Etiket arşivi: insan

Hırçınlaşmış ruhlarımız ve Risale-i Nur hizmetimiz

Hırçınlaşmış ruhlarımız ve Risale-i Nur hizmetimiz

 

Okunan manaları hazmetmek, sürekli okumak, dikkat ve tefekkür ile okumak ile olur.

Hizmet eden kardeşini hazmetmek, bu da hakiki manada hizmet düsturları ve bu düsturların temelini teşkil eden Yirmi ve Yirmi Birinci Lem’aları hazmetmek ve hizmette tatbik etmekle mümkündür.

“Hazm olmayan ilim telkin edilmemeli.”[1] Yani insan tam olarak anlamadığı, hazm edemediği şeyleri ne tatbik ne de başkasına tebliğ etmemeli. Veya yapmadığı şeyleri başkasına yapmış gibi anlatmamalı. Ta ki sözleri tesir etsin. Yapılmayan şeyleri yani kendisinde olmayan, yapmadığı, terk ettiği şeyleri insanın telkin etmesi sakıncalıdır.

Okunan eserlerin çeşitli metodlarla hazmedilmesi daha kolaydır. Çünkü “Temasülse, tezadın mühim bir sebebidir.”[2] Birbirine eşit olan kimseler arasında rekabet olur. Bu rekabet eğer müsbet ise, müsabaka ismini alır. Menfi tarzda olan rekabet varsa bu rekabet olur ve tenkis-i gayr ile kendi kemalini ortaya koyma yarışına girer ki bu da Risale-i Nur hizmetinde istenmeyen bir tavırdır.

İnsanın, abisinde, şeyhinde, hocasında, üstadında fâni olması çok kolaydır. Çünkü biliyor ki kendisinden kat be kat rüçhaniyet/üstünlük söz konusudur. Ama insan emsali olan birisinde fâni olması çok suubetlidir. Çünkü meziyet olarak kendisiyle emsal olduğu için kendisinden üstün göreceği bir şey yok ki onda erisin. Ya yaş veya iştigal olarak bir farklılık olur ki bu da pek geçerli bir sebep değildir.

Mataryalizm, fikri olarak karşımızda şu anda yok; ama lehviyat ve hevesat suretinde dünyevi yaşam ve neticesinde çıkan hedonizm ve narsizm olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani enaniyeti zirveye götürerek insan kendisini dünyada en üstün varlık olarak görmeye ve kendisinden başka herkesi aşağı seviyesine indiriyor.

Akıl ve fikri ön plana alarak önce insanlara yaklaşıp sonra da akıl ve fikri his ve heves ile köreltip lehviyat ve hevasatın hücuma açık hedef ederek insanları hırçınlaştırıyor. İşlenen günahlar insanları hırçınlaştırıp kendisi gibi olmayan veya kendi hedefine çıkmayan, işine yaramayan her şeyi abes görme meyline giderek diğergamlık olan hamiyeti de devre dışı bırakıyor. Hâl böyle olunca da hizmette hizmet arkadaşımızı hazm edememek de bundandır. Buna da çeşitli bahaneler bulmak kolaydır. Meşrebi bozuk, izahlı okuyor, düz okuyor, bağnaz, geçimsiz vb bahanelerle kendisini haklı gösterir.

İhlas Risalelerini on beş günde bir okunması telkini de bundandır. Hatta üç günde bir okunması da kitaba geçmemiş rivayet içindedir. Beraber kaliteli zaman geçirerek insan, hizmet arkadaşını hazmedebilir. Kalitesiz zaman geçirmek ise yaklaşmaya değil, uzaklaşmaya yani tesanüte değil tenakuza sebeptir.

Rabbim diğergamlık ile hizmet arkadaşlarımızı hazm etmeyi nasip eylesin, inşallah.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Sözler (706)
[2] Sözler (726)

Kaynak:RisaleHaber

www.NurNet.org

İMANDAN SONRA İNKÂR OLUR MU?

İMANDAN SONRA İNKÂR OLUR MU?

İman ettikten sonra acaba tekrar inkâr bataklığına düşülebilir mi? Gelin bu sorunun cevabını şu ayette arayalım: “ Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse – kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka – fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa işte Allah’ın gazabı bunlaradır, onlar için büyük bir azap vardır. Bu azap onların dünya hayatını sevip ahirete tercih etmelerinden ötürüdür…”(Nahl, 16/106-107)

Evet, bu ayet işaret etmektedir ki dünya hayatının geçici parasını, malını, şöhretini, geçim derdini ve güzelliklerini ön plana çıkarıp bunlar uğruna ahirete ait olan namaz, oruç, sadaka gibi ibadetleri terk etmek; tıpkı bir kuyumcunun dükkânını hırsıza açtığı gibi kalbini kâfirliğe açmak demektir.  Yani şeytanın çeşitli vesveselerle o kalbe girmesine fırsat vermek ve imanına şüpheler atıp kalp kafesinden uçurmasına zemin hazır etmektir. Öyleyse; “Şüphesiz ki inkâr edenlerin ne malları ne de evlatları Allah huzurunda kendilerine bir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar cehennemin yakıtıdır.”(Al-i İmran, 3/10) ayetini hiç hatırdan çıkarmamak gerekir.         

Peygamberimiz de bir hadis-i şeriflerinde; “Kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahından tövbe edip uzaklaşırsa kalbi arınır. Tövbe etmeyip günah işlemeye devam ederse, o siyah nokta artar ve nihayet kalbin her tarafını kaplar.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29) buyurmaktadırlar.

Bu hadis de bize; günahın kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra iman nurunu çıkarıncaya kadar kaplayıp katılaştıracağını ifade etmekte ve her günahta inkâra gidecek bir yol olduğunu söylemektedir.

Eğer o günah pişmanlık duyularak tövbe ile temizlenmezse hatta umursanmazsa kişi belli bir süre sonra Rabbine ihanet ve isyan ettiğini düşünerek bu durumdan sıkılacak, meleklerin yaptığı fenalıkları kaydetmesinden utanacak, cehennemin tehdidinden korkacak ve bu düşüncelerden kurtulmak için bu iman esaslarını inkâra meyledecek. Zayıf bir şüphe kalbe gelse veya ‘evrim, ruh göçü’ gibi safsataları duysa kuvvetli bir delil gibi sarılacak, imanını kalp kafesinden uçuracaktır.

Demek imandan sonra inkâra sebep olan şeyler; dünya zevklerini tercih edip ahiret hayatını unutmak ve orası için ibadet ederek çalışmamak ve yine dünya için rastgele günahlar işleyip tövbe etmemek ve aldırmamaktır. Allah hepimizi bu gibi durumlardan muhafaza eylesin ve;  “Ey iman edenler! Allah’tan ona yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Al-i İmran, 3/102) ayetine göre yaşayabilmeyi nasip eylesin, Âmin!

Mehmet BİLEN

Kaynak Linki : NurdanHaber

 

www.NurNet.Org

AHİR ZAMANDA NUR GÖZLÜĞÜNÜ TAKMAK

AHİR ZAMANDA NUR GÖZLÜĞÜNÜ TAKMAK

“Rivayette var ki: “Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.” [1]

“Bu âhirzaman çok çalkalanıyor, bu fitne-i âhirzaman acib şeyler doğuracağını ihsas ediyor.” [2]

“Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalalet, bîçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor.” [3]

 

Bu vb. mehaza bakıldığında görülüyor ki, Ahir zamanın fitne ve fesadı içinde insanın iman ve istikametini tek başına koruyabilmesi cihetiyle imkansız olduğunu görüyoruz. Bu hadiseler ise, Risale-i Nurlara olan ihtiyacın, havaya, suya ve olan ihtiyaç kadar hatta daha fazla olduğunu bize isbat ediyor. Kitab-ı kainatı imbik imbik tefekkür ederek Risale-i Nur Külliyatı namıyla önümüze ihsan-ı ilahi olarak seren Bediüzzaman Hazretlerine minnettar olmak bugün bu ülkede Müslümanım diyen herkesin boynuna borçtur. Çünkü itikad ve amel sahasında cehdetmiştir. Çok zor sartlarda iman ve islam meselelerini izah etmiş, neşretmiş talebeleriyle beraber bunun da mükafatını memleket hapishanelerinde görmüş.

Bediüzzaman, sadece bir iman hareketi değil, İslam hareketi de tesis etmiştir. Yani sadece bir külliyat, bir kuru bilgi değil o külliyatta mevzubahsi olan meseleleri de lahika mektuplarıyla tamim etmiştir. İçtimai hayatta hem iman hem islamın esaslarının görünüp, halen ve kalen şeairin görünmesi ve yaşanması için elinden gelen gayreti yapmış olup, belki neşredilen mektupların iki üç misli mektup yazmıştır.  Risalelerin okunması, anlaşılmasına çalışılması kadar mühim olan bir şey daha var ki, o da Risale-i Nur gözüyle hal ve gidişatı okuyabilmek ve ona göre vaziyet alabilmektir.

 

Zaten okumanın manası, insanın hayatında görünmesidir. Hayata tatbiki yapılmamış olan okumalar ise, gerçek manada okumanın yapılmaması anlamını taşımaktadır. Nurlar ile içtimaî hal ve gidişatı Nur’un gözüyle okumak hususunda daha dikkatli olmalıyız. Yoksa meslek başka meşrep başka nev zuhur bir şey ortaya çıkmış olacak ki buna da nurculuk denilmez. Çünkü metodu belli olmayan, kaide ve kuralları olmayan hiçbir şey yoktur. Kaidesizlik ise, sadece anarşidir.

 

Günlük içtimai meselelerle meşguliyet ise insanı ideallerinden uzaklaştırıp, nazar-ı ihatası olan bakış açısını daraltmaktadır. Dünyevî ve uhrevî hal ve gidişatımızı Risale-i Nur zaviyesinden okuyabilmede sıkıntı ve arıza azalmıyor, artıyor bu veçheden. Bu sebeple  vazifeleri bırakıp ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî malayaniyat ile iştigal etmek tam bir akılsızlık[4] olduğu halimizle tabir-i caizse avaz avaz bağırır bir hale geliyoruz. “Malayani ile iştigal, maksadı geri bırakıyor.”[5] Bunu hakkalyakin isbat ediyoruz.

 

Hal bu minval üzerine olunca insanın beşeri hayatına bakan meselelerde İçtimaî meselelerin sindirile sindirile okunup idrak edilmesinde, hakikatlerle yüzleşilmesinde korkulu bir hal alıyor. Görme bozukluğu yaşayan insanların gözlüksüz görmekte zorlanması gibi Risale-i Nurun imani ve ameli düsturları ile bakılmazsa hadiseleri basiret nuruyla göremiyor, felsefi bir bakışla yani kendi anlaşımızla yorumlayıp hataya düşüyoruz.

Sathî nazarlarla Risalelerden kendilerine göre çıkardıkları yerli-yersiz fetvalara sığınıp cereyanların cazibesine kapılıp gitmek daha kolay oluyor ki, herkes haklılığına ve gayr-ı müstakim olduğuna dair delilleri bulabiliyor. İşin içine bir de cerbeze girerse tamamen bulandırıyor. Zaten cerbeze münafık sıfatı değil midir?

 

Risalelerdeki tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet meselelerini herkes derecesine göre zaten anlıyor ve dersini alıyor. Anlama dereceleri farklı da olsa ihtilâfa sebebiyet vermiyor. İstifade noktasında herkes hakkına razı oluyor. Asıl ihtilâf, içtimaî-siyasî meseleleri anlamada ortaya çıkıyor. Bu ise, müsbet bir ihtilâf değil, fitne ateşidir. Sadece fitne müsbet bir libas giymiştir üzerine. Neticede  tahribata yol açıyor. 

Risale-i Nur’un omuzlarımıza yüklediği; din, vatan ve millet namına olan vazifeler lâyıkıyla yerine getirilmemiş oluyor. Böylece din de, vatan da, millet de zarar görüyor. Telâfisi gittikçe zorlaşan tahribat, yıkım ve gerileme meydana geliyor. Hal-i âlem buna şahittir. Bize düşense islamın basiret nuruyla bakmaktır. Bunun için de nur gözlüğüyle bakmak nur talebelerine elzemdir.

Bu surette olan bir tavır ise, vahdeti muhafaza edecektir. Meşrepler ise, metod farkından öte bir şey değildir. Bu sebeple falan filan meşrep deyip takılmamak gerekiyor. Nitekim meşrepler, meslekler din değildir. Dinin içinden bir şubedir. Meşrep ve mesleğini dinin yerine ikame etmek isteyen kimseler dalalet yoluna adım attığını bilmesi gerekmektedir. Din sığ ve beşeri bir anlayışa sığmayacak kadar geniştir.

Mesleğimiz olan ehl-i sünnetin içerinde bir daire olan nur talebeliği de aynı şey söz konusudur. Tüm hizmetin içinden sadec kendi meşrebini beğenip gerisini butlan üzere  görüp beğenmeyip burun kıvırıp onların hizmetini hakiki manada taktir etmemek katmerli ve zımni bir enaniyetin alalmetidir.

Üstad’ın vefatından ve 1960 ihtilâlinden sonraki dönemde Zübeyr Ağabeyimiz nur talebelerinin adeta mıktanatısı ne istikamet pusulası olmuştur. Bu maharetiyle müstakim çizgi devam edegeldi ve bugüne dek devam etti. Şu anda biz zübeyiriyiz diyenler ise sadece iki kelimeden ibarettir. Zübeyir ağabey lübbü muhafaza ederek kışır ile meşguliyetten istiğna etmiştir.

Elhasıl; Risale-i Nuru mütefekkirane okuyanlar, hal ve gidişatı da iyi okuyabilmelidirler ki dardairede bu olmaktadır zaten. Ama oku(ya)manlar ise içtimai hayatın çarkın dişlileri arasında seküler bir hayata sürüklenecekler. Bunlar kim mi olacak derseniz beraber ders okuduğumuz çay içtiğimiz kimselerden başkası olmayacak. Belki de bu yazıyı yazan ben de ve okuyan sen de onlardan olacağız.

 “Havaya her an, hararete, suya her vakit, gıdaya her gün, ziyaya her hafta muhtaçtır. Öyle de hacat-ı maneviye-i insaniye de muhteliftir. Bir kısmına her an muhtaçtır. Lafzullah gibi. Bir kısmına her vakit muhtaçtır. Bismillah gibi. Bir kısmına her saat muhtaçtır. “Lâ İlahe İllallah” gibi. Ve hâkeza kıyas et.”[6]


selam ve dua ile

muhammed numan özel


[1]Şualar ( 584 )

[2]Barla Lahikası ( 339 )

[3]Kastamonu Lahikası ( 140 )

[4] Şualar ( 203 )

[5] Mesnevi-i Nuriye ( 234 )

[6]Mesnevi-i Nuriye ( 267 )

Risale-i Nur Hizmetinde Vefa

Risale-i Nur Hizmetinde Vefa

“Vefa, gavr-ı in’idama çekildi…” (1) muhtemelen bu cümle ilk defa çok kimsenin dikkatini çekecek ve ilk defa okuyacaktır. Külliyata dahil edilen Muhakemat’ın bir cümlesidir. Lakin ekser Nur talebelerince okumadığını, anlaması zor iddiası sebebiyle derslerde bile okunmadığı veya şahsi okumalarda da ihmal edildiğini biliyor ve görüyorum esefle… Her neyse bu şimdilik mevzumuz değil. İnşallah bu mevzuyu müstakilen yazarız.

Vefa, lügatte şu şekilde manası bulunmaktadır: “Ahdinde, sözünde durma. Sevgi ve dostlukta sebat ve devam. Ödeme. Yetişme. Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.”

Risale-i Nur Külliyatında ise birkaç cümle ile iktibas edecek olursak;

Yâdı biliş yapasın ki, ancak dostta vefa var.” (2)

“Eğer muamelat ve muhaverat ve âlet olan ilimlerde isen; vefa ve ihtisar ve selâmet ve selaset ve tabiîliği tekeffül eden ve sadeliği ile cemal-i zâtiyeyi gösteren üslûb-u mücerrede iktisar et.” (3)

Bu mehazlere nazar edince şunlar karşımıza çıkıyor.

Vefa lafzı mana itibariyle bu zamanda yok olup zamanın anlayışı onu izale edip tarumar ettiğini görüyoruz. Ahirzaman olması itibariyle her şeyde bir decdiyet görünüyor. Yani hak ve batıl karması neticesinde bir bozulma, yozlaşma, içi boşalma.

Buna dair Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de hayatından bir misal veriyor ki bu hadise onu ciddi manada müteessir etmiştir. İşte o hadise, “en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi.” (4)

Demek ki bu vefa insanın istinad noktasıdır. İnsanın bu mesnedi kırılmasıyla inkisar-ı hayale düşüp adeta çölün sıcağı ve soğuğunda kavrulup külli inkılablara maruz olabilir. Hadisenin ne olduğu mühim değil, mühim olan burada vefasızlık ve vefanın ihlal edilmesidir.

“…O derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadakat kaybolmuş ki, ondan belki de yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib hâlâta karşı, çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyeti İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır ve zarar verir.” (5)

İnsanın manen istifade ettiği membalara vefasızlık etmesi ise yanlış bir harekettir. Bu membalar daimi olarak belli aralıklarla aranıp laakal hal hatır sorulmalıdır. Bize katkı sağlamış ve maneviyatımıza yatırım yapmış olan insanlara en büyük borcumuz ahde vefadır.

Ne mutlu ahde vefalı olanlara…

“Mevlâ, bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin, âmîn.” (6)

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

1)Muhakemat (96)
2)Tarihçe-i Hayat (538)
3)Muhakemat (109)
4)Lem’alar (238)
5)Kastamonu Lahikası (90)
6)Tarihçe-i Hayat (11)

Kaynak: RisaleHaber

Cemaatler İslamiyete, İslamiyetle Hizmet Etmek İçindir

Cemaatler İslamiyete, İslamiyetle Hizmet Etmek İçindir

Din namına İslamiyet’te darklı metod ile hizmet etmek meselesi, ashabın dönemine kadar gitmektedir. Bu sebeple davamız olan İslamiyet’e hizmet etmek meselesinde ihtisaslaşmak yeni bir mesele değildir. “Nasılki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebatatın, tohumların, ağaçların istidadlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri kendine mahsus çiçek açar; fıtrî birer vazife başına geçer. Öyle de: Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidadları tahrik edip kamçıladı; “İslâmiyet tehlikededir, yangınvar!” diye her taifeyi korkuttu, İslâmiyetin hıfzına koşturdu. Herbiri, kendi istidadına göre câmia-i İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemal-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadîslerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-i imaniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur’anın muhafazasına çalıştı ve hâkeza.. Herbir taife bir hizmete girdi. Vezaif-i İslâmiyette hummalı bir surette sa’yettiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslâmiyetin aktarına, o fırtına ile tohumlar atıldı; yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat maatteessüf o güller ve gülistan içinde ehl-i bid’a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.”[1]

Biz, Risale-i Nur Talebeleri, Müsbet Hareket Metodu ile İslamiyet’e hizmet etmek emelindeyiz. Herhangi bir yere kadrolaşmak yani çöreklenmek gibi bir şey peşinde değiliz, olmadık ve biiznillah olmayacağız da . .

Nurcular, Nur Talebeleri gibi namlarla iştihar etmiş olan hizmetimizde Rıza-yı ilahi temel gayedir. Bu gayede ilerlerken başka bir gayeye teveccüh edilmesi söz konusu değildir. Tabi ki insanın olduğu yerde aksamalar ve yanlış tatbikler olmuştur ve potansiyel olarak da olması mümkündür. Nurculuk tarihinde belki bazı gruplarda bu tevessül olmuş olabilir. Kaynaktan su içerek helak olanlar olduğu gibi . . Buna tevessül edenler ise diğer nur talebelerince ikaz edilip, bu hatanın nurun mizanlarıyla isbat edilmiştir. Ama hatada ısrar edenler oldu ise irtibatlar asgariye indirilip bir nevi daire dışına atılmıştır.

Nurcuları ifsad etmek için nurcuların içerisinenaehil çok kimse sokulmuştur. Beynelmilel cereyanlar tarafından. Bu sokulanlar ise ilim sahibi olmayan ekseriya maddi kuvveti bulunan kimselerdir. “Para veren akılda verir!”[2]kaidesince Nur hizmetinde istiğna en temel meseleler arasındadır. Çünkü maddeyi ön plana alan gruplar, hizmetler düşmanlar için patlatılacak açık hedef hükmündedir. Para ile açılan kapılar ve gösterilen yerler manada uzaklaşmış madde ile hemhal olmuştur.

Başka bir metod ise Nurcuların müsbet hareket metodundan uzaklaştırıp siyasallaştırılmasıdır. Söz konusu olan mesele başarılırsa iktidar mücadelesini silâh ve şiddet yoluyla elde etmek için silahlı mücadeleye yönelip müsbet hareket rafa kaldırılmasıdır ki Nurcu buna asla tevessül etmediler. Bu fikre sahip olanları da daire dışına çıkarttılar. Kaldı ki, bu yöntem Türkiye’de zemin bulamadı, Nurcular buna yeltenmedi.

Müsbet Hareket ise iki eğilimi öne çıkarttı: Biri, siyaset ve parti yoluyla iktidara gelmek. Diğeri, doğrudan siyaset yapmamakla beraber, iktidarlara yol ve yöntem göstererek bir nevi nokta-i isnad olmaktır. Ki bu ikinci metod daha selametlidir.

Bu noktada çıkış yolunu yine Bediüzzaman gösteriyor. Din adına siyaset ve iktidar mücadelesi yapılamayacağını; siyaseti dine hizmet ettirmek için yine siyaset dışı bir duruşa ihtiyaç olduğunu; islami cemaatlerin işinin siyaset değil, islamiyet’e doğru bir tarzda hizmet olması gerektiğini ısrarla vurgulayarak özelde nur talebelerini genelde ise islamiyete hizmet iddiasında bulunan herkese… Sıkıntı ise, bunlara uyulmamasından çıkıyor.

O halde özelde Türiyede genelde alem-i islamda islami bir kargaşa çıkmaması için siyasetsiz islama hizmet esasını hizmette temel prensip haline getirmeliyiz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL


[1]Mektubat ( 100 )

[2] Zübeyir GÜNDÜZALP

www.Nur.Net.Org