Etiket arşivi: Müslümanın Ahlakı

Dünya Cehenneme Dönüşmüyorsa Eğer…

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği teşvik eder, kötülükten sakındırır, Allah’a hakkıyla iman edersiniz. Eğer Kitap Ehli de iman etseydi, onlar için hayırlı olurdu. Gerçi onlardan mü’minler de vardır; fakat çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.

Âl-i İmran – 110

Yedi milyar insanın yaşadığı dünyanın bir buçuk milyarı Müslüman…

Bir an için dünyada hiçbir Müslüman yaşamadığını düşünelim:

İnsanları iyiliğe kim teşvik ederdi?

Kimler kötülükten sakındırırdı?

Allah’a hakkıyla kim iman ederdi?

Ahiret yurduna kim inanırdı?

Evet, belki dünya tam anlamıyla yaşanabilir, tam olarak emniyetli bir yer değil… Ama şu haliyle dahi insanlar dünyada huzur bulabiliyorsa, bunda Müslüman nüfusun çok önemli bir payı olsa gerek…

Günde beş defa gürül gürül okunan ezanlar… Her namaz vaktinde camilere koşan mü’minler… Manevî anlamda günde beş defa nefes alabilen insanlık… Her Ramazan ayında bütün coğrafyalarda açıkça görülen bolluk ve bereket… Okunan Kur’an-ı Kerim’lerle yumuşayan kalpler…

Aslında ahiret alemlerine kıyasla küçük bir bahçeye benzeyen dünyamız, Müslümanlar sayesinde daha yaşanabilir bir hale geliyor.

Alnı secdeli, ağzı dualı mü’minlerle ferahlayan dünyamız, yine iman ve İslamiyet sayesinde gelecek adına ümit vaat edebiliyor.

Mü’minler tarafından verilen zekât ve sadakalarla rahatlayan ihtiyaç sahipleri…

Camilerde, Kur’an kurslarında, Allah ve Peygamber sevgisiyle bir şeyler öğrenmeye gayret eden çocuklar…

İman, tevhid, teslim ve tevekkül sahibi nur yüzlü ihtiyarlar…

Dünyanın manevî kalbi hükmünde olan Mekke-i Mükerreme,

İki Cihan Güneşi’nin aziz hatıralarıyla dolu Medine-i Münevvere…

İslâm sanatlarının şaheserleriyle dolu, Müslümanların ümit kaynağı şehr-i İstanbul…

İslâmiyet ve Müslümanlara ait manevî güzelliklerin olmadığı bir dünyada yaşamak kolay olur muydu?

Öyle bir dünya, nasıl bir anlam ifade ederdi?

Evet…

İslâmiyet ve Kur’an, dünyanın manevî güneşidir.

Mü’minler, dünyayı manevî anlamda ayakta tutan en önemli direktir.

Üç asırdan beri dünyanın dizginleri ne yazık ki koptu…

Dengeler altüst oldu… Hayata sadece maddî yönden bakıldı.

Demokrasi ve insan hakları nutukları atanlar, bunları sadece kendileri için geçerli saydı.

Dengeleri yeniden kurmak isteyenler, Müslüman dünyayı hesaba katmadıkları için, çatışmalara engel olamıyorlar.

Irak’ta, Mısır’da, Suriye’de gerçek anlamda bir barış ortamı kurulmasına izin vermedikleri için, Batılıların farklı coğrafyalarda yaktıkları ateşler, şimdilerde Batıyı yakmaya başlıyor…

Bütün mukaddes kitapları inceleyin.

Bütün peygamberlerin hayatlarını inceden inceye yeniden gözden geçirin.

Medeniyetleri kıyaslayın, karşılaştırın.

Maddî, manevî, ekonomik, sosyolojik ve kültürel analizler yapın…

Şunu göreceksiniz:

İslamiyet’in dışında kalan bütün alternatifler geçerliliğini yitirdi.

İslamiyet’in insana, dünyaya, değerler sistemine, hayata ve geleceğe dair söylediği her şey, hayat kaynağı olmaya devam ediyor.

Zaman ihtiyarladıkça, Kur’an gençleşiyor.

Üstelik İslamiyet, diğer kültür ve dinleri ötekileştirmiyor.

İnsanlık neyi aradı da, Kur’an-ı Kerim’de, Sünnet-i Seniyye’de bulamadı?

Batı dünyası ne söylerse söylesin, Müslümanlar, Allah’a iman etmekten gelen büyük bir kalp huzuruna sahiptir.

İşte Batı’nın her yerde ve her şeyde arayıp da bulamadığı budur.

Kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.

Madem ki insanı manevî anlamda besleyen en önemli şey, Allah’a iman etmektir, Allah’ı anmaktır…

Batının hayat tablosunda noksan kalan parça, “iman-ı kâmil”dir.

Dünyayı çok büyük bir ateşin içine düşmekten alıkoyan şey, İslâm dünyasının varlığıdır.

Son sözü Mehmed Akif Ersoy söylesin:

 

Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır,

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır…

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdan’ın…

Ne irfanın kalır te’sîri kat’iyyen, ne vicdanın.

Hayat artık behîmîdir… Hayır ondan da alçaktır;

Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır.

Behâim çıkmaz amma hilkatin sabit hududundan,

Beşer hâlâ habersiz böyle bir kaydın vücûdundan!

Meğer kalbinde Mevlâ ‘dan tehâşî hissi yer tutsun…

O yer tutmazsa hiç manâsı yoktur kayd-ı namusun.

Hem efradın, hem akvamın bu histir, varsa, vicdanı;

Onun ta’tîli: İnsâniyyetin tevkî-i hüsranı!

Budur hilkatte câri en büyük kanunu Hallâk’ın:

O yüzden başlar izmihlali milletlerde ahlâkın.

Fakat, ahlâkın izmihlali en müdhiş bir izmihlal;

Ne millet kurtulur, zîrâ, ne milliyyet, ne istiklâl.

Oyuncak sanmayın! Ahlâk-i millî, rûh-i millîdir;

Onun iflâsı en korkunç ölümdür: Mevt-i küllidir.

Olur cem’iyyet artık çaresiz pâmâl-i istilâ

Meğer kaldırmış olsun, rûh-î sânî indirip, Mevlâ.

Evet bir ba’sü ba’de’l-mevte imkân vardır elbette…

Bunun te’mîni, lâkin, bir yığın edvara vabeste!

O cem’iyyet ki vicdanında hâkim havf-ı Yezdan’dır;

Bütün dünyâya sahiptir, bütün akvama sultandır.

Fakat, efradı Allah korkusundan bî-haber millet,

Çeker, milletlerin menfuru, Kıbtîler kadar zillet;

Meâlî meyli hiç kalmaz, şehâmet büsbütün kalkar;

Ne hâkimlik tanır artık, ne mahkûm olmadan korkar.

Şeref hırsıyle istihkar-ı mevt etmişken ecdadı,

Bırakmaz öyle bir pâkîze neslin şimdi ahfadı,

Hayât uğrunda istihfafa şayan görmedik hüsran!

Gebersin tekmeler altında razı… Çıkmasın, tek, can!

Yürekler en mülevves, en sefil âmâl için çarpar;

Sinirler en muhal endîşeden titrer durur par par!

Olur cem’iyyet efrâdınca şahsî menfa’at “ma’bûd!”

Sorarsan kimse bilmez var mı “hak” nâmında bir mevcûd.

O, doymak bilmeyen ma’bûda kurbandır haya hissi,

Hamiyyet, âdemîyyet hissi, ulvî hislerin hepsi!

Bu hissizlikle cem’iyyet yaşar derlerse pek yanlış:

Bir ümmet göster, ölmüş maneviyyâtıyle, sağ kalmış?

N. Kağan Çetin

yazarumitsimsek.com

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den Gündemle İlgili Önemli Mesajlar

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bir televizyon kanalında gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Gazeteci Ahmed Arpat’ın sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Fransa’nın Paris kentinde yaşanan olaylara, İslam dünyasında yaşanan gelişmelere, son yıllardan yükselen İslamofobik eylemlere dair görüşlerini açıkladı.  

Başkan Görmez,  insanlığın, dünyayı bir bütün olarak değerlendirerek, acılara, ızdıraplara, katliamlara, vahşetlere karşı birlikte yaşama ahlakı ve hukuku çerçevesinde yaklaşması gerektiğini söyledi. Bütün insanların, birlikte yaşama ahlakının kriterlerini belirlemesi gerektiğine işaret eden Başkan Görmez, “Bizim bugün bütün dünyada, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, gayr-i Müslim, hangi inanca mensup olursa olsun, yeryüzünde barışı arzu eden bütün insanların, bir araya gelerek, birlikte yaşama ahlakı nasıl olmalıdır, bunun kriterlerini nasıl koyalım, bunun hukukunu yeniden nasıl inşa edelim, bunu konuşmamız gerekiyor.” diye konuştu.

Başkan Görmez’in verdiği mesajlardan öne çıkan başlıklar…

“Dünyanın farklı yerlerinde yaşanan hadiseleri büyük bir ızdırapla izliyoruz…”

“Din hizmetini yürüten ve bütün dünyada bilinen bir kurumun başkanı olarak, bir mümin ve Müslüman olarak, bir insan olarak, son yıllarda, gerek coğrafyamızda, gerek bunun yansıması olarak başka dünyalarda meydana gelen hadiseleri, büyük bir ızdırapla izliyorum. Üstelik aynı gün, belki hiç konuşmadık, hiç kimse konuşmadı ve konuşmayacak ama, aynı gün Irak’ta bir fabrikadaki patlamada otuz beş kişi hayatını kaybetti. Nijerya’da dört yüz kişi, Yemen’de yirmi altı kişi öldü aynı gün. Yani sadece Fransa’da, bir dergide 12 kişi ölmedi. Bu coğrafyada, coğrafya acı çekiyor.

“Olaylarda dini simgelerin kullanılması, İslam dinini ve Müslümanları mağdur haline getiriyor…”

Izdırabımızı artıran, bunların bir kısmının dini simgelerle süslenmesi, Hz. Peygamberi savunma adına, intikam alma adına yapılması çok daha üzücü. Neden? Çünkü dini simgelerin bu tür olaylarda kullanılıyor olmasının, bizi endişelere sevk eden bir boyutu var. Bu, İslam dinini bütün bu olayların mağduru haline getiriyor. Avrupa’da yaşayan 30 milyon Müslümanın güvenliği tehlikeye giriyor. Birlikte yaşama kültürü yok oluyor. İnsanların birbirlerine komşu olması, komşuların birbirinin yüzüne bakması zorlaşıyor.

“Yeryüzünde zulmü, haksızlığı, ilahî rahmete sığınarak, Yaratıcının insanlığın kalbine verdiği vicdanı harekete geçirerek ortadan kaldırabiliriz…”

Yeryüzünden zulmü, haksızlığı nasıl ortadan kaldırırız? İlahi rahmete sığınarak, Yaratıcının insanlığın kalbine verdiği vicdanı, şefkat ve merhameti harekete geçirerek, Yaratıcının insana kazandırmak istediği onuru dile getirerek bunu düzeltebiliriz. Ama eylemleri gerçekleştirenler, bu imkanı elimizden alıyor. En azından bilmeyen insanların elinden bunu alıyor ve böylece dine müracaat ederek bunları düzeltme imkânımızı da ortadan kaldırıyor.

“Biz yeryüzünü ifsat etmeye değil; imar etmeye, barışı, adaleti egemen kılmaya geldik…”

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Biz sizi topraktan yarattık ve sizden yeryüzünü imar etmenizi istedik” buyuruyor. Biz yeryüzünü ifsat etmeye gelmedik. Biz yeryüzünü imar etmeye geldik. Biz yeryüzünde, barışı, adaleti egemen kılmaya geldik. Ama bütün bu hadiseler, yeryüzünü ifsat eden hareketler din adına yapıldığı için, elbette, hem inanan bir insan olarak, Müslümanların mesuliyetini yüklenen bir kurumunda çalışan insan olarak, gerçekten, büyük bir teessürle, büyük bir üzüntüyle, ızdırapla izlediğimi ifade etmek isterim.”

“Dini simgelerin insanları katledenlerin dilinde bir slogana dönüşmesini kabul etmek mümkün değildir…”

İslam’ın kabul etmediği, Kur’an’ın her kelimesinin reddettiği, Hz. Peygamberin hayatı boyunca mücadele ettiği bir kötülüğü yaparken, masum insanları katlederken yahut mabedin içerisinde canlı bomba olarak kendisini patlatırken dahi, Allah’ın, Peygamberin adını kullanmak, tekbirler getirmek son zamanlarda çok yaygınlaştı. Bu aslında modern zamanlarda ortaya çıkan, nevzuhur bir şey. Tekbir mesela. Tekbir, bir Müslüman için o kadar önemli bir ifadeki, Müslümanların dünyaya gelen her çocuğun kulağına fısıldadığımız ilk kelimedir. Çünkü çocuğun kulağına ezan okuruz. Günde beş defa, insanları Allah’a bu kelimelerle davet ederiz. Biz insanları ahirete yolcu ederken, tekbir getiririz. Bayram namazları, tekbirlerle süslüdür. Itrî’nin bestelediği tekbir, insanları katleden insanların dilinde bir slogana dönüştüğü zaman, gerçekten bunu kabul etmek mümkün değildir.

“Fransa’da 12 kişinin öldürüldüğü gün, yüzlerce insan bombalarla katledildi”

Son yüzyılda, Dünyamızın pek çok yerinde, büyük yaralar açıldı ve o yaralardan kan akmaya devam ediyor. Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, kan durmuş olsa bile, yüreklerde, zihinlerde, kalplerde o acılar devam ediyor. Afrika’da, Ortadoğu’da,  Filistin’de, Şam’da, Bağdat’ta yaralar açıldı. Dünyayı bir insanın bedenine benzetecek olursak, bu bedenin farklı yerlerinden, yaralar açıldı ve kan akıyor. Üzülerek belirteyim, dünyanın bazı bölgelerinde insanlar, umursamaz bir tavırla, “Bana ne!” dedi. Bu hadisenin yaşandığı gün, dünyada olup bitenleri toplayıp masaya koyduğunuz zaman, bu tablo ortaya çıkıyor zaten. Coğrafyaların, toplumların birbirine empati yapmadığı ortaya çıkıyor. Aynı gün, yüzlerce insan bombalarla katlediliyor, ölüyor, öldürülüyor; ama bütün dünya iki gündür Paris’teki cinayetleri işliyor. Elbette, bu tür hadiseleri kınarken, ama ve fakat kelimelerini kullanmamak lazım. Ama ve fakat kelimelerini kullanmadan, herhangi bir insanın böyle bir yere girip insanları katletmesinin herhangi bir dinde izahı yoktur. Allah hiç kimseye böyle bir yetki vermemiştir. Hiç kimse yaratıcı adına, Peygamber adına böyle bir şey yapamaz. Bunu yapanlar, aslında İslam dinine saldırmıştır. Çünkü zihinlerde, kalplerde İslam’a olan sempatiyi yok ediyor. Müslümanların hayatını zorlaştırıyor. Peygamber adına intikam aldıklarını düşünenler bilsinler ki, en büyük haksızlığı, en büyük hakareti Peygambere yapmışlardır.

“İslamofobi endüstrisinin sahiplerince, İslam korkusu sürekli üretiliyor…”

“Kim yaptı” diye kimse aramasın. Çünkü İslamofobi endüstrisi tarafından bir korku üretiliyor ve pazarlanıyor dünyamızda. Bu endüstrinin sahipleri, böyle bir eylem yapıldığı zaman, elbette o korkuyu artırmak için İslam’ı adres olarak gösterecekler. Güpegündüz, Paris’in göbeğinde, filmlerle bile çekilmesi zor olan bir sahneyi, bütün dünyaya yaşatarak tekbir getirtecekler, yahut Peygamberin intikamını aldığını söyletecekler, sonra da Müslüman beldelerden geldiklerini gösterecekler. Bilhassa, sadece Fransa için, Batı dünyasında, üzerinde durulması önemli bir konu olduğu için söylüyorum. Sömürgelerinden Batı’ya göçen gençler, kadim acılarıyla beraber döndüler. Buralarda yüksek bir eğitimle, eşit insan haklarıyla, toplumsal ve kültürel hayata da eşit katılımla karşı karşıya kalmadılar. Dolayısıyla pek çok yerde meydana gelen hadiselerin temel sebeplerden birisinin bu olduğunu unutmamak lazım.

“Din, doğru anlaşıldığı ve Yaratıcının gayesine uygun olarak insanlar tarafından anlaşılıp tatbik edildiği zaman, su ve hava kadar tabiidir…”

Din, doğru anlaşıldığı zaman Yaratıcının gayesine uygun olarak insanlar tarafından anlaşılıp tatbik edildiği zaman, su ve hava kadar tabiidir. Ama yanlış anlaşılırsa, insanlar onu istismar ederse ki tarih boyunca nice insanlar, hegemonyalarını insanlar üzerinde kurmak, ticaretlerini geliştirmek için dini metinleri kullandılar; Peygamber adına sözler uydurdular; Allah’ın ayetlerin tahrif ettiler. Dolayısıyla bu sadece oradaki iki kardeşin, bu katliamı meydana getirirken başvurduğu bir yöntem değil. Bugün üzülerek belirteyim, bütün dünyada, İslam dünyasında, başka dünyalarda, son üç ilahi dinin mensupları arasında, karşılaştığımız en acı tablolardan bir tanesidir.

“Dinimizin temel kavramları adeta bizlerden çalınıyor”

Dolayısıyla dini istismar ederek, din ile yanlış ilişki kurarak, dini yanlış yorumlayarak, dini tahrif ederek, kutsal kavramların içini boşaltarak, dinimizin temel kavramları rehin alınıyor. Dinimizin temel kavramları adeta bizlerden çalınıyor, tekbir bizden çalınıyor. Vatanımızı, varlığımızı, özgürlüğümüzü, dinimizi, mukaddesâtımızı savunmak için tasvip edilen şahadet kavramı bizden çalınıyor. Medine müdafaasında, Bedir’de can verenlerin mertebesi, Çanakkale savaşında vatan savunması, iman savunması yaparken, can verenlerin mertebesi, bizden çalınıyor. Ne oluyor? Katliam yapanların, katledenlerin, katillerin bir argümanı, meşrulaştırıcı bir davranışına dönüşüyor. İslam dininde bunu kabul etmek mümkün değildir.

“Avrupa’daki beş bin camide,  Cuma hutbelerinde sağduyu çağrısı yapıldı…”

Avrupa’daki beş bine yakın camide Cuma günü bütün insanlara sağduyu çağrısı yaptık. Avrupa’da okunan bütün hutbelerde, ilk cümle şöyleydi: “Dün yaşanan hadiseden başta Fransa halkı olmak üzere bütün insanlık ailesinin acılarını paylaşıyoruz.” Basın toplantısında yaptığım açıklama, aynı zamanda 5 bin camide okundu. Ülkemizde Cuma hutbesinde, tekbirin ne manaya geldiğini, ezanın ne ifade ettiğini, Allah-u Ekber’in bir mümin için ne yüce bir ifade olduğunu, Müslüman toplumların, kendi özgürlüklerini ifade etmek için, semaya doğru şahadetlerini ifade edildiği tekbir olduğunu anlatmaya çalıştık.

Tepkilerde ölçü ne olmalı?

İslam’ın değerlerine tahkir, aşağılama ve benzeri yaklaşımlar Hollanda’da, Danimarka’da, başka ülkelerde tekrarlandı. İslam dünyasından bir kısmı olumsuz olmak üzere tepkiler verildi. O zaman hemen, Batı dünyasında insanların bunu dikkate alarak, “İslam’a veya İslam Peygamberine bir dil uzattığımızda, aşağıladığımızda, demek ki bu Müslümanları rencide ediyor. Biz o halde bundan uzak duralım” demeliydiler. Ama buna rağmen, buna karşılık yapılacak şey asla, karikatür krizlerine verdiğimiz tepki gibi olmamalı, asla bu mizah dergisinin de meydana gelen katliam gibi olmamalı. Nasıl olmalı? Peygamberi bir hikmetle cevap vermeliyiz.  Mesela, karikatür krizlerinden sonra, nice ülkelerde Hz. Peygamberi başka dillerde insanlara anlatmak için çok daha fazla kitaplar yazıldı, müstakil Hz. Peygamber kütüphaneleri kuruldu. Böyle bir karşılık vermenin, peygamberi tavra çok daha uygun olduğu kanaatindeyim.

“Birlikte yaşama hakkı, hukuku ve ahlakını tesis etmek için çalışmalıyız…”

Dünyayı bir bütün olarak görerek, bütün dünyada meydana gelen acıları birlikte paylaşarak bu konulara tepki verelim. Sadece Paris’e, Yemen’e, Nijerya’ya değil, dünyanın neresinde olursa olsun, insana yönelik bir şiddet, vahşet ve katliam yaşandığı zaman, aynı tepkileri vererek, bunu dünyamızdan ortadan kaldırmaya ve barışı ve kardeşliği, adaleti, hakkı yeniden inşa etmek için, birlikte yaşama ahlakı ve hukukunu inşa etmek için kafa yormalıyız diye düşünüyorum.

diyanet.gov.tr