Etiket arşivi: kadın

Oruçlu hanım dil ucuyla yemeğin tuzuna bakabilir mi?

Mecbur kalınan durumlarda dil ucuyla yemeğin tadına tuzuna bakılması sırasında boğazdan aşağıya bir tat ve tuz yaşlığı geçmemesi durumunda, oruç bozulmaz. Böyle bir dil ucu kontrolünde dil ucundaki yaşlığın ağız içine dağılmasına fırsat vermeden, anında dışarıya tükürülerek atılması gerekir ki, orucu bozma vesvese ve şüphesi akla gelmesin. Ayrıca iftar sofrasındakilerin yemeğin tadında, tuzunda bir noksanlık hissetmeleri halinde, bunu yemeği hazırlayanın oruçlu olmasının normal ve meşru bir sonucu olarak görmeleri gerekir, İslam edebinde bu bir kusur sayılmaz.

Soru: Oruçlu iken morfinli morfinsiz diş çektirmek doldurtmak, kaplatmak orucu bozar mı?  

Cevap: Diş tedavisi sırasında boğazdan aşağıya, bedenden içeriye bir şey gitmezse, mesela kan yutulmaz, ilaç içe çekilmezse oruç bozulmaz. Bununla beraber, şüpheden kurtulmak için bu gibi acil olmayan tedavileri iftardan sonraya tehir etmekte isabet olduğu unutulmamalıdır.

Soru: Göze, burun ve kulağa damlatılan ilaç orucu bozar mı?

Cevap: Göze ve zarı delik olmayan kulağa damlatılan ilaç orucu bozmaz. Ancak buruna damlatılan ilacın  (yemek borusu ve mideyle bağlantısı bulunduğundan dolayı mideye doğru akacak kadar çok olması halinde) orucu bozabileceği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Bu itibarla, buruna akıtılan ilaç bulaştığı burun içinde kalır da karın boşluğuna aşağı akacak kadar çoklukta olmazsa orucu bozmaz. Bu karışık konu için Diyanet ilmihaline de bakılabilir.

Soru: Kadın, özel halinin başlayacağı günü de oruca niyet etmeli midir? Yoksa âdet görme ihtimali olan günde oruca niyet etmese de olur mu?

Cevap: Âdet göreceğini sandığı günü de oruca niyet etmesi uygun olur. Özel hal başlamazsa orucunu tamamlar. Başlarsa hemen bırakır. Bir karışıklık söz konusu olmaz.

Soru: İlaç alarak âdeti Ramazan’dan sonraya tehir ettirmek uygun olur mu?

Cevap:  Uygun olsa da sıhhi açıdan mahzur ihtimali akla gelmektedir. En iyisi, oruç tutulmalı, özür başlayınca bırakılmalı, yenen günleri de sonra kaza ederek borçtan kurtulma yolu tercih edilmeli, ilaç alarak tehire zorlamaya gerek duyulmamalıdır.

Çünkü oruç ‘tut’  emri de dini emirdir.  Âdet başlayınca ‘ye’ emri de.. Bu sebeple tutunca itaat etmiş de tutmayınca isyana yönelmiş olunmaz. Belki her iki halde de emre uyulmuş, ikisinden de sevap kazanılmış olunur. Bundan dolayı bir maneviyat büyüğünün hanımlara şu hitabı düşünülmeye değer görülmüştür. Demiş ki:

-Hanımefendiler, sizler Allah’ın ne bahtiyar kullarısınız!. Orucunuzu tutar sevap alırsınız, tutmaz yine sevap alırsınız. Çünkü her iki halde de emre uymuş olursunuz. Emre uyan sevap alır, günaha maruz kalmaz.

Soru: Astımlı hastaların kullandığı sprey orucu bozar mı?

Cevap: Nefes almakta zorluk çeken astımlının boğazına pompaladığı özel karışımlı ilaç orucu bozmaz!.

Çünkü bu bir hayati ihtiyaçtır. Ayrıca yutulan özel hava zerrecikleri içeriye gittiği doğru olsa bile akciğerden ileriye geçmediği, mideye ulaşmadığı ve susuzluk ihtiyacını karşılamadığı da ileri sürülmektedir. Bu sebeple astımlının nefes almayı kolaylaştıran oksijenli hava pompalaması orucu bozmayacağı yolunda Diyanet’in de fetvası vardır.

Ahmed Şahin / Zaman

Bir Kul Olarak Kadın (Cuma Hutbesi) – 08.03.2013

Kıymetli Kardeşlerim!

Yüce Allah, kâinatın en şerefli varlığı olan insanı, bir tek özden yaratmıştır. İnsan olma onur ve sorumluluğunu hem kadına hem de erkeğe yüklemiştir. Sahip oldukları bu sorumluluk ve değer açısından kadın ve erkek, Rabbimiz nezdinde aynı önemi haizdir. Nitekim Yüce Rabbimiz “Mümin olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” buyurmaktadır. Dolayısıyla kadınıyla erkeğiyle bütün insanlar, Allah’ın kuludur. Önemli olan bu kulluğun farkında olmak, karşılıklı görev ve sorumluluk bilinciyle hayatı sürdürmektir. Peygamberimiz de, “Kadın ve erkek bir bütünü tamamlayan iki eşit parçadır.” sözüyle kadın ve erkeğin biri olmadan diğerinin eksik kalacağını ortaya koymuştur. Bu itibarla kadın ve erkek, sağlıklı ve huzurlu bir toplumu birlikte inşa eden, birbirlerini koruyan ve sükuna ulaştıran iki ayrı değerdir.

Değerli Kardeşlerim!

Rahmet Peygamberi, kadının toplum içinde saygın bir yere sahip olması için bugün bile gıpta ile karşılanacak nice gayretler göstermiştir. Öyle ki dönemin kadına yönelik bütün acımasızlığına rağmen O, her daim kadının onurunu korumuş, kadına karşı şiddete başvuranları sert bir dille uyarmıştır. O’nun kadına muamelesi şefkat, merhamet, nezaket ve anlayış örnekleriyle doludur. O, vahye muhatap olmanın heyecan ve ağırlığını ilk olarak sadakât timsali eşi Hatice annemiz ile paylaşmıştır. Sütannesi Halime’ye derin hürmet göstermiş, kızı Fatıma’yı sevgi ve şefkatle büyütmüştür. Kız torunu Ümâme’yi omzuna alarak ashabına imamlık yapmıştır. “Sizin en hayırlılarınız hanımlarına karşı en iyi davrananınızdır” buyuran Efendimiz, hem eş, hem baba, hem de evlat olarak bir kadına nasıl davranılması gerektiği hususunda bize en güzel örnek olmuştur.

Kardeşlerim!

Yüce Kitabımızda Allah’ın övgüsüne mazhar olmuş kadınlardan kesitler sunulur. Yaratılışın kendisinde tezahür ettiği annemiz Havvâ, iman ve cesaretin zirveye ulaştığı Asiye, hayâ ve iffetin mekan tuttuğu Meryem, sadakât ve teslimiyetin anlam bulduğu Hacer, namus ve haysiyeti Yaratıcı tarafından tescillenen Âişe validemiz bu yüce şahsiyetlerden sadece birkaçıdır.

İnancımızda kadın Allah’ın emaneti olan bir eş, ayaklarının altına cennet serilen bir anne, Allah’ın rahmeti ile sarmalanmış bir evlat ve Rabbimizin mükerrem kıldığı bir varlıktır. Bu itibarla kadın her türlü hürmet ve saygıya layıktır. Kadınları incitmek, hangi gerekçeyle olursa olsun dövmek, mağdur ve mazlum durumuna düşürmek inancımızla bağdaşmaz.

Kardeşlerim!

Ne hazindir ki günümüzde hemen her coğrafyada kadın baskı, şiddet ve zorbalıklara maruz kalmaktadır. Kadın onuru ve saygınlığını hiçe sayan bu çirkin davranışlar cehalet, merhametsizlik, vicdanî değerlerden yoksunluk, dahası insan oluştan uzaklaşma gibi etkenlerden kaynaklanmaktadır. Söz konusu yanlış tutum ve davranışların İslam ile bağdaştırılması ise daha da vahimdir. Çünkü zulüm ve şiddeti hoş gören hiçbir yaklaşımın, düşüncenin, geleneğin ve inanışın, kendisine Kuran ve Sünnet’te yer bulması mümkün değildir. Unutmayalım ki yüce dinimiz İslam ve onun peygamberi Efendimiz eşimize, evladımıza güzel davranmayı imanın kemali için gerekli görmüştür.

A’râf,7/189.
Nisâ, 4/ 124.
Ebû Dâvûd, Tahâret, 94.
Tirmizî, Radâ’, 11.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Zor Bir Eşle Nasıl Baş Edeceğim?

Evlendiniz ve mutlusunuz.

Tam istediğim gibi bir evlilik yaptım” diyorsunuz. Balayı bitiyor. Evliliğin rutin dünyasına giriyorsunuz.  Giriyorsunuz ama bir şeyler de değişiyor. Erkek, işten geldikten sonra eşofmanlarını giyip tv nin karşısına geçiyor.

Hanımefendi çalışıyorsa o da işten gelir gelmez eşofmanlarını giyip hışımla mutfağa yöneliyor. Çalışmıyorsa eskisi gibi sofralar hazırlayıp eşini kapıda neşeyle karşılamıyor. Gözünü dizilerden alıp bir fincan kahve yapmak zahmetine katlanmıyor.

Ara-sıra tartışmaya da başladınız.

Düşünüyorsunuz, “neler oluyor bu kadına ya da adama? Neden değişti?”

Aslında değişen bir şey yok!

Siz sadece zor biriyle evlendiniz. Hayal gemisi hakikat limanına demir attı. Pembe yelkenler suya değdi.

Şimdi ne yapacaksınız? Acaba yol yakınken ayrılsanız mı?

Ne yani bu kadar basit mi?

Mağazadan elbise almadınız ki, biraz giydikten sonra defolu çıktı diye değiştiresiniz?

Şirket kurmadınız ki, ortağımla anlaşamıyorum yol yakınken ayrılayım diyesiniz?

Bir emanet, sorumluluk ve vebal aldınız. Hop diye değiştiremezsiniz.

Peki, ne yapmalısınız?

*Önce dünyanın imtihan yeri, eşinizin de onun bir parçası olduğunu kabul edin.

* “Neden ben böyle biriyle evlendim” diye hayata küsmeyin.

* Eşinizin artılarıyla eksilerini yan yana dizin, artılar fazla geliyorsa her daim artıları göz önünde bulundurun.

* Sevginizi gizlemeyin. Sevildiğini bilen uysallaşır, bilmeyense hırçınlaşır.

* Fikirlerine saygı gösterin. “Senin de ne saçma fikirlerin var” demeyin. Tenkit silahıyla kalbinden vurmayın.

* Diyalog köprülerini yıkmayın. İlgi yollarına barikatlar kurmayın. En muhteşem saraya bile yol olmadan gidilmediğini unutmayın.

* Aranıza kin, nefret ve öfke duvarları örmeyin.

* Hoşunuza gitmeyen söz ve davranışları karşısında rahatsızlığınızı kasap gibi değil, cerrah hassasiyetiyle belirtin.

* Eşinizin tedavisi mümkün olmayan psikolojik bir hastalığı, içki-kumar, şiddet vb.kötü alışkanlığı yoksa, şayet bir insan Himalaya dağına çıkabiliyorsa eşinin gönül dağına da çıkabilir. Saray inşa etme kabiliyetine sahipse saadet sarayını da inşa edebilir. . Bu sebeple ülke fetheten kral gibi güçlü olup, eşinizin gönlünü fethetmeye kararlı olun.

* Mucit oluğunuzu düşünüp, Edison gibi eşinizin ruh dünyasını aydınlatacak ışığını bulun.

* Pastör gibi mutsuzluk marazınızın ilacını keşfedin,

* Arşimet gibi evliliğinizi ayakta tutacak formülü arayın.

* Eyyüb Peygamber gibi sabırlı olun. “Bütün güzellikler acı ızdırapların neticesidir” cümlesini parola edinin. Çekirdek çürümeden filiz vermiyor. Buğday öğütülmeden un olmuyor. Hayvan insan midesinde erimeden insaniyet mertebesine yükselmiyor.

Hülasa kader kitabındaki yazılar, “neden böyle yazıldı” diye kin ve nefret ve isyan silgisiyle silinmiyor. Sadece silmeye çalışan el yoruluyor.

Sabır gözlüğüyle o yazıları okumaya çalışmak daha kolay oluyor.

 Gülay Atasoy / MoralHaber.Net

Mutlu olmak için eşinize hoşgörülü davranıp ilgi gösterin!

Bireyselliğin çok ön plana çıkartıldığı, herkesin kendini göstermek, ön plana çıkarmak için uğraştığı günümüzde, hep takdir edilen olma isteğinin artış gösterdiği belirtildi. Uzmanlar, bu durumun aile yaşamına yansıtılmasıyla, aile saadetini yakalamanının zorlaştığına dikkat çekiyor.

Psikolog Ümran Akıncı, kadın ve erkeğin ikisinin de çalıştığı durumlarda, eşlerin çok yorgun olduklarını belirterek, birbirlerinden daha çok yardım beklediklerine bunu bulamayınca sorun yaşadıklarına dikkat çekti. Kadınların çalışmayıp evin içinde kendilerini her gün temizlik ve yemek gibi işlerle harap edip, eşleri eve geldiğinde onlardan yardım beklediğine dikkat çeken Akıncı, “Her iki taraf da gerekli yerlerde susmayı, dinlemeyi, alttan almayı, anlayışlı olmayı, eleştirmemeyi ve eksik aramamayı, övmeyi, takdir etmeyi, teşekkür etmeyi, zeytinyağı misali üste çıkmamayı öğrenmeli. Hep tek taraflı övgü, ilgi, anlayış, hoşgörü ve saygı göstermek diğer taraf için hem yorucu hem de bunaltıcı olsa gerek.” dedi.

Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Psikolog Ümran Akıncı, işten yorgun gelen ev reisinin hanımı tarafından mutlulukla karşılanmak istendiğini söyledi.

Akıncı şunları kaydetti: “Türk toplumu modelinde kadınların geneli, eşleri kapıdan girer girmez günün en olumsuz ve kötü haberlerini verirler; çocukların yaramazlıklarını, kavgalarını, ödevlerini yapmamaları gibi ne kadar can sıkıcı haber varsa bir çırpıda sayarlar hemen. İyi güzel de; akşama kadar bin bir türlü insanla karşılaşmış, ekmek parası kazanmak için çalışıp didinmiş aile reisi evine gelir gelmez bunları duymak ister mi acaba? Kadınlar kendilerini beylerinin yerine koyarak bir düşünsünler bakalım.

Kendilerini güler yüzle karşılayıp, gününün nasıl geçtiğini halini hatırını soran bakımlı bir hanım karşılasa daha iyi olmaz mı? Hanımlar akşama kadar yorulmuş, yorulmadıysa da sıkılmış, ‘bey gelsin de konuşalım’ diye beklerler, beyler işten gelince de; konuşamayıp içlerini dökemedikleri için daralıp bunalıyorlar. Beyler biraz dinlenip de hanımlarının gönlünü alsa, akşama kadar yollarını gözleyen hanımları ile biraz ilgilenseler dünya tersine dönmez elbet.”

AİLE DIŞINDAKİLERE GÖSTERDİĞİMİZ İLGİ, NEZAKET VE SAYGIYI EVDEKİLERE DE GÖSTERELİM

Aile dışındaki insanlara gösterilen nezaket, güler yüz, hoşgörü, anlayış ve sabrın evdeki eş ve çocuklara da gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Akıncı, ‘nasıl olsa evdekiler çantada keklik’ anlayışının yanlışlığına dikkat çekti. Evde saksıdaki bir çiçeğin bile gerekli su, güneş ve ilginin verilmemesi halinde kuruduğuna işaret eden Akıncı, hanımların eşleri ile iletişim yolu bulamamaları halinde kayınvalidelerini gözlemlemelerinde yarar olduğunu dile getirdi.

Aile saadetinin empati yapmaktan geçtiğine işaret eden Akıncı, eşlere şu tavsiyelerde bulundu: ‘Kayınvalideler oğulları ile nasıl iletişim kuruyorlar? Her annenin oğlu paşadır, kraldır, padişahtır. Biz hanımlar da beylerimize evin padişahıymış gibi davransak daha çok hoşlarına gitmez mi acaba? Tabii bu arada erkekler de çok havaya girip hatunlarına köle muamelesi yapmadan onların kraliçesi gibi davranmaları gerekir. En nihayetinde her hanımda kendi anne ve babasının nazlı çiçeği, prensesi, gözünün nuru, kınalı kuzusu değil midir? Her iki tarafta gerekli yerlerde susmayı, dinlemeyi, alttan almayı, anlayışlı olmayı, eleştirmemeyi ve eksik aramamayı, övmeyi, takdir etmeyi, teşekkür etmeyi, zeytinyağı misali üste çıkmamayı öğrenmeli. Hep tek taraflı övgü, ilgi, anlayış, hoşgörü ve saygı göstermek diğer taraf için hem yorucu hem de bunaltıcı olsa gerek. Ancak böyle bencil eşler kendilerinin hiç farkında olmazlar nedense. Genellikle karşıdakini suçlayıp dururlar.

Her insanın her gün yapamasa da arada bir durup kendine bakması gerekir. ‘Ben ailem için ne yapıyorum, onlara nasıl davranıyorum, nerede eksik ve yanlışlarım var?’ gibi sorularla özeleştiri yaparak kendini sorumluluk sahibi bir anne, baba, eş haline getirmek için çaba harcaması gerekir. Unutmayın ki yuvayı dişi kuş yapar ve idare eder. İlm-i siyaset kavramındaki siyaset kelimesinin ‘seyis’likten geldiği gözetildiğinde; idarecinin yükünün ağır olduğu açığa çıkar. Her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır. Başarı da mutlu olmanın ilm-i siyasetini bilmekten geçer.”

Cihan