Etiket arşivi: hz. Muhammed

Peygamber Sevgisi Statlara Sığmadı

Diyarbakır Müftülüğü’nün Atatürk Stadı’nda düzenlediği Kutlu Doğum programına yaklaşık 100 bin kişi katıldı.

20 bin kapasiteli stadın tribünleri ve çim saha tıklım tıklım dolarken, içeriye giremeyenler sevgi selini caddelere taşıdı. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in de katıldığı programda konuşan Müftü Ali Melek, Peygamber sevgisinin statlara sığmadığına bir kez daha tanıklık ettiklerini söyledi ve ekledi: “Minibüsçüsünden tatlıcısına kadar bütün esnaf Kutlu Doğum Haftasını büyük bir sevgiyle karşıladı. Kardeşlik duygusu bu yıl daha da pekişti.”

Âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sas) doğum yıldönümü coşkusu Anadolu’yu sardı. Diyarbakır, Atatürk Stadı’nda düzenlenen Kutlu Doğum programında tarihî bir kalabalığa tanıklık etti. Şefkat ve merhamet abidesi Kutlu Nebi’yi anma törenine yaklaşık 100 bin kişi katıldı. 20 bin kişi kapasiteli stadın bütün tribünleri ve çim saha tıklım tıklım dolarken on binlerce Diyarbakırlı dışarıda kaldı. Programa katılan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Bursalı Süleyman Çelebi ile Hakkarili Kürt âlim Melayê Batê’nın Peygamberimiz için yazdığı mevlitlerden satırlar okuyarak kardeşlik vurgusu yaptı.

Diyarbakır Müftülüğü tarafından düzenlenen Kutlu Doğum programında konuşma yapan Diyanet Reisi Prof. Dr. Mehmet Görmez, sözlerine, “Diyarbakır’da kabri bulunan dua peygamberi Hz. Yunus ve merhametiyle bilinen Hz. Zülkif’e salat ve selam olsun. Hikmet yüklü ahlak peygamberi Muhammed’e (sas) selam ve salat olsun.” diyerek başladı. Anadolu kapısını ilk defa İslam’a açan şehrin Diyarbakır olduğunu anlatan Görmez, Diyarbakır Ulucami’nin Peygamberimiz’in vefatından 7 sene sonra içinde ilk defa saf durularak kalplerin birleştiği yer olduğunu kaydetti.

Konuşmasında birlik ve beraberliğe vurgu yapan Başkan Görmez, İstanbul, Ankara ile Hakkari ve Van’ı iman kardeşliğinin birbirine bağladığını ifade etti. Görmez, şunları söyledi: “Bizi birbirimize bağlayan iman kardeşliğidir. O da ‘La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah’ sözüdür. Bunun bir hukuku var. İstanbul, Ankara ile Hakkari ve Şırnak’taki kardeşiniz siz açken tok yatmamak zorunda. İşte bu kardeşlik bugün ortaya çıkan bir kardeşlik değil. Diyarbakır’ın kapılarını İslam’a açtığı günden beri devam ediyor ve devam edecek bu kardeşliktir.”

www.internethaber.com

Namaz Hakkında Hadis-i Şerifler

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu; “Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.” (Mecmâü’l-Evsat, 3:154, (2313.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir)

Ebu’d-Derda (r.a) şöyle dedi: “Dostum Muhammed (s.a.v) bana şöyle tavsiyede bulundu. Parça parça kesilsende, yakılsanda Allah ‘a ortak koşma ve farz olan namazı bilerek terk etme. Kim ki farz olan namazı bilerek terk ederse Allah ‘ın koruması ondan uzaklaşmıştır.” (Müsned:5/238, El-Bani Sahihi ibn Mace:3529, Beyhaki)

Abdullah bin Kurt radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu;  “Kıyamet günü kul, ilk önce namazdan hesaba çeki­lecektir. Namaz düzgün ise diğer ameller de düzgün olacaktır. Eğer namaz bo­zuk ise diğer ameller de bozuk olacaktır.” Taberâni, Terğib

Hz. Nevfel bin Muaviye radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Kim, bir namazı kazaya bırakırsa, sanki onun çoluk çocuğu ve malı mülkü elinden alınmış gibidir.” İbni Hibban

Abdul­lah b. Ömer (r.a.)’dan nakledilen bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “İkindi namazını kaçıran kimse sanki ailesi ve malı helak edilmiş kimse gibidir.” (Camiu’l Ehadis)

Hz. Ebû Ûmâme radıyallahu anh’dan rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu;  “Allahu Teâlâ’nın bir kula iki rek’at namaz kılması için tevfik vermesinden daha üstün bir şey yoktur. Kul namazla meşgul olduğu sürece başı üzerine iyilikler ve hayırlar saçılır.” (Müsned)

Cabir  İbn-i Abdullah (r.a.)’dan nakledilmiştir, Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Cennetin anahtarı namazdır, namazın anahtarı da abdesttir.” (Müsned)

Hz. Ömer radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Namaz dinin direğidir.” Hilyetûl Evliya, Cami’ûs Sağir

Hz. Ebû Katâde radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bir hadisi kudside Allahu Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu naklediyor; “Ben ümmetine beş vakit namazı farz kıldım. Ve kendi kendime söz verdim ki, kim (benim yanıma) beş vakit namazı vaktinde kılmaya özen  göstererek gelirse, onu Cennet’e koyacağım. Kim de namazlara dikkat göstermezse Benim onun için bir sözüm yoktur” ( Ebû Dâvûd)

Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bir kabrin yanından geçerken, “Bu kimin kabridir?” buyurdu. Sahâbe-i Kiram radıyallahu anhum, “Falancanın kabridir” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Bu kabirdeki kimseye göre iki rek’at namaz kılmak, sizin diğer bütün dünyalıklarınızdan daha sevimlidir.” Taberâni, Mecma’uz zevâid

Hz. Ebû Zerr radıyallahu anh diyor ki: Bir defasında Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kış mevsiminde dışarı çıktı. Ağaçlardan yapraklar dökülüyordu. Bir ağacın dalından tutunca ağacın yaprakları daha çok dökülmeye başladı. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, “Ey Ebû Zerr” dedi. Ben, “Buyur yâ Rasûlallah!” dedim. Efendimiz  sallallahu aleyhi vesellem, “Müslüman bir kul, Allah’ı razı etmek için namaz kılarsa, onun günahları şu yaprakların, bu ağaçtan döküldüğü gibi dökülür.” Müsned’i Ahmed

Hz. Aişe radıyallahu anhadan rivayet edilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem sabah namazının iki rek’at sünneti hakkında şöyle buyurdu; “Şüphesiz iki rek’at bana bütün dünyadan daha sevgilidir.” Müslim

Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edilmiştir: Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Adem oğlu secde ayetini okuyup secde ettiği zaman şeytan ağlayarak uzaklaşır ve şöyle der: Helak oldum. Adem oğlu secde etmekle emrolundu da secde etti ve cennet onun oldu. Halbuki ben de secde ile emrolunmuştum fakat ben secde etmekten yüz çevirdim. Artık ateş benim içindir.” (Sahih-i Müslim: 81 rivayet edilmiştir)

Hz. Ebû Fâtıma radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Diyor ki; Peygam­ber sallallahu aleyhi vesellem bana, “Ey Ebû Fâtıma! Sen eğer (ahirette) benimle bu­luşmak istiyorsan secdeleri çoğalt (yani bol bol namaz kıl.)” Müsned’i Ahmed

ilmedavet.com

Bediüzzaman’ın gözüyle Hz.Muhammed (s.a.v)

Üstad Nursî’nin gözüyle Hz. Muhammed (s.a.v) efendimiz

Üstad Bediüzzaman her neyi ele almışsa onu en güzel ve en mükemmel bir şekilde izah etmiştir. Onu okuyup da hayran olmamak mümkün değil. Onun, Allah’ı, ruh ve melekleri, kitapları, özellikle Kur’an’ı, kaderi, öldükten sonra dirilişi, nübüvvet meselesini, özellikle Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizi anlatmasına doyamazsınız.

Yaklaşık 1184-1272 yılları arasında yaşayan Şeyh Sadi-i Şirazî çok iddialı bir söz söylemiş ve demiştir ki: “Mâna gülistanı açıldı açılalı hiçbir bülbül Sadî kadar güzel terennüm etmemiştir.” (1)

Bu sözün sahibi Sadî’nin doğru ve haklı olduğuna inanırım. Ama inandığım bir şey daha var. O da şudur: Eğer Sadî kendisinden 9 küsür asır sonra gelen Bediüzzaman Said Nursi’yi görse ve eserlerini okusaydı eminim aynı sözü Bediüzzaman için söyleyecek ve şöyle diyecekti: Osmanlı’dan sonra hiçbir bülbül Bedüzzaman gibi şakımadı, onun kadar hiç kimse gür sedalı olamadı, Hiç kimse kâinatı onun kadar güzel okuyamadı. Peygamber ve Kur’an hakkında onun kadar hiç kimse güzel söz söyleyemedi.

Bediüzzaman, Peygamberimizin hayatını bir siyerin, bir İslam tarihinin anlattığı gibi anlatmaz. Fakat O, peygamberimizle ilgili öyle tahliller (ve analizler) ortaya koyar ki o analizlerde kullandığı kelimelerden Peygamber’in yaşadığı tarihi, hayat seyrini, verdiği mücadeleyi, takvasını, ahlakını, şemailini, ruhî ve fizikî gerilimini, Hak’la ve halkla ilişkilerdeki mükemmelliğini, çevre anlayışını ve çevreye getirdiği muhteşem düzenlemeleri çok rahat görmeniz mümkündür.

Bediüzzaman, Hz. Peygamberi anlatırken kullandığı her bir kelimesine adetâ İslam tarihini ve Peygamber’in hayatını yükler. Onun her bir kelimesi bir ekran ve bir penceredir. Oradan asr-ı saadeti âdeta görür ve seyredersiniz.

Onun her bir kelimesi, bir çekirdek gibidir. Açarsanız içinden meyvelerle yüklü bir ağaç çıkar. Veya filaş bellek gibidir. Bilgisayara takarsanız, onda bir çok kitabın yüklenmiş olduğuna şahit olursunuz.

Misal mi istersiniz? Buyurun:

19. sözün birinci reşhasında Peygamberimizi, kâinat kitabının Allah’ı anlatan “en büyük ayeti” (2) İlan eder. Bu ilanıyla Bediüzzaman şunu demek ister:

Kitap ve içindeki her bir cümle yazarını anlattığı gibi; kâinat kitabı ve onun içindeki her bir varlık da yazarını ve yaratanını anlatmaktadır. Tabii bunların içinde bir varlık, yani bir âyet var ki Onun gibi Allah’ı anlatan yok. O da, Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizdir. Peygamberimiz, Allah Tealâ’yı sadece diliyle değil, haliyle ve ahlakıyla anlatmıştır. Peygamberimiz, Allah ahlakının bir yer yüzünde tezahürüdür. Yüce kitabımız Kur’an’ın da bir ayet-i kübrası=en büyük ayeti vardır. O da âyetü’l-kürsidir. Neden âyetü’l-Kürsî, âyetü’l-kübra olmuştur? Çünkü ayetü’l-kürsî, diğer ayetlere göre Allah’ı daha güzel, daha kapsamlı anlatmakta, birkaç satırla bütün özellik ve güzelliklerini ortaya koymaktadır.

Gelip geçen varlıklar içinde Allah’ı en iyi Peygamberimiz anladığından ve anlattığından dolayı o da kâinat kitabının ayetü’l-kübrası yani en büyük ayeti olmuştur.

Gördünüz mü efendim, Üstad’ın, “kitab-ı kebirin ayet-i kübrası” ifadesinden neler çıktı?

Aynı yerde Üstad, yer yüzünü, Peygamberimizin manevi şahsiyetine bir mescid, Mekke’yi bir mihrab, Medine’yi bir minber, Peygamberimizi, bütün müminlerin imamı ve bütün insanların hatibi, peygamberlerin reisi, evliyanın seyyidi gösterir. Medine minberinde irad ettiği hutbenin adı: “Hutbe-i Ezeliye” dir ki o da Kur’andır. Bu hutbenin müellifi Allah, müfessiri de Hz. Muhammed’dir (s.a.v). Kur’an, ezelîdir, çünkü Ezel’den gelmiştir; ebedîdir, çünkü ebede gidecektir.

İkinci reşhada, yine içinden kitaplar çıkacak ve üzerinde saatlerce konuşabileceğimiz kelimeler görüyoruz. Üstad Bediüzzaman’a göre Sevgili Peygamberimiz, “Nurânî bürhanî tevhid” (3) yani Allah’ın birliğinin nurlu delilidir. Allah’ı inkâr etmek için bu delili karartmanız gerekmektedir. Bu delili karartamayacağınıza göre öyleyse Allah’ı inkâr etmek de mümkün olmayacaktır. Varlık âleminde hiçbir şey olmasa sadece Hz. Muhammed (s.a.v) kalsa, Allah’ın varlığına, birliğine, güzelliğine, mükemmelliğine delil olarak yeter. Güneş inkâr edilemediğine göre, güneşin sahibi ve sanatkârı hiç inkâr edilemez.

Güneş, Süleyman Çelebî’nin de dediği gibi Peygamber’in çevresinde dönen sadece bir pervane olabilir. Güneş bir lambadır. Yüce Allah da Peygamberini bir lamba olarak tanımlamıştır.(4) Güneşi gökte, Hz.Peygamber’i yerde aşkıyla tutuşturan Allah’tır. Yüce Allah kendisini yerdeki ve gökteki güneşlerle tanıtmak istiyor. Bu şahitleri susturmak ve bu lambaları söndürmek mümkün olabilir mi ki Allah da inkâr edilebilsin?

İşte Üstad Bediüzzaman’ın ifadeleri böylesine yüklü. Gördünüz mü efendim onun “Nûrânî bürha-ı tevhid” terkibinden neler çıktı?

Üstad Bediüzzaman diyor ki:

Onun Şeriatını:

1-Nebiler ve veliler,

2-Tevrat ve İncil gibi semavî kitaplar,

3-Dünyaya geldiği gün meydana gelen harikulade olaylar (irhasat),

4-Görünmeyen varlıkların, (hatiflerin) ve kâhinlerin ihbarları,

5-Ayın ikiye bölünmesi gibi mucizeleri tasdik etmektedir.

6-Gayet kemaldeki övülmüş ahlakı, (şefkati, merhameti, vefakârlığı, fedakârlığı, Hilmi, sabrı, affı, tevazuu, adaleti, şecaati vs.),

7-Tam güveni ve tam güvenilirliği,

8-Fevkalade takvası,

9-Fevkalade kulluğu ve ibadeti,

10-Fevkalade ciddiyeti,

11-Fevkalade metaneti (Allah’tan başka hiçbir şeyden ve hiçbir kimseden korkmaması)… gibi yüksek seciyeleri de onun davasında son derece doğru olduğunu göstermektedir.

Yine 3. Reşhada: “Hüsn-ü sîret ve cemal-i sûret ile mümtaz bir Zât’ı görüyoruz.” (5) diyor. Yani içi güzel, dışı güzel Muhammed (s.a.v) demektir. Ben Peygamberimizin iç güzelliği ve dış güzelliğine misaller vermeye kalkarsam bir kitap, iki kitap, üç kitap meydana gelir.

Bunun açılımından şemail, ahlak ve siyer kitapları çıkmıştır. Veya onca kitap bu cümlenin izahıdır, diyebiliriz.

Bediüzzaman 4. Reşhada da nefis bir yoruma yer veriyor ve diyor ki:

Hz.Peygamber gelmeden önce kâinat bir matemhane idi. Varlıklar birbirinin düşmanı, cansız varlıklar birer cenaze, canlılar yokluk ve ayrılık sillesiyle ağlayan yetimlerdi. Peygamberimizin verdiği dersle matemhane olan kâinat, şevkli ve cezbeli bir zikirhaneye döndü. Varlıklar, hepsi bir Allah’ın eseri olduğu için birbirinin dostu ve kardeşi oldu. O sessiz, cansız varlıklar birer itaatkâr memur, o ölüm ve ayrılık korkusuyla ağlar görünen yetimler, birer zikreden zakir veya vazife paydosundan şükreden şâkir suretine dönüştü.

Üstad Bediüzzaman’a göre Peygamberimiz,

1-Ebedi saadetin müjdecisi,

2-Bir rahmeti sonsuzun kâşifi, göstericisi,

3-Allah’ın güzelliklerinin dellalı, seyircisi,

4-İlahî isimlerin hazinelerinin keşşafı ve ilancısıdır. (Bu maddelerin her biri bir makale konusudur.)

Kulluğu açısından ona bakıldığı zaman o, bir muhabbet misali, rahmet timsalidir. (Yani sevgi örneği, rahmet ve merhamet sembolüdür.) Peygamberliği açısından bakıldığında Hakk’ın delili, hakikat lambası, hidayet güneşi ve saadet vesilesidir. (6)

(Bu cümlelerde de koca bir İslam tarihi ve peygamber şemaili yatmaktadır.)

Yine der ki Üstad Bediüzzaman: “Hz. Muhammed (s.a.v), güneş gibidir; Zât’ını, Zât’iyle ışıklandırarak gösterir.” (7)

Bu cümle lafzı itibariyle çok kısadır, ama manası itibariyle çok uzundur. İddiası ve isbatı içinde olan cümlelerden biridir. Cümle bedi’dir. Çünkü onu Bediüzzaman söylemiştir. Ve demek istemiştir ki: Güneşin güzelliğini göstermek için hiç başka ışığa ihtiyaç duyulur mu? Güneşin ışığı, kendisini göstermeye yeter.

Yukardaki sözü manası itibariyle destekleyen Bediüzzaman’ın bir bedi sözü de şudur: “Mucize-i Muhammedî, ayn-ı Muhammed’dir. (s.a.v)” (8)

Bu söz, Peygamber’den hak olduğuna dair mucize isteyen zavallılara bir cevap mahiyetinde söylenmiş bir sözdür. Bu cümle ile denilmek istenmiştir ki: Peygamberden mucize istemeye ne gerek vardı? Mucize karşınızda duruyor: Muhammed. (s.a.v)

Adı güzel, tadı güzel, yadı güzel Muhammed. (s.a.v)

Eli güzel, yolu güzel, dili güzel Muhammed. (s.a.v)

Sireti güzel, sûreti güzel, kalbi güzel, kalıbı güzel Muhammed. (s.a.v)

Halkı güzel, hulku güzel. Ahkâmı güzel, ahlakı güzel Muhammed. (s.a.v)

Şeriatı güzel, medeniyeti güzel Muhammed.(s.a.v)

Üstad Nursî’nin, bir makalenin boyutlarına sığmayacak derinlikte ve güzellikte bir cümlesi bu günkü yazımızın hitam-ı miski olsun. Buyurmuşlar ki:

Evet,evet,evet !…Eğer kainattan Risalet-i Muhammediye’nin (ASM) nuru çıksa, gitse kainat vefat edecek !!! Eğer Kur’an gitse, kainat divane olacak ve küre-i arz, kafasını, aklını kaybedecek. Belki,şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak,bir kıyameti koparacak.!” (9)

Aman herkes dikkat etsin ve çok çalışsın. Kâinatımızdan Peygamberimizin nuru, dünyamızdan da Kur’an çekilip çıkmasın.

(Devam edecek)

DİPNOTLAR:

1-Şirâzî, Sâdî, Bostan ve Gülistan, terc. Rifat Bilge, 2

2-Nursî, Said, Sözler (19.söz)

3-Aynı yer

4-Bkz Ahzab, 33 / 46

5-Nursî, aynı yer

6-Nursî, Said, Sözler, 19. Söz, 6. reşha

7-Nursî, M.Nuriye, (Rşhalar, 3.reşha), 23

8-Nursî, Şuaat-ı Marifetü’n-Nebi (6.şua, zeyl )üç noktaya cevap 2

9-Nursî, Sözler, (10.söz, 2. Zeyl) 107

Vehbi Karakaş / Risale Haber

Selam Sana

Hasret kaldım Muhammed’e

Aklım kaldı Medine’de

Sevdalıyım Nur Ahmed’e

Selam Sana Selam Sana

Akıyor gözümün yaşı

Eritti dağları taşı

Kurban ederim şu başı

Selam Sana Selam Sana

Senden uzak bu diyarda

Sanki şu bedenim narda

Yanıyorum kışta karda

Selam Sana Selam Sana

Yanında pek kalamadım

Gül kokuna doyamadım

Diz çöküp ağlayamadım

Selam Sana Selam Sana

Özlüyorum o günleri

Muhammed kokan gülleri

Ötüşen o bülbülleri

Selam Sana Selam Sana

Sevdim seni ya Muhammed

Kölendir Tanyeri Ahmet

Dilerim Allah’tan rahmet

Selam Sana Selam Sana

Ahmet Tanyeri – Diyarbakır

www.NurNet.org

En Sevgiliyi Tanımalıyız

Efendimizi.. (s.a.v) çok sevmek  tanımakla mümkün….!

Aziz kardeşlerim herkes sevgiliyi anlatır. Ama Leyla’ya Mecnun’un gözü ile bakmayanlar onda bir şey göremezler.
Sözlerine  “Aişe binti Ebubekir Habibetü Habîbullah” (Ebubekir Kızı Aişe, Habibullahın Sevgilisi) diye başlayan mü’minlerin annesinden “En Sevgiliyi” dinleyelim. (1)

Yusuf’u gördüklerinde bu bir melektir diyen kadınlar
Benim efendimi görselerdi hançerlerini kalplerine saplardı.
” (2)

Bahar bahçelerine doğan güneşle, her bir parça toprakta ayrı ayrı renk ve kokularda çiçekler açar. Bu çeşitlilik güneşle toprak arasındaki cilveleşmenin dışa vuran yansımalarıdır.

Vefatında yüz bini aşkın sahabe bırakan kainat güneşi, her birinde ayrı bir renk, ayrı bir şahsiyet bırakıp gitti. Hz. Aişe’de O’nun cemalini görmek, kemalata aşık ruhlar için, bir ayrı bir saadet olsa gerektir:

Allah Rasülü (sav) çok yakışıklı ve alımlı idi. Mübarek yüzü ayın ondördündeki dolunay gibi parlardı. Orta boydan daha uzunca, uzun boydan biraz kısaca, başı büyük saçı dalgalıydı. Saçları kendiliğinden iki yana ayrılırsa öylece bırakır toplamaz, bir tarafa meylederse de olduğu gibi bırakırdı. Saçlarını uzattığı zaman kulak memelerini geçerdi. Beyaz renkli ve geniş alınlıydı. Gür kaşlarının arasında öfkelendiği zaman kabaran bir damar vardı. Gayet güzel burunluydu ve kaşlarına yakın kısmında hafif bir yükseklik, parlayan bir nur vardı. Dikkatli bakmayan kimse O’nu hafifçe kıvrık burunlu zannederdi. Gür sakallı, iri gözlü, düz yanaklı, geniş ağızlıydı ve gülümsediği zaman inciler gibi parlayan dişleri vardı. Boynu sanki gümüşten bir huzmeydi. Endamı ve azaları uyumlu olduğu gibi etleri asla sarkık değildi. Karnı ile göğsü aynı hizadaydı. İki omuz arası geniş omuz kemikleri kalın idi. Genel olarak kılsız beyaz tenliydi. Ancak boğazın bittiği yerden göbeğe kadar iplik gibi uzanan kılları vardı. Göbek kılları da inceydi. İki memesi ve karnı kılsız, kolları, omuzları ve göğsü hafif kıllıydı. Bilekleri uzun, el ayası geniş, el ve ayak parmakları kalıncaydı. Ayak altı çukur, üst kısmı düzdü. Üzerine bastığı zaman hafifçe yayılırdı. Ölçülü ve dengeli bir yürüyüşe sahipti. Acelesiz, vakur fakat süratli, sanki yokuş aşağı iniyormuş gibi rahat yürürdü.

Dönerken tüm vücuduyla dönerdi. Gözleri yere bakar bir durumda olurdu. Yere bakışı göğe bakışından daha uzun olurdu. Anlamlı bakardı. Yürürken ashabını önüne alır, rastladığı insana ilk selamı o verirdi.

Hüzünlü bir hali vardı, daima düşünceli olur, rahat yüzü görmezdi. Uzunca sessiz durur, gereksiz yere konuşmazdı. Konuşurken kelimeler ağzının içini doldururdu. (konuşmasına önem verir yarım ağızla konuşmazdı) kelamında fazlalık ya da noksanlık bulunmazdı. Özlü söyler, veciz konuşurdu. Haşin değildi hiç kimseyi küçümsemezdi. Az da olsa nimete önem verirdi.” (3)

Resulullah yüz olarak insanların en güzeli idi. Renk olarak en nurlusu idi. Hiç kimse onun güzelliğini anlatamaz, ancak O’nun yüzü Bedir gecesinde aya benzetilebilirdi. Yüzünde inci taneleri gibi terler birikirdi. Bunlar miskten daha güzel kokardı.” (4)

O aşırı uzun değildi. Kısa boylu da değildi. Yalnız başına yürüdüğü zaman orta boylu olarak nitelenebilirdi.

İnsanlar O’nunla beraber yürüdüklerinde ancak omuz hizasında kalırlardı. O’ndan ayrıldıklarında yine uzun görünürlerdi.

İnsanlar arasında bir yere oturduğunda, O’nun omuzları diğer bütün oturanların omuzlarından daha yüksek görünürdü.

Sevinçli olduğunda yüzünün kıvrımları ışıl ışıl nur saçardı.

O’nun saçları kulaklarının yarısına kadar inerdi. Kulaklarını aşmayan gür saçları vardı. (5)

Ayakta ip eğiriyordum. Nebi nalinini dikmek için çabalıyordu. Baktım mübarek alnında terler toplanmış yanaklarından süzülüyor, ter damlalarından nurlar saçılıyordu. Cemalinin güzelliği karşısında şaşırıp kalmışım. Bana baktı, “ne oldu sana” dedi.

Dedim, “Alnın terlemiş, damlaları nurlar saçıyor. Şayet Ebu Kebir el-Huzelî, seni görseydi; ‘Aydınlık yüzünün gülümsemelerinde ortaya çıkan nurların izlerine baktığım zaman: O’nu emzirenin her türlü hayız lekelerinden, fesattan ve emzirme ayıplarından uzak olduğu görünüyordu’ beytine senin daha layık olduğunu anlardı dedim.

Rasullullah ellerindekileri yere bıraktı. Ayağa kalkıp yanıma geldi. İki gözümün arasından öptü ve “Allah sana hayırla karşılık versin ya Aişe! Senin bu sözüne sevindiğim gibi daha önce hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum” dedi. (6)

Onu kahkaha ile gülerken hiç görmedim, hoşlandığı bir şey karşısında ancak tebessüm ederdi. (7) Öfkelendiğinde ekseri sakalını sıvazlardı. (8)

Geceleri de gündüz gördüğü gibi görürdü. (9) “Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz ey Aişe” derdi. (10) Işıkta gördüğü gibi karanlıkta, gündüzde gördüğü gibi gece de görürdü. (11)

Az da olsa devamlı yapılan ibadet O’na sevimliydi. (12) Ramazan’ın son on günü girince ehlini uyandırır, geceleri ihya eder (uyanık kalır), gömleğini bağlardı.
Hz. Peygamber cemaatin huzuruna çıkacağı zaman saçlarını, sakalını tarardı. ‘Ya Rasulallah niye böyle yapıyorsun’ derdim. ‘Allah kullarından kardeşinin yanına çıkarken güzelleşenleri sever’ buyururdu.

Resulullah, yanında oturan bir kimse onları ezberleyecek şekilde tane tane konuşurdu. (13)

Resulullah kötü söz söylemez çirkin iş yapmazdı. Sokakta bağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Ancak affeder, vazgeçer ve genişlik verirdi. (14) Resulullah duada kısa fakat cami’ manalar ifade eden sözleri severdi. (15) “Bazen mizah yapar ancak yine de gerçeği söylerdi.” (16)

Resulullah’ı hiçbir zalime yardım ederken görmedim. Bir haddin uygulanmasında, Allah’ın koyduğu hudut çiğnendiğinde insanların en şiddetlisi idi. Bunun dışında iki emir arasında serbest bırakılmışsa kolay olanı tercih ederdi. (17)

Hiçbir ferdin ahlakı Resulullah’tan daha güzel değildi. Ashabından ya da ailesinden birisi O’nu çağırmaya görsün O hemen “Lebbeyk” buyurun derdi. Bunun için Kur’an (Allah Azze ve Celle) O’nun şanına “Muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzere yaratıldın” buyurmuştur. (18)

(Ona ‘Ey Mü’minlerin annesi Rasulullah’ın ahlakı nasıldı’ diye soruldu)

O’nun ahlakı Kur’andı. Siz Mü’minîn suresini okumuyor musunuz? (19)

Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; Onlar ki, zekâtı verirler; Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; …. onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler; Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. İşte, asıl bunlar Firdevs’e vâris olacaklar ve bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.( Mü’min, 1-12)

O Tevrat’ta “Muhammed Allah’ın Resulüdür. O’nun ismi Mütevekkildir. Kötü kalpli, sert ve sokakta bağırıcı değildir; İncil’de ise: Kötü kalpli, sert ve sokakta çığırtkan değildir. Kötülüğe O’nun benzeri ile karşılık vermez bilakis affedici ve bağışlayıcıdır” şeklinde tarif edilmiştir. (20)

İki emir arasında muhayyer kalınca, günah olmadıkça kolay olanı tercih ederdi. O iş günah olursa O’na karşı insanların en uzağı Resulullah idi. O nefsi için intikam almaz ancak Allah’ın koyduğu hududun çiğnenmesi durumunda O’ndan Allah için intikam alırdı. (21)

Resulullah gecelerde içi kuru otla doldurulmuş, deriden bir yatak üzerinde uyurdu. (22)

Rasulullah (S.A.V) arkadaşlarının yanına kötü kokular saçarak çıkmaktan hoşlanmazdı. Gecenin sonu da olsa güzel bir koku sürünür, öyle çıkardı. (23)

Rasullullah için en güzel koku öd ağacı kokusu idi. (24)

O’nun bir sürme tası vardı. Uyumadan önce her iki gözüne sürme çekerdi. (25)

Başını sidr ile yıkar ve hafif kokulu misk sürünürdü. (26)

Başını evin sakfına (ya da gök kubbeye) kaldırdığında “Allah’ım seni tesbih ederim, hamd Sanadır ve Senden bağışlanma diler, affına sığınırım” derdi:

Bunlar nedir’ derdim.

Ben bununla emrolundum’ derdi. (27)

Gecenin evvelinde uyur; ahirinde uyanık olurdu. (28)

Onun iki elbisesi vardı. Cuma günleri giyinirdi. Sonra çıkarır beraber katlardık. (29)

Allah bana farzların ikamesini emrettiği gibi insanlara karşı müdarayı da emretti derdi. (30)

O’nun hastalıktan çektiği elemden daha şiddetli bir elem görmedim. (31)

O, taze kavunu severdi. (32)

O’ndan daha çok istişare eden bir kimse görmedim. (33)

Şiddetli bir kış O’na vahiy inerken gördüm: Vahyin ağırlığı ile, alnından terler boşanmak için sanki anlı çatlayacaktı. (34)

Rasulullah her yıl bir defa Kur’an’ı Cibril’e okurdu. Vefat edeceği yıl iki defa okudu.

O’ndan bir şey istendiğinde O’nu asla geri çevirmezdi. (35)

Ya Rasulallah sana feda olayım. Bir yere dayanarak (yaslanarak) yesen ya? Böylesi senin için daha kolaydır” dedim. O alnı yere değecek kadar başını yere eğdikten sonra, bana:
Hayır belki bir kul gibi yiyecek ve bir kul gibi oturacağım, dedi. (36)

Sevdiği bir şeyi gördüğü zaman ‘verdiği nimetlerle güzellikleri tamamlayan Allah’a hamd olsun’ derdi.” (37)

O’nun sözleri tane tane idi. Dinleyen herkes anlardı. Aynaya baktığında “Allah’ım yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir” derdi. (38)

Uyumak istediğinde Muavizeteyn surelerini okur, avucuna üfler sonra vücuduna sürerdi.

Hayra yormaktan ve tefe’ülden hoşlanırdı. (39)

Her şeye sağdan başlamayı severdi. -Hatta adımını atarken ve bir yere girerken- (40)

Rasulullah bir hastayı ziyaret ettiğinde elini ağrıyan yere koyar “Bismillah bir şey yok” derdi. (41)

O, hediyeleri kabul eder ve onlara karşılık verirdi. (42)

Takvadan başka hiçbir şey O’nun yanında insanın şerefini ne azaltır ne de eksiltirdi. (43)

O’na hoşlanmadığı bir söz ulaştığı zaman ‘sen şöyle şöyle söylemişsin’ demezdi. ‘Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar’ derdi. (44)

İki öğün yemek yese bunlardan biri mutlaka hurma olurdu. (45)

O’nun en çok sevdiği içecekler, soğuk ve tatlı olan içeceklerdi. (46)

Ben ay hali olduğum halde Resulullah başını kucağıma kor Kur’an okurdu. (47)

Vefat hastalığında bana şöyle dedi:

Ya Aişe Hayber’de yediğim yemeğin acısı kaybolmadı. O anda zehrin şiddetinden kalp damarlarımın koptuğunu hissettim.” (48)

DİPNOTLAR:
1-Et-Teratibü’l-İdariyye c.1, s.52
2-la edrî
3-Cem’ul-Fevaid, no. 8425 (sadece bu kısmı Hz. Hasan iyi bir vassaf olan dayısından nakletmiştir.)
4-Hasais’ül – Kübra C.1S.115
5-Şemail’ül  Muhammediyye, c.1, s.47
6-Hasais’ül Kübra, c.1 s.115
7-Ahlak’un- Nebi, c.1, s.503
8-Ahlak’un- Nebi, c.1, s.425
9-Hasais’ül Kübra, c.1, s.118
10-Hassais ’ül Kübra, c.1, s.120
11-Hasais’ ül Kübra, c.1, s.104
12-Şemail’ül Muhammediyye, c.1 s.203
13-Şemail’ül Muhammediyye, c.1 s.200
14-Şemail’ül Muhammediyye, c.1 s.287
15-Mevaridü’z -Zam’an, c.1, s.598
16-Ahlaku’n- Nebi, c.1 s.485
17-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.175
18-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.75
19-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.124;  Musannef-u İbn-i Ebi Şeybe, c.5, s.300
20-(Buhari ve Ebu Naim’den)   El-Hasais’ül Kübra, c.1, s.20
Gayetü’s-seûl Fi Hasais’ir-Rasul c.1 s.223
21-Gayetü’s- Seûl fî Hasais’ir-Rasul, c.ı, s. 102
22-Ahlaku’n Nebi, c2, s.495
23-Ahlaku’n-Nebi, c.2, s.61
24-Ahlaku’n- Nebi, c.2, s.68
25Ahlaku’n-Nebi, c.3, s.77
26-Ahlaku’n- Nebi, c.3,s.109
27-El-Mu’cemül – Evsat, c.7, s.166
28-Ahlaku’n-Nebi, c.3, s.124
29-Mecma’üz-Zevaid, c.2, s.176
30Hasais’ül Kübra, c.2, s.398
31-Hasais’ül –Kübra, c.2, s.475
32-Ahlaku’n- Nevebi, c.3, s.355
33-Ahlaku’n- Nebi, c.4, s.18
34-Hassais’ül Kübra c.1 s.198
35-Ahlaku’n-Nebi, c.1, s.295
36-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.391
37-Misbahü’z- Zücace, c.4, s.131
38-Ahlaku’n-Nebi, c.3, s.88
39-Ahlaku’n-Nebi, c.4 s.78
40-Ahlaku’n- Nebi, c.4, s.130
41-Mecma’üz – Zevaid, c.2, s.299; Musannefü İbn-i Ebi Şeybe, c.6, s. 154
42-Ahlak u’n –Nebi, c.3, s.467
43-Mecma’uz- Zevaid, c.10, s. 269
44-Et-Tedvi fi Ahbar-ı Kazvin c.12 s.121
45-Ahlaku’n- Nebi, c.3, s.276
46-Ahlaku’n- Nebi, c.3, s.308-434
47-Müsnedi Ebu Avane, c.1, s.261
48-Şerh-i Sünen-i İbni Mace, c.1, s.254 (Böylece Resulullah (s.a.v)’de Nübüvvet şerefi ile birlikte şehadet

Kaynak: Ramazan Balcı / Risale Haber