Etiket arşivi: istikamet

Risale-i Nur Tabyaları

Risale-i Nur Tabyaları

Tarihte şehirler/kaleler surlarıyla düşmanlardan muhafaza edilmiştir. Lakin teknolojinin inkişafıyla sadece surlar kifayetsiz kaldığının görülmesiyle surların arkası topraklarla tahkim edilmiştir. Bu surette tahkim edilmiş olan surlara tabya denilmektedir.

Risale-i Nur Külliyatı da “imanın etrafında çelikten zırh..”[1] olarak Din-i Mübin-i İslamın etrafında bir kalkan bir zırh gibi olmuştur. Mataryalist zihniyete karşı müdafa-i Kur’an ve edille-i Şer’iyede bulunmuştur. Çünkü Bediüzzaman daha çocuk addedilen bir yaşında şu manayı istihraç etmiştir. “Kur’ana hücum edilecek, i’cazı onun çelik bir zırhı olacak.”[2] binaenaleyh tüm mesaisini bu tabyaları inşa etmek için. “Âdeta bütün hayat-ı ilmiyem, mukaddemat-ı ihzariye hükmüne geçmiş. Ve Sözler ile i’caz-ı Kur’anın izharı, onun neticesi olacak bir surette olmuştur.”[3] Yani bir hazırlık dönemi olarak ilmî hayatını değerlendirmektedir. Mataryalizm ve komünizmle mücadelede bir tahkimat görevlisi olarak görmektedir.

Bediüzzaman’ın inşa ettiği Risale-i Nur Tabyaları islamın ecnaib tarafından istilası hengamesinde çok büyük bir vazife ifa etti. Bu tabyalarla bu Anadolu halkı ecanibin her türlü istilasının olduğu zamanda dinini, haysiyetini, sancağını elinden bırakmadı. Nice canların bu uğurda şehadet şerbetini içtiği bir zamanda. Allah, Rasulullah, İslamiyet, şeair.. nidalarını hakikati duymaktan sağır olanların kulaklarını çınlatır derecesinde söylemiştir. Bu sesi susturmak için sürgün, tecrit, mahkemeler… yoluyla icraatlar yapılmıştır. Ama bu ses daha da gürleşmiştir. Sözler, Lem’alar, Mektubat, Şualar isimli eserler birbirini takip ederken 27. Mektup ise çağlayan bir şelale gibi olmuştur. Bediüzzaman temelde bu eserle iman sur’unu inşa etmekle kalmamış bu surları birer tabya haline getirmek için başta Risale-i Nur Hizmetinin meslek ve meşrebini tüm talebelerine öğretmek ve sistematik hale getirmek için Tatihçe-i Hayat isimli eser neşredilmiş ve daha da muhkem olması için tabyaların Barla, Kastamonu, Emirdağ Lahikaları, Sikke-i Tastik-i Gaybi eserleri telif edilmiştir.

varis neşriyatlar

Bu 5 eser ile Tabya-i Risale-i Nur tesis edilmiş oldu. Nice neferat-ı Nuriye de bu tabyalarda ecanibin fikri ve fiili istilasına karşı elinde “Zülfikar-misal[4] Risale-i Nur ve Evrad-ı Nuriyeler ile Kur’an-ı Kerim ve Şeair-i İslamiye çevresinde nöbet tutmaktadır. Bu nöbet kıyamı biiznillah kıyamete dek devam edecektir. “Kur’an’a ait mesaille iştigal, bir nevi manevî mütefekkirane Kur’an okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-ı Kur’an manaları risalelerin istinsah ve mütalaalarında vardır itikadındayız. Zâten bu ciheti siz takdir etmişsiniz.”[5]

“Kur’anî bahçede her zaman başka renkte, başka letafette, başka tesirde hakikî cennet çiçekleri açılıyor.”[6]

“İkinci ve üçüncü tekrarlarımda öyle bir zevk-i ruhanî uyandırdı..”[7] “Şimdiye kadar büyük bir zevk ile mükerreren okuduğum ve daima okumaktan hâlî kalmadığım Sözler ve Mektubat hakkında kanaatlerimi daima üstadıma arz ettiğimden, yazacak kelime bulamıyorum. O da âcizliğimden olsa gerektir. Bir risale ne kadar parlaksa, onu takib eden ondan çok ziyade parlaktır. Binaenaleyh ne yazsak hakkıyla ifade-i meram etmiş olamıyorum.

Şimdi hayatım çok zevklidir. Sözler’in tedkikatıyla meşgulüm. Evvelki okuyuşlarımda hazmedemiyordum. Şimdi gayet yavaş ve dikkatli okuyup anlamaya çalışıyorum. Takıldığım noktalar oluyor, soruyorum. Bu vesile ile istifade fazladır.

Sözlerinizin her satırı, bir kitab teşkil edecek kadar şümullü ve manidardır. İstenildiği kadar izah olunabilecektir. [8]

Sözler ve Mektublar hakikaten Nur isminin tecellileridir ki, sühuletle intişar ediyorlar.” [9]

“Müslüman ruhları bunlara gıda gibi muhtaçtırlar.” [10]

“Bu elmas ve cevherler, bu sergiler asrımıza verilmiş; bütün asrımızda kazancımızı versek, yine o elmasların birinin fiyatını veremeyeceğiz. Bahar mevsimi geçmeden bütün cevherlerden alalım. O cevherler ise, Risale-i Nur Külliyatıdır.

Bu asrımızda, bu yaralar ile nasıl istirahat edebiliriz, yoksa!.. Bu asrın manevî doktoru ve ilâçları ise, Kur’an’dan tereşşuh eden Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur’dur. Onlara sıkı sarılalım.” [11]

“Risale-i Nur’un yüz yirmi parçasından beher parçası birer mürşid-i a’zam, birer mürşid-i ekmel, birer kal’a-i hasin, birer elmas kılınç olarak sabittir.”[12]

     Bu mehazlerde Risale-i Nur okumak ve Risale-i Nur ile hizmet etmek meselesinde neye nasıl hizmet edildiğine bir nebze değinmek istedim ki nice mehazden katarattır sadece bu mehazler.

     Ne mutlu ifa ettiği hizmetin şuurunda olup bu liyakatle çalışana..

 

     Tabya-i Risale-i Nur’da nöbet tutan ve tutup nöbetini devreden kahraman ve cengaver olan manevi neferatı tebrik eder ihsan-ı ilahi olarak omuzlarımıza konulan bu vazifede şahsi alemimizdeki iman surlarını Lahikalarla tahkim edip şahsi tabyalarımızı inşa edebilmeyi niyaz ederim.

Selam ve duayla

Muhammed Numan özel 

[1] Tarihçe-i Hayat ( 237 )

[2] Mektubat ( 368 )

[3] Mektubat ( 374 )

[4] Kastamonu Lahikası ( 32 )

[5] Barla Lahikası ( 330 )

[6] Barla Lahikası ( 220 )

[7] Barla Lahikası ( 185 )

[8] Barla Lahikası ( 190 )

[9] Barla Lahikası ( 242 )

[10] Barla Lahikası ( 247 )

[11] Barla Lahikası ( 158 )

[12] Barla Lahikası ( 169 )

Bir numaralı meselemizin farkında mıyız?..

Günlük olaylar kafamızı kalbimizi istila ve işgal ediyor adeta. Hangi meselenin bir numaralı meselemiz olduğunu seçemez hale bile geliyoruz. Bu durumda hemen Hud Suresi’ndeki ayetin ikazını düşünmeye başlıyoruz:

-Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol!.. (112)

Demek bizim kafamızı, kalbimizi meşgul etmesi gereken bir numaralı meselemiz, istikametimizi koruma meselemizdir! Yoksa günlük olayların istila ve işgaline maruz kalıp da hayatımızın bir numaralı meselesi olan istikametimizi koruma konusunda büyük gaflete düşmek değildir.

Bu konuda kimse kendini istikametini koruma görevinden hariç tutamaz. Benim istikametim düzgündür, ben garantideyim, istikametimi koruma hassasiyeti duymama gerek yoktur, diye bir rehavete kapılamaz. Bunun aksi de böyledir.

‘Benim istikametim hep bozuk gitmiştir, düzeltmem de mümkün değildir’ diye peşin bir ümitsizlik çukuruna kendini atamaz. Bugün istikameti iç açıcı olmayabilir; ama yarın iradesini güçlendirir, istikametini düzeltebilir, ebedi hayatını kazanabileceği mutlu bir istikamet çizgisine yönelebilir.

Bu sebeple, kafaların karışıp dikkatlerin dağıldığı devrelerde istikametini koruma konusu, hemen hepimizin bir numaralı meselemiz olduğunun farkında olmamız gerekmektedir!

Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri’nden aldığımız şu çarpıcı uyarı da bizi mutlaka düşündürmelidir. Buyurmuş ki:

-Hud Suresi’ndeki “Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol!..” ayeti beni ihtiyarlattı!

Evet, emrolunduğumuz gibi istikamet üzere olma hassasiyetimiz de bizi ihtiyarlatacak derecede bir numaralı meselemiz olmalı, saçlarımızı beyazlatacak derecede sorumluluk duygusu içinde istikametimizi koruma şuurunda ve hassasiyetinde olmalıyız.

İsterseniz maneviyat büyükleri istikametimizi koruma görevimize nasıl dikkatimizi çekiyorlar görelim. Şah-ı Nakşibend Hazretleri’ne kerametler gösterecek derecede düzgün istikametli bir zattan söz ederken derler ki:

-“Bu zatın istikameti öylesine düzgün ki, bazen sabah namazlarını Kâbe’de kıldığı bile görülmektedir!”

Şah-ı Nakşibend Hazretleri, ‘O keramet mühim değil!’ deyip geçer. ‘Dicle Nehri’nin üzerinden yürüyerek gider, suya batmaz.’ derler. ‘O da mühim değil!’ der. ‘Bahçesinde çalışırken zemin çamur olursa seccadesini havaya atıp namazlarını üzerinde kılar.’ derler. ‘O da mühim değildir!’ deyince:

-Efendi Hazretleri derler, o keramet mühim değil, bu mühim değil de, sizin için ne mühimdir?

Maneviyat büyüğünün cevabına bakın:

-‘Benim için mühim olan, onu o makama yükselten istikamet çizgisini son nefesine kadar koruyarak devam ettirmesidir, anladınız mı şimdi mühim olanın ne olduğunu?’ der. Mesele istikamet çizgisini son nefesine kadar koruma titizliğine sahip olması, zamanla bozulma ve gevşemeye düşmemesi, kazandığı bu düzgün istikametini gaflete dalarak kaybetmemesidir!

Demek oluyor ki, hiç kimse şu anki düzgün istikametine bakıp rehavete kapılmasın. Yine hiç kimse de şu andaki kötü istikametine bakıp da benden istikameti düzgün bir adam olmaz, diyerek ümitsizliğe düşmesin. Hemen herkes istikametine sahip olma ve düzeltme konusunda saçlarını beyazlatacak derecede ciddi bir dikkat ve şuurun içinde olsun. Allah Resulü’nü (sas) ihtiyarlatan istikametini koruma titizliği, hemen hepimizin de saçlarımızı beyazlatacak derecede önemli meselemiz olsun!.

-Ne dersiniz, böyle bir hassasiyetimiz söz konusu mu? İstikametini düzeltenler korumak için, düzeltemeyenler de düzeltmek için saçlarımızı beyazlatacak derecede bir hassasiyet içinde olmamız gerektiğinin farkında mıyız?

-Yoksa ‘Ayağını sıcak tut başını serin, hayatını gafletle yaşa düşünme derin’ tekerlemesi bizim gafletimizi de mi anlatmış oluyor bu durumda? İstikametimizi koruma diye bir meselemizin varlığının farkında bile değil miyiz yoksa!

Ahmed Şahin / a.sahin@zaman.com.tr

Başarılı Olmanın İki Sırrı: “Sabır ve Sebat”

O kadar çok “kişisel gelişim” ve “başarı” kitabı pompalandı ki, herkes ister istemez etkilendi… Tabii gençler daha fazla etkilendiler. Sadece Amerikan menşeli “gelişim” kitapları değil, devlet de gençlerini başarıya zorluyor, sınavdan sınava koşturuyor.

Sanki hayat “başarı”dan ibaret! Sanki hayatta başarıdan daha önemli şeyler yok: İman gibi, ebediyet gibi, mutluluk gibi, sevgi gibi, aşk gibi, huzur gibi, aile gibi, duygu gibi…

Ve daha pek-çok şey…

Başarı “makam”, “para” ve “güç” getirebilir, ama bunlar “mutlu” ve “huzurlu” bir hayat için yeterli değil.

Bir sürü ortaokulda, lisede, üniversitede konferanslar verdim. Gelen sorular arasında “Nasıl başarılı olunur?” sorusu başı çekiyor.

Kimse huzur ve mutluluğun yolunu keşfetmeye meraklı değil. Sanırım yetişme tarzından kaynaklanıyor.

Biz çocuklarımızı “adam” olmaya değil, “başarılı” olmaya yönlendiriyoruz. Ancak nasıl başarılı olunacağını söyleyemiyoruz.

Oysa bunun da bir mantığı var ve biz bu mantığı “başarılı” olmuş insanların hayatlarında bulabiliriz…

Öncelikle peygamberlere bakın: “Artık bitti” denilen yerde, sadece imanlarına dayanarak yeniden dirilişi gerçekleştirdiler.

Osman Gazi’ye bakın: “Yapılamaz” denileni yaptı ve hiç yoktan bir devlet kurdu…

Fatih Sultan Mehmed, “alınamaz” denileni (İstanbul) aldı ve devletini imparatorluk burcuna yükseltti…

Selçuklu ve Osmanlı hükümdarlarını bu açıdan bir daha inceleyin: Göreceksiniz ki, başarıya ulaşmanın yolu “sabır” ve “sebat”ı içselleştirmekten geçiyor.

Bunun dünya tarihinde de pek çok örneği var: Meselâ dünyayı değiştirenlerden biri olarak kabul edilen Thomas Alva Edison’un (1847-17 Aralık 1931) hayatına bakın: “Yağ ve fitil olmadan ışık olmaz” diyenlere karşı, “olacak” dedi, “ben dünyayı ampulle aydınlatacağım!”

Herkes onunla alay ederken, o laboratuarına kapanmış, gecesini gündüzüne katıp çalışıyordu. Fakat aksilikler de peşini bırakmıyordu. Bir ara laboratuarında yangın çıktı ve tüm notları yanıp kül oldu.

Herkes Edison’un, “Artık her şey bitti, bu iş olmuyor, zaten ben de yaşlandım” demesini beklerken, o yapacağı yeni başlangıçların heyecanını yaşıyordu.

Edison’un kararlılığını (sebat) okuyamayan genç bir gazeteci yanına yaklaştı ve haline acıyarak, “Çok geçmiş olsun üstat” dedi, “maalesef tüm emekleriniz yandı.”

Çok şükür tüm hatalarım ve yanlışlarım yandı” diye karşılık verdi Edison, “artık sıfırdan başlayabilirim!”

“Yeni başlangıç”ların heyecanını yaşayan Edison, 67 yaşındaydı. Ne yakınıp dövündü, ne de matem tuttu. “Yandım-yıkıldım” nutukları da atmadı. Hiç vakit kaybetmeden yeni bir laboratuar tuttu ve büyük bir heyecanla yeniden çalışmaya başladı.

Öyle bir “yeni başlangıç” yaptı ki, her şeyini kül eden yangının üzerinden henüz bir ay geçmeden, ilk fonograf cihazını yapmayı başardı.

Özetle söylemek gerekirse: Başarının iki ayağından biri “sabır”, ikincisi “sebat”tır!

Yavuz Bahadıroğlu / moralhaber.net