Etiket arşivi: kutlu doğum haftası

Hoş Geldin Ya Resulallah (Şiir)

Resulullah'a Salat ve SelamHoş geldin Ya Resulallah

Hoş geldin dünyamıza

Hoş geldin çağımıza

Hoş geldin aramıza

 

Bereketlendirdin varlıkları

Umutlandırdın günahkârları

 

Baş tacısın kâinatın

Sebebisin mevcudatın

Kaynağısın şu hayatın

 

Müjdeyle geldin günahkârlara

Afla geldin isyankârlara

Mürüvvetle geldin zulümkârlara

 

Hakikat güneşi oldun

İnsanlığın kalbine doğdun

Karanlıkları nura boğdun

 

Gece ve gündüzlerin rengi değişti

Duygu ve düşünceler derinleşti

Sözler ve lezzetler enginleşti

 

Getirdiğin nur her yere ulaştı

Sen doğdun putlar devrildi

Kisra’nın Sarayı çatır çatır yıkıldı

 

Mecusilerin bin yıllık ateşi söndü

San’a gölü kuruyup çöle döndü

 

O günden beri her yer nurlu

Sana iman eden müminler huzurlu

 

Hak geldi batıl zail oldu

Ehli küfür karanlıklarda boğuldu

 

Salat – Selam Sana olsun

Al ve Ashabına olsun

 

Ey kâinatın Efendisi

Ey Allah’ın Resulü

Ey Rabbimin Sevgili Kulu                                                          

Ey gözlerimin Nuru

Ey gönüllerin süruru

Hoş geldin Ey Sevgili

Hoş geldin Ya Resulallah

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

“Hattın Sultanları” Kutlu Doğum’a özel sergilenecek

“Hattın Sultanları” Ayasofya ve Ankara’da gün yüzüne çıkıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı 2013 yılı Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında İstanbul Ayasofya ve Ankara Congresium’da İslam hat sanatlarının en nadide parçalarından oluşan iki sergi düzenliyor.

İslam sanat tarihi uzmanı Prof. Dr. Uğur Derman’ın danışmanlığında “Hüsn-i Hat” ismiyle gerçekleştirilecek sergide Sultan II. Mahmud, Sultan III. Selim, Sultan III. Murad, Sultan Abdülmecid ve Sultan Vahidüddin gibi hattat Osmanlı Sultanlarının yanı sıra son dönemin ekol olmuş meşhur hattatlarından Hafız Osman, Yesarizade Mustafa İzzet, Sami Efendi, Fehmi Efendi, Mustafa Rakım, Mahmud Celaddin, Selma Hanım, Abdullah Üsküdari, Hamid Aytaç, Necmeddin Okyay’a ait yazma eserlere de yer verilecek. Vakıf Hat Sanatları Müzesi, Süleymaniye Kütüphanesi, İstanbul Şehir Müzesi, Topkapı Sarayı ve özel koleksiyonlardan seçilen nadide eserlerden oluşuyor. “Hattın Sultanları” olarak tanımlanan koleksiyon ilk kez bir arada sanatseverlerle buluşuyor.

Açılışı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ve Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem tarafından yapılacak sergide 300’e yakın tarihî eserin Ayasofya ve Ankara’da sergilenmesi planlanıyor.

Günümüz meşhur hattatlarının özel çalışmalarının da yer alacağı sergi 12 Nisan–12 Mayıs 2013 tarihleri arasında İstanbul Ayasofya Müzesi’nde, 18 Nisan–23 Nisan 2013 tarihleri arasında ise Ankara Congresium’da sanatseverlerle buluşacak.

Geçtiğimiz yıl Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Ayasofya’da düzenlenen Lisan-ı Hat ile Aşk-ı Nebi Hilye-i Şerif sergisi iki ayda bir milyon sanatsever tarafından ziyaret edilmişti.

Diyanet

Bursa’dan Strazburg’a uzanan Peygamber coşkusu

Geçtiğimiz 23 Nisan günü Bursa Muş-İl Der’in davetlisi olarak Kutlu doğum programına konuşmacı olarak iştirak etmenin heyecan ve gururunu yaşadım.

Türkiye’nin ve tüm dünya Müslümanlarının coşkuyla yâd ettikleri mevlîd-i Nebî’nin ihtişamı salonlardan ve gönüllerden taşıp bütün âfâkı nurlandırdı.

Şarkın mert ve cömert insanlarının sıcak alakaları ve organizeleriyle Peygamber sevgisinin doruğa ulaştığı içten, samimi duyguların olabildiğince yansıtıldığı güzide ortamı birlikte paylaşmak, hayatımın nadir karelerinden birini oluşturdu.

Kardeşlik yolu muhabbet, rehberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)” başlığı altında yaklaşık bir saatlik konferansta Muhammedî nurun yansımaları, salonla birlikte bizleri asr-ı saâdetin mutlu ülkesindeki insanlarla buluşturdu. Duygulandık, ağladık, ferahladık ve Nebevî iksirle hemhal olduk.

Yoğun bir katılımın gerçekleştiği programın tek bir nefes ve ruhî atmosferde, kardeşlik, dostluk, uhuvvet ve muhabbet havasının susamışlığı âdetâ tarihî mekânda yankılanıyordu.

Program sonrası, kitaplarımızı imzalarken dost ve kardeşlerimizle hasbihal etme fırsatı da bulduk.

Başta muhterem başkan ve yönetimine, dost, kardeş ve hemşehrilerime, yakın alaka ve misafirperverliklerinden dolayı kalbî teşekkürlerimi sunuyorum.

Bursa dönüşü, dinlenme fırsatı bulamadan, Fransa’nın Strazburg şehrindeki kardeşlerimizin epey zamandır yaptıkları davete icabet etmek gerekiyordu.

Yasin kardeşimizin, “hocam uçak biletlerini aldım, bekliyoruz” telefonuyla, hemen ertesi gün yola revan olduk.

Almanya’nın Stutgart hava alanından Cuma sabahı Strazburg şehrine doğru (160 km.) yol alırken, Ren nehrinin Almanya ayağındaki Kehl şehrinde Diyanet İşleri Başkanlığınca yapımı tamamlanmış olan iki minareli caminin ihtişamı ve minarelerindeki tevhidin mühim bir şiâr olarak âleme ilânı, gönlümüze sürur, inancımıza gurur ve lezzet katıyordu. Kısa bir ziyaretten sonra nehrin öbür yakasındaki Strazburg şehrine girmiş oluyorduk.

Yine Başbakanımızın yakın alaka, takip ve talimatlarıyla Diyanet tarafından satın alınarak dizayn edilen cami, İmam-Hatip okulu ve İlahiyat fakültesinin bulunduğu külliye, İslâm kardeşliğinin bir sembolü edasıyla bizi karşılıyor, başta Din ateşesi sayın Prof. Dr. Fazlı bey olmak üzere görevli hocaefendilerin muhabbet ve sevgi odaklı yaklaşımları memnuniyetimizi celbediyordu.

Bir kısmını daha önceden Eyüp Sultan Camiinden de tanıdığım güzide cemaatle yaptığımız kısa, ama mesaj dolu hasbihalimizde; uhuvvet, kardeşlik, tesanüd, ittihad eksenli yaptığımız vurgulardan sonra, eski dostlarımız ve cemaatle sıcak ve hasret dolu kucaklaşmalarımız sevincimizi kat kat artırmıştı.

Hasseten eski bölge başkanımız muhterem Mehmet Baloğlu ve ailesine nazik davetlerinden dolayı teşekkür ediyorum.

Akşam dersinde Yasin kardeşin evinde bir araya gelen genç ve dinamik cemaatin alaka ile takip ettikleri Risale-i Nur sohbeti gönüllerimizi mesrur etmişti.

Cumartesi akşamı, Sivaslı genç kardeşlerimizin dernek binasındaki program dersle birlikte, saat 12.00’ye kadar soru cevap şeklinde devam etti.

Başta Necmettin kardeşim olmak üzere tüm emeği geçenlere şükranlarımı sunuyorum.

Gurbet ellerde iman ve Kur’ân hakikatlerine susamış ve inançlarını korumaya kararlı böyle daha nice cemiyet ve cemaatlerin varlığı yüreğimize su serpiyor.

En çok beklenen ve vurgu yapılan husus; bu tür cemiyet ve cemaatlerin, din hizmeti adı altında maddi yardım ve beklenti içine girmeden, sırf Allah rızası ve Kur’ân hakikatlerinin gönüllere ulaştırılmasında hassas olunması, menfaat beklentisine girilmememsi.

Dört-beş günlük yoğun program sürecinde bizlerin de hiçbir karşılık beklemeden sohbet ve derslerimizi paylaşmamızın dikkatlerden kaçmadığını müşahede etmek, meslek ve meşrebimiz adına bir teminat ve güvence oluşturması bakımından kayda değer bir husustu.

Mahfuz kardeşimizin hanesinde organize ettiği dersin tadını yâd etmemek mümkün mü? öncesindeki Osman beyin davetini, akşam dersi sonrası geç vakitte Bülent beyin evindeki Kur’ân kıraatini ve sohbetini de kaydetmek gerekir.

Her karesi dolu geçen bu kısa zaman diliminde, misafirperverliğinden dolayı Yasin Çakmak’a, yakın ilgilerini esirgemeyen ve burada isimlerini sayamadığım umum kardeşlerimize, Strazburgdaki hemşehrilerimize binlerce teşekkürler… Allah ebeden hepsinden razı olsun ve Kur’ân hizmetinde daim eylesin inşallah.

Selam, muhabbet ve dualarımla…

İsmail Aksoy

Bu Sergi Ayasofya’nın Cami Olmasına Vesile Olsun

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in dünyaya gelişinin kutlandığı “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen ‘Lisan-ı Hat ile Aşk-ı Nebi‘ başlıklı Hilye-i Şerif Sergisi Ayasofya Müzesi’nde açıldı.

Türkiye’de bugüne kadar düzenlenen en büyük hilye sergisinde Hz. Muhammed’in dış görünüşünü ve vasıflarını anlatan 114 otantik ve çağdaş eser yer alıyor. Proje sahibi Mehmet Çebi, Ayasofya’nın kendisi için önemini anlatıyor ve ekliyor; “Bu sergi, Ayasofya’nın tekrar ibadethaneye dönüşmesi ümidinin sonucudur.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, Kutlu Doğum Haftası sebebiyle hilye-i şeriflerden oluşan bir sergi düzenlemesinin çok anlamlı olduğunu belirterek, tüm İstanbullular’ın, ”Lisan-ı Hat ile Aşk-ı Nebi” sergisini ziyaret etmesini tavsiye etti.

Bir güneş doğuyordu Mekke ufuklarında

Tarih 20 Nisan 571.. Rebiulevvel ayının bir 12. gecesi… Pazartesi Sabaha doğru, henüz gün doğmadan bir güneş doğuyordu Mekke ufuklarından: Hz.Muhammed (s.a.v.).

Güneş doğunca nasıl zararlı mahluklar deliklerine girer, inlerine çekilir; O şanlı peygamberin teşrifleriyle de insanlığın canını yakan mal ve mülkünü yağma eden zalimler, zorbalar, haksızlar, hırsızlar inlerine çekildiler. Çünkü rahmet ve adalet güneşi doğmuştu artık. Çünkü zararlı yaratıkların, vahşi ve yabani varlıkların insanlık âleminde, medeniyet dünyasında yerleri yoktu, olmamalıydı.

Efendimizin dünyaya teşrifleri sırasında birtakım harikulâde olaylar meydana geldi: İran’ın merkezinde ateşe tapan mecusilerin, bin yıldan beri yanmakta olan ateşleri söndü. Yine İran’ın Medayin şehrindeki hükümdar sarayının ondört şerefesi yıkıldı. Save gölü yere battı. Suyu kurumuş olan Semave deresinin suları coştu, taştı. Kâbe’deki putlar yüzüstü yere düştü. Adetâ varlıklar şevkinden raksa kalktı, cezbeye tutuldu, cûş u huruşa geldi. Çünkü yıllardır hasretini çektikleri efendiler efendisi, yolunu gözledikleri şehinşah dünyaya teşrif ediyordu: Hz. Muhammed (a.s.v).

Hak yarattı alemi/ Aşkına Muhammed’in/ Ay ve Günü yarattı /Şevkine Muhammed’in

Ol dedi oldu alem/ Yazıldı levh u kalem /Okundu hatm-i Kelam Şanına Muhammed’in.

Varsın nasipsizler O’nu dinlemesin, tasdik etmesin. Bu olaylar Onu onaylıyor, kâinat onun gelişine alkış tutuyordu.

Niçindi bütün bunlar?

Ateş sönmesiyle, putlar devrilip yıkılmasıyla diyorlardı ki:

“Ey aklı gözüne inmiş maddeciler, mideciler! Biz mâbûd değiliz, mahlukuz, yaratılmışız. Hepimizin Rabbi Allah… Bundan sonra söz, Kur’an’ın ve Onu getiren Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) olacak. Yeryüzünde şirke, küfre, hurafeye, irticaya, haksızlık ve ahlaksızlığa yer kalmayacak.

Asr-ı Saadet” kitabının müellifi de bu olayları şöyle yorumlar: Hakikat şu ki yıkılan, Kisraların sarayı değil, bütün İran’ın saltanat ve ihtişamı, Bizansın satveti ve Çinin azameti idi. Sönen ateş, mecusilerin ateşlerinde parlayan alevleri değil, bütün dünyadaki küfür ve ilhad ateşi idi. Kuruyan şey, Sava gölü değil, putperestliğin tahakkümü, Zerdüştlüğün kuvveti, Hiristiyanlığın tağallübü idi.

Gerçekten öyle oldu. Hz. Peygamber büyük bir inkılab yaptı. Tarihin akışını değiştirdi. Cehenneme akan trafiğin yönünü cennete çevirdi.

Hz. PEYGAMBER DOĞMADAN ÖNCEKİ DÜNYA

Peygamberimiz gelmeden önce dünya âdeta bir hastahane, bir matemhane idi. Mevcudat birbirine ecnebi ve düşmandı. Cansız varlıklar birer cenaze, canlılar da ayrılık ve ölüm sillesiyle ağlayan yetimler gibiydi. Fetret devrini yaşayan yani 500 sene peygambersiz kalan insanlık alev alev yanıyordu.

İçki, kumar, hırsızlık, yalan, talan kasıp kavuruyordu âlemi… Yetimlerin, dulların ve güçsüzlerin malları elinden alınıyor, zengin, güzel kadınlar zorbalıkla kaçırılıyor, para kazanmak için çadırlar kurduruluyor içlerinde cariyelere fahişelik yaptırılıyordu.(3) Hatta iyi cinsten döl almak için karılarını başka erkeklere gönderen, namusunu kıskanmayan deyyuslar vardı. Nesilleri tüketen kan davaları durmak bilmiyor, geçindirememek bahanesiyle çocuklar öldürülüyor. Kız çocuğu doğurmak yüz karası sayılıyor. Kız çocukları diri diri gömülüp veya su kuyularına atılıyordu.

İşte böylesine rezil, böylesine zalim, böylesine sefil bir hayat sürüyordu İslâmiyet’ten önce.

Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) geldi. Açtı kollarını ve haykırdı: âdeta

Durun… Kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak, haykırsam kollarımı makas gibi açarak…” dedi.

Büyük mücadele, kurtarma harekâtı ve huzur operasyonu başlamıştı..

Ama kolay olmayacaktı. Mayısı, misk ü anber sanıp içinde hayat süren mayıs böcekleri gibi karanlıktan, zorbalıktan, küfür ve dalaletten hoşlanan karanlık güçler âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimize göz açtırmıyorlardı.

Yüzüne tükürük savurmaktan tutun, yoluna diken serinceye kadar, secdede iken boynuna hayvan bağırsaklarını koymaktan tutun, ayaklarını taşlatıp kanlar içinde bırakıncaya kadar işkencenin, yıldırmanın, hakaret ve istihzanın her türlüsünü Efendimize reva gördüler.

Ama o eşsiz ve emsalsiz insan, emsalsiz sabrıyla, hazık bir doktor edasıyla hastalarını tedavi etmeye devam etti. Her acıyı sinesine gömdü, her işkenceye göğüs gerdi. Allah’ın izniyle o kara tabloya bir sünger çekti. Zulmeti nura, anarşiyi huzura çevirdi. Kısaca: Bir güneş doğdu, kış bahar oldu.

Hz. PEYGAMBER’İN MÜDAHELESİNDEN SONRAKİ DÜNYA

Allah Resulü Efendimizi, âleme yepyeni bir bakış getirdi. Düşünceleri ıslah eyledi. İnsanları korkutmadı. Onları, ikna ederek inandırdı. Onun nuruyla dünya bir hastahane ve bir matemhane olmaktan çıktı. Bir mekteb ve bir zikirhaneye döndü. Birbirine yabancı ve düşman varlıklar birer dost ve kardeş halini aldı. Her cansız varlık birer cenaze değil, Allah’ın mûnis birer memuru itaatkâr birer hizmetkârı oldukları anlaşıldı. Ayrılık ve ölüm acısıyla ağlıyor sanılan canlılar ise birer zikreden zakir veya vazife paydosundan şükreden şakir suretine girdi. Asrına “Asr-ı Saadet” damgasını vurdu.

12 bin kişilik bir ordunun önünde muzaffer ve muvaffak bir kumandan olarak Mekke’ye girdi. Hem Kâbe’deki putları, hem de gönüllerdeki husumet ve kin putlarını temizledi.

Kendisini Mekke’den çıkaranları, azılı düşmanlarını affetti. Mekke’nin fethedildiği güne kadar müşrik ordularının komutanlığını yapan Ebu Süfyanı, Hz. Hamza’nın ciğerini çıkarttıran Ebu Süfyan’ın karısı Hindi ve Hz. Hamza’yı şehid eden Vahşî’yi affetti. Onlar da bu büyüklük karşısında dayanamayıp müslüman oldular. Bu ne büyüklük Allah’ım! Affıyla da düşmanlarını teslim alıyor, İslam’a girmelerini sağlıyordu.

Bu noktada da bütün insanlığa bilhassa müslümanlara örnek bir tablo bıraktı.

Çünkü zaman zaman biz, bırakın düşmanlarımızı affetmeyi, dostlarımızı bile affedemiyoruz.

Böylesine güzel ve müsbet bir ıslahatcı cihana gelmemiştir, bir daha da gelmeyecektir. Alman başbakanı prens Bismark’ın dediği gibi: “Alem senin gibisini bir defa görmüş, bir daha göremeyecektir ya Muhammed! Çağdaşın olup seni göremediğim için üzgünüm. Manevî huzurunda tam bir hürmetle eğiliyorum.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın hayatını tahlil edip inceleyen Büyük Mütefekkir şöyle diyor:

Şu asr-ı saadeti görmeyenlere Arap Yarımadası’nı gösteriyoruz. Haydi yüzlerce feylesoflarını alıp oraya gitsinler. Yüz sene çalışsınlar. Acaba Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir senede yaptığı icraatın yüzde birini yapabilecekler mi?

Sigara gibi küçük bir alışkanlığı, küçük bir toplum da, büyük bir sultan, büyük bir güçle ancak kaldırabilir. Bazen kaldıramaz da. Halbuki şu zat (aleyhissalatu vesselam) geniş Arap Yarımadası’nda vahşi ve adetlerine körükörüne bağlı, inatçı birçok kavimlerin çirkin adet ve kötü alışkanlıklarını çok kısa zamanda kaldırarak hepsini güzel ahlakla donatıp tezyin eyledi. O vahşi toplumu bütün âleme öğretmen ve medeni milletlere üstad eyledi. Akılları, ruhları, nefisleri ve gönülleri fethedip kendisine bağladı. Gönüllerin sevgilisi, akılların öğretmeni, nefislerin eğitimcisi ve ruhların sultanı oldu.

Vehbi Karakaş / Risale Haber