Etiket arşivi: insan

İman ise ilimdir, vücudîdir, ispattır, hükümdür.

“İman ise ilimdir, vücudîdir, ispattır, hükümdür. Her bir menfî meselesi dahi, bir müspet hakikatın ünvanı ve perdesidir.” cümlesini izah edebilir misiniz?

Değerli Kardeşimiz;

İnkâr: Nekere kökünden yani; marifenin zıddı, belirsizlik manasını ifade ediyor.

Küfür: Kefere kökünden; yani örtmek, saklamak, inanmamak manalarını ifade ediyor.

Nefiy: Menfi, nefe kökünden, müsbetin zıddı ihraç etmek, çıkarmak, kabul etmemek, reddetmek, manalarını ifade ediyor.

Cehil: Cehele kökünden bilmeyenler, ilimden mahrum olanlar manasını ifade ediyor.

“Küfrün mahiyeti bir inkardır, bir cehildir, bir nefiydir. İman ise ilimdir, vücudidir, ispattır, hükümdür.” (1)

Bu kelimeleri de nazara alacak olursak; imani meselelerin külli olsun cüz’i olsun her biri ilimdir isbattır. Mesela; Allah’a iman mevzuunda “Bir harf katipsiz olmaz, san’atlı bir eser sanatkarı icap eder.” gibi izahlar ilimdir isbattır, hükümdür. Farazi indi mücerred, soyut, kuru ifadeler değildir.

Fakat ALLAH’a şirk ortak misil benzer gibi görüşler ise aklen mantıken fikren o davayı ettirecek bir sebep olmadığı için manasız sözler hükmündedir. Yani; sureten isbat vevücudi görülsede manası ademdir, nefiydir.

“İmanın her bir menfi meselesi bir müsbet hakikatın ünvanıdır.”

Mesela: Layemut; Layezel: hayatı sona ermez, zeval bulmaz, yok olmaz manalarını ifade etmekle Zat-ı Zülcelal’in ezeli ve ebedi oluşunu ifade eden kıdem sıfatını isbat etmektir. Yine sure-i İhlas’dan “lem yelid velem yuled” doğmamış ve doğrulmamış manalarını ifade etmekle beraber Zat-Kibriyanın Halık, Kayyum isimlerini, vacip, kadim, ezeli sıfatlarını isbat etmektir.

La Rezzake İlla Hu: “Ondan başka Rezzak yoktur.”, manasına gelmekle beraber, yaratılan her mahlukun rızkını veren tek bir ilahın varlığını isbat etmekle “Hayatı veren kim ise, o hayatı rızık ile idame eden O’dur.” Hakikatini isbat ve izah ediyor.

(1) bk. Şualar, Yedinci Şua.

Selam ve dua ile…
Sorularla Risale Editörü

Risale-i Nur Hizmetinde Yolsuz İşlerin Sebebi Nedir?

Risale-i Nur Hizmetinin neşrine mani olmak ve insanları ehl-i sünnetin kalesi olan ülkemizde itikadî ve amelî sapkınlığa sürüklemek isteyen beynelmilel cereyan çok çeşitli şekillerde bu amacına adım atmaktadır.

Bu yöntemlerin başında da insanları korkutmak gelmektedir. İnsanların çoğu ehl-i tahkik olmadığı için de kolayca tuzaklara düşebilmekteler. Korku yayarak insanların İslamiyet’ten, imandan uzaklaştırmak, itikadi ve ameli rehavete sürüklemek vatan ve millet üzerine belaların celbine sebeptir. İşin kötü tarafı musibet “geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.”[1]

Müstakim manevi hizmetler bulunduğu coğrafyaların manevi sigortalarıdır. Bu sebeple manevi hizmetlerin ehemmiyeti çok büyüktür. Bunu maddi gözle anlamak pek mümkün olmaya bilir. Çünkü “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.”[2]

Risale-i Nur Hizmeti de bu ülkenin manevi sigortalarının ve manevi direklerinin başında gelmektedir. Tabiki hal böyle olunca bu hizmetimizin üzerine de her şekilde abanmak ve vahdet-i hizmeti bozmak, sebat ve metaneti tarumar etmek, hizmette ikilikler çıkmasına yollar açarak cemaatin maddi ve manevi kuvvetinin meşreplere inkısamıyla daha sühuletle tahribatlarını yapmaktalar. Ehl-i iman da saftirik davranışlarla ehl-i dalalete davetiye çıkartıyor.

Eskiden Nurlara karşı tehlike daha açıktı, mukabele kolaydı. Bugün ortada daha sinsi cereyan nifakla her yere sinip sirayet edebiliyor. Mezkûr desiselerle piyasada arz-ı endam ediyor. Hizmet zeminlerinde çeşitli mübarek ve sureten parlak kelamları kullanarak iman hizmetinin rotası ile oynanmak isteniyor. Meşveret, şura, istişare, adalet, hizmet gibi kavramlar en çok kullandıkları kalkan duvarlarıdır.

“Yolsuz işlerin, ancak âsâr-ı diniye mütalaasında hüsn-ü niyet taşımayarak, kendi kafalarına göre mana vermelerinden ileri geldiğini anladım.”[3]

Burası hakikaten çok mühim, yanlış işlerin, adımların, kararların başka bir sebebi bulunmamaktadır.

Hizmet zeminlerine halis niyetle girmeyen, Allah rızası için değil aldanmak ve aldatmak için giren naehiller az önceki kalkan duvarı kavramları safi niyetle hizmet zemininde bulunan manevi itaptan içtinap eden kimseler sözüm ona istişare, meşveret kararlarına ters hareket etmekten korkarak bir şekilde kendilerini okudukları hakikatlere taban tabana zıt bir yerde bulabilirler.

Safi niyetle, din ve iman için hizmet eden kimseleri de susturmak için hizmet prensipleri dersini veren yerleri de işkembelerinden Risale-i Nur mebhaslarını ve mektuplarını yorumlayarak kendilerine çürük deliller üretmektedirler. Kendilerine muhabbeti olanları da cerbezeler ve çeşitli martavallarla kandırmaya devam edeceklerdir. Bu ise, Risale-i Nur hizmetine karşı bir ihanettir.

Hizmeti ve Risale-i Nur’u şahsî, cemaatî, maddî, manevî, siyasî menfaatlere alet etmek, dünyevî makam ve mevki, imkân ve maddî destek gibi menfaatlere tabi yapmak, böylece Risale-i Nurun ve hizmetin kutsiyetini ve hakikatlerin tesirini kırmak, hizmetin zihinlerde Nurculuğun yanlış yorumlanmasına ve etkisinin azalmasına, zihinlerde hakikatten çok farklı yorumlanmasına sebep olmak bu komitenin icraatlarındandır. Dünya genelinde yaşanan musibetlerde manevi sigortaların zarar görme ihtimal-i kavidir.

Hizmette, istişareyi hâkim kılmadan, içeriden zaafları olan kişilerin insafına terk etmek, nurların tesirini kırmak, hizmetin gücünü değişik içtimaî, siyasî şer odaklarına bağlamak adeta arka bahçesi gibi olmak vebali daha da ağırlaştırmaktadır.

Üstad Bediüzzaman hazretlerinin ömrü boyunca çilelerle bir hayat geçirdiği sağır sultanın bile malumudur. Onun hayatında vermediği tavizleri bugün sözüm ona hizmet adına kurulan kurumlara destek bulabilmek için vermek adeta maddî menfaatlere esir olan bu güruhun “kaynaktan su içip helak olanlar[4] gibi bir akıbete düçar olacaklarını görmek için kâhin olmaya lüzum yoktur.

Risale-i Nur hizmetinin istikamet dersini veren, hizmette istikamet direkleri olan kimseleri gayr-ı müstakim, tekinsiz, itimat edilmez, fitneci kimseler olarak tasvip etmek, Nurun sesinin kısılmasına, hakikatin tesirinin azalmasına ve bela ve musibetlerin celbine sebeptir.

Zındıka komitesine alet olan müstameller “Hücumat-ı Sitte Risalesinde”[5] beyan ve izah edilen zaaflarına yenik düşerek indi ve şahsi yorumlar ve tevillerle insanları itikadi ve ameli hatalara sürüklemekteler.

Dün, Risale-i Nurların sadeleştirilme teşebbüsü ne kadar tehlikeli idiyse, bugün de densiz ve indi yorumlar/teviller, lahika mektuplarının okunmaması, eski Said Dönemi eserlerini okutmamakla, setretmekle, Üstadım Bediüzzaman hazretlerinin hayat safhalarını kısmen inkâr kısmen tevillerle bütün olarak ele alınmaması, eserlerin külliyat bütünlüğü inkâr edilmesi de bir o kadar tehlikedir. (Bu mevzudaki daha önceki yazılarımıza bakabilirsiniz)

Rabbim, hizmette azami istikametten, azami ihlastan, azami sadakatten hiçbir nur talebesini ayırmasın. Okunan hakikatleri kendi indi ve şahsi yorumlayanlara ve onların desiselerine karşı da azami müteyakkız eylesin inşaallah.

Selam ve dua ile

[1] Emirdağ Lahikası-1 (33)
[2] Mektubat (473)
[3]Emirdağ Lahikası-1 (236)
[4] Tâlût, Câlût’un (Golyat) ordusuyla savaşmak üzere yola çıkar; askerlerine Allah’ın kendilerini bir nehirle imtihan edeceğini söyler ve nehirden bir avuçtan fazla su içmemelerini ister. Ancak askerlerin çoğu nehrin suyundan bol miktarda içer ve Câlût’a karşı savaşma güçlerini yitirir. Tâlût’un uyarısını dikkate alanlar ise nehri geçip Câlût’un ordusuyla savaşır; Câlût’un karşısına çıkan Dâvûd isimli bir genç onu öldürür (el-Bakara 2/249-251). Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/talut
[5] Bu eser, Mektubat mecmuasının Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Risale Olan Altıncı Kısmındadır. Bkz. Envar/ihlasNur N. Mektubat s. 412

Kaynak: Risale-i Nur Hizmetinde Yolsuz İşlerin Sebebi Nedir? – Muhammed Numan ÖZEL

Zaman İnsanı Zikzaklara Uğratırsa Ne Yapalım?

Zaman İnsanı Zikzaklara Uğratırsa Ne Yapalım?

Ahirzamanın bir diliminde olduğumuz muhakkaktır. Ahirzamanda Kur’an-ı Azimüşşan’ın manevi ve yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur külliyatı da manevi imdada gönderilmiş ve birçok insanın kalbî ve dimagî tesellikârı olmuştur.

Risale-i Nur hizmetinin saff-ı evvelini teşkil eden ilk halkası olan Nur talebeleri de, o dehşetli dönemdeki ceberut zihniyete, yıkım ve tahribatlara karşı izzet-i İslamiyyeyi muhafaza için yerinden, yurdundan fedakarlık yaptı lakin asla yılmadan ve çekinmeden bu tebliğ ve irşad vazifesini ve temsil sorumluluğunu ifa ve icra etmek gayretinde oldular. Yeri geldi ashab-ı Güzin gibi bilinmedik yerlere gittiler, gittikleri her yerde de esrar-ı Kur’aniyeyi tebliğ ve temsil etmeye gayret ettiler.

O maddi ve manevi ateşli zamanda yanan, kavuran alev ve ateşler içinde hem kendi hem de sair imanların kurtulmasına azami gayret sergilemiş ve hizmet icra etmişlerdir. Aksi taktirde bu hizmet-i Kur’aniye bugün böyle olmayabilirdi.

Bu asrın hak ve batıl karması olduğu bir zaman olduğu mukakkaktır. Dehşet dehşet içinde, zulmet zulmet içinde. Dünyanın cazibesi, nefislerdeki rehavet ve neticesinde yeknesaklık, sathilik ve ülfet, dünyevi ve afaki işlerin tazyiki, maddi ve siyasi alemlerin insanları ziyade meşgul etmesi ve özellikle sosyal medyanın yıkıcı, kavurucu, tahribi insanları maneviyata karşı kısmen rehavet, atalet ve lakaytlığa sevk etmiştir. Aslında bu bir süreçin neticesidir. Yani hayatta bunlar varsa neticesinin de bu olmaması imkânsızdır. Güneşte kalan elbiselerin solması, matlaşması nasıl ki kaçınılmazsa…

Madden ve manen yıpranan insanlarda bir süre sonra ülfet ve yeknesaklık neticesi olarak sıradanlaşma baş göstermektedir. Bir zamanların kırmızı çizgileri aşılmış ve sadece imrenilecek zamanlar olarak zihinde kalmış levhalar haline gelmiştir.

Mezkûr sebepler gibi müminlerde şuur ve dava temsiliyetinde de zikzaklara sebep olmaktadır.

Dava adamına mesuliyetlerini hatırlatmak, dimağları berraklaştırmak, kalbler üzerindeki rehavet ve ülfet gubarını silkelemek ve bir manada hizmet-i Kur’aniyede esasatla meşgul olmak kati ve zaruri bir hal almıştır. Aksi taktirde merkezden uzaklaştıkça geri dönülemez yollara girilecektir.

İman esasları bizleri iman sahilinde, lahikalar da hizmette istikamet sahilinde bizleri sabitleyecektir. Yoksa bir takım “yolsuz işlerin, ancak âsâr-ı diniye mütalaasında hüsn-ü niyet taşımayarak, kendi kafalarına göre mana vermelerinden…” [Emirdağ Lahikası-1 236] potansiyel olarak dava adamlarının içine kurtlar sokarar içten çökertmek de din düşmanlarının bir politikasıdır. Ve nurları kullanarak nurcuları ve insanları nurlardan uzaklaştırmaya çalışıyorlar.

Bu yazımızın bu manada nazarlara alınmasını niyaz ederim. Dikkat ve teemülle, im’an-ı nazar ile amele ve hayata tatbikatını Rahmet-i İlahiyye’den ümit ediyoruz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

Alakadarlık 

Alakadarlık 

 

İnsan fıtrat itibariyle a’dan z’ye her şeyle alakadardır. Gerek hayatında yer alsın gerekse almasın.. insan dimağının esaretinde hayatını idame ettirir. Bu esarette tercihleri insana ya  hüzün ya neşe getirir. Burada insana düşense, dimağına doğru şeyler yüklemelidir. Doğru şeyleri insan öğrenmesiyle bunun gerisinde kalan şeylerin yanlış olduğunun da farkında olmamız lazım. 

İnsan, efkar ve müyulatına yön çizmeyi tercihleriyle yapacaktır. İstidad ve kabiliyetlerini de insan israf etmemekle mükelleftir. İnsan için çok değerli olan ve belki de telafi edemeyeceği şeyler arasında his, heves ve meyiller de bulunmaktadır. Bu hususiyetin sadece insana mahsus olduğunun da insan farkında olduğu nisbette insanda teyakkuz hali olur. 

İslamiyet, insan fıtratına en uygun dindir. Çünkü İslamiyet insan hayatında boş bir nokta bırakmamıştır. Hayatın her safhasında kaidelerini ve hudutlarını çizerek damgasını vurmuştur. Fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçların dest be dest ittifakı islamiyetle mümkündür. Tüm insanların din ihtiyacı fıtri bir ihtiyaçtır. Ve İslamiyet insanın fitri

 ihtiyaçlarını reddetmemekle beraber bunlarda ki hudutları çizmektedir. 

İslamiyet, insanın his ve istidatlarına neşvünema sahası sağlamaktadır. Ne aklı ne hissi hiçbirini baskılamaz inkâr etmez. Binaenaleyh meşru olan hiçbir şeyin İslamiyetçe reddedilmesi düşünülemez. Meşru olan bu ihtiyaçların temini hususunda İslamiyet bu çabaları ibadet olarak kabul etmektedir. 

“Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.”[1] 

İnsanın bu ihtiyaçlarını tatmini fıtri bir şey olduğu için asla reddedilemez ve durdurulamaz.  

Dünyada yaşanan hemen her hadisede  “..hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alâkadar olur..”[2]insanın.  

İnsanın bu hadiseleri doğru okuması da ancak ve ancak İslamiyetin vermiş olduğu iman nuru ve şuuru ile mümkündür.  

Fakat, bu şuur meselesi başka, yani sadece iman insana istenen mana da tam bir şuur vermiyor. İnsanın özel çabasına da büyük iş düşüyor. 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL   

  



[1]Sözler ( 21 )

[2]Hutbe-i Şamiye ( 78 ) 

İNSANIN ACİB HALETİ

İNSANIN ACİB HALETİ

 

Nur-u imanın yatağı olan kalb,

Ubudiyetin bütün envaına fihriste olan namaz ile teneffüs eden ruh, 

Nur-u imana dönüşen ilmin durağı akıl, 

Ve dahi tadat edilemeyecek istidâdat ve letaifle mücehhez, 

Ve… Her türlü hatiat ve measiye meyleden ve meylettiren nefis’ten mezcolan insan; 

 

En edna gıdaya muhtaç ve en az tagaddiye kanaat eden mide cihazatına gaye-i inhisar ederek taahhüt altına alınan rızkın peşinde koşması, kişinin kendi ile istihza ve istihfafından başka bir şey değil midir…? 

 

Asırlarca gıdanın noksan olduğu vakitte telaş etmeyen; bilakis her an ve zaman şükür fabrikası olan atalarımızı fikretmeksizin;

Gıdanın bu denli bereket ve tefennünü vaktinde böylesine acib ve garib bir tarzda  mide cihazatına hasr-ı nazar ve taharrî; hayatı veren ve idame ettirene itimadsızlığın ve tevekkülsüzlüğün göstergesi değil mi? 

 

Kalbi işlettirmek, ruhu nurla zinetlemek ve fikri söylettirmekle sûkun bulan nefis ile bunca denli adi ve basit bir kuvvenin peşinde hebaen peşisıra koşturmak sair cihazat ve letaife ve her an zikr-i ilahi ile muvazzaf zerrelerden mürekkeb cism-i cemaatimize aşikar bir zülum değil mi? 

 

Avuç içi kadar bir gıda ile tegaddisi son bulan midenin sonu bucağı gelmez iştihası nereden geliyor acaba? 

 

Sair cihazatı vazifesinde elyak ve elhak koşturmamak ile iltibas mı ediliyor ki uhdemize verilen 24 saatin büyük bir kısmını bu cihazata sarf ediyor ve israfın her çeşidine zemin ihzar ediyoruz! 

 

Ömür sermayesinin taalluk ettiği lüzumlu vazifeler çokken namazı dahi hızlı hızlı kılıp taamlara taparcasına koşmak kimin ihtiyacı? Midenin mi? Cesedin mi? Ruhun mu? 

 

Ruhen terakki etmeyenin tenevvü-ü et’imeye itibar etmesi, kalb ve ruhun vazifesizliğinden neş’et eden sıkıntının mideyi tamamlarla doldurmak suretiyle tembellik zindanına hapsetmenin ceremesini hangi cihazatımız ve letaifimiz ödeyecek? 

 

Masiyetle karanlıklarda kalmış, feryadı duyulmayacak kadar gafletle kalınlaşmış vicdanın sesini duyuracak vezaifle meşguliyet mah-i gûfran’a mı münhasır kalacak? 

 

Tenevvü-ü et’imeye doyulmuyor anladık da, 

Yeterince doymadık mı gaflete… 

 

Ruha Ab-ı hayat olan namaza ihtiyacımızı,

Ruha süs ve sürme olan şefkatimizi, veren el olmak suretiyle ne zaman aşikar kılacağız? 

 

Nur-u imana muhtaç kalbimizi karanlıktan ve zülumattan tahliye vakti gelmedi mi? 

 

Tenevvüü et’imeye def’i cû’ edememek midenin açlığından mı yoksa ruhun açlığından mı ileri geliyor? 

 

Kalb ve ruhun feryadını kuvve-i zâika ile gidermeye çalışmak kâr-ı âkıl mıdır? 

Keder ve hüznün ilacı, ubudiyet ve taat ile sekinete ererken, taam taam üstüne yemekle tabaka-i hayvaniyette kalmak ve hatta kalamamakla hayvaniyetten daha aşağı mertebeye düşmek sana ezâ vermiyor mu? 

Allahı tanımamanın ve ahireti düşünmemenin acı ve sancısını hangi lokma ile dindirebilirsin.! 

 

Tagaddi ile teselli denî bir ahvaldir ki; Allah’ı anmakla mutmain kalbe, ubudiyet ile mütellezziz, namaz ile müteneffis ruha sıklet ve en büyük bir tedennî değil de nedir… !

 

Dünyaya bir defa geldik de, ahirete de bir defa gitmeyecek miyiz? 

 

Peki bu kadar niâm-ı ilahiyenin tefennünü ne için yaratıldı? yemek için değil mi? Allah’ın mülkündeki bunca nimeti gasıbane yutmak ve nefsi lezzetlendirmekle keyiflendirmeye mi münhasır..? 

 

Heyhat! 

Esma-i ilahiyenin her mertebesine en a’zam derecede tecelli ve nakış olan bu denli nimetlerin hilkatini mideye indirmek gibi basit bir derekeye indiremezsin…

 Akıl ve kalb sofrasında mütalaa edilen her bir nimet bismillah mührüyle ebede fakslanır, en son vazife, israf olunmaması için mide sofrasından insaniyet mertebesi ile müşerref bulan nimetin Cenab-ı Hakkın yolunda havl ve kuvvete inkılab etmesi ve nimet; nimetiyle ruh ve cesedinde hizmet etmesi ne büyük bir kıymet, ne ulvi bir rahmettir… 

 

Her cihazatın kendine göre midesi var, Akıl taam olarak senden ilim talep eder,

 kalb feyiz ister, ilmi imana dönüştürür de füyûzat elde eder, 

ruh ise nura talib…. 

Sır ise; şuur ve huzura müştak… 

Ve dahi her letaif kendi midesinin tagaddisini şiddetle talep eder… 

 

Kalbin “ebed ebed” haykırışlarını kainattaki niam-ı ilâhiyeyi tümüyle  yutsan da tok olmaz ve işba edilmez olduğunu kendini her mütalaa edişinde görecek ve idrak edeceksin.

 

Buradaki tatmaklar ahiretin vücuduna delil ve bürhan iken, in’amat içinde ahirete iman hakikatine intikal ettiren cihazatı çalıştırmaksızın, mahşer ve mahkemenin, ölümün ve kabrin, cennet ve cehennemin inkarına nereden cesaret buluyorsun? 

 

Enzarını kaldır da bak muhtelif tabakat-ı cihazat-ı midelere …. 

Cennete müştak isen; akıl kalb ve ruhun çalışırsın daire-i midesine… 

İşte o vakit doymak bilmeyen midenin şahidi olursun iştiha-i kazibesine… 

Sana verdiği zilleti inkılab ettirirsin izzete… 

 

Bedene afiyet, hissiyata inşirah, kalbe itminan, ruha işba, sırra teneffüs eğer ister isen; 

İşte rehberi;

Bediüzzaman Said-i Nursî; RAMAZAN-İKTİSAD-ŞÜKÜR RİSALELERİ 

MEKTUBAT – sh: 398

LEMALAR – sh: 139

MEKTUBAT – sh: 364 

 

ESRA ÖZEL 

 

www.NurNet.org