır. Gezegenleri güneşin etrafında dönen dönme dolaba benzetebiliriz, ama çok özel bir dönme dolab, hangisine binsen farklı şeyler yaşatan. Bir hayal edin bakın nasıl zevk alacaksızız, derin derin düşüneceksiniz.

Bir de Güneşin etrafında Cüce gezegenler vardır. Pluton, Ceres ve Eris gibi. Mesela Ceres cüce gezegeninin 1 günü 9.5 saat, güneş etrafındaki 1 turu ise 4.6 yıldır.

Gezegenlerin etrafında dönen gökcisimlerine Uydu(peyk) denir. Dünya’nın 1, Mars ve Neptün’ün 2, Uranüs’ün 6, Satürn’ün 10 ve Jüpiter’in ise 12 uydusu vardır. Merkür ve Venüs’ün ise uydusu yoktur.

Güneş sisteminin dışında olan bulunan yıldızların etrafındaki gezegenlere ise Ötegezegen denir.

Gezegenlerin kendi ekseni etrafında dönme hızı ile Güneşin etrafındaki dönme süratleri farklı farklıdır. Güneş çevresinde dolanma süreleri, Güneş’e olan uzaklıklarına bağlıdır. Dünya yılı cinsinden bu değerler şöyledir: Merkür: 88 gün, Venüs: 224 gün, Dünya: 365 gün 5 saat 45 dakika 46 sn, Mars: 687 gün, Jüpiter: 12 yıl, Satürn:29.4 yıl, Uranüs: 84 yıl, Neptün: 164 yıl dır.

Gezegenlerin kendi etrafında dolanma sürelerine ise belli bir kural konulmamıştır. Dünya günü açısından o zamanlar ise şöyledir: Merkür: 58 gün, Venüs: 243 gün, Dünya: 1 gün, Jüpiter: 10 saat Mars:1 gün 37 dakika, Satürn: 10 saat, Uranüs: 11 saat, Neptün: 17.24 saat

Gezegenler hem kendi ekseni etrafında hem de güneşin etrafında batıdan doğuya doğru dönerler.  Güneş ve ay’dan sonraki en parlak gezegen Venüs (Çobanyıldızı, Çolpan, Zühre)dür.  Ancak Venüs tüm gezegenlerin aksine doğudan batıya doğru döner. Yani Venüs’te Güneş batıdan doğar. Ekseni etrafındaki bir turu 243 günde tamamlarken Güneş çevresindeki tam turunu 224 günde tamamlar. Yani Venüs’te bir gün bir yıldan daha uzundur.

Bu gezegenin büyüklüğü Dünya ile benzerlik gösterdiğinden Dünya ile kardeş gezegen veya dünyanın ikizi olarak da bilinmektedir. Ama ekvatordaki sıcaklığı 500°C‘nin üzerine çıkabilmektedir. En çok uydu gönderilen gezegendir. Bu sıcaklıkta orada yaşamak mümkün değilse de hayalen orada bir gün yaşayabiliriz. Güneşin batıdan doğup doğudan battığını görmek, daha 1 gün dolmadan 1 yaş yaşlanmak hangi gezegende mümkün ki? Allah size hayal gibi bir duygu vermiş, ona binerek yakıt harcamadan, trafik kazası ihtimali olmayan bir yolda, gidin gidebildiğiniz yere kadar…

Her insan gibi her yıldız, her gezegen ve her uydu da özeldir. Ama Venüs bir başkadır. O, ezber bozan, gaflet perdesini yırtan ve akılları bir daha düşünmeye sevk eden bir gezegendir. Yırtın bütün perdeleri, miraçda gibi yükselin, O’nu bulun.

*Semâvâtta hiçbir deverân ve hareket yoktur ki, böyle intizâmıyla Senin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin. (LEMALAR, Münacaat)

Devletler, anayasalarla kanunlarla idare edilir, kanunları koyan da değiştiren de kaldıran da Parlamentolarıdır. Evrende ise kanunları koyan onları yaratandır. O, kendi iradesiyle istediği kanunları koyar istediğinde kendi iradesiyle o kanunların dışına çıkar ama kainatı da bir düzen içinde idare eder. O, bu davranışıyla sebeplerin arkasındaki “sebeplerin yaratıcısı” na dikkatleri çeker. İnsanlar kanunları göre göre bazen duyarsızlaşır, vurdumduymaz olabilir. Kanunların istisnalarını, kural dışıları da yaratarak bu gaflet perdesini kaldırmak ister. Günü geldiğinde de O, bütün kanunları kaldırır, evreni bozar ve yeniden inşa eder. O’nun işlerine hiçbir tesadüf karışamaz.

*Kadîr-i Alîm ve Sâni-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla, kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf, işine karışmadığını izhâr ettiği gibi, şüzûzât-ı kanuniye ile, âdetinin hârikalarıyla, tegayyürât-ı sûriye ile, teşahhusâtın ihtilâfâtıyla, zuhur ve nüzûl zamanının tebeddülüyle meşîetini, irâdetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyârını ve hiçbir kayıt altında olmadığını izhâr edip, yeknesak perdesini yırtarak ve herşey her anda, her şe’nde, herşeyinde Onamuhtaç ve Rubûbiyetine münkad olduğunu i’lâm etmekle, gafleti dağıtıp, ins ve cinnin nazarlarını esbâbdan Müsebbibü’l-Esbâba çevirir. (SÖZLER, 16.Söz)

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Arabistanda Bilal-i Habeşi Olmak / Tanzanya’da Albino Olmak!

Bilâl-i Habeşî (R.A)  (581-641) Habeşistan’lı (Sudan) köle ailenin çocuğu olarak  Mekke’de dünyaya geldi. İslamiyet’i ilk kabul eden yedi kişiden biridir ve bunu açıktan ilan eden biridir. Bu nedenle Müslüman olduğu için efendisi tarafından insanlık dışı işkencelere maruz kalır ama asla Müslümanlıktan vazgeçmez. Daha sonra Hz. Ebubekir (r.a.) tarafından satın alınarak kölelikten kurtarılır. Cilt rengi siyaha yakındır. Bu nedenle bir gün Ebu Zer (r.a.) ona  “siyah kadının oğlu” diye seslenmiş, bunu duyan Peygamber Efendimiz (a.s.m) ona çok kızar. O da Bilal-i Habeşi’nin (ra) yanına gelip ondan özür diler, başını onun ayakları altına koyar ”ayağını basmayınca yüzümü kaldırmayacağım” der. Bilal-i Habeşi de “bu yüz basılmaya değil öpülmeye layıktır” diyerek barışırlar.

İnsanların cildinin rengi kendi elinde olan bir şey değildir. Dilleri, sesleri farklı olduğu gibi insanların yüzleri de farklıdır. Kur’an bunun Allah’ın delillerinden olduğunu şöyle anlatır:

Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin, seslerinizin ve sîmâlarınızın farklılığı da yine Onun âyetlerindendir. İlim sahipleri için elbette bunda deliller vardır.” (Rum, 22)

Melanin vücutta renk veren bir maddedir.  İnsanlarda; ciltten saçlara, gözlerden beyin zarına kadar melanin denilen renk pigmentlerine rastlamak mümkündür. Güneşin zararlı UV ışınlarından cildi korur. Deriye rengini veren melanin ile saç renklerinin siyah, kahverengi ve ya sarı olmasını sağlayan melanin veya gözün renkli görülmesini sağlayan melanin de birbirinden farklıdır.

İnsanların cilt rengini belirleme görevi melanin pigmentine verilmiştir ancak bazen çok koyu cilt rengi olduğu gibi bazen de bu pigmentin azlığı veya yokluğu mümkündür. Tamamen yokluğunda beyaz renkli, “Albino” insanlar veya hayvanlar meydana gelir. Farklılıklar eksiklik değil aslında zenginliktir. Ancak bu farklılıklar insanlar tarafından tarih boyunca yanlış algılanmıştır.

Bugün Tanzanya’da Albino olmak geçmişte Arabistan’da Bilal-i Habeşi (r.a) veya ABD de zenci olmaktan çok daha kötüdür. Çünkü onların can emniyeti yoktur. Ülkenin ancak üçte bir Müslüman ve Hristiyandır. Geriye kalanlar yerel dinlere mensuptur. Orada Pagan inanışlar halen geçerliliğini koruyor. Vudu büyücüleri zengin olmak isteyen, iyi bir kısmet bulmak isteyen veya sağlığına kavuşmak isteyen pagan Afrikalılara içinde Albino’ların elleri, ayakları, gözleri veya kafa derisi bulunan iksirleri sunmaya bugün de devam ediyorlar…

Bir albinonun kafa derisi, elleri ve ayakları 250 bin dolara kadar çıkan paralara satılıyor. Resmi rakamlara göre Tanzanya’da 2007 yılında 53 albino, acımasızca katledildi, Bazı bölgelerde Albino bebeklerin doğar doğmaz öldürüldüğü belirtiliyor. Ortalamadan 10 kat fazla Albino vakasının görüldüğü Tanzanya 270 bin dolayında kişiyle en yoğun Albino nüfusuna sahip ülkelerden biri.

Tanzanya’nın eski başkenti Darüsselam’da Eylül 2014 de açılan Nur Medresesine çok büyük görevler düşüyor.  İnşallah bu medreselerin sayısı artar, bütün Tanzanya’ya yayılır. Oralarda doğru İslamiyeti ve islamiyete yakışan doğruluğu gösterdikçe onların hem dünya hayatı hem de ahiret hayatları kurtulacaktır. Güzel bir dünya görmek ümidiyle.

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

tanzanya albino

Ailenin Temeli Nasıl Atılır?

Kadın dört hasleti için nikahlanır: Malı için, soyu için, güzelliği için, dini için. Sen dindarı seç de huzur bul.” (Hadis)                                                                                                

Tarih içinde çeşitli nedenlerle evlilikler yapılmıştır. Her devirde öncelikli nedenler kişilere, onların toplumsal statüsüne göre değişebilir. Halktan birinin evliliğiyle kralların, beylerin veya padişahların evlilikleri arasında farklar vardır.

Bir ailenin sağlıklı olabilmesi, ilk baştan onun doğru kurulmasına bağlıdır. Genelde evlenecek çiftlerden her biri kendi kazanımları ve ailelerinden getirdikleri kurallar ile yeni bir yuvanın temelini atarlar. Ailenin idaresinden çocukların terbiye ve eğitimine kadar her şey atılacak bu temele bağlıdır.

Karşılıklı sevgi, şefkat, fedakârlık ve merhamet duygularının suya atılan bir taş misali giderek büyüyen halkaları, yeni kurulacak bu ailenin temelini oluşturmalıdır. Güzellik, zenginlik veya ekonomik güç gibi ölçütlerin ön planda olması sağlıklı aile kurulması için olmazsa olmaz şartlar değildir. Günümüzde yapılan evliliklerde boşanma oranları eskiye göre çoktur. Sürdürülen mutsuz evliliklerin sayılarını ise kimse tam bilemiyor. Onun için ailenin temelini, ta baştan doğru atmak gerekiyor.

İnsanın yaşadığı aile onun için çok önemlidir. Günümüzde anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek aileler eski büyük ailelerin yerini alırken küreselleşme adıyla devam eden modernleşmenin sebep olduğu savrulmadan, aileler de nasibini fazlasıyla aldılar.

İslamiyet düşmanları tarih boyunca kendi şahsi ve ulusal menfaatlerini korumak uğruna, İslam toplumlarına “böl, parçala ve yönet” metodunu uygulamışlardır. Onları bölmek için de “Gençler ve Kadınlar” üzerinde özellikle stratejiler geliştirirler. Çünkü toplumun dinamikleri bu iki grup üzerinden kurulur. Onlara hâkim olan, toplumu şekillendirebilir. Günümüzde bu iki gruba hitap eden yazılı ve görüntülü yayınların çokluğu bunu ispat eder. İnternet aracılığıyla bütün dünya artık yanı başınızda, evinizin içine kadar girmiş vaziyettedir.

*İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, biçare nisâ taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. (LEMALAR, 24.Lema)

*mübarek taife-i nisâiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe olduğu gibi, fısk ve sefahatte dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mesut bir aile hayatını geçirmeye mahsus bir nevi mübarek mahlûkturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar! (LEMALAR, 24.Lema)

 Bediüzzaman ailenin temelinde annenin görevlerini çok önemser, birinci rolün onlarda olduğuna inanır ki onları bekleyen tehlikelere karşı önerilerini “Hanımlar Rehberi” isimli kitabında toplamıştır.

*hanımlar tâifesi, gençlerden daha ziyâde bu zamanda öyle bir rehbere muhtaçtırlar. (H.REHBERİ)

Genç kızlar evlilik çağı geldiğinde, bazen evleneceği kişinin ahlaki durumunu, batılılar gibi yaşantısına ve serserice yaşam biçimine bakmadan onun zenginliğine bakarak evlenirlerse onları ilerde tehlikeler bekler. Yoksa boşanmak için mahkemelerin kapısına koşacaklardır.

*Maişet derdi için, serseri, ahlâksız, frenkmeşrep bir kocanın tahakkümü altına girmektense, fıtratınızdaki iktisat ve kanaatle, köylü mâsum kadınların nafakalarını kendileri çıkarmak için çalışmaları nevinden kendinizi idareye çalışınız, satmaya çalışmayınız. Şayet size münasip olmayan bir erkek kısmet olsa, siz kısmetinize razı olunuz ve kanaat ediniz. İnşaallah, rızanız ve kanaatinizle o da ıslah olur. Yoksa, şimdiki işittiğim gibi, mahkemelere boşanmak için müracaat edeceksiniz. Bu da, haysiyet-i İslâmiye ve şeref-i milliyemize yakışmaz. (LEMALAR, 24.Lema)

Erkekler için evliliklerde bazen ilk planda kadının güzelliği gelir, halbuki güzellik geçicidir. Öyleyse o büyüleyici güzellik geçince ne olacak? Eşler arasındaki sevgi yalnızca bu güzellik ve gençlik zamanında kalırsa yaşlılık ve çirkinlik vakti gelince bu evlilik nasıl sürdürülecektir? Kadın da kendi gençliğindeki güzelliğini yalnızca hayat arkadaşına saklamaz, başkalarına da göstermek isterse ne olacak? İşte yalnızca güzellik temelli bir evlilik sağlıklı bir yuva kurmaya yetmeyecektir. Öyleyse erkekler eşlerini yalnız gençlik ve güzellik dönemlerinde değil, ihtiyarlık ve çirkinlik durumlarında da sevebilmelidir. Kadınlar da, gençliklerindeki güzelliğini yalnızca eşine göstermekle mutlu olmalıdır.

*Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder. (LEMALAR, 24.Lema)

Evlenirken dikkat edilecek en önemli faktör, eşlerin birbirine uygun olup olmadıklarıdır. Ekonomik güç, tahsil seviyesi, kültür düzeyi gibi faktörler önemli de olsa, en önemli denklik; dindarlık anlayışı ve yaşamda bunu gösterme derecesinde olmalıdır.

*Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.  (LEMALAR, 24.Lema)

Kadınlar; yaratılış icabı zayıf, nazik, annelik duygusu güçlü, çocuklarını canı pahasına koruyan ve eşi tarafında sevilmekten ve korunmaktan hoşlanan nazenin varlıklardır.

*kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var. (LEMALAR, 24.Lema)

Kadınla erkek yuva kurarken aralarındaki en önemli bağ, sevgi bağı olmalıdır. Bu sevgi öylesine derin olmalıdır ki yalnız bu dünya ihtiyaçları için değil ebedi hayatta da bu arkadaşlık devam etmelidir.

*Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır. (LEMALAR, 24.Lema)

Bir ailenin temeli atılırken eşler arasındaki karşılıklı güven, saygı ve sevgi o ailenin mutluluğunu sağlar. Namus kavramı da evlenecek çiftler açısından çok önemlidir. En serseri, bir genç bile eşinin dürüst ve namuslu olmasını ister, bulamazsa bekâr kalır belki de fuhşa sürüklenir ama asla evlenmez.

*Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. (LEMALAR, 24.Lema)

*en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder. (LEMALAR, 24.Lema)

İslami terbiye dışında günümüz medeniyet anlayışına göre özgürce, hayvanlar arasındaki gibi geçici birlikteliklerle çiftler bir arada yaşarlarsa, o birliktelikler kısa zamanda yıkılır, erkekler çekip gider ve sonunda kadını mağdur ederler. Bunun yüzlerce örneğini herkes duymuş veya bizzat şahit olmuştur.

*Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakatten sonra ebedî bir mufarakate mâruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor. (LEMALAR, 24.Lema)

*erkek, sekiz dakika zevk ve lezzet için sefahete girse, ancak sekiz lira kadar birşey zarar eder. Fakat kadın sekiz dakika sefahetteki zevkin cezası olarak dünyada dahi sekiz ay ağır bir yükü karnında taşır ve sekiz sene de o hâmisiz çocuğun terbiyesinin meşakkatine girdiği için sefahette erkeklere yetişemez, yüz derece fazla cezasını çeker. (LEMALAR, 24.Lema)

Değişen dünyanın içinde ailedeki değişim ve sorunlar çok şeyin göstergesidir. Savaş, göç gibi sosyoekonomik sonuçları olan olaylar, aileleri de etkilemektedir. Ailelerin temellerini yalnızca sağlam atmak yetmiyor, duvarlarını ve çatısını da sağlam malzemelerle kurmak lazımdır ki sosyal depremlere dayanaklı olsun. Evlilikleri kurduktan sonra onu yürütmek de gayret ister sabır ister.

Evliliklerde beklenmedik krizler her zaman çıkabilir, kadınlar eşlerinden bazen kötü muamele ve sadakatsizlik görebilirler. Şimdi kadınlar ne yapmalıdır? Onlar da aynı şekilde karşılık verirlerse, aile hayatı hemen çöker. Ama kadınlar asil varlıklardır, asilce davranıp kocanın kusurunu düzeltmesine çalışsalar belki ebedi hayat arkadaşlığına çıkılan bu yolda, eşleri, yuvayı ve çocuklarını kurtarabilirler. Denemeye değmez mi? Yuvayı yıkıp gitmeden önce böyle bir adım atabilseler, belki de değer. Yıkmak kolay, yapmak zordur demişler.

*aile hayatında en mühim nokta budur ki; kadın, kocasında fenalık ve sadakatsızlık görse, o da kocasının inadına kadının vazife-i ailevîsi olan sadakat ve emniyeti bozsa; aynen askerîdeki itaatın bozulması gibi, o aile hayatının fabrikası zîr ü zeber olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslaha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. (H.REHBERİ)

Kadın yuvanın idaresinde bir müdür görevi görür. Tehlikelere karşı çocuklarını, eşinin bütün mallarını ve her şeyini koruma altına alır. Ancak erkeklerde bulunan cesaret ve cömertlik özellikleri, kadınlarda ön plana geçse eşler arasındaki güven duygusunu sarsılabilir. Bu nedenle kadın evin müdürlüğü görevini yaparken gereksiz cesaret ve yardımseverlikten uzak durmalıdır.

*kadının-aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan-en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir(LEMALAR, 24.Lema)

*erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. (LEMALAR, 24.Lema)

Kadınlar bu dünyada mutlu olmak istiyorlarsa İslamiyet dairesi içindeki dini terbiyeyi almalıdırlar, Rusya’da kadınların başına gelenler buna bir örnektir. Bu terbiye onların ahretlerini de kurtarır.

*Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozul­maktan kurtulmanın çâre-i yegânesi, dâire-i İslâmiyedeki terbiye-i dîniyeden başka yoktur!.. Rusya’da o bîçâre tâifenin ne hâle girdiğini işitiyorsunuz. (H.REHBERİ)

Kişilik; bireylerin doğuştan getirdiği özellikler ile sonradan çevreden kazanılan özelliklerin toplamıdır. Çocuklar, kişilik özelliklerinin bir kısmını genetik olarak anne babadan alırlar. Ama çocukluk çağı ve ergenlik çağı kişilik gelişiminde çok önemli bir yer tutar. Sorunsuz bir gencin anne babası olmak isteyenler onu ta küçük yaşlardan itibaren desteksiz, sahipsiz, şefkatsiz bırakmamalıdır.

Bin yıllar boyunca insanın genetik yapısı pek değişmemiştir. Fakat en çok değişen şey, çocuk yetiştirme tarzıdır. Bir insanın ileriki yıllarda olumsuz düşünmesi veya olumsuz duyguların etkisinde kalması,  çocukluğunda anne-babasından aldığı olumsuz programlarla ilgilidir.

*İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.(LEMALAR,24.Lema)

*Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce’, bir tahassüngâh ise, âile hayatıdır. Ve herkesin hânesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hâne ve âile hayatının hayatı ve saadeti ise, samimi ve ciddî ve vefâdarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedâkârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve dâimî bir refâkat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, arkadaşâne münâsebetlerin bulunmak fikriyle, akîdesiyle olabilir. (SÖZLER,10.Söz)

Ailenin yaşadığı ev ne bir otel ne de bir lokantadır. Orası; aile bireylerin sığınağıdır, dünyadaki cennetidir. Sağlıklı bireylerin yetişmesi aile ilişkilerinin düzgün yürütülmesine bağlıdır.  Sağlıklı toplumun şifreleri de orada yazılır. Bir çocuğun hayatla ilişkileri anne- babasıyla başlar. Anne babanın her hareketi çocuğun kişiliğini etkiler. Herkes bu bilinçle hareket etmelidir ki huzurlu bir aile ortamı sağlanabilsin.

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Vatandaştan Terörist Çıkarmak

Vatandaş ya da Yurttaş terimi ile basitçe  “Bir toplum içinde bir arada yaşayan kişi” anlaşılabilir. Ancak Vatandaş’ın tanımı da, her devlette, kendi anlayışlarına göre “Vatan”, “Millet”, “Devlet” tanımlarına yükledikleri anlamlar üzerinden farklı ifadelerle yapılmaktadır. Anayasal vatandaşlıktan öteye, bugün Demokratik vatandaşlık kavramı oluşturulmaya çalışılıyor.

Fransa’da doğum yeri Fransa sınırları içinde olanların vatandaş olma hakları vardır. ABD’de ise, vatandaş olmak isteyenler, Amerikan toplumuna tümüyle uyum sağladıklarını ve Amerikan geleneklerini benimsediklerini kanıtlamak durumundadırlar. 2000 yılına kadar Alman vatandaşı olmak için anne veya babasının Alman olması gerekliliği vardı.  Türk vatandaşlığına giriş ise üç yolla olmaktadır: Kanunla, yetkili makam kararıyla, seçme hakkıyla. Yapılan değişikliklere göre Türk’le evlenen yabancılar, bakanlık kararıyla vatandaşlığa geçebilmektedirler. İskân Kanunu’na göre ise yurtsuzlar ve mültecilere dair hükümlerle bunların da vatandaşlığa geçişleri düzenlenmiştir.

Ocak ayı içinde Fransa’da yaşanan hunharca katliamın üzerinden çok az bir zaman geçti. Öldürülen 12 kişinin bedenleri üzerinden herkes ifade özgürlüğünden dem vurdu. İfade özgürlüğünden daha önce gelen, bir insanın yaşama hakkıdır. Hiçbir şahıs o özgürlüğü alamaz. Ölenlerin 4 ü Yahudi’ydi, 3ü polisti ve polislerden biri de Müslüman’dı. Bunların hiç önemi yok, öldürülenler insandı… Ancak öldürülen karikatüristler de bir dinin kutsallarına hakaret kabul edilen bir karikatürü de yayınlamamalıydı.

Ölenlere Dünya’da destek gösterileri oldu, katilleri destekleyenler de. Ortam tam bir toz duman. Kimisi de tüm Dünya Müslümanlarını, Müslümanlığı suçladı. Kimse katillerin kimliği üzerinde durmadı, inançlar üzerinden algı geliştirmeye çalışıldı. Katiller kimdi? Fransız vatandaşı, Fransa’da doğmuş büyümüşler. Bir devlet vatandaşından nasıl böyle Terörist yetişir? Hiç mi o Devletin, Milletin suçu yoktur? O vatandaşlar kendilerini gerçekten Fransız vatandaşı hissetseler, toplumla bütünleşebilseler bu canice hareketi yapabilirler miydi? Onlar, Fransa’da yaşadıkları halde birer mutsuz, dışlanmış vatandaşlar olabilir mi?

Bu hareket bir terör hareketidir. Teröristin dini olmaz. Hiçbir din, insanların başka insanların kararlarına göre öldürmesini hoş görmez, izin de vermez. Teröristin inancı hiç önemli değil, ateist de olabilir. Terörist teröristtir. Dünya devletleri eğer barış istiyorlarsa, Dünyadaki tüm teröristlere karşı ortak hareket etmelidirler. Devletler kendi siyasal ve ekonomik menfaatleri uğruna, başka ülkelerde olan terör hareketlerine sessiz kalır, gizlice destekler veya duymazlıktan gelirlerse bir gün gelir terör onları da vurur. Ölen 12 kişi, şimdiye kadar Dünya’da öldürülen binlerce kişiden daha değerli olamaz. Öldüren de Fransız vatandaşı ölenler de. Öldürülenler böyle bir ölümü hak etmemişlerdir. Öldürenlerin inançları üzerinden algı yaratarak medeniyetler çatışmasına kapı açılmak isteniyorsa bu dünya barışına hizmet etmez.

        “Bütün insanlar yaşama hakları bakımından eşittir”, fikrini içtenlikle benimsemeyen, teröre karşı ilgisiz kalan veya Dünya’nın başka yerlerindeki terörü gizli/açık destekleyen Devletler ne kadar güvende de olsalar güvende değillerdir. Terör bir gün mutlaka onları da vurur. Çünkü “Kim bir zalime yardım ederse, ALLAH o zalimi ona musallat eder.” Hadis-i Şerif uyarınca Kader onları günü geldiğinde cezalandıracaktır.

Olayın bir de başka yönü var. Acaba teröristler canlı yakalanamaz mıydı? Yakalanıp sorgulanmasını birilerimi istemedi? Teröristleri yakalamakla görevli üst düzey yönetici polis memurlarından birisinin ise bu olaydan sonra intihar ettiği söylenirken, arkadaşları bu intihara anlam vermiyorlardı? Çünkü o kişinin ruhsal durumunda bir bozukluk yoktu.

Belki bir gün gerçekler çözülür, belki de örtülü kalır, bilemeyiz ki. ABD başkanı Kenedy 1963 yılında güçlü korumalar(!) altındayken Oswald isimli biri suikastçı tarafından öldürülür, onu da Ruby isimli birisi 2 gün sonra öldürür. Kendisi de 1967 de yargılanacakken kanserden ölür. Ve dünyanın en güçlü devletinin başkanının öldürülmesi olayı da böylece sırlarıyla beraber kapanır.

Gökkubbe altında işlenen suçlar bir gün gelir aydınlanır belki de ahirete kalır, ama biz kendimizden mesulüz, Devletler de vatandaşlarının can emniyetinden, onları topluma entegre etmekten sorumludur.  Herkes kendi görevlerini doğru yaparsa zulümler de son bulur, Dünya da cennet gibi olur…

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org