Etiket arşivi: fatih sultan mehmet

Panorama 1453 Tarih Müzesi’ne ziyaretçi akını

İstanbul’un fethinin özel bir teknikle tasvir edildiği ‘‘Panorama 1453 Tarih Müzesi”ni 3 günde 17 bin kişi ziyaret etti.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden yapılan yazılı açıklamada, müzeye ilginin geçen yılın Nisan ayına göre 2 kat arttığı ifade edilerek, müzeyi, 21 Nisan Cumartesi günü 6 bin 970, 22 Nisan Pazar günü 5 bin 618, 23 Nisan Pazartesi günü de 4 bin 412 kişi olmak üzere 3 günde 17 bin kişinin ziyaret ettiği belirtildi.

Açıklamada, Panorama 1453 Tarih Müzesi’ne, özellikle çocuk ve gençlerin yoğun ilgi gösterdiği ve müze önünde uzun kuyruklar oluşturduğu kaydedildi.

aa

Panorama 1453 Tarih Müzesi Fotoğrafları:

Batı onu Deccal olarak görürdü!

Fetih 1453 filmi Osmanlı tarihinin en önemli padişahlarından Fatih Sultan Mehmet’e olan ilgiyi artırdı. Batılıların Deccal olarak gördüğü sultan hakkında tarihçi ve yazarların söyleyeceği çok şey var.

Konstantiyye (İstanbul) bir gün mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel asker” der Hz. Muhammed (a.s.m) İstanbul için. Yüzyıllar sonra Osmanlı’nın yedinci ve en kudretli padişahı Sultan Mehmet de, İstanbul’u fetheder ve ‘Fatih’ lakabını aldı. Onun hükümdarlığı boyunca Osmanlı İmparatorluğu en şaşaalı günlerini gördü. Ellisine varmadan vefat eden ve ilmi, zekası kültür sanata düşkünlüğüyle Avrupa’da da dikkat çeken Fatih Sultan Mehmet, şu sıralar Fetih 1453 filmiyle gündemde. Devrim Evin, İbrahim Çelikkol, Dilek Serbest gibi isimlerin rol aldığı film hakkında farklı görüşler var ama Fatih’e duyulan ilgiyi arttırdığı bir gerçek. Biz de tarihçilere onun hakkında yanlış bilinenleri, duymadığımız özelliklerini sorduk…

Kanuni Sultan Süleyman onu örnek aldı

Fetih 1453 filminin danışmanlığını yapan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yeniçağ Anabilim Dalı’nda görevli olan Prof. Dr. Feridun Emecen filmin genç bir sultanın tutkusunu ve gayretlerini gözler önüne serdiğini söylüyor: “Bu bakımdan mühim bir vazife icra ediyor ama bu nihayetinde bir filmdir, başka kaygılar da devrededir, gerçek anlamda bu dönemi ve kuşatmayı anlamak için araştırma türü kitaplara müracaat etmek en doğrusu” diyor. İstanbul’un fethine dair doğru düzgün kaynağımızın olmadığını belirten Emecen, olanların da Bizans ve Latin eserlerinden edindiklerini bilgilerle hareket ettiklerini anlatıyor: “Osmanlı kaynakları o dönemde bu hadiseyi teferruatlı anlatmıyor. Batı kaynakları haliyle geçmişi derinlere inen büyük Roma İmparatorluğu’nun son kalıntılarını yıkan, Hıristiyanlığın mukaddes şehrini alan biri gibi gördükleri Fatih’i ‘Deccal’ diye niteler. Öte yandan Hz. Peygamber’in müjdesine mazhar olmuş bir kumandan olarak da İslam dünyasında çok farklı bir yere sahip olması tabii karşılanmalıdır. Tarihçi olarak bizim daha serinkanlı yaklaşımlarla onu bu büyük devletin köklerini atan gerçek bir kurucu ata gibi kabul etmemiz, bütün bunların ötesinde ayrı bir anlam taşır.

Fatih Sultan Mehmet’in Osmanlı’yı bir cihan devleti haline getirdiğini söyleyen Emecen: “Hakkında bilinenler genellikle hamasi bir üslupla nakledilip onu ulvi bir şahıs olarak ortaya konuyor. Özellikle Osmanlı Devleti’ni bir imparatorluk haline getirecek çok önemli adımlar attığını vurgulamak gerekir. Siyasi ve askeri bakımdan genişleyecek imparatorluğun gerçek anlamda müessisi olduğunu unutmamak lazım. Bu yolda zaman zaman çok sert davranmış, vergileri artırmış, kaynakları sonuna kadar kullanmış ve gelecek haleflerine bürokrasisi, askeri sistemi ve kanunlarıyla yeni bir devlet bırakmıştı. Onun bu siyasi mirası, mesela Kanuni’ye önemli bir örnek teşkil etmiştir. Siyasi misyonunun yanında doğu ve batı kültürüne aşina ender padişahlardan biridir.

Ulubatlı Hasan değil Balaban Bey

Tarihçi-yazar Doç. Dr. Erhan Afyoncu ise Fatih Sultan Mehmet’in, bütün Türk tarihinin en önemli devlet adamı olduğunu söylüyor: “Tarihimizde büyük işler başarmış ve büyük zaferlere imza atmış devlet adamlarımız çoktur. Ancak hiçbiri Fatih Sultan Mehmet kadar çok yönlü değildir. Hanedandan birçok büyük komutan çıktı ancak onun kadar bilime, felsefeye, tartışmaya ve sanata önem veren bir ikincisi yoktu. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek kurucusu olan Fatih, gerçek manada bir Rönesans hükümdarıydı. Onu tarih sahnesine çıkaran en önemli hadise ise İstanbul’un fethidir. Bu konuda çok laf edilmiş, ancak maalesef az araştırma yapılmıştır” diyor. Afyoncu, doğru bildiğimiz pek çok bilginin yanlış oluğunu söylüyor: “İstanbul surlarına ilk bayrağı dikenin Ulubatlı Hasan olduğu kabul edilir ve onun surlara tırmanışı, bayrağı dikişi tarih kitaplarında bir destan havasında anlatılır. Bu hadisenin kaynağı İstanbul’un fethi sırasında, bizzat orada bulunan Bizanslı tarihçi Francis’tir. Ancak anlatılanlar Francis’in eserinin orijinalinde yok. Sahte Francis olarak anılan ve daha sonraki tarihlerde Francis’in eserine geniş ilaveler yapan Melissinos’un yazdığı kitapta yer alıyor. İstanbul’a ilk giren ve suralara bayrağı diken Balaban Bey’dir. Keza fetih için gerekli gemiler Tophane’den denize çekilmedi, Okmeydanı civarında inşa edildi.

Türk sarığını Latin külahına yeğlerim

Fatih Sultan Mehmet hakkında bir diğer iddia ise kardeş katli. Afyoncu “Kardeş katli I. Murat ile başlıyor. Ancak Fatih ile kanunlaşıyor. Bu meseleyi Fatih’e yakıştıramayanlar, onun adını lekelememek için bu kanunnamenin batılılar tarafından yazıldığını ileri sürer. Kanunnamenin tek nüsha halinde ve Viyana arşivlerinde bulunmasını da iddialarına delil olarak gösterirler. Ancak yapılan araştırmalar kanunnamenin tek nüsha olmadığını, Osmanlı arşivlerinde başka nüshalarının da bulunduğunu ortaya çıkardı” diyor. Afyoncu’ya Ortadoks olan Bizanslıların fetihten bir sene önce Katolik mezhebini neden seçtiklerini soruyoruz: “İmparator Konstantin halkın tepkisine rağmen adım adım yaklaşan tehlikeye karşı Avrupa’dan yardım almak için son çare olarak Papa’ya Ortodoks kilisesini Katolik kilisesiyle birleştirmeye hazır olduğunu bildirdi. Halk ve din adamlarının çoğu bunu protesto etti. En güç koşullarda bile Ortodoksluktan vazgeçmeyen Bizans halkı, Latinlere borçlu kalmaktansa Osmanlılar tarafından yönetilmeyi tercih ediyordu. Nitekim Grandük Notoras, Bizanslıların duygularını ‘Şehirde Latin külahı görmektense Türk sarığını yeğlerim’ diye en veciz biçimde ifade etmişti.” Afyoncu sanılanın aksine İstanbul’un fetih öncesinde ölü bir şehir olduğunu belirtiyor: “Şehir, 1204’te Latinler tarafından işgalinden sonra uzun bir gerileme dönemine girmişti. Adeta köye dönüşmüş, bağlar ve tarlalarla dolmuştu. Patrik Scholarios, İstanbul’u ‘Büyük bir kısmı boş, yoksullukla perişan olmuş harabe bir şehir’ olarak tasvir eder. Fatih, İstanbul’u harabe bir nehir olarak ele geçirmek istemediği için son hücumu yapmaya karar verdiğinde Bizans İmparatoru’na, şehri yağmadan korumak için teslim etmesi gerektiğini teklif eder ve buna karşılık kendisine Mora despotluğunu önerir. Konstantin kabul etmeyince Fatih hocası Akşamsettin’den izin alarak şehrin yağmalanmasına müsaade eder.

Büyük imar hareketi

Fatih, büyük çapta bir imar hareketi gerçekleştirdi. 300 kadar cami, 57 medrese, 59 hamam, 29 bedesten, çeşitli saray, hisar, kale, sur, han ve köprüler yaptırdı. Başta Ayasofya olmak üzere sekiz kiliseyi camiye çevirdi. Bugünün üniversitesi olan Fatih Külliyesi’ni 1470 yılında tamamladı.

Hz. Eyyub-i Ensari’nin kabri, hocası Akşemseddin tarafından keşfedildi ve üzerine Eyüp Camii yaptırıldı. Fatih Camii, 1470 yılında yine onun tarafından ibadete açıldı. Fatih zamanında inşa edilen Kapalıçarşı, İstanbul’un en önemli ticaret merkezlerinden biri haline geldi. Devrin mimari eserlerinden Yeni Bedesten de ünlüdür. Saray-ı Cedide-i Amire adı verilen Yeni Sarayı (Topkapı Sarayı) da Fatih Sultan Mehmet yaptırmıştır.

Hastaydı ama öldürüldü

Prof .Dr. İlber Ortaylı (Tarihçi)

Tarihçi Prof .Dr. İlber Ortaylı Fatih Sultan Mehmet hakkında doğru düzgün bir şey bilmediğimizi söylüyor: “Fragmanlarda gördüğüm kadarıyla Fatih’e zırh giydirmişler. Fatih hiçbir savaşta zırh kullanmazdı. Çünkü esas ilgi alanları ateşli silahlardı. Kılıç-kalkan kullanmazdı.” Ortaylı Fatih başka bir çarpıcı bilgi veriyor: “Fatih Sultan Mehmet’in zehirlenerek öldürüldüğü iddialar var. Bunlar doğrudur. Fatih, yönü belli olmayan bir sefere çıkarken zehirlenerek öldürülmüştür. Veriler bu seferin İtalya üzerine olduğunu gösteriyor ve İtalyanlar zehir konusunda çok uzmanlaşmış. Fatih hastaydı ama hastalıktan değil zehirlenerek öldürüldü.

Orduya namaz kıldırdı mı?

Mustafa Armağan (Yazar ve Tarihçi)

Fetih 1453 filminde Papa dahil Batılı yöneticileri aciz, kalleş ve korkak gösteren kısımların olduğunu söyleyen yazar ve tarihçi Mustafa Armağan “Gerek yoktu bence. Unutmayalım ki, Konstantin’i küçültmek, Fatih’i büyütmez; aksine onun büyüklüğünden de bir şeyler eksiltir. Fatih’in İstanbul’u alma tutkusu, yalnız maddi değil, manevi temellere de dayanır” diyor. Armağan’a göre en çok bilinen yanlış Fatih’in fetih sırasında surların önünde ordusuna namaz kıldırması: “Gerçeklerle en ufak bir ilgisi yok. Ayasofya’daki namazda dahi imamlığa Akşemseddin’i geçirdiğini biliyoruz.

Tarafsız gözle okumalı

Ahmet Ümit (Yazar)

Önümüzdeki aylarda Fatih Sultan Mehmet’i anlatan bir roman çıkaracak olan yazar Ahmet Ümit ise şöyle diyor: “Bizim tarafta Fatih, mitolojik bir karakter gibi algılanıyor, batı ise Deccal olarak nitelendiriliyor. Tüm bunları ortak bir okumayla kavramak gerekiyor. Ama inkar edemeyeceğimiz bir şey vardır ki çok büyük bir devlet adamı. İstanbul’un fethi 54 günlük bir kuşatma içerisinde oluyor. Herkes çok yoruluyor, 53’ncü gün divan toplanıyor ve herkes bırakıp gitmek istiyor. Fatih askerlerden sadece bir gün daha dayanmalarını istiyor ve 54’ncü gün İstanbul fethediliyor.

Fatma Karaman / Star Gazetesi

Ayasofya’da İlk Namaz Kılındı

Tarihte bugün:

1 Haziran 1453 Ayasofya‘da ilk cuma namazı Akşemseddin tarafından kıldırıldı. İslâm tarihinde mevcut uygulamaya göre fetihten sonra hemen bir camii yaptırılır, buna zaman yetmediği hallerde, elverişli bir bina camiye çevrilir, ibadete açılır, orada İslâmî gelenekte hürriyet ve hâkimiyetin sembolü sayıla gelmiş olan ilk Cuma namazı kılınırdı.

Cuma namazında, sultan veya onun adına bir âlim hutbe okur, hutbenin ikinci kısmında dine, devlete, geçmişte hizmet edenlere dua edildiği gibi, o beldeyi fethedenin adı anılır, devlet ve milletin payidar olması için dua edilirdi. Fatih de böyle yaptı.

Fetihten sonra, şehrin en büyük kilisesi olan Ayasofya’yı camiye çevirdi. 1 Haziran 1453 Cuma günü burada ilk Cuma namazı kılındı bu ilk cumada hutbeyi, Fatih adına Akşemseddin okudu. Böylece İstanbul’un ebedi bir Türk – İslâm beldesi olduğu tescil edilmiş oldu. Aynı gün, İstanbul’un, Osmanlı Devleti’nin başkenti olmasına karar verildi. dunyabulteni.net

Sultan Fatih Mehmed, Bizanslıların İstanbul’u Türklere teslim etmeleri üzerine, öğlen üzeri Topkapı’ dan şehre girdi. Padişah, Bizans halkının tezahüratı ve Türk askerinin tekbir ve ezanları ile Ayasofya’ya geldi. Mâ’bedde toplanmış olan kadınlı – erkekli onbinlerce halk, başlarında büyük rütbeli rahipler olduğu halde, Doğu Roma Fatih’ini at üzerinde mabedin Kapısının önünde görünce ağlayarak secdeye kapandılar.

Büyük Türk Hakanı onları sükûta ve sükûna dâvet etti. Sonra beşer tarihinin ender gördüğü şu tarihî cümleleri ile hükmünü açıkladı :

“Kalkınız. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki bu andan itibaren artık ne hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı Şahanemden korkmaymız.”

Sultan II. Mehmed’in artık kendi tebaaları sıfatıyla halka, can ve mal emniyeti, din ve dünya hürriyeti ile gerçek adaleti ilân etmesi; Ortaçağ’ın karanlık zihniyetini yırtan ve yeni aydınlık bir çağı müjdeleyen büyük bir hadise idi. Hıristiyanlık âleminin sembol saydığı Ayasofya’da ilk defa 1 Haziran 1453’de Cuma namazı kılındı. Bilindiği gibi Ayasofya bugün müze halindedir. fazilet.org

Osmanlı Sultanlarında Peygamber Sevgisi Nasıldı?

Sultan İkinci Murad’ın vasiyeti, hamdele ve salvaleden sonra şöyle deniyordu: “Saruhan vilâyetinde bulunan malımın üçte birini -3.500 altını Mekke fukarasına, 3.500 altını Medine fukarasına- olmak üzere dağıtınız. 500’ü Mekke ahalîsinden Kâbe ve hatim arasında toplanarak 70.000 kere ‘lailahe illallah’ kelime-i tevhidini zikredip defalarca Kur’ân okuyup sevabını vasiyet sahibine ita edenlere harcansın. 2.500’ü Mescid-i Aksa’da Sadre kubbesinde 70.000 kere ‘lailahe illallah’ kelime-i tevhidini zikredenlere ve defalarca Kur’ân okuyanlara harcansın.”

Ve yıl 1453… Genç bir serdar, Efendiler Efendisi’nin (sallallahü aleyhi ve sellem) medhine nail olabilmek için İstanbul surlarının önünde otağını kurmuş… Fetihten sonra, Allah Resulü’nü hicretten sonra evinde misafir eden “Mihmandâr-ı Resûl”un kabrini Akşemseddin Hazretleri’ne sorar ve kabrinin bulunması hakkındaki arzularını belirtir. Onlar sadece Allah Resulü’ne (sallallahü aleyhi ve sellem) değil O’nun köyünün kokusunu taşıyanlara da büyük bir sevgi beslemişlerdir.

İkinci Bayezid Han çok iyi dostu olan Hak âşığı Baba Yusuf’u Hacca uğurlamak için ayağına kadar gider, ona bir miktar altın teslim eder ve “Bu, elimle çalışarak kazandığım helâl kazançtır. Bu altınları Ravza-i Tahira’nın kandilleri için ayırdım. Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna varınca: Ey Allah’ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem), günahkâr kul Bayezid’in selâmı var… Bu altınları türbenin kandillerine yağ alınması için gönderdi. Kabul buyurunuz…” diye söylemesini tembih eder.

Yahya Kemal, Yavuz Sultan Selim’e atfen şu mısraları kaleme almıştır:

“Seyr eylesün felek kaderin şehsuvarını

Fethetti bir seferde nebiler diyarını

Sahrayı Mercidabık’a nakş etmiş kader

İslâm fikr-i vahdetinin kâr u zârını…”

 

Yavuz Cennetmekan, kendisi için hutbelerde “Hâkimü’l-Harameyn” kullanılması üzerine, bu ibareyi “Hâdimü’l-Harameyn” olarak değiştirmiştir.

Osmanlı padişahları içinde Efendimiz’i (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyasında görüp O’ndan aldığı emir ve işaretle fetihler yapanlar da olmuştur. Kanunî Sultan Süleyman‘ın gördüğü rüya buna misâl olarak nakledilmiştir. Rüyasında Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin sonra da benim şehrimi imar edesin!” diye emir buyurur. Bu emir üzerine, Kanunî hemen Harameyn’i imar ve iskân projelerine başlar. Hattâ vasiyetinde şahsî servetinden hacılar için su getirecek bir vakıf kurulmasını ister. Kızı Mihrimah Sultan da babasının bu vasiyetini yerine getirir ve Arafat’taki Ayn-ı Zübeyde Suyu’nu Mekke’ye ulaştırır. Cihanın önünde el pençe divan durduğu bu büyük kumandan, Allah Resulü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda O’na şöyle yalvarır:

“Nûr-ı Âlemsin bugün hem dahi Mahbub-u Hüda

Eyleme âşıkların bir lâhza kapından cüda

Gitmesin nâm-ı şerefin bu dilimden dem-be-dem

Dertli gönlüme devadır can bulur ondan safa.”

 

Sultan İkinci Ahmed, Bir gece, kimseye görünmeden Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetler Dairesi’ne gider. Burada Allah Resulü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) nalınını eline alır ve şu beyitleri söyler:

“N’ola tacım gibi başımda götürsem dâim

Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı Resulün

Gül-i Gülzâr-ı Nübüvvet o kadem sahibidir

Bahtiya, durma yüzün sür kademine ol Gül’ün”

O günden sonra Efendimiz’in ayak izinin resmini sarığındaki sorgucun içinde taşımaya başlar. Başka bir yerde de gönlünün yangını, alev alev peygamber aşkıyla yanarak şu mısraları döker:

“İftirakınla Efendim bende takat kalmadı

Yekpare oldu bu dil, aşkta muhabbet kalmadı

Şol kadar ağlattı ben bîçarei hükm-i kaza

Giryeden hiç Hazreti Yakub’a nevbet kalmadı”

 

Sultan Abdülaziz bir gün hasta yatağında yattığı sırada Medine’den bir dilekçe gelir. Yanındakilere “Beni ayağa kaldırınız. Mukaddes beldeden gelen dilekçeyi yatarak dinleyemem.” der. Dilekçeyi titreyen ayaklarına rağmen el pençe divan durarak dinler ve hemen gereğinin yapılmasını emreder. Âdeti oluğu üzere Medine’den gelen hiçbir postayı abdestini tazelemeden eline almaz. Çünkü bunlarda Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) köyünün tozu ve kokusu vardır. Öper, alnına koyar, koklar ve öyle açar.

İkinci Abdulhamid Han, Hicaz demiryolu projesini hayata geçirmiştir. O mukaddes beldeleri korumak ve hacıların emniyetli bir yolculuk yapabilmesini sağlamak için, İstanbul’dan Medine’ye kadar demiryolu hattı döşetir. Harem hudutlarına yaklaşılınca da, rayların döşenmesinde sadece Müslüman işçilerin çalışmasına müsaade edilir. 31 Ağustos 1908 tarihinde Medine’ye ulaşan hattın son 30 km’lik kısmına bizzat padişahın emriyle keçe döşenir. Lokomotif şehre yaklaştığında hızını keser, yavaşça perona yanaşır. Keçe döşenen raylar, günün belli saatlerinde gülsuyuyla yıkanır.

Osmanlı padişahlarının neden Hacc’a gitmediği sorusu akla gelebilir. Üç ay civarında süren yolculuğu, sürekli korunmalarının çok kolay olmayabileceği ve İstanbul’dan bu kadar uzun bir süre ayrı kalacak olmalarının yol açabileceği idare boşlukları ve muhtemel fitneler..vb. hususlar bunda etkili olmuştur. Kaldı ki, yerlerine birkaç defa vekil gönderdikleri de bir gerçek..

Hira dergisi, 18. Sayı (Ocak-şubat-Mart 2010)

www.herkul.org

Fatih Sultan Mehmet Kimdir?

Fâtih Sultân Mehmed, 30 Mart 1432 tarihinde Edirne Sarayında Hüma Hâtun’dan dünyaya geldi. Annesi onun gerçek saltanatını görmeden 1449 yılında vefât eyledi. Bir görüşe göre 19 ve bir diğerine göre 21 yaşında babasının vefatı üzerine üçüncü defa saltanat koltuğuna oturdu ve sınırları Tuna’dan Kızılırmak’a kadar genişleyen Devletinin başşehri olarak İstanbul’u almak ve Hz. Peygamber’in övgüsüne mazhar olmak en büyük ideali idi.

İstanbul’u almak için Boğaz’a hâkim olmanın şart olduğunu bilen Sultân Mehmed, 1452’de Boğazkesen Hisârı dediği Rumelihisârını inşa ettirdi. Karşısında Yıldırım’ın inşa ettirdiği Anadoluhisârı yükseliyordu ve artık Osmanlının izni olmadan boğazı geçmek mümkün değildi. 1 Eylül 1452’de Edirne’ye dönen Sultân Mehmed, hemen kendisinin planlarını çizdiği topların dökümüne başladı. Deneyler yapıldı ve dünyanın harp aletleri alanında harikaları vücuda getirildi.

Planı sezen İmparator zor durumdaydı; zira Bizans ikiye ayrılmıştı. Avrupa, yardım için Katolik olmalarını istiyor ve Ortodokslar ise hayır diyordu. 12 Aralık 1452’de Ayasofya’da Katolik ayini yapılması, Sultân’ın işlerini kolaylaştırıyor ve Bizans Başbakanı Notaras, “Bizans’ta Latin şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim” diyordu.

Bizans’lılar parlayan ateşlerine ve Hz. Meryem’e güveniyorlardı. Ancak 1453 Şubatında Edirne’den yola çıkan toplar 5 Nisanda İstanbul önlerine geldi. 6 Nisan’da muhasara başladı. 53 gün süren muhasara sırasında Fâtih’in ordusu, tarihe geçen kahramanlıklar yazdı. Bizans’ın Galata ile Sarayburnu arasına gerdiği zincirler, Osmanlı donanmasının karadan yürütülerek Haliç’e girmesiyle parçalanmıştı.

Muhasaranın 53. Günü Hz. Peygamber’in müjdelediği fetih 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti ve Osmanlı ordusu tekbir sesleriyle Topkapı ve Eğrikapı yönlerinden İstanbul’a girdi. Ayasofya’ya sığınan on binlerce insanın burnu bile kanamadı ve İslâm Hukukunun bu konudaki hükümleri aynen uygulandı ve herkese temel hak ve hürriyetleri tanındı.

Fâtih’in fetihten sonra yaptığı ilk iş, İstanbul’un maddi ve manevi imar edilmesidir. Bu işi tamamladıktan sonra Belgrad hariç bütün Balkanları Osmanlı Devleti’ne ilhak eyledi. Batıyı emniyete aldıktan sonra, kendisine pürüz çıkaran Karamanoğulları ve İsfendiyaroğulları Beyliklerini tamamen ortadan kaldırdı. Bu arada Bizans’ın artığı olan Trabzon’daki Pontus İmparatorluğu da 1461 yılında tamamen tasfiye edilmiş oldu. Komutanlarından Gedik Ahmed Paşa, Kırım’ı aldı.

Bütün bu fetihler, başta Abbasî Halifesi olmak üzere herkes tarafından takdir edilirken, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Fâtih’e kafa tutuyordu. Bunun üzerine Erzincan civarındaki Otlukbeli denilen yerde 1473 tarihinde bu sıkıntı da bertaraf edildi ve artık Osmanlı devleti Toroslara kadar genişledi. Fâtih Sultân Mehmed, yeni bir harbin hazırlığında iken, 1481 yılında 51 yaşında Gebze’de vefat etti.

28 yıllık padişahlığı süresince 2 İmparatorluk, 14 devlet ve 200 şehir fethederek Fâtih ünvanını Hz. Peygamber’den alan Sultân Mehmed, devletin sınırlarını 2.214.000 km2’ye genişletmişti ki, bu 3 Türkiye Cumhuriyeti eder demektir. Balistikteki keşifleri, Matematik ilmindeki dehası, dinî ilimlerde büyük bir âlim olması, Arapça, Farsça, Yunanca, Sırpça, İtalyanca ve benzeri önemli dünya dillerinden dokuzuna vâkıf olması, onu Osmanlı tarihinin en büyük askeri, devlet adamı ve âlimi olduğunu, düşmana ve dosta söyletmiştir.

Ona bu büyük fetihte yardımcı olan devlet adamları arasında, Çandarlı Halil Paşa, Mahmûd Paşa, Rum Mehmed Paşa, İshak Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Zağanos Mehmed Paşa, Balaban Bey, Bali Bey ve benzeri çok sayıda devlet adamı ve komutanları saymak mümkün olduğu gibi, manevi komutanlar arasında ise, asrının büyük âlimlerinden ve maneviyât erenlerinden, Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Molla Zeyrek, Akşemseddin, Hızır Bey, Hocazâde Efendi, Molla Vildân ve Molla Şeyh Vefâ ve benzeri zatları zikretmek icabeder.

ZEVCELERİ: 1- Gülbahar Hâtûn; II. Bâyezid ile Gevher Sultân’ın annesi. 2- Gülşah Hâtun; Karaman Oğullarından İbrahim Beğ’in kızıdır. 3- Sitti Mükrime Hâtun; Dülkadiroğlu Süleyman Bey’in kızıdır. 4- Çiçek Hâtun; Türkmen Beyi kızıdır. 5- Helene Hâtun; Mora Despotu Demetrus’un kızıdır. 6- Anna Hâtûn; Trabzon İmparatorunun kızıdır; evlilikleri kısa sürmüştür. 7- Alexias Hâtun; Bizans Prenseslerindendir. ÇOCUKLARI: 1- Şehzâde Sultân Mustafa Hân. 2- Gevher Sultân. 3- Şehzâde Cem Hân. 4- Şehzâde Bâyezid Hân. 5- İsmi bilinmeyen iki kızı.

www.osmanli.org.tr