Etiket arşivi: insan

Hangi Vadidesin?

Hürriyet, cumhuriyet, adalet, eşitlik gibi içtimai, siyasi ve felsefi mefhumlarda da kargaşa yaşadığımız malum. Aynı kelimeleri kullanarak o kelimenin tam aksi manaya gelecek işlere imzalar atılıyor.

İşte bu hakikatleri İslam medeniyetinin telifatıyla insan ruhlarını ve toplumu ihya ve inşa etme hedefiyle ele almaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi, telifatı olan Risale-i Nur Külliyatında temelde bu mevzuları ele alarak sonrasında yaratılış, sevgi, şefkat gibi duygular, hürriyet, din, iman ve ibadet, aile ve toplum, içtimai, siyasi mefhumların sistemi ve mantığı gibi meseleleri en yüksek seviyede ele alarak inşa ve ihya hizmeti yapmıştır.

Geçmiş asırlardan gelen tecrübe, bu asırda tekrar Kur’an nuruyla yoğrularak imani, itikadi ve toplumsal olarak buhran geçiren insanlığa Kur’an nuruyla mihmandarlık yapmaktadır.

Risale-i Nur, skolastik anlayışla asla insana yaklaşmamaktadır. Risale-i Nur sadece İslami mevzularda söz sahibi değildir. Kur’an nuruyla her sahada kaideleri göstererek bihakkın mihmandarlık vazifesini ifa etmektedir. Bediüzzaman, insanları kendisine bağlayıp bir tarikat sistemi tesis etmeyi tercih etmeyerek hizmetin şahıs merkezli değil kitap merkezli olmasını ihtiyar etmiştir. Çünkü şunu ferasetiyle keşfetmiş ki, kendisinden sonra yerine bir postnişin geçse desiselerle onu iğfal edebilirler, müntesiplerini dağıtabilir veya çok farklı mecralara sürükleyebilirler.

Ama kitap merkezli bir hizmet tesis ederek talebelerin arasına ihtilaf girse de kitaptan ayrılmayacağını görerek postnişin yerine kitaplarını bırakmıştır.

“Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.”[1] Belki de şu hakikat Risale-i Nur Hizmetinin sırrıdır.

“Nurcular, üstadlarıyla içtima etmiyorlar ve etmeye de mecbur değiller. Kendilerini üstadlarıyla içtimaa mecburiyet hissetmiyorlar. Ders almak için beraber bulunmaya lüzum görmüyorlar. Belki koca bir memleket, bir dershane hükmünde. Risale-i Nur kitabları onların eline geçmekle, üstad yerine onlara bir ders verir. Herbir risale, bir Said hükmüne geçer.”[2]

“Herbir risale, kendi âleminde ve kendine mahsus sema-i hakikatta birer güneştir.”[3]

Risâle-i Nur, baştan sona hayat ve İslâm felsefesidir. Risale-i Nur Külliyatını ciddi manada tetkik edenler bunu buhranlardan asgari seviyede etkilenerek müşahede etmektedir.

Bediüzzaman’ın tesbit ettiği ve çözüm olarak sunduğu hakikatleri hem şahsi hayatında hem içtimai hayatında tatbik etmek isteyenlere duyurulur.

“Risâle-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim.”[4]

Hiçbir filozof Bediüzzaman’ın ve eserlerinin karşısına çıkamamış, çıkanlar ya ilzam olup susmuş veya teslim-i silah etmiştir. Tarihçe-i Hayatını okuyanlarca malumdur.

“Büyük şâirimiz, edebiyatımızın medâr-ı iftihârı merhum Mehmed Akif, bir üdebâ meclisinde, Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler’ demiştir.”[5]

“Kur’ân-ı Hakîmin kuvvetiyle, sizin dinsizleriniz dahil olduğu halde bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile, onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zir ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz filozoflarını hayvandan aşağı düşürmüşüm.”[6]

Bediüzzaman, şu alemde kuru kuruya namım duyulsun diye hareket etmemiştir. Buhranlar asrında bir münci olarak insanlığa adeta manevi bir serdar olmuştur.

Hassasiyetle altını çizmek lazım ki: Bediüzzaman, ahir zamanın müceddididir. Elbette iman, ibadet, ahlak, içtimai, siyasi bütün meseleleri yeni izah ve anlayış tarzına göre yeniden ele almış ve altı boşalan kavramları inci gibi işleyerek manaların hakiki değerini göstermiştir.

“Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsiyle, her şeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.”[7]

İşte Risale-i Nur Külliyatının muvazafferiyetinin sırrı budur.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mesnevi-i Nûriye (8)
[2] Emirdağ Lahikası-2 (168)
[3] Sözler (792)
[4] Tarihçe-i Hayat (628)
[5] Sözler (764)
[6] Mektubat (74)
[7] Mesnevi-i Nûriye (8)

Risale-i Nurla Hemhal Olmak 

Risale-i Nurla Hemhal Olmak

 

Okumak fiili bir şeydir; fakat tüm şeyler bu fiilin yapılıp yapılmaması ve nasıl, ne kalitede olmasından çıkmaktadır. Hakikaten insan alemini neyle doldurursa meşgul olduğu şeyler hayatının her sahasını kendi rengine boyamaktadır.

Bizler Risale-i Nur ile meşgul olup âlemimizi hakikatlerle doldurursak o zaman hadiselere bakış açımız da, tavır ve düşüncelerimiz de nur ve nurani olacaktır. Ne kadar nur ve nurani olursa alemimiz, bizler de o nisbette müstakim birisi oluruz. Bu meselelerde ters orantı caridir. Biri ne kadar çoksa diğeri o kadar azalır.

İnsan, meşgul olduğu, yaptığı şeyin kutsiyetini bildiği yani şuurunda olduğu sürece elindeki işin kıymetini daha iyi anlar ve dört elle değil tüm varlığıyla sarılır.

Elindeki iş, ahiretini imar edecek, kurtaracak bir eser olursa hele… Bakın bunu mesleğimizdeki adanmış bir ruh, dava adamı olan Zübeyir ağabey nasıl ifade ediyor.

“Risale-i Nur, yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları, koyu fikir karanlıklarından ve müdhiş dalalet yollarından kurtarmak için müellifin kendi ihtiyarıyla değil, bir ihsan-ı İlahî olarak yazılmış olan ilhamî bir eserdir.

İşte insan üzerindeki tesiri pek büyük olan böyle bir eseri devamlı olarak teenni ile ve lügatların manalarını öğrenerek dikkatle okuyabilseniz, geceli gündüzlü çalışan birçok Nur talebeleri gibi siz de büyük bir huzur ve saadete kavuşursunuz.

Hem gayet cevval ve fa’al bir hale gelirsiniz. O kutsi eserleri günlerce okuyabilmenin İlahî hazzı ile çırpınırsınız. Bu gibi kıymetli ölçüye sığmayan eserlerle meşgul olabilmek için beş dakikayı bile boşa geçirmezsiniz.

Ve hem daima cebinizde, çantanızda Nurları taşımak, okumak; daima okumak için zamanlarınızı büyük bir kıymetle kıymetlendireceksiniz. Nurları okumak sevgisiyle, Nurları okumak heyecanıyla, Nurları okumak ihtiyacıyla yanacaksınız.”[1]

İman hakikatleriyle meşgul olmak bu kadar ehemmiyetlidir. Çünkü bu meşguliyet öyle alalade bir şey değil ki, ya ebedi saadet ya da şekavetin meşguliyeti bu.

Ebedi bir hayatın kilometre taşlarını ellerimizle döşüyor, yontuyoruz. Tabiki böyle ehemmiyetli bir iş o kadar basit olmayacaktır. Çileler, imtizaç sorunları, anlamada dimağ kabziyeti… O kadar ucuz ve basit değil. Çünkü bunların karşılığında ebed var ebed…

“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.”[2]

Burası da çok mühim. Ya iman ile insan olur ya imansızlıkla hayvan olmak.

“İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibariyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu; marifetullahtır ve onun üss-ül esası da iman-ı billahtır.”[3]

İnsanın ebede giden yolda ilmi, ihlası, duası, sadakati nispetinde istidatları kabiliyete inkılap ederek yolda muhkem adımlarla ilerleyecektir. Tabi sadece ilim, ihlas, istikamet, marifetullah ve muhabbetullah yetmeyecektir. Çünkü nice ihlas sahipleri var ki ihlastan eser kalmamış, müstakimler var ki tarumar olmuş, âlimler var ki o ilim onları helak etmiştir.

Okuduğunun şuurunda olmak bu sebeple ehemmiyetlidir. Şuursuz okumalar veya sathi nazarlar laf ebeliği ve malumat-furuşluktan öteye geçemeyecektir. Şimdi piyasada olduğu gibi.

Bu manalarla bakınca insan ya âlemlere esir olur kendi alemini hercümerç eder veya malayaniyattan sıyrılır alemini inşa ve ihya eder.

“Okunan ilmî ve imanî meseleyi zihnen tekrar etmeli, sonra sesli olarak okumalı, sonra kelimelerle anladığını yazmaya çalışmalı, şuurlu çalışmalı, düşünerek okumalıdır.”

İmanî bir fikrin kendimize mâl edilmesi ve hayatımıza tatbik edilmesi için, onun aklımızda kalması gerekir. Bunun için, şuurlu olarak daimî tekrarlar, egzersizler yapmak gerekir.

“İnsanın düşünce ve niyeti ne ise, o insan, ancak onlara göre bir insandır.”[4]

“Risale-i Nur, tefsir-i Kur’anı, ruhlara kut, fikirlere kuvvet verir, tekrar tekrar okundukça güneşlerin ziyası gibi ruhlara fikirlere hayat verir. İmanları inkişaf ettirir. Kuvvet-i imana salâbet-i diniyeye İlâhî bir zevk surur halâvet, ferah ve lezzet verir. Sebat ve sadakatla hergün okundukça defalarca mütalâa ettikce bu tekerrür insanda hakaik-ı imaniyeyi daha fazla parlatır. Böyle mes’ud bir insanın manevî cihazatına hak ve hakikat nurları daha fazla saçılır. Risale-i Nur’un okunması tekerrür ettikce ihtiva ettiği ukde-i hayatiye ve nuranî esaslar, Kur’anî hakikatlar iştihaları açar.”[5]

Selam ve selamet şuurlu bir şekilde okuyanların üzerine olsun.

Muhammed Numan ÖZEL

[1]Nur’un İlk Kapısı (182)
[2] Sözler (687)
[3]Sözler (316)
[4] Bir Dava Adamından Notlar (38)
[5] Bir Dava Adamından Notlar (44)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Heykeltıraş Gibi Olmalıyız

Kur’anî, imanî, İslamî manaları ve meseleleri merak eden ve âlemini bu manalarla doldurmak isteyenler ve “Bizler bu manaların neresindeyiz işin içerisinde mi dışında mıyız” diyebilenler mutlaka Kur’an’ı ve tefsirlerini anlamak ve hayata geçirebilmek için tüm varlığıyla hakikat deryasına dalması elzemdir ki ayakları kaydıran dehşetli hadiselerde sabit kalabilsin.

İman hizmetinde artık ehli dalalet kalmadı denecek bir durumdayız. Okuduğumuz hakikatlerle itikad ve amelimizi ve psikolojimizi muhafaza etmekle mükellefiz.

Ehl-i dalalet olmadığı için artık hissiyatlar devreye girmiş ve nur talebeleri hem dar dairede hissen ve usulen birbiriyle çatışmaya başlamış hem de geniş dairede bu anlayış ve usul farklılıkları mücadele sebebi bir hal almıştır.

Bunun aslında temel sebeplerinden birisi de şudur ki,

“Gaye-i hayalolmazsa, enaniyet kuvvetleşir.

Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenasi edilse; elbette zihinler enelere dönerler, Etrafında gezerler. Ene kuvvetleşiyor, bazan sinirleniyor. Delinmez, tâ “nahnü” olsun. Enesini sevenler, başkaları sevmezler.”[1]

Yani bir hedef kalmaması veya ideallerin hayal veya iddialarda kalmış olması sebebiyle artık ferdler birbiriyle mücadele etmeye başlamıştır. Değirmende taşlar buğdayları öğütürken iki taş arasına buğday atılır ve öğütme başlar. Şayet tane atılmazsa bu defa taş taşı sindirmeye, öğütmeye başlar. Ehl-i dalaletin çekilmesiyle de nurcular bu manada birbirini sindirmeye başlamıştır.

Sathi, yüzeysel okumalar ve sadece okuma eksenli programlar insanlarda ülfete sebep olmaktadır. İnsanların bu ülfetini kırmak ve ferd-i ahere bu hakikatleri ulaştırabilmenin yolu tembelcesine oturarak olmayacaktır elbette ki. Zamanını, ideallerini, hedeflerini, fikirlerini hakikatlerle şekillendirmesi lazımdır. İnsan, biçimsiz yekpare bir taştır. Nasıl ki, heykeltıraş taşı yontarak adeta taş içinde gizlenmiş olan idealini gün yüzüne çıkartır. Yani taşı şekillendirir. İşte iman hakikatleriyle de insan ideallerini şekillendirmelidir heykeltıraş gibi.

Okurken tekrar tekrar, altını çizerek, not alarak, mukayese yaparak okuduklarımızla kendimizi yontmalı ve Allah’a halis bir kul Rasulü Ekreme layık bir ümmet olmak hedefiyle hareket etmeliyiz.

Bütün bu okumalarımı anladım mı diyerek nefsimizde tatbikatını yaparak tecrübe etmeliyiz. Kendimizi teyakkuzda tutmak için de yeniden yeniden okumalıyız…

Zamanın ahirzaman olduğunu, iyinin de kötünün de faydalının da faydasızın da en ileri derecede karıştığını bu hayatta herkes fark etmelidir.

Bu kadar karmaşa içinde de herkes imanî, Kur’anî, İslamî tedbirleri almalıdır, hem kendi âleminde hem de elinin yetiştiği her yerde. Bunları yapabilecek bir kabiliyete sahip olabilmelidir insan.

“Yok ben kendimi düzeltmek için bir köşeye cekilmeliyim bu ahirzamanda” deyip yani hiçbir şeyin, işin, hizmetin ucundan tutmayıp sadece el ucuyla, eğreti olarak, suhre tarzında, haftada bir, günde 5-10 dakikacık zaman dilimlerimizi iman hakikatlerine, Kur’an tefsirlerine, İslamî ilimlere vakit ayırarak kolay kolay imanımızı kavi ve muhkem olarak sürekli muhafaza etmemiz pek değil hiç mümkün olamaz.

Bu şekilde, bu ahirzaman küfrüne, dalâletine, sefahetine, ifsadına, bozgunculuğuna, ihtilaf ve iftiraklarına karşı koymak mümkün değildir asla imkân ve ihtimal de yoktur.

Daha çok hakikatlere zaman ayırarak ve her fırsatta meşgul olarak mümkün olabilir.

Çare-i necat ise, ihlasla, uhuvvetle, sadakatle, tesanüdle, ümit ve aşkla iman, Kur’an hizmetlerine odaklanmaktır. Şayet zeminimizde sıkıntılar varsa kendi imkanlarımızla mesuliyetlerimizi yerine getirmeliyiz.

Bu kuvveti elde edebilmek için daima gereken bir hareket ve faaliyet içerisinde olarak Kur’an tefsirleri olan Risale-i Nurları ihlasla, sadakatle, itminanla, istikrarla, daimi olarak, hiçbir şeye alet yapmayarak okumak, okumak, okumak lazım ve elzemdir. O taş içindeki halis mümini taştan çıkartana kadar. Elimizdeki malzemelerimiz de Kur’an ve Sünnet Tezgahında yapılmış olan Risale-i Nur Külliyatıdır.

“Ey insan-ı fâni! Senin cüz’î bir çekirdek hükmündeki kendi hakikatını, meyvedar bir şecere-i bâkiyeye inkılab etmesini ve beş işarette gösterilen on tabaka meyvelerini ve on nevi gayelerini elde etmesini istersen, hakikî imanı elde et. Yoksa bütün onlardan mahrum kalmakla beraber, o çekirdek içinde sıkışıp çürüyeceksin.”[2]

Selam ve dua ile.

Muhammed Numan ÖZEL

[1]Sözler (708)
[2] Mektubat (292)

Dünya, Büyük Bir Manevî Buhran Geçiriyor

Dünya, Büyük Bir Manevî Buhran Geçiriyor

 

 

İman hakikatleri, ebedi bir hayatın dünyadaki kilometre taşlarıdır. Sağlam adımlarla yol alınmazsa dönüşü olmayan yolda insan hüsrana uğrayacaktır. Unutulmamalıdır ki, “Dünya, büyük bir manevî buhran geçiriyor.” [1]

Buhran geçiren insanlıksa nereden, nasıl cünununu tedavi edeceğini bilmediği için rastgele her şeyi istimal etmektedir. Rast gele istimalse insana şifa değil dert getirir. Bunu çok defa tecrübe etmesine rağmen insanlık bundan ders almamakta önüne gelen şeyleri denemeye devam etmektedir. Bu uğurda her türlü rezaleti ve melaneti de üzerine kaftan olarak giymektedir.

İnsanlık olarak geçen her zaman dilimi zordur. Böyle zamanlarda insanlık doğru ilacı bulsa da midesinde çok ilaçlar olduğu için hakiki dermanı da belki istimal edecek kendinde cesaret ve kudret bulamayacaktır.

Her zamankinden daha ziyade manevî hakikatlere insanlığın ihtiyacı var. Hassaten kurtuluş reçetesini elinde tutanların da manevi mükellefiyetleriyle mesuliyetleri daha da artmaktadır. Cenab-ı Hakk muvaffakiyetler versin, hayırlara vesile kılsın.

İbadetlerdeki noksanlıklar, iktisad ve kanaatsizlikten hasıl olan israf ve bunun neticesi olan kanaatsizlik ve ekonomik sıkıntılar gibi bir çok sebep insanlığın buhranını daha da arttırmaktadır.

Buhranlara en tesirli çare ahir zaman reçetesi olan Kur’an-ı Kerim’in tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatından geçmektedir. Risale-i Nur Külliyatını, mutad bir tefsir olarak düşünmek ve o gözle bakmak Risale-i Nur’un mahiyetini bilmemek ve biliyorsa da kabul etmemekten çıkmaktadır.

Risale-i Nur Külliyatını evrad makamında ve mahiyetinde okumak ve okutmak hem zındıkanın hem de mutaassıbların bir tertibi, bir vartasıdır.

Risale-i Nur Külliyatını doğru okuma ve anlama ve hayata tatbikiyle bir çok buhrana derman olacaktır. Tabiî ki gemisini kurtaran kaptan gibi kendini düşünmek bencillik, egoistlik ve bunların neticesi olan narsistlik alametidir. Bir nur talebesi elindeki hakikatleri başkasına anlatmıyor, tebliğde bulunmuyorsa şayet adım adım narsizme doğru gitmektedir.

Risale-i Nur Külliyatının mahiyetini, nurcular bilmektedir, fakat ya birilerinin tesirinde kalmış olmaları veya ülfet sebebiyle sadece kendilerine inhisar ediyorlar. Çevresindekilere tebliğ etmek ve derslere davet etmekten istinkaf edip, çekiniyorlar.

İçtimai ve ahlaki nizamın sağlanması için Risale-i Nur Külliyatıyla insanlığın buhranına çareler gösterilmesi elzemdir.

“Evet talebe, profesör, meb’us, kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.” [2]

Ne mutlu ona ki, Risale-i Nur Külliyatıyla hem kendini hem de muhitini tenvir ede…

Selam ve dua ile.

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat (628)
[2] Tarihçe-i Hayat (29)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Tac ve Hil’ate Giden Yol

Biz unutsak da, bizi asla unutmayan iki hakikat var: Ahirete açılan yol ve yol üstündeki ölüm hakikati. Ne yoldan dönme ne de ölümle taçlanan dünya yolunda bu tacı giymemek söz konudur.

Bu yolda yürürken şu ikaza dikkat etmeliyiz: “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar.”[1]

Her şeyimize dikkat etmeliyiz. Her şey içinde ve istikametinde hareket ederken ölüm tacını giymeye gafil yakalanmamalıyız. Çünkü gaflet ile ve fısk ile giyilen bu tac ve hil’at insana esefler, pişmanlıklar getirecektir.

Dünya hayatında tac ve hil’ata giden yol asla süt liman olmamıştır ve olamaz da. Maddi ve manevi sarsıntılar daima olmuştur. Çünkü nefs-i emaremiz her an devrededir ve teyakkuz halindedir. Biz gaflete dalarsak sarsıntıların yarıkları ve zelzelelerin yıkıntıları altında kalırız.

Haliyle, sarsıntıları durdurmanın ve mani olmanın imkânı yok. Adetullah şekli, nizamı, kaidesi böyle. Bazı tedbirler almak, dahası yaşanan ânî ve bilhassa kitlevî günah girdapları karşısında hazırlıklı olmak ve tedbir almak bizlerin elinde.

Evet, tedbir ve hazırlık noktasında, Rabbimiz tarafından insanın ihtiyar ve iradesine bir hisse, bir paye, bir mesuliyet verilmiştir. Hülasa, zararı azaltmak ve asgarî seviyeye indirgemek için azami derecede hassasiyet göstermemiz icap eder. Aksi halde, ceremesi de semeresi de büyük olacaktır.

Öte yandan, ölüme her an hazır olmak gibi, temel bir kulluk görevimiz var.

Asıl vazifesini ve mükellefiyetlerini unutan, yahut ihmal eden insan, dünyada manen huzursuzluklarla va ukbada da büyük hasarla karşı karşıya kalıyor.

Ölüm tacına hazırlıksız şekilde yakalanıp hil’atini gafletle giymek facirliktir.

Allah, bizlere iki cihanda da huzurlu, güvenli ve istikametli bir hayat nasib eylesin.

“Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”[2]

“Madem her yer misafirhanedir; eğer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar. Eğer yâr değilse, her yer kalbe bârdır ve herkes düşmandır.”[3]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar (136)
[2]Şualar (472)
[3] Mektubat (73)

Kaynak: RisaleHaber