Etiket arşivi: Elmalılı Hamdi Yazır
Atatürk Kur’an’ı Neden Türkçeye Çevirtmişti?
Elmalılı Hamdi Yazır’ı Rahmetle Anıyoruz (1878-1942)
Doğumu Ve Ailesi
Öğrenimi
Muhammed Hamdi, ilköğrenimini ve Rüştiye Mektebini Elmalılı’da tamamladı. Kur’ân’ı ezberlerdi, Arapça okudu ve İslami ilimlerde gerekli ön bilgileri öğrendikten sonra 1895 (h.1310)’te dayısı Hoca Mustafa Sarılar ile birlikte İstanbul’a gitti ve Küçük Ayasofya Medresesi’ne yerleşti. Zamanın alimlerinden Kayserili Mahmut Hamdi Efendi’nin Beyazıt Camii’ndeki derslerine devam etti ve ondan icazet aldı. Bundan sonra hocası Büyük Hamdi, kendisi de Küçük Hamdi diye anılmaya başlandı; yazılarında da o imzayı kullandı. Soyadı kanunu çıkınca babasının köyü olan “Yazır” soyadını aldı ise de daha çok doğum yerine nisbetle “Elmalılı” diye meşhur oldu. Tahsili esnasında Bakkal Arif Efendi ile Sami Efendi’nin hat derslerine devam ederek onlardan da icazet aldı. Bir taraftan da kendi gayretiyle edebiyat, felsefe, riyaziye ve musiki öğrendi.
1905 yılında girdiği ruus imtihanını kazandı ve dersiâm oldu. Bu sıfatla Beyazıd ve Şehzade camilerinde ders vermeye başladı.
Ülkeyi çağdaş ilim ve medeniyet seviyesine ulaştırmaya vesile olabileceği ümidiyle meşrutiyet idaresini hararetle savunmaya başladı ve bu görüşü temsil eden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilmiye şubesine üye oldu. Avrupai tarzda bir meşrutiyet yerine şeriata uygun bir meşrutiyet modeli geliştirmek için çalışmalar yaptı.
Beyazıd Medresesi’nde iki yıl süren dersiâmlık görevinden sonra II. Meşrutiyet’in ilk meclisine Antalya mebusu olarak girdi. II. Abdülhamit’in tahtan indirilmesine rıza göstermeyen fetva emini Nuri Efendi’yi ikna edip fetva müsveddesini yazmak suretiyle bu konuda etkili bir rol oynadı. Onun bu davranışında padişahın öldürülmesi, meclisin kapatılması ve ülkenin büsbütün kargaşaya sürüklenmesi ihtimallerini göz önüne almasının etkili olduğunu söyleyenler de vardır.
Medresetü’l-Mütehassisîn’de mantık hocalığı yaptığı sıralarda cumhuriyet ilan edildi ve medreseler kapatıldı. Milli mücadele sırasında I. ve II. Damat Ferit Paşa Hükümeti’nde görev yaptığı için İstiklal Mahkemesi’nce gıyaben idama mahkûm edilmesi üzerine Fatih’teki evinden alınarak Ankara’ya götürüldü ve kırk gün tutuklu kaldı. Mahkeme sonunda muhtemelen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olması sebebiyle suçsuz bulunarak serbest bırakılınca İstanbul’a döndü. Bu olaylardan sonra tamamen inzivaya çekildi ve vefatına kadar yalnızca camiye gitmek için evinden çıktı.
Bir geliri olmadığı için maddi sıkıntı çektiği bu dönemde “Metalib ve Mezahib” adlı tercüme eserini tamamladı. Kitabın baş tarafına medreselerin kapatılmasının getireceği maddi ve manevi zararları anlatan bir önsöz yazdı. Mısır Prensi Abbas Halim Paşa’nın teşvikiyle büyük çapta bir İslam Hukuku Kamusu hazırlamaya başladı. Fakat bu çalışmasını yarıda bıraktı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkçe bir tefsir hazırlatılması kararı alınınca Diyanet İşleri Başkanlığı bu işi kendisine teklif etti. Elmalılı teklifi kabul ederek tefsiri yazmaya başladı; Hak Dini Kur’ân Dili adını verdiği eserini vefatından önce bitirmeye muvaffak oldu.
27 Mayıs 1942’de uzun müddet mübtela olduğu kalp yetmezliğinden Erenköy’de damadının evinde vefat etti ve Sahray-ı Cedid Mezarlığı’na defnedildi.
Eserleri
1- Hak Dini Kur’ân Dili: Elmalılı’nın en önemli eseri olan bu tefsirini bir sonraki başlıkta ele alacağız.
2- İrşâdü’l – Ahlaf Fi Ahkâmil – Evkaf: Elmalılı Hamdi Yazır’ın Mekteb-i Mülkiye’de hoca iken okuttuğu ders notlarını ihtiva etmektedir. Eser 1330/1911 yılında İstanbul’da Ahmet Kâmil Matbaası’nda basılmıştır.
3- Sefer Bahsi: hak dini Kur’ân dili tefsirinin 8. ve 9. ciltlerinin başına konulan bu uzun mektup, 1960 yılında Nebioğlu basımevinde Hamdi efendinin büyük oğlu Muhtar Yazır tarafından bastırılmıştır.
4- Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Dini: Hamdi Efendi’nin, Meşihat Makamına Anglikan kilisesine mensup Dini Eserler Kütüphanesi Müdürü tarafından yöneltilmiş sorulara yazdığı cevaplardır.
5- Metalib Ve Mezahib: Paris Üniversitesi Edebiyat Fakültesi profesörlerinden Paul Janet ile, aynı fakültenin konferans muallimi Gabriel Seailles’in 1887 tarihinde neşrettikleri eserin tercümesidir.
6- İstintaci Ve İstikrai Mantık: İngiliz filozoflarından Alexander Bain’in bu isimdeki kitabı Gabriel Compaire tarafından 1875 yılında Fransızcaya çevrilmiş, Hamdi Efendi de bu kitabı Türkçe’ye çevirerek, hoca olarak bulunduğu sırada Süleymaniye Medresesi’nde okutmuştur.
7- Hüccetullahi’l-Bâliğa: bu eseri diyanet işleri başkanlığı namına tercümeye başlamış ancak fazla bir şey tercüme edemeden vefat etmiştir.
8- Beyanü’l-Hak, Sebilürreşad, Ceride-i İlmiye Dergilerinde Yayımlanan Makaleleri: Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın İkinci Meşrutiyet döneminin süreli yayın organları olan bu dergilerde toplam yetmişin üstünde makalesi yayımlanmıştır. Elmalılı Hamdi Yazır’ın makalelerinden bazıları Cüneyd Köksal ve Murat Kaya tarafından biraraya getirilip hazırlanmış ve Kitabevi Yayın tarafından Ekim 1997 tarihinde İstanbul’da basılmıştır.
Ayrıca Elmalılı Hamdi Yazır’ın fıkıh usulüne dair bir eseri, yarım vaziyette bir hukuk kamusu, bir kısmı eksik olan bir divanı da mevcuttur.
Yarım kalmış olan İslam Hukuku Kamusu, 1. 3. ve 5. ciltleri Sıtkı Gülle, 2. cildi Ayhan Yalçın tarafından 5 cilt halinde hazırlanmış, “Alfabetik İslam Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu” adıyla Eser Neşriyat ve Dağıtım–Masaüstü Yayıncılık tarafından 1997 tarihinde İstanbul’da basılmıştır.
Yücel Arslan
Kaynaklar
1- Yavuz, Yusuf Şevki, “Elmalılı Muhammed Hamdi”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi c. II, İstanbul, 1995, s.57
2- Paksüt, Fatma, “Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır”, Muhammed Hamdi Yazır, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1993, s.2
3- Subaşı, M. Hüsrev, “Elmalılı Hamdi Efendi ve Hat Sanatımızdaki Yeri”, Muhammed Hamdi Yazır, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1993, s.319
4- Ersöz, İsmet, “Elmalılı Hamdi Yazır ve Tefsirinin Özellikleri”, Muhammed Hamdi Yazır, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1993, s. 170
5-Yazıcı, Nesimi, “Elmalılı Hamdi Yazır’ın Basın Hayatı ve Yazarlığı”, Muhammed Hamdi Yazır, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1993, s. 31-32.
Sicim Teorisi ve Esir Maddesi
“Esir genelde bir akışkan, ya da bir mayi olarak adlandırılmaktadır ve yine katılığı itibariyle bir jele benzetilmektedir. Oysa bu adların hiçbiri uygun değildir. Bunların hepsi moleküler gruplardır, dolayısıyla esir gibi değildir. Eylemsizlik özelliği olan sürekli sürtünmesiz bir ortamı basit olarak ve tek başına düşünelim, mefhumun muğlâklığı, bilgimizin şu anki durumunda münasip olduğundan daha fazla bir şey olmayacaktır.
Kusursuz devamlılığı olan, ince, sıkıştırılamayan, tüm uzaya yayılan ve içinde yerleşik sıradan maddenin molekülleri arasında sızan ve kendi imkânları ile birini diğerine bağlayan bir özdek fikrini idrak etmeye çalışmalıyız. Ve onu cisimler arasındaki tüm hareketlerin sürüp gittiği evrensel bir ortam olarak kabul etmeliyiz. O halde bu onun -hareket ile enerjinin ileticisi olarak- fonksiyonudur (1).”
Uzayın dokusu gibi, madde (örneğin elektron ve kuark gibi atom altı tanecikler) ve hatta ışın ve elektrik gibi şeyler esir maddesinden mi meydana geliyor? Hatta insan ve canlıların aura denen ikinci bedenleri (misali bedenleri) esirden yapılmış olabilir mi? Bediüzzaman’a göre “evet”. O, Kuran’ın yaratılışa ait sırlarına dair açıklamalarda bulunan Hud Suresi yedinci ayetinde ki “Arş su üzerindeyken…” ifadesini Esîr maddesiyle yorumlar. Esîr maddesinin yaratılış silsilesinin ilk adımını teşkil ettiğini ve sonra atom altı taneciklerin (cevahir-i ferd) yaratıldığını ifade eder. Bu yoruma göre, Cenab-ı Hakk’ın arşı, su hükmünde olan Esîr maddesi üzerinde yer almaktadır. Esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sani’in ilk icatlarının tecellisine merkez olmuştur (2).
Esîr maddesinin varlığı ve mahiyetiyle ilgili bir başka bilgiye de, Yasin sûresi 36. ayetten elde ediyoruz. Bu ayette geçen “Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzüp gitmektedir” ayetindeki “yüzme” bir boşlukta değil, ancak bir madde içinde olabileceğine göre, ayette uzay boşluğu bir denize benzetilmektedir.
Elmalılı Hamdi Yazır “Arş, su üzerindeyken…” ayetinin tefsirinin bir manasını, “Bunlar arşın her şeyi kaplayan bir cisim olması anlamıyla ilgilidir” şeklinde açıklar. Bu yorumda da Esîr ve Esîrin özelliklerine dolaylı yoldan bir açıklama getirildiğini söyleyebiliriz.
Bediüzzaman, fezanın esir ile dolu olduğunu ifade ettikten sonra; “Meyveler ağacını; çiçekler çimenlerini; sümbüller tarlalarını; balıklar denizini bilbedahe gösterdiği gibi; şu yıldızlar dahi, bizzarure; menşe’lerinin tarlasını, denizini, çimengâhını vücudun, aklın gözüne sokuyorlar (3)” ifadeleriyle de esirin varlıkların hem teşekkül, hem de faaliyet alanı olduğunu belirtir. Devamla, ulvî âlemde, yani fizik ötesi kanunlara göre çalışan metafizik âlemlerin muhtelif tabakalara ayrıldığını, her birinin kendine has kanunları bulunduğunu, böylece yedi farklı uzay-mekânın farklı işleyiş mekanizmaları olduğunu, esir’in bu âlemlerin ortamı ve alanı olduğunu ifade eder:
“Madem Âlem-i Ulvide muhtelif teşkilat var, muhtelif vaziyetlerde görünüyor. Öyle ise, o ahkâmların menşe’leri olan semavat, muhteliftir. İnsanda, cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hafıza gibi mânevî vücutlar var… Elbette, insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismaniyattan başka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ Cennet âlemine kadar her bir âlemin birer seması vardır.“
Esîrin her bir âlemin dokusunu teşkil etmesi ve yedi âlemin ayrı ayrı hüküm ve kaidelerine göre yapılanmasını ise şu şekilde anlatır:
“Esîr kalmakla beraber sair maddeler gibi muhtelif teşekkülatta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet, nasıl ki; buhar, su, buz, gibi havaî, maî, camid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de: Madde-i Esîriyye’den dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mani-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olamaz (4).”
O, esîr ile ilgili bu açıklamalarını yaparken, bu izah ve yorumlara dayanak olan hadis ve ayetleri de belirtir. “Gök ve yer ve içindekiler O’nu tesbih eder”, “Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti; O her şeyi bilir”(5) ayetleri ile “Semâ emvacı karardide olmuş bir denizdir” hadisi bunlardan bazılarıdır.
Ruha yakın bir yapıda ve vücudun en zayıf mertebesi olan esiri anlaşılır kılmak kolay bir mesele olmamaktadır. Esir, ışınlarla, manyetik ve nükleer kuvvetlerle ve çekim ile fizikî ve kimyevî bildiğimiz anlamda bir etkileşim içinde değilse, ya da var olan etkileşimleri, spektroskopik cihazların ölçüm alanının dışında kalıyorsa, müşahhas ve ayrıntılı neticelere ulaşılması kolay olmayacaktır. Bu izahlara göre, hem Sicimlerin hem de Esirin çok farklı ve üzerinde çalışılması zor bir konu olması bir yana; asıl üzerinde durmak istediğimiz husus, birinin diğerinin yerine geçebileceğini irdelemektir.
Sicimler Esir Maddesi Olabilir mi?
Bilim dünyasının sicimler üzerindeki gayretini adı konulmamış bir “esir” maddesi arayışı ve çabası olduğunu söyleyebilir miyiz? Esir kavramının bilim tarihi içerisinde geçirdiği dönüşümler bilimin insanî boyutları hakkında fikir vermekle beraber, zamanla değişen teorilerden bağımsız bir gerçeklik anlayışına ulaşma ihtiyacı da vardır. Dolayısıyla ilahî vahyin doğru anlaşılması ve yorumlanması önem taşımaktadır.
Kâinattaki tüm parçacıkları ve etkileşimleri bir çatı altında toplayacak “Her Şeyin Teorisi”, Einstein’dan beri tüm fizikçilerin en büyük hayali olmuştur. Maddeyi, vakumu ve evrenin başlangıcını daha iyi anlayabilmemiz, bu problemin çözülmesine bağlı görünmektedir. Bu dev problemin çözülmesi yolunda en büyük umut vadeden yaklaşımın ne olduğunu söyleyelim şimdi: Süpersicim Teorisi! Eğer esir maddesi, sicimlerden başkası değilse; esir maddesinin ne denli büyük bir kozmik gerçeği ifade ettiği; keşfinin tıkanan fizik biliminin önünün açılması için ne kadar önemli olduğu anlaşılmış olur.
Süpersicim Teorisi’ne göre bütün parçacıklar ve kuvvet taşıyıcıları (elektronlar, kuarklar, fotonlar, gravitonlar vs.) Planck uzunluğu 10-33 (on üzeri eksi otuz üç) cm mertebesinde boyutlara sahip sicimlerden oluşmaktadır. Uçları açık veya kapalı (halka şeklinde) olabilen bu sicimler, titreşim şekilleri farklı olan parçacıklara tekabül etmektedir. Bu teorinin en cazip yönü, hem “dört temel kuvveti” ve hem de onlarca temel parçacığı basit bir sicimin titreşimleri ve hareketleri cinsinden ifade edebilme kolaylığıdır.
On boyutlu âlem
Süpersicim Teorisi’nin en sıra dışı özelliği, sicimlerin titreşim ve salınımlarını ifade edebilmek için tam on boyuta ihtiyaç duyulmasıdır. Biri “zaman” ve dokuz uzay boyutunda hareket eden sicimler, dört boyutlu uzay zamanımızda noktasal parçacıklar ve bu parçacıklar arasındaki etkileşimleri oluşturmaktadır. Gözlemleyebildiğimiz dört boyutun dışında kalan boyutların, kendi üzerine kıvrıldığı ve çok ufak kaldıkları için fark edilmedikleri düşünülür.
Genel İzafiyet Teorisine göre, çekim alanları, uzay zamanın temelidir. Hâlbuki çekim de dâhil olmak üzere tüm kuvvet alanlarını içine alan sicimler, aynı zamanda “uzay zaman“ı da teşkil eder. Sicimlerin gerçek teorisi bulunabilirse, hem uzay zamanın ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı anlaşılacak, hem de dolayısıyla uzayın dokusu, esirin yapı ve mahiyeti hakkında da daha doyurucu ve sağlam bilgilere ulaşabilecektir.
Esir maddesi anlayışına gelince, o varlığın sınırını, maddenin nihai küçük noktasını teşkil eder. Varlığın en küçük birimidir ve her şey –boşluk bile- esirden yapılmıştır. Sicim Teorisi aynı şeyleri söylemektedir. Sadece maddi küçük taneciklerin değil, ışık ve enerjinin elektrik ve kuvvetleri de sicimlerden yapılmıştır. Hatta yıldızlar arasındaki “boşluk” da dâhil, her şey onlardan oluşuyor. Onlardan daha küçük bir cisim yok. “Onlar olmasaydı hiçbir şey olamazdı. Ne zaman, ne uzay, ne de madde olurdu. Yıldızlar ve gezegenler de olmazdı. Evren diye bir şey olmazdı.” diyor konu uzmanlarından olan Brain Gren (6).
Âlemin sırlarına Kur’an’ın bakış açısı ve ışığı altında açıklamalarda bulunan Bediüzzaman, esirin anlam ve fonksiyonlarını anlatır ve “esir maddesine” mevcut sicim anlayışına paralel, hatta çok daha ötesinde ve ilerisinde anlam ve vazife yükler. “Esir” maddesinin sadece varlığın beliriş ortamı ve faaliyet alanı ile sınırlı kalmadığını, onun “nakillik ve infial hassasıyla ve vazifesiyle techiz” edildiğini, ilâhî arşlardan biri olduğunu söyler. “Arş” ile “alan” ya da “ortam”, vazife ve fonksiyon itibariyle benzerliğe dikkat edelim. Su ve toprak da birer arş olarak yaratılmışlardır. Onun ifadesi ile esir maddesi, Cenab-ı Hakk’ın en nazenin bir hulle-i icraatıdır. Bu yüzden, tartıya ve ölçüye girmeyenlerin, ruhanî ve manevî varlıkların yaşama ortamı ve faaliyet alanıdır.
Bediüzzaman, esiri; “Ecram-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının râbıtası ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin naşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde” olarak ifade eder; “en ziyade mekâna dağılmış hadsiz kesretli bir maddî madde” şeklinde değerlendirir. O, bu ifadeleri ile esir maddesinin işlevini ve görevini fizik ötesi kanunların yürürlükte olduğu “gaybî âlemlerle ilişkilendirmektedir. Ona göre, evren katlarının (semavat) her birinin kendine has kanunları vardır ve o kanunlar sayesinde yedi farklı uzay-mekânın birbirinden farklı işleyiş mekanizmaları yürürlüktedir. Bu evren katlarının hepsinin de ortamı ve aslî yapısı “esir maddesi”dir. O, varlığın şehadet âlemi denilen fizik dünyaya inhisar etmediğini, farklı uzay-zamanların bulunduğunu şöyle anlatır:
“Mâdem âlem-i ulvîde muhtelif teşkilât var, muhtelif vaziyetlerde muhtelif ahkâmlar görünüyor; öyle ise, o ahkâmların menşe’leri olan semâvât muhteliftir. İnsanda, cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hâfıza gibi mânevî vücudlar da var; elbette, insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismâniyetten başka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ Cennet âlemine kadar herbir âlemin, birer semâsı vardır.“
“Yedi tabaka, her bir tabaka âlem-i Arzdan, tâ âlem-i Berzaha, âlem-i misâle; tâ âlem-i âhirete kadar birer âlemin damı hükmünde birer semanın bulunması, hikmeten, aklen iktiza eder (7).”
Bilimin nazarı henüz daha fizik dünyadan (şehadet âlemi) iken, “sicim”lerin öteki âlemleri de içine alan görev ve işlevlerinden söz etmesini bekleyemeyiz. Öyle anlaşılıyor ki, bilimin esir maddesinin (ya da esir maddesi olarak düşündüğümüz sicimleri) keşfi şimdiye kadar yapılan en büyük bir buluş olacak ve bilimde ve teknolojide büyük değişim yaşanacaktır. Gerçek anlamda uzay-zamanda teknolojik olarak seyahatin anahtarlarının ancak o zaman ele geçirileceğini söyleyebiliriz.
Uzay Boşluğu Esîr ile Mi Doludur?
Uzay boşluğu “boş” olmayıp, esir maddesi ile dolu ise, o zaman tüm ışın ve elektomanyetik dalgalar gibi gök cisimleri de bu “esir denizinde” yol almaktadır. Sicim teorisine göre uzay, sicim denen özelliği sayesinde sayısız kuanttan oluşmuş ve “yaylanabilen, esnek” bir örümcek ağı biçiminde “yüzey” oluşturmaktadır. Karadelikler, sonsuz ağırlıkları ile “ağ” şeklindeki uzayın “delinmesine” yol açmakta; “uzay denizinde” bir girdap oluşturmaktadır. Elbetteki “boş” olan bir uzayın “bükülmesi” ve “delinmesi” söz konusu olamayacağına göre, uzayı dolduran bir “dolgu malzemesi” bulunmalıdır.
“Çevir de gözünü semaya bak, bir çatlak, kusur görecek misin?”(8) âyetine göre uzay-zaman ağının son derece sağlam örüldüğü, çatlaksız olduğunu anlamak mümkün. Ağ, üzerine konan ağır cisimlerce eğip bükülüyorsa, adına sema dediğimiz esir, ya da sicim ilmikleri ile örülü uzay-zaman ağı da üzerine “oturmuş” büyük kütleli gök cisimlerince öylesine eğilip bükülmektedir. Karadelik sonsuz bir ağırlık anlamına geldiğinden, o bölgede uzay-zaman ağı “eğilip bükülmekle” kalmaz, adeta yırtılıp çatlamakta, daha uygun bir tabirle “delinmektedir”.
Delinmenin anlamını nasıl değerlendirmeliyiz? Elbetteki orada fizik kanunlarının geçerliliğinin kaybedilmesi ve o yörede fizik ötesi âleme kapı açılması şeklinde.
Çekim gücü ile uzayın asıl dolgu nesnesi bir alaka içinde bulunuyorsa, bu alakanın şekli ve mahiyetinin açıklığa kavuşturulması, uzayın dolgu maddesinin (esir ya da sicim) keşfedilmesi ve tâbi olduğu kanunların keşfine bağlı görünmektedir. Herkesin merakla beklediği “uzay ağı” içinde açılabilecek, “tünel”ler vasıtası ile uzay-zamanda yolculuk ne zaman mümkün olabilir? Bu soruya olumlu cevap verebilmek, her şeyden önce, uzayın dolgu maddesinin keşfine ve ona hükmeden kanunların keşfine bağlı görünüyor.
Bütün bunların, her şeyi maddeye indirgeyen ve tek boyutlu düşüncenin dışına çıkamayan materyalist inanç ve pozitivist felsefeyle anlaşılması ve çözülmesi mümkün değildir.
Prof. Dr. Osman Çakmak
(1) O. Lodge, “The ether and its functions”, Nature, XXVII, 1883; 304.
(2) Nursi, B. S. İşaret-ül İcaz. Envar Neşriyat, İstanbul, 1996.
(3) Nursi, B. S. Sözler. Envar Neşriyat, İstanbul, 1996.
(4) Nursi, B. S. Lem’alar. Envar Neşriyat, İstanbul, 1996. s. 67.
(5) Bakara, 29.
(6) MB Green and D. Gross, eds., Unified String Theories, World Scientific, Singapore, 1986. J. Scherk and JH Schwarz, Nucl. Phys. B81, 1 18.
(7) Nursi, B. S. Lem’alar. Envar Neşriyat, İstanbul, 1996.s. 62-69.
(8) Mülk, 67/3.