Etiket arşivi: gündem

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den Gündemle İlgili Önemli Mesajlar

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bir televizyon kanalında gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Gazeteci Ahmed Arpat’ın sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Fransa’nın Paris kentinde yaşanan olaylara, İslam dünyasında yaşanan gelişmelere, son yıllardan yükselen İslamofobik eylemlere dair görüşlerini açıkladı.  

Başkan Görmez,  insanlığın, dünyayı bir bütün olarak değerlendirerek, acılara, ızdıraplara, katliamlara, vahşetlere karşı birlikte yaşama ahlakı ve hukuku çerçevesinde yaklaşması gerektiğini söyledi. Bütün insanların, birlikte yaşama ahlakının kriterlerini belirlemesi gerektiğine işaret eden Başkan Görmez, “Bizim bugün bütün dünyada, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, gayr-i Müslim, hangi inanca mensup olursa olsun, yeryüzünde barışı arzu eden bütün insanların, bir araya gelerek, birlikte yaşama ahlakı nasıl olmalıdır, bunun kriterlerini nasıl koyalım, bunun hukukunu yeniden nasıl inşa edelim, bunu konuşmamız gerekiyor.” diye konuştu.

Başkan Görmez’in verdiği mesajlardan öne çıkan başlıklar…

“Dünyanın farklı yerlerinde yaşanan hadiseleri büyük bir ızdırapla izliyoruz…”

“Din hizmetini yürüten ve bütün dünyada bilinen bir kurumun başkanı olarak, bir mümin ve Müslüman olarak, bir insan olarak, son yıllarda, gerek coğrafyamızda, gerek bunun yansıması olarak başka dünyalarda meydana gelen hadiseleri, büyük bir ızdırapla izliyorum. Üstelik aynı gün, belki hiç konuşmadık, hiç kimse konuşmadı ve konuşmayacak ama, aynı gün Irak’ta bir fabrikadaki patlamada otuz beş kişi hayatını kaybetti. Nijerya’da dört yüz kişi, Yemen’de yirmi altı kişi öldü aynı gün. Yani sadece Fransa’da, bir dergide 12 kişi ölmedi. Bu coğrafyada, coğrafya acı çekiyor.

“Olaylarda dini simgelerin kullanılması, İslam dinini ve Müslümanları mağdur haline getiriyor…”

Izdırabımızı artıran, bunların bir kısmının dini simgelerle süslenmesi, Hz. Peygamberi savunma adına, intikam alma adına yapılması çok daha üzücü. Neden? Çünkü dini simgelerin bu tür olaylarda kullanılıyor olmasının, bizi endişelere sevk eden bir boyutu var. Bu, İslam dinini bütün bu olayların mağduru haline getiriyor. Avrupa’da yaşayan 30 milyon Müslümanın güvenliği tehlikeye giriyor. Birlikte yaşama kültürü yok oluyor. İnsanların birbirlerine komşu olması, komşuların birbirinin yüzüne bakması zorlaşıyor.

“Yeryüzünde zulmü, haksızlığı, ilahî rahmete sığınarak, Yaratıcının insanlığın kalbine verdiği vicdanı harekete geçirerek ortadan kaldırabiliriz…”

Yeryüzünden zulmü, haksızlığı nasıl ortadan kaldırırız? İlahi rahmete sığınarak, Yaratıcının insanlığın kalbine verdiği vicdanı, şefkat ve merhameti harekete geçirerek, Yaratıcının insana kazandırmak istediği onuru dile getirerek bunu düzeltebiliriz. Ama eylemleri gerçekleştirenler, bu imkanı elimizden alıyor. En azından bilmeyen insanların elinden bunu alıyor ve böylece dine müracaat ederek bunları düzeltme imkânımızı da ortadan kaldırıyor.

“Biz yeryüzünü ifsat etmeye değil; imar etmeye, barışı, adaleti egemen kılmaya geldik…”

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Biz sizi topraktan yarattık ve sizden yeryüzünü imar etmenizi istedik” buyuruyor. Biz yeryüzünü ifsat etmeye gelmedik. Biz yeryüzünü imar etmeye geldik. Biz yeryüzünde, barışı, adaleti egemen kılmaya geldik. Ama bütün bu hadiseler, yeryüzünü ifsat eden hareketler din adına yapıldığı için, elbette, hem inanan bir insan olarak, Müslümanların mesuliyetini yüklenen bir kurumunda çalışan insan olarak, gerçekten, büyük bir teessürle, büyük bir üzüntüyle, ızdırapla izlediğimi ifade etmek isterim.”

“Dini simgelerin insanları katledenlerin dilinde bir slogana dönüşmesini kabul etmek mümkün değildir…”

İslam’ın kabul etmediği, Kur’an’ın her kelimesinin reddettiği, Hz. Peygamberin hayatı boyunca mücadele ettiği bir kötülüğü yaparken, masum insanları katlederken yahut mabedin içerisinde canlı bomba olarak kendisini patlatırken dahi, Allah’ın, Peygamberin adını kullanmak, tekbirler getirmek son zamanlarda çok yaygınlaştı. Bu aslında modern zamanlarda ortaya çıkan, nevzuhur bir şey. Tekbir mesela. Tekbir, bir Müslüman için o kadar önemli bir ifadeki, Müslümanların dünyaya gelen her çocuğun kulağına fısıldadığımız ilk kelimedir. Çünkü çocuğun kulağına ezan okuruz. Günde beş defa, insanları Allah’a bu kelimelerle davet ederiz. Biz insanları ahirete yolcu ederken, tekbir getiririz. Bayram namazları, tekbirlerle süslüdür. Itrî’nin bestelediği tekbir, insanları katleden insanların dilinde bir slogana dönüştüğü zaman, gerçekten bunu kabul etmek mümkün değildir.

“Fransa’da 12 kişinin öldürüldüğü gün, yüzlerce insan bombalarla katledildi”

Son yüzyılda, Dünyamızın pek çok yerinde, büyük yaralar açıldı ve o yaralardan kan akmaya devam ediyor. Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, kan durmuş olsa bile, yüreklerde, zihinlerde, kalplerde o acılar devam ediyor. Afrika’da, Ortadoğu’da,  Filistin’de, Şam’da, Bağdat’ta yaralar açıldı. Dünyayı bir insanın bedenine benzetecek olursak, bu bedenin farklı yerlerinden, yaralar açıldı ve kan akıyor. Üzülerek belirteyim, dünyanın bazı bölgelerinde insanlar, umursamaz bir tavırla, “Bana ne!” dedi. Bu hadisenin yaşandığı gün, dünyada olup bitenleri toplayıp masaya koyduğunuz zaman, bu tablo ortaya çıkıyor zaten. Coğrafyaların, toplumların birbirine empati yapmadığı ortaya çıkıyor. Aynı gün, yüzlerce insan bombalarla katlediliyor, ölüyor, öldürülüyor; ama bütün dünya iki gündür Paris’teki cinayetleri işliyor. Elbette, bu tür hadiseleri kınarken, ama ve fakat kelimelerini kullanmamak lazım. Ama ve fakat kelimelerini kullanmadan, herhangi bir insanın böyle bir yere girip insanları katletmesinin herhangi bir dinde izahı yoktur. Allah hiç kimseye böyle bir yetki vermemiştir. Hiç kimse yaratıcı adına, Peygamber adına böyle bir şey yapamaz. Bunu yapanlar, aslında İslam dinine saldırmıştır. Çünkü zihinlerde, kalplerde İslam’a olan sempatiyi yok ediyor. Müslümanların hayatını zorlaştırıyor. Peygamber adına intikam aldıklarını düşünenler bilsinler ki, en büyük haksızlığı, en büyük hakareti Peygambere yapmışlardır.

“İslamofobi endüstrisinin sahiplerince, İslam korkusu sürekli üretiliyor…”

“Kim yaptı” diye kimse aramasın. Çünkü İslamofobi endüstrisi tarafından bir korku üretiliyor ve pazarlanıyor dünyamızda. Bu endüstrinin sahipleri, böyle bir eylem yapıldığı zaman, elbette o korkuyu artırmak için İslam’ı adres olarak gösterecekler. Güpegündüz, Paris’in göbeğinde, filmlerle bile çekilmesi zor olan bir sahneyi, bütün dünyaya yaşatarak tekbir getirtecekler, yahut Peygamberin intikamını aldığını söyletecekler, sonra da Müslüman beldelerden geldiklerini gösterecekler. Bilhassa, sadece Fransa için, Batı dünyasında, üzerinde durulması önemli bir konu olduğu için söylüyorum. Sömürgelerinden Batı’ya göçen gençler, kadim acılarıyla beraber döndüler. Buralarda yüksek bir eğitimle, eşit insan haklarıyla, toplumsal ve kültürel hayata da eşit katılımla karşı karşıya kalmadılar. Dolayısıyla pek çok yerde meydana gelen hadiselerin temel sebeplerden birisinin bu olduğunu unutmamak lazım.

“Din, doğru anlaşıldığı ve Yaratıcının gayesine uygun olarak insanlar tarafından anlaşılıp tatbik edildiği zaman, su ve hava kadar tabiidir…”

Din, doğru anlaşıldığı zaman Yaratıcının gayesine uygun olarak insanlar tarafından anlaşılıp tatbik edildiği zaman, su ve hava kadar tabiidir. Ama yanlış anlaşılırsa, insanlar onu istismar ederse ki tarih boyunca nice insanlar, hegemonyalarını insanlar üzerinde kurmak, ticaretlerini geliştirmek için dini metinleri kullandılar; Peygamber adına sözler uydurdular; Allah’ın ayetlerin tahrif ettiler. Dolayısıyla bu sadece oradaki iki kardeşin, bu katliamı meydana getirirken başvurduğu bir yöntem değil. Bugün üzülerek belirteyim, bütün dünyada, İslam dünyasında, başka dünyalarda, son üç ilahi dinin mensupları arasında, karşılaştığımız en acı tablolardan bir tanesidir.

“Dinimizin temel kavramları adeta bizlerden çalınıyor”

Dolayısıyla dini istismar ederek, din ile yanlış ilişki kurarak, dini yanlış yorumlayarak, dini tahrif ederek, kutsal kavramların içini boşaltarak, dinimizin temel kavramları rehin alınıyor. Dinimizin temel kavramları adeta bizlerden çalınıyor, tekbir bizden çalınıyor. Vatanımızı, varlığımızı, özgürlüğümüzü, dinimizi, mukaddesâtımızı savunmak için tasvip edilen şahadet kavramı bizden çalınıyor. Medine müdafaasında, Bedir’de can verenlerin mertebesi, Çanakkale savaşında vatan savunması, iman savunması yaparken, can verenlerin mertebesi, bizden çalınıyor. Ne oluyor? Katliam yapanların, katledenlerin, katillerin bir argümanı, meşrulaştırıcı bir davranışına dönüşüyor. İslam dininde bunu kabul etmek mümkün değildir.

“Avrupa’daki beş bin camide,  Cuma hutbelerinde sağduyu çağrısı yapıldı…”

Avrupa’daki beş bine yakın camide Cuma günü bütün insanlara sağduyu çağrısı yaptık. Avrupa’da okunan bütün hutbelerde, ilk cümle şöyleydi: “Dün yaşanan hadiseden başta Fransa halkı olmak üzere bütün insanlık ailesinin acılarını paylaşıyoruz.” Basın toplantısında yaptığım açıklama, aynı zamanda 5 bin camide okundu. Ülkemizde Cuma hutbesinde, tekbirin ne manaya geldiğini, ezanın ne ifade ettiğini, Allah-u Ekber’in bir mümin için ne yüce bir ifade olduğunu, Müslüman toplumların, kendi özgürlüklerini ifade etmek için, semaya doğru şahadetlerini ifade edildiği tekbir olduğunu anlatmaya çalıştık.

Tepkilerde ölçü ne olmalı?

İslam’ın değerlerine tahkir, aşağılama ve benzeri yaklaşımlar Hollanda’da, Danimarka’da, başka ülkelerde tekrarlandı. İslam dünyasından bir kısmı olumsuz olmak üzere tepkiler verildi. O zaman hemen, Batı dünyasında insanların bunu dikkate alarak, “İslam’a veya İslam Peygamberine bir dil uzattığımızda, aşağıladığımızda, demek ki bu Müslümanları rencide ediyor. Biz o halde bundan uzak duralım” demeliydiler. Ama buna rağmen, buna karşılık yapılacak şey asla, karikatür krizlerine verdiğimiz tepki gibi olmamalı, asla bu mizah dergisinin de meydana gelen katliam gibi olmamalı. Nasıl olmalı? Peygamberi bir hikmetle cevap vermeliyiz.  Mesela, karikatür krizlerinden sonra, nice ülkelerde Hz. Peygamberi başka dillerde insanlara anlatmak için çok daha fazla kitaplar yazıldı, müstakil Hz. Peygamber kütüphaneleri kuruldu. Böyle bir karşılık vermenin, peygamberi tavra çok daha uygun olduğu kanaatindeyim.

“Birlikte yaşama hakkı, hukuku ve ahlakını tesis etmek için çalışmalıyız…”

Dünyayı bir bütün olarak görerek, bütün dünyada meydana gelen acıları birlikte paylaşarak bu konulara tepki verelim. Sadece Paris’e, Yemen’e, Nijerya’ya değil, dünyanın neresinde olursa olsun, insana yönelik bir şiddet, vahşet ve katliam yaşandığı zaman, aynı tepkileri vererek, bunu dünyamızdan ortadan kaldırmaya ve barışı ve kardeşliği, adaleti, hakkı yeniden inşa etmek için, birlikte yaşama ahlakı ve hukukunu inşa etmek için kafa yormalıyız diye düşünüyorum.

diyanet.gov.tr

Hüsnü Bayram Ağabeyden Gündeme Dair Açıklamalar

Müteyakkız ve Müdakkik Kardeşlerimize ;
 
Biz Risale-i Nur hizmetkarları olarak Risale-i Nur hizmeti imaniyesinin başka cereyanlarla karıştırılmasından duyduğumuz rahatsızlığı ifade ve Risale-i Nuru’n müsbet hizmeti imaniyesinin esaslarından aşağıda birkaç numune beyan etmeye zaruret hasıl olmuştur.
 
Evvela üstadımız buyuruyorki; İslamiyet selm ve müsalemettir. Müslümanlar mabeyninde niza ve husumet istemez. Çünkü nurun mesleğinde müminlerin uhuvveti kardeşliği esastır. Nur talebeleri hergün beş vakit namazlarında hususi dualarında müminlerin birlik ve beraberliği ve dünya ve ahiret selametleri için dua etmektedir.
 
Saniyen; Risale-i Nur talebelerinin mümkün olduğu kadar siyasete, idare işine ve hükümetin icraatına karışmamak düsturu esasiyeleridir. Çünkü halisane hizmeti kuraniye onlara herşeye bedel kafi geliyor. Manevi tahribata karşı maddi değil manevi hizmetler lazımdır.
 
Üstadımız Said Nursi hazretleri de; Risale-i Nur bu vazifeyi imaniyeyi en dehşetli bir zamanda en lüzumlu ve nazik bir vakitte herkesin anlayacağı bir tarzda, hakaik-ı kuraniye ve imaniyenin en derin en gizlilerini gayet kuvvetli bürhanlarla isbat etmiştir. 
    
Üstadımız hazretleri de ; Risale-i Nur’u teliften sonra ‘’Ben dahi bir harfini değiştiremem, nasıl gelmişse öyle kalması lazımdır’’ diyor. Buna dair çok deliler belgeler varken, hakları hiç olmadığı halde bazı kişiler sadeleştirme bahanesiyle üstadımıza ve davasına taaruz etmiş oluyorlar.
 
Aynı zamanda, gizli komiteler memleketimizin birlik ve beraberliğini bozup birbirine düşürmek, milletin maddi ve manevi değerlerine hücum ederek asayişi ve huzuru bozmak istiyorlar. Üstadımız bu musibetlere karşı diyor ki; madem şimdiye kadar ekseriyeti mutlaka ile Risale-i Nur şakirtleri, Risale-i Nur hizmetlerini her belaya, her derde bir çare bir ilaç bulmuşlar. Biz her gün hizmet derecesinde maişette kolaylık, kalpte ferahlık,sıkıtılara genişlik hissediyoruz ve görüyoruz.Elbette bu dehşetli yeni belalara,musibetlere karşı yine Risale-i Nurun hizmetiyle mukabele etmemiz lazımdır.

Bizlerde cenab-ı hakka havale edip sebat metanet ve sadakatla hizmete devam ile Risale-i Nurları üstadımızın tanzim ve tasvip ettiği feyizler dolu aslından okumalıyız. Nurlardaki derslere uyup yaşamalıyız. Bizlere düşen vazifede Risale-i Nur’u aslıyla okuyup neşretmek ve hizmetimizi kat kat arttırıp sadakat ve kanaatla hizmetimize devam etmektir. Üstadımızın bize verdiği Risale-i Nurlardaki dersleri harfiyen uygulamaktır. Saadet ve istikamet bu yoldadır.Cenab-ı hak cümlemizi  sıratı müstakim caddesinde istihdam etsin.

 
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Hizmetkarı
Hüsnü Bayram
*****
 
Üstadımız Diyor ki;
 
Aziz kardeşlerim!
Bu defa yazılarınızda İhlas Risalelerini gördüğüm için, sizi o gibi risalelerin dersine havale  edip, ziyade bir derse ihtiyaç görmedim. Yalnız bunu ihtar ediyorum ki:
 
Mesleğimiz, sırr-ı ihlasa dayanıp, hakaik-i imaniye olduğu için; hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevkeden halattan tecerrüd etmeğe mesleğimiz itibariyle mecburuz. Binler teessüf ki; şimdi müdhiş yılanların hücumuna maruz biçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz’i kusuratı bahane ederek birbirini tenkidle yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar.

Kastamonu Lahikası / Sayfa -246

*****
 
Saniyen: Risale-i Nur‘un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan, bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men’ etmiş. Çünki tokada ve belaya müstehak ve küfr-ü mutlaka düşmüş bir-iki dinsize müteallik yedi-sekiz çoluk-çocuk, hasta, ihtiyar, masumlar bulunur. Musibet ve bela gelse, o biçareler dahi yanarlar. Bunun için, neticenin de husulü meşkuk olduğu halde, siyaset yoluyla idare ve asayişin zararına hayat-ı içtimaiyeye karışmaktan şiddetle men’edilmişiz.
Salisen: Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acib zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lazım ve zaruridir: Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsi bir surette tesbit ve tahkim ederek, asayişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise; bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur‘un, yüzbin adamı vatan ve millete zararsız birer uzv-u nafi’ haline getirmesidir.
Tarihçe-i Hayat / Sayfa – 557
*****
Beşinci Esas:
Risale-i Nur şakirdlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükumetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasileridir. Çünki halisane hizmet-i Kur’aniye, onlara her şeye bedel kafi geliyor.
Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevi maksadına alet edecek, o hizmetin kudsiyetini bozacak. Hem maddi mübarezede şu asrın bir düsturu olan eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdad ile, birinin hatasıyla onun masum çok tarafdarlarını ezmek lazım gelecek. Yoksa, mağlub düşecek.

Hem dünya için dinini bırakan veya alet edenlerin nazarlarında, Kur’anın hiçbir şeye alet olmayan kudsi hakikatları bir propaganda-i siyasette alet olmuş tevehhüm edilecek.

Hem milletin her tabakası; muvafıkı ve muhalifi, memuru ve amisinin o hakikatlarda hisseleri var ve onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur şakirdleri, tam bitarafane kalmak için siyaseti ve maddi mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak lazım gelmiş.

 
Şualar / Sayfa – 362 *****
 
Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın bela ve vebasından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risale-i Nur‘un mizanları ve müvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğunu kırkbin şahid vardır. Demek Risale-i Nur‘un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse, tehlike ihtimali kavidir.
Evet  يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلآخِرَةِ  işaretiyle bu asır, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslam’a da bilerek severek tercih ettirdi.
 
Kastamonu / Sayfa – 110 *****
 
Nur şakirdleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünki iman, mal-i umumidir. Her taifede muhtaçları ve sahibleri vardır. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.
 
Emirdağ-1 / Sayfa -180 *****
 
Kur’anın mu’cizekar cadde-i kübrası, gösterdiği hakaik-i imaniye ve marifet-i kudsiye; o ülema ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir.
 
İşte Risale-i Nur bu cami’ ve külli ve yüksek marifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur’an aleyhine ve İslamiyet ve insaniyet zararına ve adem alemleri hesabına tahribatçı külli cereyanlara karşı Kur’an ve iman namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahşidata ihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-i imanın imanını muhafazasına Kur’an nuruyla vesile olsun. Hadis-i Şerif’te vardır ki:

“Bir adam seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır.”


“Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur.”
Hatta Nakşilerin hafi zikre verdiği büyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetişmek içindir. Umum kardeşlerime birer birer selam ve dua ediyoruz.
 
Emirdağ-1 / Sayfa – 104 *****
 
[Umum Nur Talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir.]
Aziz kardeşlerim!
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-yı İlahiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.
Mesela kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, bir çok hadiselerle sabit olmuş. Mesela: Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfi’de i’dam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor.

Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfi hareket etmemek ve vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis (A.S.) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım.
 

Evet mesela: Seksenbir hatasını mahkemede isbat ettiğim bir müddeiumuminin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünki asıl mes’ele bu zamanın cihad-ı manevisidir. Manevi tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahili asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
Evet mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir. وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى düsturu ile ki: “Bir cani yüzünden; onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mes’ul olamaz.” İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak harici tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkur ayetin düsturu ile vazifemiz, dahildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.

Onun içindir ki, alem-i İslam’da asayişi ihlal edici dahili muharebat ancak binde bir olmuştur. O da, aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı maneviyenin en büyük şartı da; vazife-i İlahiyeye karışmamaktır ki, “Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk’a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.

 
Emirdağ-2 / Sayfa – 241
Kaynak: RisaleAjans